Ümmî Peygamber-3

YORUM | AHMET KURUCAN

Bazı sebeplerden dolayı bir müddet yazı serisine ara vermek zorunda kaldığım için bir cümlelik kısa bir hatırlatma ile başlamak istiyorum. Hz. Peygamber’in (sas) ümmîliği üzerinde duruyor ve ümmî kavramının hangi anlamda kullanıldığını ele alıyorduk. Bu kavramın sözlük manalarını ilk yazıda vermiş, ikinci yazıda ümmî kelimesinin Kur’an’daki anlamlarına başlamış, Kur’an’da ümmî kelimesinin geçtiği 2’si tekil, 4’ü çoğul formunda 6 ayet-i kerime var demiş ve ilk üçünü kısaca incelemiştik.

Özetle ifade edecek olursak, ilk ayet Bakara 78. Bu ayette ümmî ehli kitaptan olduğu halde Tevrat hakkında sahih bilgiye sahip olmayan, eğitimsiz, cahil kişiler için kullanılıyor. İkincisi Al-i İmran suresi 20.ayet. Burada kendilerine daha önceden İlahî bir kitap ve peygamber gönderilmemiş kişiler anlamında kullanılmış. Üçüncüsü yine Al-i İmran suresi 75.ayet. Burada da ehli kitap olmayan müşrik ya da Müslüman Araplar için kullanılmıştır. Anlaşılan o ki bu üç ayetinde Allah ümmî kelimesine yeni anlam yüklemiyor, aksine nüzul toplumdaki insanların bildikleri manada hem de olduğu gibi kullanıyor.

Diğer ayetlere geçmeden önce burada yeri geldiği için bir hatırlatmada bulunmak isterim; Nahl suresi 103. Ayetinde Allah şöyle buyurur: “And olsun ki biz onların “Kur’an’ı Hz. Muhammed’e bir beşer öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Ne var ki onların sözünü ettikleri kişinin dili yabancı bir dildir; Kur’an’ın dili ise apaçık fasih bir Arapçadır.” Rivayetlere göre iddia ettikleri bu kişi Rum diyarından köle olarak Mekke’ye gelmiş  Hristiyan Bel’am, Cebra, Addas, Yaiş veya Vebr adını taşıyan birisidir. İmdi, bu ayette Arapça diline vurgu yapıldığı muhakkaktır. Ama Şatibi bu ayeti merkeze alan bir yorumunda meseleyi sadece dil açısından değerlendirmenin yanlışlığına işaret ederek bunun nüzul toplumundaki Kur’an’a muhatap olan Arapların sadece diline değil, kültürüne, bilgilerine ve idrak ufuklarına da teşmil edilmesi gerektiğini, Kur’an’ın bu çerçevede Arapların bilgi ve idrak ufuklarını aşan muhalif bir beyanda da bulunmadığının altını çizer. Dolayısıyla ümmi kelimesinin bu kapsamda yani verili durumu esas alarak onların yabancısı olmadığı anlamda kullanılması hiç kimseyi şaşırtmamalıdır.

Bu kısa ve önemli hatırlatmadan sonra dördüncü ve beşinci ayetler Araf süresi 157-158 ayetleridir. Muhatap ehli kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlardır. Şöyle diyor Kur’an: “İşte bu kimseler (ehli kitab; Yahudi ve Hıristiyanlar) vakti geldiğinde ellerinin altındaki Tevrat’ta ve İncil’de kendisinden söz edilmiş ümmî peygambere uyacak kimselerdir. Bu peygamber onlara iyiliği emredip kötülüğü yasaklayacak, onlara temiz ve güzel şeyleri helal, kötü ve çirkin şeyleri haram kılacak, onları zorlayan hükümler ve yükümlülükleri hafifletecektir. İşte o peygamber geldiğinde, ona inanıp güvenen, ona saygı gösteren, ona yardım eden ve yine ona indirilen nur’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erecek olanlardır. (Ey Peygamber!) De ki: “Ey insanlar! Bakın ben hepinize Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Göklerde ve yerde mutlak hükümranlık O’nundur. O’ndan başka gerçek ilah/Tanrı yoktur. Canı veren de alan da O’dur. Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun ayetlerine inanıp güvenen bu ümmî peygambere inanıp güvenin; ona uyun ve böylece doğru yola girmiş olun.”

Kur’an burada Ali İmran 81’de Yahudilerden alınan sözü nazara veriyor. Onların verdikleri söz ellerindeki İlahi kitabı (Tevrat ve İncil) tasdik eden bir peygamber zuhur ettiğinde ona inanmalarıdır. Şöyle hikâye edilir bu mesele Kur’an’da: “Allah, vaktiyle (İsrail oğullarından” peygamberleri aracılığıyla şu sözü almıştır: “Size vahiyler gönderip, o vahiylerin mana ve mesajını anlama, idrak etme (hikmet) kabiliyeti lütfettikten sonra elinizin altında bulunan kitabı (Tevrat’ı) tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanmalı ve yardımcı olmalısınız.” Allah: “Bu ahdi kabul ettiniz, sizlere yüklediğim ağır sorumluluğu üzerinize aldınız mı?” dediğinde onlar: “Evet, kabul ettik” diye kesin söz verince, Allah Teâlâ: “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim.” buyurdu.” (3/81)

Hıristiyanların ise söz verişten ziyade Hz. İsa’nın kendisinden sonra gelecek Hz. Peygamber’i anlatmasıdır. Şöyle diyor Hz. İsa: “Vaktiyle  Meryem oğlu İsa şöyle demişti: “Ben Allah tarafından size gönderilmiş elçiyim. Elinizdeki Tevrat’ı tasdik etmek ve benden sonra gelecek, ismi ve şahsiyeti Ahmed yani medh u senaya mazhar olacak bir peygamberi müjdelemek üzere gönderildim.” (61/6)

Geriye dönecek olursak; Araf süresi 157. ayette  “er-resülen nebiyye’l ümmiyye”, 158 de “ve rasulihi en-nebiyyi’l ümmiyyi” şeklinde geçen beyanlar Hz. Peygamberin okuma-yazma bilmediği şeklindeki hakim kanaatin delilleri olarak ele alınmıştır. Halbuki kelimenin nüzul toplumundaki kullanım alanından hareketle diyebiliriz ki burada ehli kitab olmayan bir kavme mensup olması manası daha ağırlıklıdır.  Ayetin siyak ve sibakı buna daha müsait ve hayatın realitelerine daha uygundur.

Bununla beraber her üçünü de içine alan şöyle bir mana verilmesi daha temkinli olabilir: “Çoğunluğu okuma yazma bilmeyen, ilahi vahye muhatap olmayan ve vahiy kültüründen bihaber bir kavme mensup Mekke’li ümmi elçi ve peygamber.”  Nitekim karşılaştırmalı olarak baktığımız ve özellikle ilk 4-5 asırda kaleme alınan tefsirler bunu tercih etmiştir.

Bu iki ayetle alakalı olarak sonuç olarak şunu diyebiliriz; ayette geçen “ümmî resul ve peygamber” spesifik olarak Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediğini kesinlikle ortaya koyan bir delil değildir.

Ümmî kelimesinin Kur’an’da geçtiği altıncı ve son ayet Cum’a suresinde yer almaktadır. “O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Halbuki onlar, bundan önce apaçık bir dalalet içinde idiler.” (62/2)  Burada ümmîler kimlerdir? Okuma yazma bimeyenler mi, Mekke’liler mi, ehl-i kitap dolayısıyla vahy kültürüne sahip olmayanlar mı? Sözlük anlamı açısından baktığımızda her üç mana da muhtemildir. Konsept açıdan baktığımızda ise Peygamber Efendimizin de bir fert olarak içinde neşet ettiği ve yaşadığı Arap toplumudur. Zaten Arapların Arap olmayanlara acem dediği gibi ehli kitabın da Araplara ümmî dediği tarihen sabittir. Aşağıda ele alacağımız sair deliller ve yorumlarda da göreceğimiz üzere kim, nerede duruyor ve hangi görüşe kailse ayete ona göre mana vermektedir. Kimisi “O, Mekke’lilere; O ehli kitap olmayan bir kavme; ya da okuma yazma dahi bilmeyen cahil bir kavme.”

Kur’an ayetleri ile alakalı genel değerlendirme ile yazıya son verip hadisler ve tarihi hadiselerle devam edelim; Kur’an’da bu kelimenin yer aldığı altı ayetten hareketle “Hz. Peygamber okuma yazma bilmezdi” demek çok aceleden verilmiş, haksız hatta yanlış bir yargıdır. Şunu demek çok daha doğrudur; tekil ve çoğul formuyla ümmî geçen hiçbir ayette ne fert olarak Hz. Peygamberin ne de onun da bir parçası olduğu Arap toplumunun okuma yazma bilmeyen kişi/ler olduğuna bir vurgu yoktur.

Devam edeceğiz.

Ümmî Peygamber-1

Ümmî Peygamber-2

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Allah kulunun gören gözleri tutan elleri olurum diyor.. duyan kulak da gören göz gibi okur.. Yani O okursa Allah okur… Ondan ümmiyim diyor.. Rabbinden başkasını görmüyor…Yazarsa yazan Allah olur yine tutan elleri.. Tutan eli de Musaya verdiği BeyazEl ve Kalem de Asa… fakat Burnu olurum demiyor çünkü O zaten burnumuz.. Elleri Gözlerimiz Kanatları Kaşlarımız hem Ardımız Ardınızdan sarılıyor Gölge dediğimiz Işığımız… yazdırıyor O yanındakileri.. kalem tutmaz dediği…İsa nın havariler gibi. o der Barnaba yazar.. Muhammedin Kalem de Eli Ali… kalem tutmaz dediği.. hür iradesi…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin