Bölüm 5 | Donanma’nın merkezinde neler oldu? | 13 Temmuz 2020
Tr724 Yazarları Adem Yavuz Arslan, Tarık Toros, Levent Kenez, Bülent Korucu ile 15 TEMMUZ KONUŞMALARI devam ediyor.
Donanma’nın merkezinde neler oldu? Gemilerin seyre çıkmasının perde arkası…, Hain kim, kahraman kim?, ‘Meclis bombalandı’ muamması!, Perdeleri yırtmayan, vazoları devirmeyen, kapıları kırmayan söken operasyonun detayları, İnfaz emri sadece Semih Terzi için verilmedi! Toplu katliam emirlerini kimler verdi? Suikastler nasıl önlendi? Aksakallı, Ömer Halisdemir’i katleden Mihrali Atmaca’yı neden alnından öptü?
Beşinci bölümün tam metni
Tarık Toros: Herkese merhaba, 15 Temmuz konuşmalarının beşinci bölümüyle karşınızdayız. Bugünden itibaren 15 Temmuz’un son birkaç kritik yerine gideceğiz. İlk 4 bölümde birçok noktayı dolaştık. Enteresan isimleri, olayları ve perde arkası yaşananları paylaştık. Bu kez Deniz Kuvvetlerine daha doğrusu Deniz Kuvvetlerinde de spesifik olarak en önemli komutanlığa, Donanma Komutanlığına gideceğiz. Körfez’e, yani İzmit Körfez’ine… Ve orada Deniz Kuvvetlerinde 15 Temmuz gecesi neler oldu buna bakacağız. Onun ardından Meclis’in bombalanması hadisesinde konuşulmayan detayları değerlendireceğiz.
Bu bölümler bittikten sonra da kişi kişi karakter analizi yapacağız. 15 Temmuz’un karakterlerine bakacağız. İlk iki sırada Semih Terzi ve Ömer Halisdemir var. Akabinde de vaktimiz kalırsa, 15 Temmuz’un 1 numarası kabul edilen veya resmi söylemde öyle lanse edilen Orgeneral Akın Öztürk’ü konuşacağız.
Ama bugün önce Donanma Komutanlığına gidelim. Donanma Komutanlığında neler oldu, Deniz Kuvvetlerine hangi rol biçilmişti? 15 Temmuz gecesi ne planlanıyordu, ne oldu? Adem Yavuz Arslan’dan dinleyelim. Donanma Komutanlığında dönen hikaye neden önemli ve 15 Temmuz konuşmalarının 5. bölümünde neden böyle bir başlık açtık?
BÖCEK ARAMASI YAPILAN ODADA TOPLANTI
Adem Yavuz Arslan: Donanmada o akşam yaşananlar, aslında kumpasın çok net bir görüntüsü. Hayatın akışına aykırı olaylar, inanılmaz bir şekilde bir zincirin halkası halinde üst üste geliyor. Detaylara girince daha da net anlaşılacak.
Önce bir hatırlatma yapayım. Türk Silahlı Kuvvetlerinde bir teamül var. O da şu, kuvvet komutanları Ankara dışındaysa kurmay başkanları mutlaka karargâhta olur. Aynı şekilde kurmay başkanı dışında harekât ve istihbarat başkanlarının da aynı anda izne çıkmaması diye bir kural vardır. Hani bu cumhurbaşkanı ve başbakanın aynı anda uçağa binmemesi gibi bir şey. Pratikte hiç değişmez bu. Yani komutanlar yoksa kurmay başkanlar oradadır. Harekât başkanları da aynı anda izine çıkmaz. Ama 15 Temmuz’da ne hikmetse hepsi birden ortada yok. Yani öyle bir denk getirmişler ki, 15 Temmuz’a özel uğraşmışlar.
Şimdi Deniz Kuvvetlerine gidelim. Nasıl Özel Kuvvetler Komutanlığında bir gün önce bir organizasyon varsa, yani Zekai Aksakallı’nın, Hakan Fidan ve Hulusi Akar ile görüşmeleri nasıl olmuşsa, benzeri bir görüşme trafiği 15 Temmuz günü öğleden sonra Deniz Lisesinde yaşanıyor. Şöyle ki: Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu, 15 Temmuz’da Heybeli Ada’daki Deniz Lisesinde mezuniyet törenine gidiyor ve orada bir odada böcek taraması yaptırıyor ilk olarak. Yani nasıl önem verdiğini görmemiz açısından söylüyorum. Orada Veysel Kösele ile 2 saat özel bir görüşme yapıyor. Veysel Kösele kim? Donanma Komutanı. Deniz Kuvvetlerinin iki önemli ismi, 1 numara ve 2 numara. Ve bu toplantıya dair hiç kimse hiçbir şey söylemiyor. Halihazırda o toplantı bir sır olarak duruyor.
BOSTANOĞLU’NUN DARBEYİ ÖĞRENDİĞİ SAAT
Bülent Bostanoğlu ifadelerinde, iddianamelere de giren ifadelerde diyor ki, “Ben törenleri bitirdim, İstanbul’a geri döndüm.” İstanbul Yeşilköy Çınar Otel’de bir başka düğün var. 15 Temmuz akşamı nasıl denk gelmişse, bütün komutanlar düğünde. O da Çınar Otel’dekine gidiyor. 22.23’te darbeyi telefonda öğrendiğini iddia ediyor Bostanoğlu. Ama bence en büyük açığı, ifadesindeki başka bir kısımda veriyor. “Darbecileri şaşırtmak için,” diyor, “19.30’da emir subayımı gönderdim.” Kendi ifadesinde var bu kısım, darbecileri şaşırtmak için yaptığını söylüyor.
Tarık Toros: Hem ifadesinde ben 22.23’te darbe girişimi haberini aldım, diyor. Hem de 19.30’da onları şaşırtmak için emir subayımı gönderdim, diyor. Çelişkili mi?
Adem Yavuz Arslan: Büyük bir çelişki. Büyük bir açık aslında. Zaten en büyük açığı orada verdiği için bu isimleri ne Meclis’te ne de mahkemede gördük. Büyük yalanlar söylüyorsanız güçlü bir hafızanız olmalı derler. Hani, büyük bir yalan söylüyorsunuz ama hafızanız sizi yanıltıyor sürekli. Erdoğan’ın sürekli tarihleri yanlış söylemesi gibi. Bostanoğlu da aynı şeyi yapıyor. Ne yapıyor Bostanoğlu? Düğünden çıkıyor, binbaşıya emir subayını gönderiyor. Kendi cep telefonunu kapatıyor. Bakın kendi cep telefonunu kapatıyor, kimse bana ulaşamasın diye. Çok planlanmış bir şekilde. Aynı şeyi Veysel Kösele de yapıyor. Otoparkta saklanıyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı, NATO’nun ikinci büyük ordusunun komutanı İzpark’ın otoparkına gidiyor saklanıyor. Otoparklarda geçiriyor vaktini. O ara telefonunu kapatıyor kimse ulaşamıyor. Bilgi almak için, emir talimat için arayanlar da ulaşamıyor.
DARBENİN İÇİNDEYMİŞ İMAJI VERMEK İÇİN KAYBOLDU
Tarık Toros: Yani bu ortadan kaybolma anlamına geliyor. Bunun literatürdeki karşılığı bu. Online bağlantılarınızı sonlandırmışsanız, telefonu kapatmışsanız ve bir araca atlayıp bir otoparkta dolaşıyorsanız… Adeta vaktinizin gelmesini bekliyorsanız. O dakikalarda, o saniyelerde sizin misyonunuz ise kaybolmak.
Adem Yavuz Arslan: Bu durum, çok önceden çalışılmış olduğunun bir başka delili. Nasıl ki Genelkurmay Başkanı darbenin içindeymiş gibi bir imaj veriyor, yani elinde telefon olmasına rağmen başbakanla irtibat kurmuyor, cumhurbaşkanı ile irtibat kurmuyor, karşı açıklama yapmıyor ve son ana kadar darbenin içindeymiş gibi bir görüntü veriyor. Aynı şeyi Deniz Kuvvetleri Komutanı da yapıyor. Darbenin içindeymiş imajı veriyor. Kuvvet komutanları da darbeye karşı bir açıklama yapmıyor. Darbeye karşı bir adımları yok o gece.
Bu arada Bostanoğlu ne yapıyor biliyor musunuz? Emir subayıyla telefonda tam 140 görüşme yapıyor. Kendi ifadelerinde de var, iddianamelerde de var. Şimdi saklanarak 140 telefon konuşması yapan bir Deniz Kuvvetleri Komutanından bahsediyoruz. Donanma komutanı da aynı şeyi yapıyor. Kendi aralarında organize bir şekilde… Peki ne yapıyorlar bu süre zarfında, ne beklersiniz onlardan? Donanma ve Deniz Kuvvetleri Komutanları darbeyi resmi olarak 22.23’te öğrenmişler… Hani ifadesindeki bu ama yalan söylediğini de yine kendi ifadesinde ortaya çıkarıyor.
ERGENEKON-BALYOZ SANIKLARI DEVREDE
Peki ne oluyor? 22.40’ta Fırtına Savaş Gemisi, Aksaz limanından çıkıyor. 23.55’te Mersin limanından gemiler çıkmaya başlıyor. Bostanoğlu, Veysel Kösele ile birlikte sadece önceden seçtikleri, karargâhta sıralı liste içerisinde daha alt seviyede olan eski Ergenekon-Balyoz sanıkları ile temas kuruyorlar. Ve dikkat edin, Balyoz ve Ergenekon sanıkları özellikle 15 Temmuz’un Deniz Kuvvetleri kısmında inanılmaz aktif roldeler. Zaten Veysel Kösele de bu davaların birinde sanıktı hatırlarsınız. Belli isimlerle koordinasyon sağlanıyor. Aykar Tekin, Yalçın Payan ve benzeri birkaç önemli isim var. Bu isimler gemileri sefere çıkartıyorlar. Bu arada şunu hatırlatalım, Deniz Kuvvetlerinde, Deniz Lisesinden, Deniz Harp Okulundan darbeye katılım yok. Tek mermi atılmamış. Ama en büyük tasfiyeler de Deniz Kuvvetlerinde yapıldı.
Peki başka ne oluyor? Talimatı veren Aykar Tekin gibi isimler gemileri sefere çıkartıyor ve görünüşte Deniz Kuvvetleri darbeye katılmış oluyor. Ama gemileri çıkarma emri veren isimler soruşturmaya konu olmuyor. Bu arada gemideki askerlerin tamamı müebbet hapis ile yargılanıyor ve bir çoğu da müebbet cezası alıyor. Gemileri sefere çıkaran isimler daha sonra terfi de etti.
DÖNEN SAVAŞ GEMİLERİNE ATEŞ AÇMA EMRİ
Orada çok çarpıcı bir başka şey daha var. Savaş gemisi dediğimiz şey, ortalama 90 ton mühimmat ve 350 ton yakıt taşıyan askerî bir araç. Taka değil ki bu. Bu araçlar açıldıktan sonra telsizden talimat geliyor: “Geri dönün.” Bu arada aynı telsizden karadakilere, dönen gemilere ateş açma talimatı veriliyor. Şimdi düşünün, Gölcük zaten bir koy. Tekrar söyleyeyim, içerisinde 350 ton yakıt, 90 ton mühimmat olan gemilerden bahsediyoruz. Ve bu gemiler görülürse ateş açılacak. O gemilerin Gölcük’e geri döndüğünü ve üstlerine ateş açıldığını düşünün. Tonlarca yakıt havaya uçtuğu zaman oluşacak olan faciayı düşünün. Kaç bin kişinin öleceğini hayal edin. Zaten orada ayrıca çok stratejik tesisler de var. Gölcük bölgesi aynı zamanda sanayi bölgesi. Bu telsiz konuşmasında geri dönme talimatını aldıklarında şu anda hapiste olan o gemilerin komutanları bu emri uygulamıyor. Emri uygulamadıkları için de müebbet ile yargılanıyorlar. Ama aslında faciayı önlemişler.
Bakın, hiçbir şekilde Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Genelkurmay arasında bir temas yok. Ama bu arada evinde gizli bir yere saklanmış bir yarbay ile Deniz Kuvvetlerini 140 telefon görüşmesi ile koordine ediyorlar. Alt seviye isimleri sahaya sürüyorlar. Deniz Kuvvetleri, gemi komutanlarını kumpasa düşürüyor. Özet ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı hadisesi bu.
Mahkeme safhasında bilirkişi raporlarındaki bütün rakamlar yanlış. Gemi sayısı yanlış, görevli olan isimler yanlış vs… Yani bu da şunu gösteriyor: Önceden bir simülasyon yapılmış. 15 Temmuz’un tamamında olduğu gibi. 15 Temmuz akşamı yaşanmayan bazı olayları da oraya yaşanmış gibi ekliyorlar. Mesela iddianamedeki gemi sayısı, gerçekte sefere çıkandan daha fazla. Belki de o kadar çok gemiyi çıkarmayı planladılar ama aksaklık oldu ve bazıları çıkamadı. Yani aslında ortada bir darbe yok. Bir darbe girişimi yok. Deniz Kuvvetlerinin darbeye bir dahli yok. Ama önceden organize edilmiş bir şekilde adını Ergenekon-Balyoz ya da Askerî Casusluk davalarından bildiğimiz üç beş tane isim, Veysel Kösele ve Bostanoğlu ile birlikte çok iyi organize oluyorlar. Deniz Kuvvetlerinin en büyük kumpasını oluşturuyorlar. Sonrasında ne oluyor? Deniz kuvvetleri Komutanlığı, Türkiye tarihinin en büyük tasfiyelerinden birini yaşıyor.
DENİZ KUVVETLERİNİN DARBE SİCİLİ
Tarık Toros: “Deniz Kuvvetlerinin En Karanlık Günü” belgeselini çeken gazeteci Ece Sevim Öztürk, sadece buradaki çelişkilere işaret ettiği için aylarca tutuklu kaldı. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de Deniz Kuvvetlerinin donanması, muharip gücü ile konuşulması gerekirken, özellikle son dönemde hep bir takım girişimler ve müdahalelerle anıldı.
İki örnek vereceğim sadece. 1997 yılına gidelim. 28 Şubat sürecinin en çetin günleri… Ben o yıllarda Ankara’da muhabirlik yapıyordum ve Oramiral Güven Erkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanıydı. Erkaya, 28 Şubat’ın en şahin paşalarındandı malum. İstanbul’da düzenlediği basın toplantısında Batı Çalışma Grubunu kabul eden – ki ordu içerisinde illegal bir örgütlenme bu – faaliyetlerinden bahseden bir paşaydı. O basın toplantısı canlı yayınlanmıştı. Daha sonra böyle bir grup olmadığını söylediler, o ayrı bir konu. Hiç unutmuyorum Necmettin Erbakan, başbakandı. Başbakanlık konutunda Erbakan’ın verdiği yemekte Güven Paşa menüde olmamasına rağmen rakı istemişti. Hatta garsonlara rakı aldırtmıştı. Yüksek Askerî Şûra yemeğiydi bu ve oturduğu masa da başbakanın, kuvvet komutanlarının olduğu bir masaydı. Erbakan’a rağmen o masaya rakı getirtmişti.
İkinci bir hadise daha yakın dönemden. 2009 yılında Taraf gazetesinin manşetinde ıslak imzalı bir belge yayınlanmıştı: “Gülen’i ve AKP’yi bitirme planı.” Ve bu ıslak imzalı belge de bir deniz kurmay albayın, Dursun Çiçek’in imzasını taşıyordu. Çiçek aynı zamanda Generkurmay’dan yönetilen hükümet aleyhine propaganda sitelerinin genel yayın yönetmeniydi. Deniz Kuvvetleri deyince bu iki hadiseyi de geçmişten hatırlatmak gerekiyordu.
Levent Kenez: Bir ilave yapayım. Gölcük’ten kalkan gemileri neden uzaklaştırın diyorlar? Çünkü bir terör ihbarı var. Gemilere sabotaj olacağı ihbarından dolayı gemiler uzaklaşıyor. Neden? Adem Bey’in anlattığı gibi gemilerin bazısında mühimmat var. Biri, Allah korusun, patladığında dizilmiş kibritler gibi peşi sıra büyük bir felaket olacak. O yüzden gemileri limandan uzaklaştırıyorlar. Yani bir darbe kalkışması için değil, güvenlik için uzaklaşıyorlar. Peki bu durum iddianamelerde nasıl geçiyor? Gemileri kaldırdılar, darbeye başladılar. Yani gemideki askerlerin ne kadar büyük bir kumpasa düşürüldüğünü buradan görebilirsiniz.
Geçen gün Marmaris bahsinde konuşmuştuk. Diyelim ki Erdoğan’ı almaya gelenler, aldılar. Onları karşılayacak uçak henüz gelmemişti. Peki, diyelim ki Erdoğan’ı bir gemiye götürmek istediler. Bu donanmada o gün seyre çıkmış gemilerin hiçbirisinde helikopterin konabileceği bir tertibat yok. Sadece ve sadece Aksaz’daki iki gemide var. Buna rağmen Aksaz’da hiçbir hareketlilik yok. Yani “Donanma da darbeye katıldı,” denebilecek hiçbir argüman yok.
DONANMANIN DARBEDE NE İŞİ VAR?
Bir de donanmanın darbeye katılması niye bekleniyor acaba? Güya havacılar darbe yapıyor, donanma darbe yapıyor ama esas ana unsur olan karada ciddi bir hareketlilik yok. Denizciler aktif, havacılar aktif bize anlatılan resmi söyleme göre. Daha sonra Deniz Kuvvetlerindeki tasfiyenin büyüklüğünü gördüğünüz zaman bunun sebebini çok net anlayabiliyorsunuz. Balyoz, Ergenekon, Askerî Casusluk davalarından dolayı bir süre içerde kalmış ya da terfisi durdurulmuş kişilerin ana aktörler olduğunu, diğer askerleri kumpasa düşürdüklerini görünce şaşırmıyorsunuz.
Bülent Korucu: Bir donanma düşünün ki, denize açılarak darbe yapıyor. Açık denizlerdeki balıkçılara mı darbe yaptı yoksa oradaki kimsesiz adalara filan mı darbeye gittiler? Gerçekten tuhaf ve hiçbir şekilde izahı olmayan şeyler. Keşke güçlü mizahçılarımız olsa da bunun mizahını yapsalar. O gemiler İstanbul’a gelseler; gövde gösterisi yapsalar, mesela Moda Deniz kulübünü kuşatsalar… Darbe yapmaya daha uygun eylemler olmaz mı? Moda’da generaller var; onları enterne etmek için bir adım attılar vs. diyebiliriz.
Açık denize açılan bir gemi darbeye nasıl bir katkı yapabilir? Keşke bunu birisi bize izah etse ya da izah edemiyor ise de güçlü ve tabii aynı zamanda cesur bir mizahçı, mizahını yapsa. Gülünmeyecek hatta ağlanacak trajikomik bir senaryo. Denize açılarak, açık denize çıkarak darbeye katkı yapmış olmak gibi bir suçlamayla karşı karşıya kalmak ancak 15 Temmuz darbesinde yaşanabilecek bir tuhaflık herhalde.
Adem Yavuz Arslan: İfadelerde dikkat çeken bir nokta var. Bakın Marmaris’teki iddianamelerde başka, Akıncı’da başka, Deniz Kuvvetleri davalarında başka türlü senaryolar yazıyor. Buradaki iddiaya göre, Erdoğan’ı alacaklar ve açık denizde bekleyen bir gemide rehin tutacaklar. Darbe sürecinde orada duracak.
Bülent Korucu: Hatta bir denizaltıya koyacaklar diyen çıkmıştı.
Adem Yavuz Arslan: Deniz Kuvvetleri dosyasında böyle diyor, Marmaris iddianamesinde Ankara’ya götürülecek diyor, Akıncı iddianamesinde enterne edilecek, suikast olacak diyor. Yani bütün iddianamelerde farklı farklı versiyonları var. Ama asıl esprileri şu: TSK bir bütün olarak darbeye kalkıştı imajını verebilmek için gemileri çıkartıyorlar. Aslında pratikte hiçbir karşılığı olmayan bir hareket.
YARBAY NEDEN AKP’Lİ BAŞKANI ARAR?
Burada kumpasın önemli ayrıntılarından bir tanesini Gölcük ifadelerinde gördüm. Yarbay Aşkın Öge… Bu isim kamuoyunda çok bilinen bir isimlerden birisi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığında o akşam sıkı trafik içerisinde. Onun telefon kayıtlarında enteresan bir şey var. O da şu: Yarbay Öge ve Bostanoğlu, Macit Arslan ile birlikte çok yoğun bir trafik içerisinde. Malum Ergenekon-Balyoz sanıkları arasından tanıdığımız bir isim. Aşkın Öge’nin ifadesinde de var. Diyor ki, “Ben ilk önce darbenin Cemaatçi subaylar tarafından yapıldığını anladım.” Nasılsa sadece onlar anlıyor ilk başta. Ve ilk yaptığı hareket şu… Normalde Deniz Kuvvetlerinde üst düzey bir isim ne yapar? Tedbir alır, değil mi? Madem komutan da sizi görevlendiriyor. AKP’li Karamürsel Belediye Başkanı İsmail Yıldırım’ı arıyor. “Bu bir FETÖ darbesidir,” diyor. Daha hemen sürecin başında.
Arkasından şunu yapıyor… İddianameden okuyorum: 23.38, 23.46, 00.39, 02.38 ve 03.37’de yine belediye başkanını arıyor. AKP’li belediye başkanını… Ve ona diyor ki, “Erdoğan ve Yıldırım halkı sokağa çağırsın.” Şimdi 1 dakika… Yani Deniz Kuvvetlerinde o gece en üst seviyede aktif görevlilerden bir tanesi, bir taraftan büyük gemileri sefere çıkartma emrini veren kadronun içerisinde, ama aynı zamanda kuvvet komutanlarını ya da genelkurmayı aramıyor da AKP’li belediye başkanını arayıp, “Binali Yıldırım ve Tayyip Erdoğan halkı sokağa çağırsın,” teklifinde bulunuyor. Aşkın Öge bunu övünerek anlatıyor bir de.
HALKI SOKAĞA ÇIKARMA ÇAĞRILARI…
Şimdi başka kim yapmıştı benzer bir çağrıyı? Zekai Aksakallı… Aksakallı’nın ifadesinde ne var? “İçişleri Bakanı ve Başbakan ile görüştüm halkın sokağa çağrılmasını konuştuk.” Efkan Ala ve Binali Yıldırım ile. Bir dakika, zaten 20 tane asker var köprünün üzerinde. Yani senin binlerce hazır bekleyen polisin, askerin vs. varken, AKP’lilerden halkı sokağa çağırın çağrısı geliyor. Bu önemli bir ayrıntı. Bu da, meselenin çok önceden düşünüldüğünün bir başka delili. Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki farklı kişiler, farklı kuvvet komutanları, farklı arka plana sahip isimler aynı şeyi düşünüyor. Yani normal bir insan darbe esnasında halkı sokağa çağırmaz, aksine halkı tankın önünden çeker. Ama siz bir kumpas planlıyorsunuz ve bunu her yerde yapıyorsunuz. Daha önce bahsettiğim Ankara Emniyetinin telsiz kayıtlarını da tek tek okumuştum. Orada çok net, halkın tankların önüne yığılması talimatı var. Ne kadar çok can kaybı olursa o kadar iyi olur diye düşünmüşler herhalde.
Tarık Toros: O gün, o saatlerde benim de zihnime gelen oydu. Yani insanlar sokağa çıkmasın, otursun oturduğu yerde, aman çatışma olmasın, aman kan dökülmesin, herkesin zihninden bu geçer. Çünkü önceki darbelerden de biliyoruz. Yani darbe olduğu zaman sokağa çıkmak, tanklara karşı durmak, son çare. Tanklara başka türlü karşı durulur veya siyaset başka şeyler yapar.
Deniz Kuvvetlerinde iki şey öne çıktı. Birincisi Deniz Kuvvetleri belki de Donanma Komutanlığı boyutuyla komutanların kendi askerine, kendi üssüne kurduğu tuzak en kritik noktalardan bir tanesi. İkincisini de Bülent Korucu çok güzel ekledi. Deniz Kuvvetlerinin, geriye doğru bakıldığında, darbeler tarihinde herhangi bir fonksiyonu yok. Açıkçası, fırkateyn ile gemi ile sahil güvenlik ile şununla bununla darbe yapılmıyor. Darbenin iki ana unsuru var. Kara Kuvvetleri arkanızda olacak ve elbette uçuracak jetleriniz olacak. Ama ağırlıklı olarak karacılar, hemen akabinde de havacılar onu destekliyor. Deniz yok bu işlerin bir tarafında. Belki bir tek işe yarıyor. Eğer ülkeden uzaklaşma ihtimali var ise, kaçmayı düşünen var ise gemiye atlayıp gidebilir. Sadece ona yarar.
Levent Kenez: Ben bir ufak ekleme yapmak istiyorum. Deniz Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir kez böyle bir amaç için kullanılmış. 1925 yılında Rize’de, Şapka İnkılâbından sonra şapka takmaya direnen Rizelilere mesajı olsun diye, şehri bombalamış, Hamidiye Zırhlısı. Hatta bununla ilgili türküler de var. Yani tek bir kez 1925’te kullanılmış.
Adem Yavuz Arslan: Açık denize açılarak bir fonksiyon icra etmesi mümkün değil. Yani yine nihayetinde kıyıya gelip icraat yapması gerekiyor.
Tarık Toros: Zaten son dönemde Deniz Kuvvetleri, açık denizde savaşlar da olmadığı için, daha çok kıyı güvenliği ve stratejik konular ile gündemde.
MECLİS’E BOMBA ATMANIN ‘FAYDALARI’!
Şimdi Ankara’ya gidelim. Meclisin bombalanmasına ilişkin çok sayıda görüntü yayınlandı. Tanıklara yer verildi. Kritik noktalardan biriydi. Çünkü milletvekilleri Meclis’te toplanmışlardı ve oradan bağlantılar yapıyorlardı. Gazeteciler de oradaydı. Bu darbe girişiminde hedeflerden biri olarak da parlamentonun gözetilmesi gerekiyordu. Tıpkı CNN Türk’e askerlerin gitmesi gibi, tıpkı sarayın bir köşesinin vurulması gibi, tıpkı Marmaris’te suikast mizanseni yapılması gibi, tıpkı darbe görüntüsünü dünya ajanslarına vermek için Boğaz Köprüsü’ne askerlerin çıkması gibi, Meclis’e de bomba atılması gerekiyordu ki milletvekilleri de telaşlansın. Veya “Parlamento hedef, demokrasi hedef, Türkiye Büyük Millet Meclisine saldırı var” denilecekti. Oranın da ayağa kaldırılması açısından bombalamanın böyle bir fonksiyonu vardı.
Fakat sonraki safahatta, gerek fotoğraflara, gerek görüntülere, gerekse olayın oluş biçimine ve oluşan hasara bakılarak: “Ya acaba buraya gerçekten bir F-16’dan bir füze atıldı mı? Yoksa içeride patlayan bir düzenek mi var?” tartışmaları beraberinde geldi. Çünkü perdelere bir şey olmamış, bazı odalarda, bazı salonlarda bir tarafta yıkıntı var iken tablolara bir şey olmamış. Füzenin, bombanın her neyse giriş ve çıkış yeri, oluşturduğu hasar itibari ile pek çok spekülasyona konu oldu Meclis’in bombalanması hikayesi. Ama fonksiyonunu ifa etti mi? Evet, etti. Meclis’i ürküttü. Bu sırada orada olanları ürküttü. Bununla devam edelim…
Bülent Korucu: Meclisin bombalanması sadece parlamentoda muhalefetin tek parça haline getirilip hepsinin ürkütülmesi gibi bir sonuç doğurmadı. Hatırlıyorsanız uzunca bir süre Meclis’teki yıkılan sembolik yerleri tamir etmediler ve yurtdışından gelen bütün misafirleri götürdükleri ilk yer oldu. Yurtdışındaki insanları, bilhassa devlet yöneticilerini, politikacıları ikna etme konusunda Meclis’in bombalanması hadisesini çok fazla kullandılar. Demokrasinin kalbidir, kutsalıdır parlamento. Oraya yapılmış bir saldırı çok işe yaradı. Fakat mesela siz bir F-16 dediniz, çok az söylediniz. Cumhurbaşkanlığının hazırladığı bir broşür var. Hem Türkçe hem İngilizce, birçok yere gönderiliyor ve her yıl bunu tekrar güncelliyor, tekrar yayınlıyorlar. Orada Meclis’e tam 11 bomba atıldığı söyleniyor, F-16’lar ile 11 kere bombalandığını iddia ediyorlar Meclis’in.
PATLAMA İÇERİDEN Mİ, DIŞARIDAN MI?
Şimdi F-16 dediğin şeyi, bunlar şaka zannediyorlar herhalde. F-16 Meclis’e 11 tane bomba atsa, Meclis diye bir şeyin ortada kalmaması gerekir. Teknik analiz yapabilen insanlar, baktığı zaman “Bu bombanın dışarıdan gelme şansı yok, bu içeriden dışarıya bir patlama” diyor. Başbakan Binali Yıldırım’ın odasında kapı sağlam duruyor ama içeride bazı eşyalar dağılmış. Duvardaki tablo yamulmamış bile, olduğu gibi duruyor ama perdeler aşağı inmiş. Sanki birisi perdeleri eliyle çekmiş gibi. Şimdi teknik olarak Meclis’in bombalandığını ispat etmekte zorlanıyorlar. Zaten Akıncı iddianamesinde, Akıncı dosyalarında yazdıkları bir kısım telsiz kayıtlarında sanıklara sadece şunu söyletebiliyorlar: Meclis’in bahçesini bombalayın. Meclis’in bahçesine bomba atıldı ve Meclis’in bahçesinde de bir çukur var.
Meclis’ten canlı yayın sırasında dikkat edilen şeylerden biri de şu, Bekir Bozdağ kürsüde konuşurken dedi ki: “Şu anda Meclis’i bombalayan uçak düşürüldü.” Böyle bir düşürme hadisesi olmadığını hepimiz biliyoruz. Savcı Serdar Coşkun’un yazdığı ve tutuklamalar dahil bütün işlemlere dayanak olan tutanakta da böyle açıklar vardı. Yazılan birçok olayın gerçekleşmediğini, birçok olayın da farklı biçimde gerçekleştiğini biliyoruz. Benzer hadiseleri başka yerlerde de yaşadık. Meclis’te de anlaşılıyor ki, büyük ihtimalle belki bir uçağı düşüreceklerdi ve bu herkesi bombalayan uçak diyeceklerdi. Fakat senaryo Bekir Bozdağ’ın söylediği şekilde gerçekleşmediği için havada kalmış oldu. Halbuki o kendinden çok emin bir biçimde Meclis’i bombalayan haini şu anda düşürdük dedi ve Meclis’te müthiş bir nümayiş ile karşılandı.
O GECE UÇAN 11 UÇAK HİÇ İNCELENMİYOR
Adem Yavuz Arslan: Ben buradan katkı yaparak devam edeyim isterseniz. Daha önce hatırlattığım çok önemli bir detay var. O da şu: Akıncı Üssünde toplam 71 uçak vardı o akşam. 6 uçak da Diyarbakır’daydı. Toplam 77 uçak. 77 uçak, resmi rakamlardaki ifadesi ile söylüyorum. Ne oluyor? Savcılık bu uçakların 15 Temmuz akşamı nereyi bombaladıklarına dair araştırma yapılmasını, kriminal inceleme yapılmasını istiyor. Bu görev TUSAŞ ve TAİ’ye veriliyor. Ortak çalışma olacak. Ama ne yapıyor TUSAŞ? Sadece 66 uçağı inceliyor, 11 uçak özellikle incelenmiyor. Burada çok ciddi bir karartma yapılıyor. 11 uçağı nasıl incelemezsiniz? Silah değil, şaka değil, 11 tane uçaktan bahsediyoruz. 11 uçak incelenmiyor. Devamında 110 numaralı uçak, emniyeti bombaladı denen uçağın kara kutu raporlarına bakıyorsunuz, resmi raporlara bakıyorsunuz, uçak en son 14 Temmuz’da uçmuş. 15 Temmuz’da hiç kalkmamış. Meclis’i bombaladığı söylenilen 105 numaralı uçak kayıtlarına bakıyorsunuz, pilotlar teknik olarak bu uçakların orayı bombalayamayacağını ispat ediyorlar, yani mümkünatı olmadığını söylüyorlar. Akıncı dosyasındaki savunmaları saatlerce okudum. Oradaki pilotlar çok iyi çok teknik iyi hazırlanmış savunmalar yapmışlar. Mesela savcılık, atıyorum, Meclis 03.24’te bombalandı diyor. Ama bakıyorsunuz 03.23’te pistin başında uçak.
Tabi bunların hepsi çok detaylı bilgiler ama sonuçta en basit şey, 11 uçağı nasıl incelemezsiniz? Bu 11 uçağı kim uçurdu ve nereyi bombaladı, ne yaptı belli değil. Bu bir ihmal olamaz. Kasıtlı bir karartmadır. Çünkü bunu stajyer savcıya da verseniz bu hatayı yapmaz.
Ben çok askerle konuştum. Teknik olarak Meclis’e atıldığı söylenen bomba, bu şekilde havadan atılmış olamaz. Çünkü içeriden dışarıya doğru patlama görüntüleri var. Hiç şekilleri bozulmayan tablolar, perdeler vs. var. Yine aynı şekilde Binali Yıldırım’ın söylediği nüfuz edici bombalar var. Nüfuz edici bombalar Meclis’e atılmış olsaydı, Meclis’teki tablo hiç böyle olmazdı. Çünkü nüfuz edici bomba dediğimiz, iki aşamalı patlayan bir bomba. Sığınaklar için yapılmış bir şey. Yani Meclis’te bu tabloyla karşılaşmak mümkün değil.
PROPAGANDA SAVAŞI İÇİN, MECLİS ÖNEMLİYDİ
Burada yapılan şey şuydu: Erdoğan rejiminin propaganda mekanizması için önemli argümanların başında bu geliyor. Amerika’ya her geldiklerinde şunu dediler: Birisi gelip Beyaz Sarayı bombalasa ne yaparsınız? Şimdi bakınca bir travmatik bir olay. Ya da işte Amerikan Kongresi bombalansa ne yaparsınız? İşte bizim Türkiye’de yaşanan da budur, diyorlar. Öyle bir şey ki Amerikan kamuoyunda siyasiler, şunlar, bunlar, bu işlere bakan insanlar oturup kriminal raporları incelemeyecekler. Meclis gerçekten de uçaklarca mı bombalandı, gerçekten darbeciler tarafından mı bombalandı vesaire bakmayacaklar. İşte FOX TV’de yayınlanan görüntüde Meclis bombalandı diyor ama havada uçak göremediğini söyleyen muhabir de var. Bütün bunları unutalım. Meclis’i bombalamayı darbe mantığında birisi izah edebilir mi? Ben hala bulabilmiş değilim. Yani 15 Temmuz bir darbe ise emniyeti bombalamak, Meclis’i bombalamak kendi kafana sıkmaktır. Başka bir şey değildir bu. Bu kadar absürt bir şey olamaz. Bunun izahı yok ancak bir kumpasa uyuyor.
Tarık Toros: Her darbede şu söylenir: Tekrar hür seçimler yapacağız. Meclisi açacağız. Hatta darbenin bile meclisi vardır. Kurucu meclisleri hatırlayalım. 27 Mayıs’tan sonra, 12 Eylül’den sonra onun toplanacağı bir binaya ihtiyaç vardır.
Adem Yavuz Arslan: Burada yapılan şey şu: Emniyeti teşkilatını üzerlerine çektirdiler. Meclis’i bombalayarak bütün siyaset mekanizmasını karşılarına aldılar. Köprüde halka ateş açılması meselesi ile de bütün öfkeyi üzerlerine aldılar. Yani bu planı yapanlar psikolojik boyutu çok iyi hesaplamışlar. Düşünsenize yani Meclis’te muhalefet partisisiniz, üzerinizde bulunduğunuz bina bombalanıyor. Doğal olarak bütün muhalefet koşa koşa Yenikapı’ya gitti.
Tarık Toros: Eski darbe soruşturmalarını hatırlar mısınız? Cami bombalanması gibi şeyler soruşturmaların konusu olmuştu. Hatta o zaman demişlerdi ki, “Bunlar kafayı mı yemişler? Darbe soruşturmasında bizi itham ettikleri şeye bak, attıkları manşete bak. Fatih Camii bombalanacak falan filan… böyle şey mi olur? Türk ordusuna dil uzatıyorlar.” İddiaları bu şekilde hafife alma olmuştu. Burada belki cami bombalaması olmadı. Ama burada Meclis bombalandı. Şeklen dahi olsa görüldü.
MUHALİF VEKİLLERİ DOLDURUŞA GETİRDİLER
Adem Yavuz Arslan: Muhteşem bir propaganda malzemesi idi bence çok da iyi kullandılar. Ben Amerika’da çok rastladım. Her seferinde karşımıza, Türkiye ile alakalı her programda iktidar mensupları ya da onların uzantısı havuz medyası broşürler halinde, Amerikan kongresinde toplantılar yapıp, İngilizce broşürler hazırlayıp, sağa sola astılar. Beyaz Saray bombalansa, Kongre bombalansa siz ne dersiniz? Sonra da Gülen’i neden burada barındırıyorsunuz diye baskı yapıyorlar.
Levent Kenez: Sadece broşür basmadılar. Darbeden sonra her partiden birinin katıldığı gruplar ile bütün dünyada ziyaretlere başladılar. Bu Meclis’in bombalanmasından kalma taşlardan her gittikleri yerde de hediye ettiler. Ben yurtdışında gördüm. Türkiye’ye gidip gelen statüsü ne olursa olsun, ister milletvekili, ister başka bir yetkili, herkesin masasında Meclis’e ait bir taş parçası vardı. Kesinlikle algıya yönelik bir şey.
Meclis’in bombalanmasını Külliye’nin bombalanmasından ayrı düşünemeyiz. Erdoğan’a karşı bir darbe yapılıyor diyelim, artık o pilotların çok daha hınçla Külliye’yi yerle bir etmesi lazım. Neticede bir hedeften bahsediyoruz. Meclis’i bombalayacak kadar gözünü karartmış bir darbeci zihniyetin o Sarayı yerle bir etmesi lazım. Ama nereyi bombalıyorlar? Dışarıda köşede hiç Saray’a zarar vermeyecek bir yeri bombalıyorlar. Dün konuşmuştuk polislerin bizzat “Toplanan kalabalığı buraya yönlendirin” dedikleri yere bomba atıyorlar.
Ama neticede neyi elde etmiş oldular? Milli irade bombalandı, Meclis bombalandı, Erdoğan’ın Külliyesi bombalandı gibi çok güçlü argümanlar elde etmiş oldular. Aynen Erdoğan’a suikastta olduğu gibi. Burada muhalif milletvekillerinin bu psikolojik harbe direnemediklerini, yurtdışına gittiklerinde onların konuşmalarını dinlediğinizde kraldan çok kralcı kesildiklerini görüyorsunuz. Bunlar arasında Eren Erdem var, HDP’liler var, Altan Tan var. İşte o gitmişti Fas’a mesela. Bütün muhalif vekillerinin süt dökmüş kediye döndüklerini, bir balans ayarına uğradıklarını görüyoruz. Bu açıdan çok başarılı bir operasyon Meclis’e bomba atılması.
SAVCI COŞKUN’UN KEHANET DOLU TUTANAĞI
Tarık Toros: Özellikle 2016’nın ikinci yarısı ve 2017’de edilen laflar itibari ile böyleydi. Herkes adeta bu hadiseler ile efsunlanmış gibiydi. Biraz evvel bahsi geçti ama ona tekrar değinmekte yarar var. Bu dizi başladığından beri yer yer düşünüyorum. Savcı Serdar Coşkun’un 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece saat 01.00 itibari ile tuttuğu bir tutanak var. Bu tutanakta olmayan hadiseler de yazılı. Yani henüz gerçekleşmemiş ama orada var. Yani o şekilde planlanmış. Mesela Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin kavşağının bombalanması önceden geçirilmiş tutanağa.
Adem Yavuz Arslan: Külliye kavşağı 06.17’de bombalandı. Sabah 06.17’de. Tutanak ise 01.00 imzalı.
Tarık Toros: Ve yine MİT yerleşkesinin askeri birliklerce kuşatılması, Özel Kuvvetler Komutanlığının, Emniyet İstihbarat Dairesinin bombalanması vs.… Yaşanmış olayların saatleri de hep yanlış. Ve 01.00 çok erken bir saat. Yani 15 Temmuz gecesi 01.00 çok erken bir saat.
Ben dün bir şeyi tekrar dinledim. Erdoğan’ın yayınlanmayan konuşmasını epeydir dinlememiştim. Tekrar bir bakayım acaba atladığımız bir şey var mı diye, bir daha baktım. Marmaris’teki otelde gazetecilere yapılan açıklamada iki şey var. Yine o açıklamayı da Erdoğan 12 ile 1 arasında yapıyor. O açıklamada Erdoğan şunları söylüyor: Orduda azınlık bir grup ayaklandı. İkincisi bu grubun Gülen Cemaati olduğunu söylüyor. Üçüncüsü de Marmaris’te olduğunu söylüyor. Ayrıca gereken her şeyi hemen yapacağız, yani gerekli tutuklamalar, gözaltları vs. yapılacak gibi bir şey diyor. Bu Serdar Coşkun’un belgesini Erdoğan’ın açıklamasından da ayrı düşünmemek lazım. Yani hem Serdar Coşkun hem de Erdoğan daha hiç kimse net olarak bir şey bilmezken bir takım tutuklamalar olacak, darbeyi kimin yaptığını biliyoruz ve bunlar azınlık bir grup demiş oluyorlar. Sonrasında tutuklamalara baktığımızda ordunun neredeyse general düzeyinde ve belli rütbedeki insanlar düzeyinde yarısının tasfiye edildiğini görüyorsunuz. Pek azınlık da değilmiş.
‘FETÖ KALKIŞMASI’ SÖZÜNÜ İLK KULLANANLAR
Adem Yavuz Arslan: Tümamiral Cihat Yaycı’nın ifadesine bakalım. 15 Temmuz akşamına dair verdiği ifadeye. Malum Erdoğan’ın otelinden çıkmıştı. Şöyle bir bütün ifadeleri yan yana koyarsınız aslında resmi öyle tamamlıyorlar ki. Diyor ki Cihat Yaycı: “Ankara Emniyetinde, FETÖ’ye karşı mücadeleyi koordine ettiğimiz bir komiser ile biz zaten konuşuyorduk.” Ne hikmetse benzer bir olay Arif Çetin ile Turgut Aslan arasında da var. Benzer bir olay Deniz Kuvvetleri ile AKP’liler arasında da var. Benzer bir olay Kara Kuvvetlerinde de var. Yani nasıl oluyorsa hepsi önceden zaten bunları koordine etmişler. Düşünün Turgut Aslan’ın ifadesinde var. “15 Temmuz günü FETÖ’cü askerlerin tutuklanmasına dair toplantı yaptık” diyor.
Cihat Yaycı’nın görüştüğü komiser de alt seviye bir komiser. O kişinin amirleri ile çevresindeki insanlarla konuştum. Nasıl bir ilişkileri olabilir ki diye. Bir amiral, alt seviye bir istihbarat şube komiseri ile sürekli koordine hâlinde ve ilk söylediği şey şu: “Bu FETÖ kalkışması, azınlık bir grup.” Daha hiçbir şeyden haberin yok, ne olduğunu nereden biliyorsun? O akşam bir “azınlık hareketi” lafı da Yıldırım’dan çıkıyor. Sonra Aşkın Öge’den çıkıyor. Yani düşünün, zincirinin halkalarındaki herkes aynı cümleyi kuruyor. Peki bu cümle nereden çıkmış? Bu cümle aslında eski Özel Harekatçı Albay Sadık Üstün’ün çalışması.
Kemal Eskintan ve Sadık Üstün ikisi birlikte 15 Temmuz’da cihatçıları koordine eden ekip. Yani önceden bir söylem birliği çalışılmış. Bu kadar farklı insanların, bu kadar farklı yerlerden gelen insanların daha olayın ne olduğunu bilmeden aynı cümleleri söylemesi, “Bu bir FETÖ kalkışmasıdır,” demesi önceden çalışmış olmanın delilidir.
‘SEN BU İŞİ HALLET, ÇEYİZİN BENDEN’
Levent Kenez: Tarık Bey siz yerel gazetecilere konuşma saatini söylediniz. 00.24’tü tam saati. Marmaris’i konuştuk. Ama Hande Fırat’ı, FaceTime konuşmasını atlarsak ayıp etmiş oluruz. İzleyicilerimize aktaralım. 00:24’te biliyorsunuz CNN Türk’e bağlandı Erdoğan. Aydın Doğan ve Hande Fırat arasında bir konuşma var. İkisi de bunu teyit ettiler zaten. “Hande sen bu işi hallet, çeyizin benden,” diyor Doğan. Neticede gazetecisiniz, sizi cumhurbaşkanı arıyor. Arayıp bulamayacağınız bir fırsat. Bunun üzerine sizin Aydın Doğan’a bir hediye vermeniz lazım iken “Sen bu işi hallet çeyizin benden,” deniyor.
O gece MİT görevlisi Nuh Yılmaz’ın ismi de gözükmüştü Hande Fırat’ın telefonunda kısa bir süre. Yılmaz, Hakan Fidan’ın adamı. Puzzle’ın parçaları birleşiyor.
Öte yandan Serdar Coşkun’un tutanağının erken saatte açılmış ve saatin de orada kalmış olma ihtimalini de düşünmek gerekir. Neticede bunu yazan katipler, memurlar olmamış bir şeyleri söylediği zaman, “Meclis mi bombalandı, Külliye mi bombalandı?” gibi sorular sorabilirler. O kısma biraz ihtiyatla yaklaşmakta fayda var. Ancak esas en büyük skandal, savcı ve hakimlerin tutuklanması ve bu emirlerin verilmesi bence o tutanaktan daha ziyade. Anında savcı ve hakimleri ortadan kaldırmaya yönelik girişimler bence çok daha önemli bu tutanaktan.
Adem Yavuz Arslan: Çok önemli bir hatırlatma. Doğru. Ama o zaman belge tutanak olmaktan çıkıyor. Hukuken sakat bir belge hâline geliyor.
Levent Kenez: Çok haklısınız. Çok iddianame okuyoruz. Ne hatalar var, ne fahiş hatalar var. O yüzden bu kadar büyük bir planda Savcı Coşkun’a Meclis’in bombalanması, Külliye’nin bombalanması gibi çok önemli ayrıntıları vereceklerine, onun böyle bir bilgiye sahip olacağına da az bir ihtimal veriyorum. Ama tabii benimki de bir tahmin, ihtiyat.
Bülent Korucu: Bilgi vermeleri gerekmiyor ki Levent Bey. Hatta Savcı Serdar Coşkun’un o imzaladığı şeyi okumasına bile gerek yok.
O günkü atmosfer içerisinde birinin gelip o kâğıdı önüne koyup “hemen imza at” demesi ve 15 saniye sonra kâğıda vurup elinden alması mümkün. Hatta kuvvetle muhtemel. Adamın o bilgileri önceden bilip de yazmasına gerek yok bence. İmzaladığı kağıdı okuması bile gerekmiyor. Bence bir şekilde o kâğıda imza attırırlar.
Levent Kenez: Ben sadece ihtimali dile getirmek istedim.
Tarık Toros: Evet, bu belge yalanlanmadı, bilakis bu belge sorulduğu zaman, savcıya ulaşıldığı zaman dolaylı yoldan bir saat karmaşası icat edilmeye çalışıldı. Veya sehven saat yazılmıştır denmeye çalışıldı. Onu da belirtelim. Belge yalanlanmış değil. Belgede net bir biçimde 01.00 itibari ile Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığının bombalanması, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığının hava saldırısına uğraması, Ankara Emniyet Müdürlüğünün zırhlı birliklerle kuşatılması, uçakların alçak uçuş yapıp bombalama işlemi gerçekleştirmesi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin kuşatılması, TBMM’nin bombalanması, bu bombalamalar sırasında ölümler meydana geldiği gibi bilgiler var. Ki Meclis’te ölüm olmuyor.
Bu noktada ben herkese ortak bir soru sormak istiyorum. Savcının buradaki acullüğünü görüyoruz. Bir tutanak ile derhal olayın adını koyup tutuklamalara veya görevlendirmelere girişmesi. Aynı şekilde Erdoğan Türkiye kamuoyu darbe girişimini öğrendikten 2 saat sonra, Marmara’daki otelin önünde gazetecilere yaptığı açıklamada buna kalkışma diyor. Bir grup azınlık, diyor, “Fethullahçı yapılanma” diyor. Ve hemen mahkemelerimiz bunlar hakkında gereken takibatı yapacak diyor. İşin adını koyuyor ve bürokrasiye de talimat veriyor.
Sorum şu: Sabahı neden beklemediler? Neden acele ediyorlardı sizce? Sabahleyin adını koyup, hukuki işlemlere sabah başlayabilirlerdi?
22.40’TA GELEN YURTDIŞI YASAKLARI
Adem Yavuz Arslan: Benim yorumum şu: Tezgâh ona göre planlanmıştı. Mesela yurtdışı çıkış yasakları saat kaçta konuldu, fark ettiniz mi? 22.40’ta yani daha hiçbir şey belli değilken yurtdışı yasağı konuldu. Neden? Bir de ellerinde zaten fişleme listeleri hazır. Fişleme listelerindeki kişilere hemen yurtdışı yasağı konuldu. Hâkim, savcıların hepsi için tek tek tutuklama, gözaltı kararı yazmaya başlasınız printer yetmez, kâğıt yetmez. Yani binlerce isim var ve bunların hepsi öncesi hazırdı. O akşam alelacele yapmalarına yönelik benim yorumum şu: Özellikle 15 Temmuz’un en kritik hamlesi hakimlere yapılan hamledir. Çünkü bu hâkim, savcıları görevden alıp yerlerine iktidar yanlısı isimleri koymazsanız 15 Temmuz’un yargılamalarını yapamazdınız. Ya da bu bütün bu hukuksuzlukları yürütemezdiniz.
Tam anlamıyla iktidarın emrinde bir yargının olması gerekiyordu ve suyuna gitmeyecek insanların ilk andan itibaren o gece olayın hemen sıcaklığında görevden el çektirmesi gerekiyordu. Ben acelelerini ona bağlıyorum. Çünkü ertesi sabahtan itibaren yapılacak olan hukuksal işlemleri Saraya bağlı olmayanlar yapamazlardı.
Levent Kenez: Erdoğan’ın yerel basınla yaptığı ilk konuşmada bir ayrıntı daha var. Halkı meydanlara çağırıyor Erdoğan o konuşmasında da. İnsanların o saatte merak ettiği tek bir şey var: Bu nasıl bir darbe? Emir-komuta içerisinde TSK’nın yönetime el koyması mı, yoksa başka şeyler mi? Bu sorunun çok kısa sürede cevaba kavuşması lazımdı ki insanlar, “Bu ordunun yaptığı bir darbe değil, küçük bir grup ya da bir yapı ya da Cemaat yapıyor darbeyi” deyip, bu darbeyle ilgili algıyı satın almalılardı. Eğer emir-komuta içerisinde bir darbe olsaydı, insanlar buna inanmaya başlasalardı, çok daha farklı refleksler de gösterebilirlerdi. Bütün amaç da ilk dakikadan itibaren insanları meydanlara çıkartmak. İlk programda da konuştuk 251 şehidi. Çok ucuz atlatılmış bir rakam. Hayatını kaybedenlerin hatırasına saygısızlık olmasın ama çok ucuz atlatılmış bir senaryodur 15 Temmuz. Çok daha büyük ölümler planlanmıştı. O yüzden insanları meydanlara götürebilmek için gerekli argümanların bir tanesi, bu emir-komuta içerisinde bir darbe değildi fikrine inandırılmalarıydı. Binali Yıldırım’ın ilk açıklamasında, Erdoğan’ın sürekli devam eden konuşmalarında dikkat ederseniz hep bunun altı çizilmişti.
PSİKOLOJİK HARPTE İŞİN ADINI KOYMAK ÇOK ÖNEMLİ
Bülent Korucu: Benim kanaatim de şöyle: Psikolojik harp operasyonlarında ilk önce davranıp olayın adını koymak çok önemlidir. Ve birçok kanaldan hemen harekete geçerek çok belli bir biçimde önceden organize edilmiş bir biçimde herkes aynı kelimeyi ifade etti: FETÖ. İtiraz edilemez bir hale getirdiler, şüphesini dile getirenleri bile darbenin parçası olmakla suçladılar. O işlemleri bir an önce yapmalarının sebebi de bence şu… Hakimler o kadar önemli değillerdi. Çünkü hâkimler için birkaç güne ihtiyaç vardı. Fakat savcılar soruşturmayı yürütecek, kolluğa hükmedecek, kolluğu sevk edecek. Soruşturmaları yapacak savcıların yüzde 100 güvenilir ya da yüzde 100 korkutulmuş insanlar olması gerekirdi ki istenilen şeyleri yapsınlar.
Mesela Jandarma Genel Komutanlığının önünde 8 tane şehit var, 8 vatandaş hayatını kaybetmiş. Ama kendisine verilen talimata göre soruşturmayı yürüten bir savcı var. Bu kişiler sanıkların silahlarından çıkan mermilerle ölmedi. Sanıkların silahlarından çıkan mermilerle ölmediğini netleştiriyor, onu mecburen teslim ediyor. Ama kimin öldürdüğü sorusunun peşine gitmiyorlar. Bu şartlarda adliyede mübaşirlik yapan bir adama bile soruşturmayı verseniz, bu sorunun peşine giderdi. Bence acele etmelerinde en önemli sebeplerinden biri soruşturmaları istedikleri şekilde manipüle edebilme arzusuydu. Bu kadar manipüle ettikleri halde, bu kadar kontrol altına tuttukları halde bile bu kadar dökülüyor. Alabildiğine her şeyi kontrol etmeye çalıştıkları halde böyle. Bir de araya bir tane gerçek savcı sıkışmış olsa idi, aradan çıkmış olsaydı, gözlerinden kaçmış olsaydı ve bir dosyayı hasbelkader o götürüyor olsaydı herhalde çok daha fazla şey öğrenirdik. Onun için hiç şansa bırakmadılar. İrtibat, selam vermek, uzaktan akrabası olmak, yedi göbek öteden bir akrabasının dershaneye çocuk göndermiş olması filan gibi gerekçelerle eleğin deliklerini sık ve ince tuttular. Buna rağmen de dökülüyor. Hangi soruşturmaya, hangi dosyaya baksak, kapağını kaldırsak ortaya bir facia, bir hukuk faciası çıkıyor.
Adem Yavuz Arslan: Burada bir hatırlatma yapayım, tesadüfe bırakmama adına önemli bir gösterge. Önce bütün hâkim savcıları iktidar bağımlısı haline getirdiler, yetmedi ekstra düzenlemeler geldi. Hani KHK’lardan bahsetmiyorum. 15 Temmuz’daki dokunulmazlık getiren KHK’lar değil. Hatırlayın, ilk İfadeler geldi, 15 Temmuz söyleminde bir takım şüpheler oluşmaya başladı. Daha ilk haftadan itibaren, bu işkencelerle alınan ifadelerde bile insanların kafası karıştı. Hemen İzmir’deki mahkeme bir karar aldı. İfadelerin, tanık İfadeleri dâhil, gazetelerde yayınlanmasını yasakladılar. Savcılar kontrol ediyorlar ama olur da arada bir şey kaçar, bizim senaryoya zarar verir diye…
KİM HAİN, KİM KAHRAMAN?
Tarık Toros: Bu mevzuyu burada noktalayalım ve 15 Temmuz’un aktörlerinin karakter analizine geçelim. İlk isimler de 15 Temmuz’dan sonra “kahramanlaştırılan” Ömer Halisdemir ve yine girişimin hemen akabinde ilk “hain” ilân edilenlerden Semih Terzi.
Semih Terzi, bir tuğgeneral ve Diyarbakır’dan esrarengiz şekilde uçarak Ankara’ya geliyor. Ömer Halisdemir de bir başçavuş. Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı’nın koruma astsubayı. Aksakallı, darbeci olarak lanse ettiği Semih Terzi’yi, Diyarbakır’dan Ankara’ya, Özel Kuvvetlere gelen Terzi’yi, helikopterden inip karargaha doğru yürürken, Ömer Halisdemir’e talimat vererek, “Bu haindir” diyerek öldürtüyor. Daha sonra da Ömer Halisdemir öldürülüyor.
Bu iş çok şüpheli. Semih Terzi’nin eşi bile 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hava sahası kapatılıp uçuşlar engellenmesine rağmen Semih Terzi’nin sır dolu uçuşu var. Ömer Halisdemir portresi var. Halisdemir neden öldürüldü, öldürülmesi mi gerekiliyordu? Bir de böyle bir hikâye var. Onu öldüren kişinin, pişmanlığı, “Kaza ile oldu,” demesi var. Bu konudan başlayalım…
ZEKAİ AKSAKALLI’NIN SEMİH TERZİ’YE GAREZİ
Adem Yavuz Arslan: Önce şunu soralım: Semih Terzi kim? Semih Terzi, Özel Kuvvetler Komutanlığının en parlak tuğgenerali ve kuvvetle muhtemel gelecekteki komutanı olması bekleniyor. Bütün kariyeri, sicili yıldızlarla dolu, çok parlak ve çok sevilen bir komutan. Özellikle de sahada olan biri. Terör ile mücadelede fiilen sahada olmuş birisi, sevilen birisi. Zekai Aksakallı ifadelerinde, 15 Temmuz’dan bağımsız olarak söylüyorum, defaatle Semih Terzi’nin “FETÖ’cü” olduğunu ve atılması gerektiğini söylüyor. 15 Temmuz’dan önce bu ifadeleri vermiş, şikayetleri yapmış bir isim Zekai Aksakallı. Bu niye önemli? Aksakallı, Semih Terzi’nin Cemaatçi olduğunu iddia ediyor, ama 15 Temmuz akşamı en kritik noktada Semih Terzi’nin önüne kırmızı halı seriyor.
Ne demeye çalışıyorum? Semih Terzi, Silopi’de bir özel harekât operasyonunu bitiriyor. Birlikleri Silopi’ye topluyor. Bu operasyonun içerisinde Zekai Aksakallı da aktif olarak var. Silopi’den Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Ankara’ya gidecek. Peki, saatler nasıl? Normalde Semih Terzi’yi almaya gitmesi gereken bir uçak var. Ama bu uçak gitmiyor. Daha sonra 20.50’de uçağa kalkış izni veriliyor. Türkiye’de hava sahası, 19.00 itibariyle kapatıldı. Yaklaşık 2 saat önce yani… Hava sahası kapatılmasına rağmen Zekai Aksakallı bu uçağı gönderiyor. Hatta İfadelerinde diyor ki, özellikle de Albay Ümit Tatan eliyle takip etmişler uçağın kalkışını.
Uçak Ankara’dan Diyarbakır’a giderken Binali Yıldırım televizyonlara bağlanmış. Saat kaç? 23.02. NTV’ye bağlanmış, bunun bir kalkışma olduğunu anlatıyor. Ama ne hikmetse uçak sorunsuz bir şekilde Diyarbakır’a iniyor. Hiç kimse uçağı engellemiyor. Zekai Aksakallı, bu arada evde eşini teskin ediyor, iddiası o yönde malum. Ankara’daki düğünden çıkıyor, olağanüstü bir şekilde darbecilerin elinden kurtuluyor. Sonrasında bilinmeyen bir yerde eşini teskin ediyor. Başka ne yapıyor? Aynı Amiral Bülent Bostanoğlu gibi gizli bir yerden telefon trafiği yapıyor, onlarca kişiyi arıyor. Bu arada Semih Terzi’nin uçağı Diyarbakır’a iniyor. Semih Terzi beraberinde Özel Kuvvetler 12. Tabur Komutanlığı’ndan 28 kişiyle birlikte 23.59’da Diyarbakır’dan havalanıyor.
TERZİ’NİN YANINDAKİ TİMİ AKSAKALLI SEÇMİŞ
Bu arada Erdoğan, FaceTime ile CNN Türk’e bağlandığı zaman Semih Terzi’nin uçağı havada. 45 dakika sonra havalimanına iniyor. Yine herhangi bir engelleme yok. Başbakan konuşmuş, Cumhurbaşkanı konuşmuş, darbe olduğu anlaşılmış, insanlar sokağa çağrılmış ama Semih Terzi, Ankara’ya geliyor. Özellikle önü açılıyor, kırmızı halı seriliyor. Etimesgut’a iniyor. Orada helikopterler var ve yanındaki timleri de Zekai Aksakallı oluşturmuş. Hatta timden bir grup helikopterde yer yok diye uçamıyor. Oradan kalkıyorlar, Gölbaşı’ndaki Özel kuvvetler Komutanlığına geçiyorlar ve bu süre zarfında da herhangi bir engelleme yok. Aksine önü açılsın diye Ümit Tatan tarafından takip ediliyor.
Semih Terzi beraberindeki tim ile Özel Kuvvetler Komutanlığına gidiyor. Kapıdaki görevli subay selamla karşılıyor, hoş geldiniz diyor. Daha sonra görüntülerde de var, Terzi çok normal bir şekilde yürüyor. Neden bu kadar rahat? Çünkü kendisine emri veren Zekai Aksakallı. Onun düşüncesi şu: Emir-komuta içerisinde bir hareket var. Beraberindeki timi de o seçmiş. Yani siz darbecisiniz ve Özel Kuvvetler Komutanlığı darbenin en kritik yerlerinden biri. Çünkü Genelkurmayı basmaya giden de onlar, Marmaris’e gönderilen tim de onlar. En hayati yerden bahsediyoruz. Özel Kuvvetler Komutanlığı olmadan darbenin operasyon kısmını yapamazsınız. Yanınızda 28 kişilik bir tim var. Semih Terzi çok rahat bir şekilde çağrıldığı yere gidiyor. Çünkü beklenti içerisinde değil. Kendisine verilen emir, emir-komuta içerisinde gidip görevi devralmak. Daha içeriye girerken Semih Terzi, Ömer Halisdemir tarafından vuruluyor.
Kamuoyuna verilen mesaj neydi? Filmleri filan da yapıldı sonradan. Halisdemir, karşıdan gelen Terzi’yi alnının ortasından vuruyor. Ama otopsi, balistik raporları öyle söylemiyor. Arkadan, çalılıkların arasından ateş edildiği yazıyor raporlarda. 15 Temmuz’dan sonra özellikle de Mete Yarar, televizyonda çıkıp anlatmıştı, alnından vurdu diye, yanlış hatırlamıyorsam. Buradan bir kahraman hikâyesi oluşturuluyor. Semih Terzi hain, Halisdemir kahraman. Ama resim o kadar net değil.
Tarık Toros: Resmî söylem, Semih Terzi’nin Özel Kuvvetleri teslim almak üzere geldiği ve tam kapıdan girerken etkisiz hale getirildiği şeklinde.
ÖMER HALİSDEMİR’LE 8 AYRI TELEFON GÖRÜŞMESİ
Adem Yavuz Arslan: Darbenin askeri anlamdaki en kritik adamı olarak lanse edildi. Zekai Aksakallı, Halisdemir’i o akşam tam 8 kez arıyor ve tabiri caizse onu kuruyor. 1 kere, 2 kere değil, 8 kez arıyor. O ara ne genelkurmay başkanı ile konuşuyor, ne kendi komutanları ile konuşuyor, ne darbeyi önlemeye yönelik bir eylem yapıyor. Ne yapıyor? Halkı sokağa çağırmak için başbakanla konuşmak ve Terzi’nin öldürülmesi için Halisdemir’le 8 kez konuşmak. Halisdemir de tetiği çekiyor, Semih Terzi’yi vuruyor. Semih Terzi yaralı olarak GATA’ya kaldırılıyor ama Ömer Halisdemir de çalılık alana kaçıyor ve yaralı bir şekilde yakalanıyor. Ardından Semih Terzi’nin yanında gelen Üsteğmen Mihrali Atmaca – ki Halisdemir’le birlikte Aksakallı’nın has adamlarından – Halisdemir’in yanına geliyor ve göğsünden hedef alarak, yakın mesafeden infaz ediyor. Niye infaz etti? Çünkü konuşmaması gereken birisi.
Bülent Korucu: Tam John F. Kennedy suikastını hatırlatıyor. Hatırlarsanız, Kennedy’yi öldüren kişi öldürüldü, sonra onu öldüren de cezaevinde sürpriz bir biçimde, çok şaibeli biçimde öldürüldü. Mihrali Atmaca ile ilgili şu bilgiyi de muhakkak kayıt altına almak lazım. İki gün boyunca Özel Kuvvetler Komutanlığında, Zekai Aksakallı’nın en güvendiği adam olarak, gözaltıları yapan kişi, işkence eden kişi olarak görev yapıyor Mihrali Atmaca da. Herhangi birisi değil. Âdem Bey’in söylediği gibi o timin içerisinde özel olarak yetiştirilmiş, yerleştirilmiş, yaralı ele geçirilen ve konuşturulabilecek olan Ömer Halisdemir’i şehit ediyor… Semih Terzi’nin etrafındaki insanlar açısından da konuşturmak çok daha önemli ama geliyor birisi konuşturmamak için sigorta atışı yapıyor ve adamı infaz ediyor. Ve sonra da iki gün boyunca Özel Kuvvetlerdeki işkenceleri yapan, gözaltıları yapan ekibin içerisinde yer alıyor.
ÖZEL KUVVETLERİN KOMUTANI O GECE KAYIP
Adem Yavuz Arslan: İşkence demişken hatırlatayım. Zekai Aksakallı o gece ortadan kayboluyor. Malum, ertesi gün sabah saat 10.30’da Özel Kuvvetler Komutanlığına geliyor sarı tişörtü ile. Elleri ayakları bağlı, kafası gözü yarılmış askerlere tekmeyle giriyor. İşkence yapmaya başlıyor. Zekai Aksakallı’nın her şeyini bir kenara koyun, işkence sicili çok kabarık. Kadın teğmenlere, üsteğmenlere bile çok ağır işkencelerde bulunuyor. O işin bir boyutu. Orada kritik şeylerden bir tanesi şu: Zekai Aksakallı, Özel Kuvvetlere geliyor, Mihrali Atmaca’yı alnından öpüyor, tebrik ediyor. Semih Terzi’yi öldürmesi için Ömer Halisdemir’i motive ediyor, kuruyor. Arkasından Mihrali Atmaca’yı, Ömer Halisdemir’i vurması için kuruyor. Sonrasında tebrik ediyor. Böyle bir tablo ile karşı karşıyayız.
15 Temmuz söyleminde bir haine ihtiyaç vardı. İşte saatler vererek anlattık. Semih Terzi hazırlandı, kırmızı halı serildi. Silopi’den Diyarbakır’a, oradan Ankara’ya getirildi. Yani tüm Türkiye darbe söylentisiyle çalkalanıyor iken Semih Terzi’nin önünü açtılar ve adeta alkışladılar. “Hadi gel buraya,” diye tezahürat tuttular. O da bu tuzağa düşmüş görünüyor. Sonrasında gördükleriniz darbe senaryosu. Bir diğer ayağı şu: Özel Kuvvetlerin en kritik adamı vuruldu, darbe terse döndü deniliyor. Yani darbenin kopuş anı olarak Semih Terzi’nin vurulması gösteriliyor. Bunun üzerine bir sürü kahramanlık hikayeleri üretildi.
Ömer Halisdemir’e Allah rahmet eylesin kesinlikle hafife almıyorum. Ama Ömer Halisdemir’e Semih Terzi’yi vurdurup, ardından Mihrali Atmaca’yla Halisdemir’i vurdurmak da bu komplonun en kritik hamlelerinden bir tanesi. Ben çok değişik iddialar da duydum. Bunları ispatlamak mümkün değil. Mesela ByLock listesinde Ömer Halisdemir’in de adının olduğu, sonradan listeden çıkartıldığı ya da bu yüzden tayin listesine konulduğu vs. ama tabi bunlar ispatlaması şu anda mümkün olmayan şeyler.
SEMİH TERZİ’NİN EŞİ HAPİSTE, SUSTURULDU
Tarık Toros: Semih Terzi’nin eşi bu arada tutuklandı ve 18 yıla çarptırıldı. Eşi Nazire Terzi, doktor. Eşinin neden öldürüldüğüne dair otopsi raporlarına ulaşmaya çalışırken engellendi. Anayasayı ihlal suçu, gizliliği olan bölgelere ulaşma suçu falan gibi şeyler üretilerek bu kadın da yargılandı ve 18 yıla çarptırıldı. Onu da parantez olarak ilave edelim.
Bülent Korucu: Ben de Nazire Terzi’den devam edeyim. O da bir doktor ve doktor önlüğünü giyiyor, bir de zaten oradaki GATA’daki doktorlarla da tanışıyor. Gidip ölüm raporunu imzalayan doktor ile görüşmek istiyor. Çünkü gerçekten ölümü şaibeli, yaralı olarak GATA’ya kaldırmış bir kişi Semih Terzi. Bu teyit edilemedi ama Zekai Aksakallı’nın öldürülmesi için GATA’ya telefon açtığı ve bilinçli bir biçimde tedavi edilmeyerek ya da başka bir şekilde öldürüldüğü iddia ediliyor. Nazire Terzi, bu kişiye ulaşamıyor ve oradaki doktorlar, ölüm raporunu imzalayan ve Semih Terzi’ye müdahale eden doktoru tanımadıklarını iddia ediyorlar. Nazire Terzi başka bir kısım şüpheleri daha gündeme getirince susturabilmek için gözaltına alındı, tutuklandı ve cezaya çarptırıldı.
Semih Terzi “Öldü” denilen saatlerde eşine mesajlar atmış. “Bu adam öldüyse bana nasıl mesajlar atıyor?” diyerek, cep telefonunun ve mesajların incelenmesini istedi. Aslında bilmeden çok daha büyük bir skandalın kapısını araladı eşinin telefonu ile ilgili. Çünkü daha sonra bilirkişi raporlarında ortaya çıktı ki Semih Terzi’nin askerlerin kendi arasında kullandığı özel hatta yazdığı 30 tane mesajdan, 15 tanesi 28 ve 29 Temmuz tarihlerinde değiştirilmiş. Darbenin bir numaralı ismi olduğu iddia edilen bir kişiden söz ediyoruz. Ankara’yı teslim almak için geldiği iddia edilen bir kişi ve bunun bütün iletişim bilgileri çok önemli, çok hassasiyet ile korunması gerekirken, birileri bunun 30 mesajından, yani askerlerin kendi arasında yaptığı mesajlaşma hattındaki 30 mesajdan 15 tanesini değiştirmiş.
UÇUŞ YASAĞINA RAĞMEN UÇAN UÇAKLAR
Bunu kim değiştirdi? Niye değiştirdi ve kimlerle yaptı bu mesajlaşmaları? 15 Temmuz’u aydınlatacak en önemli bilgilerden bir tanesi diyebiliriz. Tabii bunun üzerine gidebilecek bir savcı olmadığı için bu gerçeği biz bilmiyoruz. Kim değiştirdi, niye değiştirdi? Aynı şekilde 20 Temmuz’da Semih Terzi’nin telefonundan iki arama yapılmış, cevapsız aramalar bunlar. Şimdi adam 16 Temmuz’da vefat ediyor ama 20 Temmuz’da HTS kayıtları ya da telefonunda yapılan incelemelerde iki telefon numarasına yapılmış çağrı görünüyor. Yani dosyanın kapağını kaldırdığımızda, teknik olarak da çok büyük açıklar olduğu görülüyor. Ama her seferinde söylediğimiz gibi bunların üzerine gidebilecek bir yargı, bunların üzerine gidebilecek bir savcı olmadığı için sadece bir soru olarak kalıyor. Mesela Semih Terzi’nin uçağı nasıl geldi, kim getirdi? Hava trafiğine kapalı vs. diyoruz. Benzer bir şey Akıncı Üssüne inen SAT komandolarının uçağı. Hem de bu bir VIP uçak. Şu andaki Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Küçükakyüz’e tahsis edilmiş bir uçak.
Mehmet Şanver kitabında diyor ki: “Uçağın hareket edebilmesi için, yerinden kımıldayabilmesi için, ya Hava Kuvvetleri Komutanı emir verebilir ya da kendisine tahsisli olan Hasan Küçükakyüz emir verebilir. Bunların emir vermediğini düşünüyorum ben. O zaman bu uçağın yerinden kımıldamaması lazım. Acaba kim yerinden kımıldattı?” Şanver Paşa herhalde böyle biraz tecahül-ü arif yaparak bu soruyu gündeme getiriyor. Mesela önemli şeylerden bir tanesi bu. Bir denizci ekibin Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın uçağına binmesi mümkün değil. Bunları bu uçağa kim bindirdi de bu uçuşu gerçekleştirdi? Bu sorunun cevaplanması lazım. Aslında herhalde cevabını bildiği sorular ama bize soruyor. Biz bu imkanlarla bunu nasıl cevaplayacağız bilemiyorum.
‘ÖLDÜR EMRİ’ VERMEK BU KADAR KOLAY MI?
Levent Kenez: Konuşurken çok doğal olarak fark etmediğimiz bazı şeyleri atlıyoruz. Zekai Aksakallı, Halisdemir’i arayıp öldür emrini veriyor. Bu mümkün mü? Tanrı mısın? Hangi güce hangi anayasaya göre böyle bir gücün var? Şunu söylemek bile çok gereksiz. “Öldür” emri veriyor. “Yakala, enterne et, yarala veya ayağına sık, bir şekilde engelle” talimatı değil. Öldürme talimatı. Böyle bir yetki Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir makamda yok. Hukuken söylüyorum. Hiç kimsede böyle bir yetki yok.
Bülent Korucu: Onun diğer boyutu şu: Darbenin en önemli adamlarından biri, suçun en önemli faillerinden olduğu iddia ediliyor Semih Terzi’nin. Onun canlı ele geçirilip sorgulanması gerekmez miydi? Yurtta Sulh Konseyi kimlerden oluşuyor, darbe nerede, kimlerle planlandı? En kritik adam diye söylenen kişiyi konuşturmak varken öldürmeye çalışıyorsunuz. Yani bu normal davalarda soruşturma sebebi olur.
Levent Kenez: Velev ki darbeci olsun, velev ki hain olsun… Teröriste bile önce teslim ol çağrısı yapılır. Bir kere bu absürtlüğü konuşmamız lazım. Bir komutan diğer bir komutan için öldür emrini nasıl verebilir? Ne kadar rahatlar! Bunu hiç kimse Zekai Aksakallı’ya sormadı. Halisdemir ile Aksakallı da 20 yıldır birbirini tanıyan askerler. Uzman çavuşluktan astsubaylığa geçiyor Halisdemir. Üst düzey bir komutanın adamı olduğunuz zaman, hep zaten beraber çalışıyorsunuz ve aranızda çok güçlü bir ilişki oluyor. Onun defalarca yönlendirmesini bir şekilde anlayabiliyorsunuz. Ama neticede bir kişinin infaz emrini yerine getirdiğini unutmamamız lazım. “Devrim şehidi Kubilay” tarzı bir yere oturdu Halisdemir. Böyle kişilere kahramanlara ihtiyaç vardı. Adı zannediyorum birçok okullara verildi, heykelleri dikildi.
Ben de Adem Bey’le benzer bilgilere ulaştım. Eğer böyle bir olay olmasaydı, hayatta olsaydı, Halisdemir pek büyük bir ihtimal ordudan ihraç edilmiş olacaktı. Belki de şu an da içeride olabilirdi.
ÖZEL KUVVETLER DARBENİN İÇİNDE…
Nezire Terzi meselesinde de… Bir noter katibinin şikâyeti üzerine tutuklandı ve daha sonra bütün suçlamalar ona yıkıldı. Özellikle Semih Terzi’nin ölümünü, son anlarını sorgulamış olması sebebiyle “Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüse yardımcı olmaktan” tam 18 yıl verdiler. Düşünebiliyor musunuz? Semih Terzi’nin eşine de 18 yıl verdiler. Bu kişi üç üniversite bitirmiş sizin de söylediniz gibi bir doktor. Bir de Özel Kuvvetler senaryosunda deniliyor ya, “Semih Terzi geldi infaz edildi ve darbenin kaderi değişti.” Peki Semih Terzi’nin gelmesinden saatler önce Genelkurmayın komuta katına gidip Hulusi Akar ve diğer komutanları Akıncı’ya götüren askerler hangi birliktendi? Onlar da Özel Kuvvetlerdendi.
Hani Zekai Aksakallı kahraman ya… Onun askerleri yaptı o operasyonları. Onun tebliğ ettiği, KOH emirleri çerçevesindeki askerler. Hani Özel Kuvvetlerde darbe engellenmişti? Hiç alakası yok. Özel Kuvvetler 5 saat önce Genelkurmay’ı “basıp”, komutanları alıp, Akıncı’ya götürmüş. O yüzden nereden tutsanız elde kalıyor. Böyle ahmakça iş mi olur? Üst düzey komutanların mahkemedeki savunmalarına baktığımızda, iddianamelerde hemen hemen hepsinde aynı şey çıkıyor. Diyorlar ki, “Tamam vereceğiniz cezayı vereceksiniz. Ama böyle bir gerizekalı planının uygulayıcısı olarak vermeyin. Başka şekilde ceza verebilirsiniz ama bu kadar aptal bir darbe planını uygulamış olmaktan ceza almak istemiyoruz.” Bu olay da bunların bir tanesi.
BÖLÜKTE KAZAN PATLASA, KOMUTAN TERFİ ALAMAZ
Bülent Korucu: Ben Levent Kenez’in dikkat çektiği bir şeyin altını çizmek istiyorum. Normalde biliyorsunuz askeriyede, bir bölükte bir birlikte, yemek kazanı patlasa, o komutan terfi alamaz. O komutan Şura’da emekliye ayrılır. Çünkü, “Sen bölüğündeki bir kazana bile sahip çıkamıyorsun. Nasıl bu işi yapmaya devam edeceksin?” derler. Düşünün ki siz Türkiye’nin en seçkin birliğindesiniz. İddialara göre o birlik darbenin merkezinde yer alıyor, Genelkurmay’ı basıyor, Genelkurmay başkanını enterne ediyor. Siz bu olay bittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi görevinize devam ediyorsunuz. Hatta başka bir göreve, bir kızak göreve bir kolordu komutanlığına gönderildiğiniz için de neredeyse istifa noktasına geliyorsunuz. Afra tafra yapıyorsunuz. Normal şartlarda dediğim gibi, gerçekten bunun onlarca yüzlerce örneği vardır, bir birlikte kazan patlasa birliğin komutanı sittin sene terfi alamaz. Sizin birliğiniz organize olmuş, darbe yapmış ve siz o göreve devam ediyorsunuz. Terfi bekliyorsunuz gerçekten izah etmekte zorlanıyoruz.
Adem Yavuz Arslan: Levent Kenez’in söylediği şey çok önemli. Semih Terzi değil sadece, Aksakallı o akşam 50’ye yakın isim için öldür emri veriyor. Sadece Semih Terzi değil, 50’ye yakın isim. Bazı askerler emri uyguluyor, bazıları teknik olarak uygulayamıyor. Mesela Jandarmada Arif Çetin çevredeki herkesin öldürülmesi emrini veriyor. Aynı şekilde Kadıoğlu, Akıncı Üssündeki kuleye zehirli gaz verilerek herkesin öldürülmesi talimatını veriyor.
Yani sadece orada değil. Çok yerde üst düzey isimlerin infaz edilmesi emri var. Hani biz hep söylüyoruz. 250 şehit çok daha fazla olabilirdi. Hem sokaktaki insanlar adına söylüyorum, hem de bazı askerlerin sağduyulu davranması bu rakamları düşük tutmuş.
Tarık Toros: Bu hamur çok su götürür. Neticede şunu biliyoruz ki Mart 2019’da Ömer Halisdemir davasında 18 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Bunu da belirtmiş olalım. Halbuki Mihrali Atmaca’nın ifadesi var. “Ömer Halisdemir yerde yatarken geldim ve sıktım,” diyor. Ama Halisdemir davasında müebbet yiyen 18 sanık arasında ismi yok.
Adem Yavuz Arslan: Çünkü Aksakallı kefil oldu, ifadesi var.
Tarık Toros: 15 Temmuz’un aktörlerinden sadece ikisine bakabildik. Bir sonraki bölümde Hakan Öztürk ile devam edelim. 15 Temmuz’un karakterlerini tek tek ele alıp, o günkü fonksiyonları hakkında konuşmaya devam edeceğiz. Hoşça kalın.
Diğer bölümler
Bölüm-1 15 Temmuz: Dört dörtlük bir tuzak [9 Temmuz 2020]
Bölüm-2 ”Darbe” Günü [10 Temmuz 2020]
Bölüm-3 Boğaz Köprüsü’nü kapatarak darbe mi olur? [11 Temmuz 2020]
Bölüm-4 Kumpasın üssü: Marmaris [12 Temmuz 2020]
Bölüm-5 Donanma’nın merkezinde neler oldu? [13 Temmuz 2020]
Bölüm-6 15 Temmuz’un aktörleri [14 Temmuz 2020]
Bölüm-7 15 Temmuz kime yaradı? [15 Temmuz 2020]