Dört dörtlük bir tuzak | 15 Temmuz konuşmaları | Bölüm 1

Bölüm 1 | Dört dörtlük bir tuzak | 9 Temmuz 2020

Tr724 Yazarları Adem Yavuz Arslan, Tarık Toros, Levent Kenez, Bülent Korucu ile 15 TEMMUZ KONUŞMALARI

15 Temmuz nedir? O güne nasıl gelindi? EMASYA, 60 yıllık iade anlaşmasının imzalanması, Erdoğan’a yapılan sunumlar, Şirin Ünal’ın icraatları, Fişleme listelerinin hazırlanması, Fişleme listelerinin hatalarıyla birlikte darbe akşamı yayınlanan sıkıyönetim direktifi ile aynı olması, Medya da şişirilen ‘Cemaat darbe yapacak’ algısı, Özellikle Ankara ve İstanbul’u esir alan terör olayları, İki gün arayla MİT’in gönderdiği ‘terör saldırı bekleniyor’ istihbaratları.. İzmir, “askeri casusluk” gözaltıları.. Ve daha birçok konu

Birinci bölümün tam metni

Tarık Toros: Herkese merhaba, 15 Temmuz Konuşmalarına hoş geldiniz. 15 Temmuz’un 4. yıldönümü. 15 Temmuz 2016 bir darbe kalkışması, bir darbe girişimi mi? Bir kontrollü girişim mi? Bir kumpas mı? Bir tiyatro mu? Bir kara komedi mi ya da komedi mi? Nasıl planlandı? Nasıl organize edildi ve sonrasında ne oldu? 15 Temmuz’a kadar yaşanan süreçte neleri unutuyoruz, neleri atladık? 15 Temmuz neden Türkiye kamuoyunda çok üzerine gidilmeyen bir konu oldu ve neden üzerine giden insanların başına işler geldi? Aradan geçen 4 sene içerisinde çok sayıda soru birikti. 15 Temmuz yargılamaları yapılıyor mu? Bir darbe soruşturması, bir darbe davası, bir darbe mahkemesi var mı? Varsa nerelerde ve kamuoyu bu davaları, bu mahkemeleri canlı takip edebiliyor mu? Oradan bilgiler aktarılıyor mu? Acaba darbeciler kendilerini nasıl savunuyor? Acaba onların darbe yapmasını önleyenler neler söylüyor? Kaç tanesi sonuçlandı? Kalanlar nasıl seyrediyor? İçeride kaç kişi var? İşte bütün bunlar aradan geçen 4 senede halen üzerindeki örtü, üzerindeki tül perdesi, üzerindeki sis perdesi kaldırılmış konular değil. 15 Temmuz Konuşmalarında bu ekranlarda 4 sene sonra buna bakmaya çalışacağız. 15 Temmuz’u öncesi, yaşandığı gün ve sonrası itibariyle ele almaya çalışacağız. Kimlerle? Gazeteci meslektaşlarım Bülent Korucu, Adem Yavuz Arslan ve Levent Kenez ile.

Herkes hoş geldi. Bir giriş yaptım ama öncelikle ilk soruyu soracağım. 15 Temmuz size göre ne? Size göre 15 Temmuz deyince ilk düşündüğünüz, ilk aklınıza gelen, ilk hissettiğiniz, dilinizden dökülen kelimeler veya zihninizde yaptığı çağrışımla başlayalım. 15 Temmuz sizin için ne ifade ediyor? Sonrasında elbette 15 Temmuz’da gelinen süreci konuşmaya başlayacağız. Elbette ilerleyen bölümlerde o gün neler yaşandığını, kritik noktalar nerelerdi ve sonrasında neler oldu gibi konuları konuşacağız. 4 seneye bir mercek tutmaya çalışacağız. Bülent Korucu ile başlayalım.

Bülent Bey sizin için 15 Temmuz ne ifade ediyor?

DÖRT DÖRTLÜK BİR TUZAK

Bülent Korucu: Bu soruya hazırlıksız yakalandım diyebilirim. Daha önce bir ön görüşme yapmamıştık aramızda. Ama sen soruyu sorar sormaz benim kafamda hemen “tuzak” kelimesi belirdi. Malum bu konuyu konuşmayı aramızda kararlaştırmıştık. Yaklaşık 10 gündür iddianameler okuyoruz, tutanakları okuyoruz eski haberlere geri dönüp bakıyoruz.

 Açıkçası psikolojim bozuldu diyebilirim. Yani gerçekten tuzak kelimesini dört dörtlük hak eden bir olayla karşı karşıyayız. O tuzağa düşen sadece yargılanan askerler ya da kamuoyunun çok bildiği askeri öğrenciler filan değil. Bir millet olarak biz tuzağa düştük ve bu tuzağı hazırlayanların çok profesyonelce hazırladığını ama aynı zamanda da çok insafsız, vicdansız, ahlaksız bir tuzakla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. 

Ve eminim insanlar objektif bir nazarla iddianameleri okusalar, savcı mütalaalarını okusalar sadece bunların içindeki çelişkilere bile baksalar, tanıkların ya da sanıkların söylediklerine baksalar, hiç başka bir şeye ihtiyaç yok. Kontrollü darbe diyen, senaryo diyen, tuzak diyen birilerini dinlemelerine bile gerek yok. Gerçek anlamda, mesela Meclis Komisyon Raporunu okusalar ya da herhangi bir davanın iddianamesini alsalar mütalaasını alıp okusalar zannediyorum büyük çoğunluk, yani vicdanını aklını kaybetmemiş insanların hemen tamamı aynı yaklaşımı sergileyecektir. “Evet hepimiz bir tuzağa düştük,” diyecektir.

Tarık Toros: 15 Temmuz’u takip eden günlerde iki demeç dikkatimi çekti. Birincisi Mete Yarar’ın demeciydi. CNN Türk ekranlarıydı yanılmıyorsam. 15 Temmuz’un ya ertesi günü ya da ilk 2-3 günü içerisindeydi. “Bugün kahraman bildiklerimiz zannettiklerimiz hain olabilir. Bugün hain ilan ettiklerimiz illerde kahraman olabilir,” demişti Mete Yarar hiç unutmuyorum. O günlerde tweet bile atmıştım bunu. Takip eden süreç içerisinde benzer bir açıklamayı gene aynı biçimde farklı bir ekrandan da olsa Şamil Tayyar da yapmıştı. Bugün kahraman bildiklerimiz hain, hain bildiklerimiz de kahraman olabilir diye. Adem Yavuz Arslan ile devam edelim. 15 Temmuz nedir size göre?

HALKA KARŞI İŞLENEN DEVLET TERÖRÜ

Adem Yavuz Arslan: 15 Temmuz ‘Devlet Terörü’dür. Elindeki kamu gücünü kullanan, istihbarat, Genelkurmay ve Saray’ın hem kendi halkına, kendi ordusuna, kendi milletine karşı yaptığı bir komplodur. Bu komplonun sonrasında estirdiği terördür. 20 Temmuz’da çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile birlikte yasal bir kılıfa büründürülmüş ‘terör faaliyeti’dir. Bu görüşümün detaylarını daha sonraki bölümlerde açacağım. Ama bir cümle ile denildiği zaman benim aklıma ilk gelen şey bir ‘devlet terörü’dür. 

Çünkü 15 Temmuz’u hazırlayanlar, uygulayanlar, sonrasında toplumun her kesimini mağdur eden isimler devletin kamu gücünü, devletin yaptırım gücünü de arkalarına alarak bu terörü işlediler. Kendi halkına karşı işlenmiş bir terör faaliyetidir 15 Temmuz.

Tarık Toros: Peki birazdan 15 Temmuz’a nasıl geldik bu konuya bakacağız ama Levent Kenez’in fikrini de merak ediyorum. Levent Kenez, 15 Temmuz deyince sizde çağrıştırdığı nedir?

ALMAN PARLAMENTOSU (REICHSTAG) YANGINI

 Levent Kenez: Girişte yaptığınız konuşmaya bir atıf ile başlamak istiyorum. “15 Temmuz’un üzerine gidiliyor mu?” dediniz. Biz şu an toplandık, bir program yapacağız. Neden? Çünkü yurt dışındayız. Çünkü konuşabiliyoruz. Türkiye’de kimseye izin vermiyorlar. 

İlk Ahmet Şık’ı göz önüne getirelim. Cumhuriyet gazetesinde 15 Temmuz’u ucundan sorgulayan bir yazı dizisi yayınladı. Hapse girdi ve daha sonra çıktı. Ece Sevim Öztürk’ü hatırlarsanız. Yakın zamanda Müyesser Yıldız yine 15 Temmuz ile hakkında özellikle Hulusi Akar ile ilgili sorgulamalar yaptı. Kimseye aman vermiyorlar. Olay yurtdışında kalan gazetecilere kalıyor. O yüzden biz konuşuyoruz. Keşke Türkiye’de insanlar konuşabilseler… Mahkemelere insanlar, gazeteciler gidebilse özgürce, cesurca gidebilse… Oradakileri topluma aktarabilse bambaşka olur. Ama dediğiniz gibi hepimizin bildiği sebeplerden dolayı bu gerçekleşmiyor. Bunu ifade etmek lazım. 15 Temmuz’u yurtdışına çıktıktan sonra yabancı gazetecilerle konuştuğumuzda, Hitler döneminin meşhur Reichstag yangınına benzetiyorlar. Hatırlarsanız Alman parlamentosu yanmıştı ve daha sonrasında Hitler gücü eline alacaktı… Hitler o zamanlar henüz çok sağlam değildi aslında ancak o parlamento yangınından sonra bütün ipleri eline alarak bütün muhalifleri tasfiye harekâtı başlatmıştı. Dünyada örnekleri var. Ben buna çok benzetiyorum, birçok şey özellikle Olağanüstü Hâl (OHAL) ilan edildikten sonra yaşananlar buna çok uyuyor. Ama diğer bir şekilde bir kültür devrimi gibi… AKP’nin kendi rengini, rejime vurduğu bir kültür devrimi olarak da görüyorum. Ama diğer konuşmacılara katılıyorum bu bir tuzak. Bu tuzağın neticesinde ordunun lağvedilmesi, tasfiye edilmesi gibi şeyler ilk akla gelenler. 

Bülent Korucu: Tarık Bey sizin de tanımınızı alalım.

ASIRLIK BİR KIRILMA

Tarık Toros: 15 Temmuz’a bir isim koymakta güçlük çekiyorum. Sadece 15 Temmuz’un devlet gözetiminde yapılmış, mühim bir kırılma olduğunu düşünüyorum. Yakın tarihte belki de Cumhuriyet’in ilânı çapında asırlık bir kırılma. Ve tamamen devletin planlaması, devletin gözetimi ve devletin organizasyonuyla; bilgisi, izni, onayıyla tümüyle devlete mal ediyorum bu hamleyi. Geriye doğru bakıldığında ta İttihatçılara kadar giden bir gelenekten bahsetmek mümkün. Ama korkum, endişem şu ki önümüzdeki asra bu şekilde damgasını vurmasın. Bu da ancak aydınlanma ile mümkün zaten bu programı yapıyor olmamızın nedeni de bu aydınlanmayı başlatabilmek.

Levent Kenez, Nazi dönemindeki parlamento yangınından bahsetti. Almanya’da Hitler’in iktidarını güçlendirdiği, sağlamlaştırdığı bir olay. Ben Hitler dönemine dair çok şey okudum ve seyrettim. Naziler başlangıçta bu yangının üzerine pek gitmiyor. İlk günlerde, acaba bu konuyu bundan sonraki gelişmeler için bahane yapalım mı gibi tartışmalar, kafa karışıklığı var. Sonra Propaganda Bakanı Joseph Goebbels başta olmak üzere, Naziler “Biz bunu değerlendirebiliriz, kullanabiliriz,” deyip ilk 48 saatteki kafa karışıklığını aşıp hızla sonraki organizasyonun gerekçesi yapıyorlar. Ve ağırlıklı olarak da komünistlerin üzerine gidiyorlar. Hitler’in hedefinde Yahudiler olduğu gibi komünistler de var. Böyle bir konu… Yani esasen Hitlerin planladığı, yaptığı, ettiği bir konu mudur değil midir o konuda daha tarihçiler tam bir kanaate varabilmiş değiller. Fakat 15 Temmuz öyle değil. Niye bunu söyledim? 15 Temmuz’a bağlamak için. Türkiye’deki pek çok konu pek çok kırılma pek çok darbe girişimi veya darbe, 27 Mayıs’tan başlayarak, sonrasında gene pek çok sosyal hadise 6-7 Eylül 1955 olayları gibi, Maraş olayları gibi, yakınlarda 27. yıl dönümünü idrak ettiğimiz Sivas katliamı gibi, konuların öncesi var. O girişime, o olaylara veya o katliama gerekçe olacak bir hazırlık safhası var ya da bir altyapı çalışması var. 

Hiçbir şey bu öncesindeki olaylardan bağımsız değil. Bu ilk bölümde de Türkiye’yi 15 Temmuz’a götüren sebeplere bakalım. Bülent Bey sizinle başlayalım mı?

Bülent Korucu: Olabilir.

Tarık Toros: Siz 15 Temmuz’a gelinen süreçte son aylarda veya son yıllarda yaşanan olayları alt alta koyup baktığınızda bugün nasıl yorumluyorsunuz? Pek çok şey söylenebilir. 15 Temmuz’u haber veren veya 15 Temmuz’u içeren gelişmeler nelerdi?

KOMPLOLAR TARİHİ

Adem Yavuz Arslan: Bir öneride bulunabilir miyim? Çok kısa araya girip. Şu bölümü biraz açalım bence. Hep söylüyorum: Türkiye tarihi biraz da devletin kendi vatandaşına karşı kurduğu komplolar tarihidir. Burada biraz bunu açalım. Yani mesela, 30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesi Dışişleri Bakanlığı’ndan sızan meşhur bir ses kaydı vardı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, Davutoğlu’nun, Yaşar Güler’in de içinde olduğu, baştan sona suç içeren, yani Suriye’ye gönderilen 2 bin tır silahtan bahseden kayıttan bahsediyorum. O ses kaydının en önemli tarafı, Hakan Fidan’ın “Sorun değil, karşıya 3 adam gönderir bu tarafa 5 füze attırırız. Suriye’ye girmek için gerekçe olur,” sözleriydi. 

İşte aslında biraz önce anlatmaya çalıştığım ‘devlet terörü’nün sembolü bu ifadeler. 6-7 Eylül olaylarını hatırlayın. Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, o dönemin kudretli komutanı. 12 Eylül Darbesinin de önemli bir ismiydi. Medyaya verdiği demeçlerde açık açık söyledi: “Çok başarılı bir özel harp operasyonuydu,” dedi. Gazete hazırlanıyor, ortam hazırlanıyor. Ortaya bir yalan haber atılıyor. İşte “Atatürk’ün evi bombalandı” diye. İnsanlar galeyana getiriliyor. Kamyonlara doldurulmuş insanlar Taksim’e, Galata’ya çıkıyor vesaire… Devam edelim. Altay Tokat Paşa’yı hatırlarsınız. MHP lideri Bahçeli’nin danışmanıydı. Ne demişti? “Biz Güneydoğu’ya gelen hakimleri, savcıları hizaya getirmek için sağda solda bomba patlatırdık.” “Kıbrıs’ta cami yaktık” diyen insanlar vardı.

Bunun gibi sayısız örnek var. 2000’li yılların başında Türkiye’de bir misyonerlik paranoyası vardı. İşte “misyonerler azıya aldı, kiliseler patladı. Vatan toprakları satıldı” vs. Erdoğan rejiminin ilk dönemleri, hatırlarsanız 2007’ye giden süreç. Türkiye’nin en bilinen papazı askeri istihbarat personeliydi. İlker Çınar isimli bir şahıs, onun haberini de ben yapmıştım. Yani Türkiye’de ortam böyle hazırlanıyor. 

15 Temmuz’a giderken şunu hatırlatmakta fayda var. Psikolojik harp uzmanları Toplumla İlişkiler Başkanlığı altında, Genelkurmay içerisindeydi daha sonra tamamen MİT’e geçti. Hakan Fidan yönetimindeki MİT bugün itibariyle halkına operasyon yapan yapının merkezi halinde. 

Ve 15 Temmuz tam olarak böyle bir operasyondu. Kendi halkına operasyon yapıyor devlet. Bu ilk defa olan bir şey değil. Türkiye tarihi, darbeler tarihi aynı zamanda. İki tane doğrudan, iki tane dolaylı darbeyi daha yakın zamanda yaşamış bu ülke ama aynı zamanda psikolojik harp konusunda da korkunç bir birikime sahip. Yani Hrant Dink’i hedef haline getirip öldürmek de böyle bir organizasyondu. Başbağlar Katliamı, Sivas Katliamı, Maraş Katliamı… Say say bitmiyor. Yani bu arkaplanın üzerine 15 Temmuz’u oturtmakta fayda görüyorum. 

Tarık Toros: Bülent Bey lafını unutmasın, ben biraz da 15 Temmuz’a gidilirken var olan siyaset sahnesine dikkate çekmek istiyorum. Alanım da biraz siyaset olduğu için. Özellikle önceki bir buçuk sene içerisinde kaybedilen 7 Haziran 2015 seçimleri mühim bir kırılma. Sonra HDP’nin şeytanlaştırılması geliyor… 

1 Kasım’da AKP’nin tek başına iktidara gelmesi hemen takip eden günlerde MHP’nin iktidar yanında hizalanması… Düşünün Ahmet Davutoğlu, daha 6 ay öncesine kadar seçim kazanmış AKP’yi tek başına iktidara getirmiş bir figür. AKP Genel Başkanı. Azledilmesi ve yerine Binali Yıldırım’ın getirilmesi gibi bir siyasi düzenleme yaşandı. Bütün bunları da 15 Temmuz’dan bağımsız okumamak gerekiyor.

ŞARTLAR NASIL OLGUNLAŞTI?

Bülent Korucu: Evet, aynen öyle. Yani her dönem kendi literatürünü ve deyimlerini de oluşturuyor. 12 Eylül’ün en çok bilineni “şartların olgunlaşması” sözüydü biliyorsunuz. Orgeneral Bedrettin Demirel’in siyasi literatürümüze kazandırdığı bir ifadeydi. 12 Eylül’ün kudretli paşalarından bir tanesiydi. Ve tam olarak şöyle demişti: “Aslında darbeyi bir yıl önce yapacaktık, fakat şartların olgunlaşması için bekledik.” Bu şartları olgunlaştırmak için devletin nasıl çabalar içerisine girdiğini, ancak birazcık ucunu kaldırıp bakabildik. Çünkü 12 Eylül de aslında hak ettiği biçimde yargılanmadı. 27 Mayıs aynı şekilde hak ettiği biçimde yargılanmadı. 28 Şubat’ı bile, yani 28 Şubat mağduru görünen bir hükümet ve bir kadro var işin başında, ama biliyorsunuz 28 Şubat’ın üstü biraz kaldırılmaya çalışıldı, üzerindeki esrar perdesi dağıtılmaya çalışıldı ve buna Tayyip Erdoğan sert tepki gösterdi. “Bu dalgalar halkı boğar,” dedi. 28 Şubat yargılamalarının soruşturmalarının çok ilerlememesi için elinden ne geliyorsa yaptı. 

Darbeleri yapan irade ya da akıl, önce şartları olgunlaştırıyor. Bu şartları olgunlaştırma meselesinde en önemli ayak zihinlerin hazırlanması. İnsanların zihnen darbe kavramına, darbe olayına hazırlanması… AKP darbe dediğimiz kavramı fazlasıyla sömürmüş, fazlasıyla istismar etmiş ve bundan çok fazla çıkar siyasi yarar elde etmiş bir kadro. 27 Nisan bildirisi AKP’nin patlama yaptığı andı. Yani normalde bir önceki seçimde yüzde 36’lık bir oyla mecliste tek başına iktidar oldu. Ama bütün partilerin baraj altında kalması sebebiyle olmuştu bu. Bugünlerde tekrar gündeme gelen, Cem Uzan’ın sayesinde tek başına iktidar oldu. Yüzde 47’lere geldiği seçim, 22 Temmuz 2007 seçimiydi ve bir askerî müdahale sonrasında gidilmiş bir seçimdi. AKP, 27 Nisan bildirisiyle de hesaplaşmadı. O bildirinin banisi Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanlığından giderken altına süper zırhlı araçlar alındı. Madalyalar verildi…

AKP’nin darbelerle olan şaibeli ilişkisini masaya yatırmak lazım diye düşünüyorum. Özellikle de Tayyip Erdoğan üzerinden. Ben onunla ilgili bu minvalde bir yazı da yazmıştım: Darbelerin kucağında büyümüş bir siyasi lider. Mesela 28 Şubat, Tayyip Erdoğan’ın önünü açan bir darbedir. Şayet Refah Partisi kadrosunun ön planındaki insanlar yasaklı hale gelmeseydi, Erbakan böyle büyük darbeler yemeseydi, Erdoğan bu kadar parlamayacaktı. Ve o parlamayı bir anlamda, cezaevinde geçirdiği 4 aylık tatile de borçlu. Nasıl bir 4 ay geçirdiğini hepimiz biliyoruz. Özel hazırlanmış odalar, özel kalem müdürü, koruması içerde, günde 20-30 tane misafir ağırlıyor. Yani kendi evinde etmeyeceği kadar rahat etti. 

27 Nisan e-muhtıraydı, bir anlamda da darbeydi. Onu da çok fazlasıyla istismar etti ama Ergenekon davalarından, Balyoz davalarından siyasi çıkar elde etti. Bunlardan alacağını aldıktan sonra çöpe attı. Muhafazakâr kesimin, sağ seçmenin, dindar seçmenin kafasında darbe hep bir şuuraltı koddur.

Hani hipnoz olmuş bir kişinin şartlandırıldığı kelimeyi duyduğu anda bütün istenilen refleksler devreye giriyor. Bunun önemli bir sebebi Adnan Menderes’in asılmış olması. İşte Adnan Menderes’i asarak aslında darbeciler halkın şuur altına böyle bir bombayı da yerleştirmiş oldu. 

15 Temmuz’a gelirken AKP ortamı hazırlayıcı ne tür adımlar attı? Medyayı taradığımızda çok sayıda örnek bulunabilir. Mesela Yüce Divan’a gitme meselesi var. Malum Ahmet Davutoğlu da Abdullah Gül de daha sonraki beyanatlarında, 17-25 Aralık soruşturmasında ismi geçen bakanlarla ilgili Yüce Divan’a gidilmesi gerektiğini söylediler. Ama o dönemde seslerini çıkarmadılar ve Erdoğan masaya yumruğunu vurdu. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarından sonra “en azından 4 bakanın Yüce Divan’a gitmesi” yönünde bir beklenti ve talep oluştu. O günkü yandaş medyaya baktığınızda Haşim Kılıç’a yönelik bir linç kampanyası görüyorsunuz. Haşim Kılıç, AKP kapatma davasında tek başına direnmiş bir adam. Sacit Adalı da kapanmasın dedi ama yine de AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu yönünde oy kullanmıştı. Haşim Kılıç onların mahalleden gelen ve AKP kapatılmasın diye cansiperane tek başına direnmiş bir adam. Haşim Kılıç’ı bile darbeci ilan etmekten bile geri durmadılar. 

Birçok olay gözümüzün önünde duruyor. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini bile bir darbe olarak sunmaya çalıştılar. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun gittiği bazı yerlerde, cami çıkışlarında mesela Adana’da adamı darbeci diye yuhalattılar. “Darbe mi yapacaksın?” diye sorular attılar arkasından. Yani normal seçimler yoluyla Erdoğan’ın karşısına dikilmeyi bile darbe organizasyonu olarak sundular. Herhangi bir yüksek mahkeme Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Danıştay, Yargıtay, Sayıştay ya da Anayasa Mahkemesi, Erdoğan’ın istemediği bir kararı verecek olsa mensupları hemen yandaş medyada darbeci olarak afişe edildi. Anayasal denetim faaliyetleri darbe olarak nitelendi. AKP tabanı şuur altında kendilerine karşı yaprak kımıldasa bunu darbe olarak algılayacak bir olgunluğa getirildi. Erdoğan bu şekilde şartları olgunlaştırdı.

SİYASİ ÇELİŞKİLER ÜLKESİ

Tarık Toros: Levent Bey ile devam edelim ama sizin bu söylediğiniz şey bana güncel bir hadiseyi hatırlattı. İktidarın meşru kabul ettiği durumlar güne göre, tarihe göre, daha doğrusu ajandaya, takvime göre değişiyor. Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı adayı olabiliyor ama içeride terör suçundan yatıyor aynı zamanda. Demirtaş’a selam gönderen herhangi biri de tutuklanabiliyor. Böyle bir mahkeme zaptı var biliyorsunuz. Suç, Demirtaş’a selam göndermek. Böyle bir çelişkiler ülkesi. Aynı şekilde HDP’liler şeytanlaştırılıyor. Mesela barolar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) oturma eylemi yapmaya geldiklerinde, HDP eş başkanı Mithat Sancar onlarla görüşmek istediğinde kalkmıyorlar bile. Yani baro başkanları da HDP’yi şeytanlaştırıyor. Ama aynı HDP TBMM’de siyaset yapıyor, görüşmelere katılıyor. Hatta gizli görüşmelere katılıyor. 10-15 yıl boyunca açıklanması, kamuoyu ile paylaşılması yasak olan, devlet sırrı görüşmelere HDP’li milletvekilleri katılabiliyor. Böyle bir çelişkiler ülkesi… 

15 Temmuz’a gidilen sürece dediğim gibi daha çok olaya siyasi açıdan bakmaya çalışıyorum. Erdoğan’ın görev onayının kritik süreçlerde düşmesini de eklemek gerekir. Metropoll araştırma şirketi Erdoğan’ın görev onayını ay ay takip ediyor, en son haziran (2020) raporunu yayınladı. “Erdoğan’ın yaptığı icraatları, tavırları doğru buluyor musunuz,” diye soruluyor insanlara. 17-25 Aralık’ta tarihinin en düşük görev onayını görüyor Erdoğan. Yüzde 40’lara geriliyor. 7 Haziran (2015) seçiminde yüzde 37’ye kadar düşüyor. O zaman başbakan ama aynı soruyu sormuşlar seçmene. 15 Temmuz’un hemen öncesinde bakıyoruz yine yüzde 40’larda. 15 Temmuz’dan sonra bir anda yüzde 67’ye çıkıyor. Şimdi geçtiğimiz aylarda, özellikle 2019 yaz aylarında görev onayı yüzde 43-44 bandına düşmüş. Ama koronavirüs pandemisiyle birlikte bir kere daha yüzde 50’nin üzerine çıkmış. Şu günlerde yine ara ara yüzde 40’lara gerilediği, bazen de yüzde 50’lere geldiği anket sonuçlarında ifade ediliyor. Yani bir anlamda, Erdoğan ne zaman başı sıkışsa ya da bir sıçramaya ihtiyacı olsa, bir şey buluyor veya icat ediyor. 15 Temmuz’dan önce de yüzde 43’lere kadar düşen görev onayı bir anda 43’ten 67’ye fırlıyor. Yani 24-25 puan sıçratan bir girişim oluyor 15 Temmuz. Siyasi yönden bunu belirtmeden geçemedim. 

Siz neler söylersiniz Levent Bey? 

‘400’Ü VERİN BU İŞ HUZUR İÇİNDE ÇÖZÜLSÜN’

Levent Kenez: Ben de siyasetten bakacağım 15 Temmuz’a nasıl geldik diye. Ben 7 Haziran ile 1 Kasım (2015) arasını çok önemsiyorum, çok önemli. 7 Haziran seçimlerini hatırlayalım. AKP, iki miting yapıyordu. Bir tanesini Erdoğan, bir tanesini de Davutoğlu yapıyordu. İkisi de canlı yayına alınıyordu. Erdoğan’ın tek bir söylemi vardı. Başkanlık seçimi… “400’ü verin bu iş huzur içerisinde çözülsün.” Bu 400’ü alamayınca bu işin huzur içerisinde çözülmeyeceğini anlamış olduk. Aslında doğru söylemişti, verdiği sözü de tuttu. Siz 400 vermediniz bu iş huzur içinde çözülmeyecek. O söylediğini gerçekleştirdi Erdoğan. 7 Haziran’da ne oldu? Erdoğan ilk defa mecliste çoğunluğu kaybetti. Erdoğan sizin de dediğiniz gibi çok büyük moral bozukluğu yaşadığı o günlerde ortalıkta yoktu hatırlarsanız. Ülkenin belki de son zamanlardaki en rahat zamanıydı. Bir anda atmosferi değişti havası değişti. Çok büyük bir dinginlik geldi, huzur geldi. Ben öyle hatırlıyorum. O zaman Türkiye’deydik. 

Davutoğlu seçimler üzerine konuşmak üzere TRT 1 canlı yayınına katılıyor. 7 Haziran seçimleriyle ilgili söylediği çok önemli bir cümle var. Tekrar arşiv çalışması yaparken karşıma çıktı: “Halktan başkanlık sistemi için yetki istedik. Halk bize bu yetkiyi vermedi.” Çok sert bir söz aslında, direk Erdoğan’a ateş eden bir söz. Devam ediyor: “Sistem değişmediğine göre herkes konumuna göre görevini yaparsa anlaşırız, uzlaşırız.” Çok iddialı sözler bunlar. Meali şu: Başkanlık seçimi için halka gittik, bu bir başkanlık oylamasıydı ve halk bu yetkiyi bize vermedi. Ondan sonra 1 Kasım’a kadar uzanan olaylar var. Türkiye’de her şey o kadar çabuk tüketiliyor ki, sanki 1970’li, 80’li yıllardan bahsediyoruz. Halbuki 2015’ten bahsediyoruz, düşünebiliyor musunuz? 7 Haziran ve 1 Kasım arasında 862 kişi öldü. Düşünün 15 Temmuz’da 251 insan hayatını kaybetmişti. 1 Kasım ile 7 Haziran arasında PKK’lısı, güvenlik görevlisi, sivil vatandaş dâhil 862 kişi. Cumhuriyet tarihinin en büyük terör olayı gerçekleşti. Tam bir katliam. Olay yerinde 103, hastane de 4 kişi öldü. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük terör olayı. Sonuç? Ceylanpınar’da polislerin şehit edilip çözüm sürecinin tamamen rafa kalkması… Çok büyük olaylar yaşadık. Davutoğlu’nun “beyaz Toroslar geri gelir” tehdidini duyduk… Yani düşünebiliyor musunuz? Çok kısa bir süre içerisinde yüzde 40 alan parti, 49’a çıkardı oy oranını. MHP düştü, HDP düştü.

Çok büyük bir mobilizasyon yaşandı. Bu aslında ilk denemesi idi Erdoğan’ın. Çok büyük bir psikolojik harp uygulandı. Dünyada çok az örneği vardır. Bu kadar kısa sürede insanların tercihlerini değiştirmesi pek mümkün değil. O yüzden ben 7 Haziran ile 1 Kasım arasını çok önemsiyorum. 15 Temmuz’a geldiğimiz yollarda deneyerek görülen bir küçük deney, küçük bir laboratuvardan başarı ile çıktılar. Sizin de dediğiniz gibi seçim kazanmış başbakan, 6 ay sonra görevinden el çektirildi. Herkesin düşündüğü gibi sadece Pelikan Bildirisi ile değil. Önce partide yetkilerini aldılar. Genel başkanı madara ettiler. MYK, sen atama yapamazsın, kimseyi görevlendiremezsin dedi, yetkilerini aldı. Davutoğlu baktı ki çok rezil olacak, Pelikan da onun için bir kurtuluş oldu aslında. En azından mağdur oldu. 

15 Temmuz’a gelirken o yüzden bu dönemi çok önemsiyorum. Çok daha öncesindeki olayları da konuşabiliriz. Mesela Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerini konuşabiliriz. Emniyet istihbarattaki tasfiyeleri gündeme alabiliriz. Ancak bu yaşanan terör olayları, az önce Adem Bey’in söylediği “karşıya 2-3 adam gönderip füze attırırım” bahsinin hayata geçmiş hâli. Şimdi (Ankara) Gar Katliamını kim gerçekleştirdi kâğıt üzerinde? IŞİD, değil mi? PKK ile savaşıyorum deyip, Türkiye’de eylem gerçekleştirdi. Peki 1 Kasım’dan sonra bir eylemi mi var mı? Hatırlıyor musunuz?

Madem IŞİD’le sürekli Suriye’de çatışıyorlardı, 7 Haziran’a kadar olmayan eylemler neden 7 Haziran’dan sonra oldu? Neden 1 Kasım’da durdu? Tamam IŞİD de güç kaybetti ama 1 Kasım’dan sonra ciddi bir eylemi yok. İşte bunlar Türkiye’de sorgulanmadığı için, 90’lı yıllardaki faili meçhuller ikliminin benzerini bize 3 ayda yaşattılar. Ve siyasi mühendislikle tekrar çoğunluğu kazandılar. Hükümet kurdurulmaması, daha ilk dakikadan itibaren tekrar seçime gidileceğinin sinyalinin verilmesi… Erdoğan’ın ortalıkta görünmediği günlerde bunların hepsini planladığını düşünüyorum ekibiyle birlikte.

TOPLUMSAL OLAYLARDAN AYRI DÜŞÜNMEMELİ

Tarık Toros: Türkiye’deki karanlık olaylara baktığımızda başta Adem Yavuz Arslan’ın da doğru hatırlattığı gibi Türkiye’deki hiçbir hadiseden, hiçbir olaydan, geriye doğru baktığımızda özellikle son bir asırda yaşanan toplumsal veya siyasi olaylardan bağımsız düşünülmemeli 15 Temmuz. İki şey oluyor: Biri o hadisede görev başında olan insanların tanzimi veya o hadisede kritik rol üstlenecek olan insanların belli yerlere yerleştirilmesi, yani organizasyon şeması. Dikkat edelim, mesela 12 Eylül 1980 darbesine giderken de benzer bir ayarlama var. Hiyerarşi içerisinde yapılmış bir askeri darbe girişimi ama işte Ege Ordu komutanlığından, Kara Kuvvetlerine oradan işte Genelkurmay Başkanlığına kaydırmalar oluyor. 11 ay öncesinde ilan edilen sıkıyönetim vesaire vesaire… Ve 12 Eylül 1980’e giderken sağ-sol çatışması, anarşi olayları, suikastlar var. Abdi İpekçi, Gün Sazak gibi isimlerin öldürülmesi, ortadan kaldırılması… 1 Mayıs 1977’de Taksim’deki kanlı olaylar gibi sosyal bir takım hadiselerden bahsediyorum. 15 Temmuz’a gelirken de organizasyon şeması ve o organizasyon şemasında belli isimlerin belli yerlerde olması önemliydi. Siyasi açıdan Ahmet Davutoğlu’nun olmaması, Binali Yıldırım’ın olması gerekiyordu mesela. Aynı şey askeri şekillenme, askeri kadro için de belki düşünülebilir.

Mesela 2 Temmuz 1993’te Sivas, Madımak Katliamı yaşanırken olaylara müdahale edecek özel harekatın, jandarmanın veya askeri birliklerinin, Sivas’ta bir takım terör ihbarları gerekçe gösterilerek Sivas merkezden sağa sola gönderildiği ve o sırada galeyana gelmiş kalabalığa müdahale edecek yeterince asker veya polis olmadığı konuşulur. Yani bir ortamı hazırlamak için yetkisizleştirme, insansızlaştırma, duruma müdahale edecek personel azlığı temin etme. Bir diğer konu daha var ki, son dönemde Adem Yavuz Arslan çok üzerinde çalışıyor, yazılar yazıyor. 

15 Temmuz’dan sonra veya 15 Temmuz gecesi yaşanan bir takım işlemlerde görülüyor ki geriye doğru bir hazırlık yapılmış. Yani 2016’da, 2015’te, 2014’te hatta 2009 öncesine kadar giden bir süreçte bir hazırlık yapılmış. Listeler oluşturulmuş ve o listelere göre işlem yapılmış veya o listelere göre 15 Temmuz’da görev dağılımı yapılmış. Fakat 15 Temmuz’da yapılan görev dağılımına göre listede olan isimler o sırada kaderin değişik bir cilvesi olarak ya hasta, ya yurt dışında, ya da başka bir durumda. Bu bile oraya gidilirken bir planlama, bir organizasyon yapıldığını gösteriyor ve 15 Temmuz’u açıkta bırakıyor adeta. Bu bağlamda neler söylemek istersin Adem Yavuz Arslan? Top sende, düşüncelerini alalım.

GÜLEN CEMAATİ’Nİ BİTİRME PLANI

Adem Yavuz Arslan: Havuz Medyası’nın çok sevdiği bir tabir var ya, biz de onlardan ödünç alalım: Büyük resim. Hani onlar her şeyi büyük resimle tanımlıyorlar. Evet, büyük bir resim çizelim, bütün verileri hayali bir duvara yansıtalım. Bir 15 Temmuz başlığı yazalım tepeye… Birinci senaryo: “15 Temmuz bir Cemaat darbesidir.” Altına eldeki verileri koyalım. Ortaya tuhaf bir tablo çıkıyor, hiçbir şekilde olay oturmuyor. İkinci senaryo olarak, “15 Temmuz bir rejim operasyonudur, bir istihbarat operasyonudur” yazıp altına eldeki verileri sıralayalım.

Birinci senaryonun tersine her şey zincirin halkaları gibi birbirine bağlanıyor. Ne demek istiyorum? Şunu demek istiyorum: Erdoğan’ın 2010 itibariyle Gülen Cemaati’ni bitirmeye yönelik bir takım hazırlıklar yaptığını nerden biliyoruz? Bizzat kendisi söyledi de oradan biliyoruz. Gerçi ben o yıllarda Ankara’daydım bunu görüyorduk, biliyorduk, kulislerde konuşuluyordu ama 17- 25 Aralık büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası Erdoğan çıktı ekranlara ve dedi ki: “Biz 2010’dan itibaren bunun hazırlıklarını yapıyorduk.”

Hakan Fidan’ın MİT’e geçmesi, bir takım bakanlıklarda bir takım çalışmalar yapılması bu planın parçasıydı. Daha sonra ortaya çıktı ki, 2004’te Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararı var. Dahası o dönem Erdoğan’ın danışmanlarından olan Abdulkadir Özkan, 21 Şubat 2017’de Habertürk TV’ye çıktı ve dedi ki: “Aslında Dolmabahçe’de dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile yapılan görüşme de Cemaat’i bitirme planlarının parçasıydı.”

Yani bir takım hazırlıklar zaten bayağı geçmişe gidiyor. Onun sonrasında 17-25 Aralık sonrasındaki siyasi atmosferi siz çok güzel özetlediniz. Onun bir de uluslararası boyutu vardı. Özellikle IŞİD’e silah gönderme suçlamaları sebebiyle Erdoğan, uluslararası arenada ciddi sıkıntı yaşıyordu. O dönemleri hatırlayalım: Ekonomi kötü, 17-25 Aralık sebebiyle siyasi olarak çok zor durumda, IŞİD’e gönderilen silahlar ve Suriye politikasının iflası sebebiyle uluslararası arenada ciddi suçlamalarla karşı karşıya olan bir Erdoğan var. Ülke içerisinde söz geçiremediği sadece Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) var. Onun dışında tüm kurumları lağvetmiş. Emniyeti lağvetmiş. Yargı, HSYK düzenlemesiyle Saray’a bağlanmış, İpek Medya ve Feza Gazetecilik başta olmak üzere muhalif medyaya el konmuş. Düşünelim: 28 Ekim 2015’te bizim gazetemize el koydular. Arkasından Mart’ta Zaman’a el koydular, STV’yi kapanmaya zorladılar. Bunların hepsi o yolun döşenmesi; daha önce bahsettiğim “büyük resim”de bir yere oturan, yol haritasında bir yerlere oturan şeyler bunlar.

ORTAMI ISITMA HAMLELERİ

Bunlar olurken bir taraftan da çok kapsamlı fişlemeler yapmışlar. Öyle inanılmaz fişlemeler yapılmış ki 15 Temmuz’a giden yol içerisinde, 15 Temmuz sonrası tasfiyelerin zemini hazırmış. İşte geçtiğimiz günlerde dönemin Ankara Başsavcısı Harun Kodalak, yani Deniz Feneri dosyasını kapattığı için terfi alıp başsavcı yapılan kişi, şunları dedi: “İddianame yazdık ama elde terör örgütünün delili yoktu, 15 Temmuz tam anlamıyla işimize geldi.” Bu açıklama tersten okunduğu zaman bahsettiğim resimde bir yere oturuyor. Şimdi bakın bir taraftan fişlemeleri yapıyorsunuz. Detaylarını bir sonraki programlarda anlatacağım, isim isim, yer yer fişlemeler bunlar. Şu anki TBMM Başkanı Mustafa Şentop bu fişlemelerde aktif rol alıyor. Bütün Yüksek Yargı’yı ve Askeri Yargı’yı fişleyen adam o. Eski Ergenekoncular, Ahmet Zeki Üçok’tan, Mustafa Önsel’e kadar ki bunlar kamuoyu oluşturulması sürecinde çok aktif rol de aldılar. Yani Mustafa Önsel’in “Ağacın Kurdu” kitabı tam 15 Temmuz öncesi çıkıyor. Yine 15 Temmuz öncesinde Zeki Üçok yoğun olarak medyada, patır patır haberlere, yorumlara çıkıyor; “Şu kadar TSK da FETÖ’cü var,” diyor. 

Akşam Gazetesi manşet yapıyor. “Karargâhta 40 paralel general” falan gibi. Ortamın hazırlanması, meşhur “Ceketin çıkarılması için ortamın ısıtılması gerekir” denen olay. Bununla birlikte Levent Bey’in hatırlattığı şey çok önemli. Bakın Türkiye tarihindeki en kanlı dönemin detaylarına bakmak lazım. Mesela bir Merasim Sokak’ta patlayan, Hava Kuvvetleri ve Genelkurmay arasındaki sokakta patlayan bomba, 15 Temmuz akşamı binlerce TSK mensubunun tuzağa düşmesinin temel nedenidir. Bütün ifadeleri açıp bakalım. Maalesef meslektaşlarımız iddianame, savunma, mütalaa okumuyor. Herkes şunu söylüyor: “Merasim Sokak saldırıları sonrasında zaten biz diken üstündeydik.”

Düşünün Ankara’nın göbeğinde, Genelkurmay ve Hava Kuvvetleri’nin ortasında askeri araçların da geçtiği bir alanda bomba patlıyor ve bombalı saldırıyı üstlenen kişi kim? TAK… TAK kim? Kürdistan Özgürlük Şahinleri. Şaibeli bir yapı. PKK’nın şaibeli işlerinde ortaya çıkan bir yapı. Devam edeyim. 4 Temmuz’da, yani 15 Temmuz’a az zaman kala MİT’in gizli bir yazısı geliyor. 

Bakın burada gelecek olan büyük bir IŞİD saldırısı uyarısı var. MİT’ten ‘GİZLİ’ damgalı bir yazı gelmiş. Daha öncesinde büyük terör saldırıları olmuş. Arkasından ikinci üçüncü uyarılar geliyor ve bütün TSK alarm noktasına getirilmiş. Hani bir emir gelse pat diye herkes sokağa çıkmaya hazır zaten. Çünkü büyük terör saldırısı riski var. Harbiyeli çocuklardan göreve giden generallere kadar herkesin kafasında olağanüstü hal vaziyeti var. Emir gelince, bir anda ‘büyük bir terör saldırısı var’ ya da ‘Suriye’yle savaşa girdik’ diye düşünen insanlar var.

Bir taraftan askerdeki fişlemeyi yapıyorsunuz, bir taraftan emniyetteki fişlemeyi yapıyorsunuz, bir taraftan yargıdaki fişlemeyi yapıyorsunuz… Daha ortada hiçbir şey yokken Serdar Coşkun bütün olacakları yazıyor. Akabinde 16 Temmuz 01.00’da 2,740 hakim ve savcı için tutuklama kararı çıkıyor. 

Tarık Toros: 15 Temmuz’dan sonraki almalar veya öncesindeki fişlemeler değil esasen kastettiğim. Biraz da konuyu açmak için araya girdim. Kastettiğim 15 Temmuz’un önceden hazırlandığı, planlandığı değil. Biz şu anda bu bölümde Türkiye’yi 15 Temmuz’a götüren süreci konuşuyoruz. Bunun delilleri veya bunun ispatı bağlamında, mesela darbe planladı denen bazı kişilerin, o gece yoğun bakımda olması. Geçenlerde senin paylaştığın bir Twitter mesajında da vardı. 5 Temmuz 2016’da Giresun’da düşen askeri helikopterde ağır yaralanan Tuğgeneral Mustafa Doğru ve Albay Bayram Ünal… Bunlar o gün ağır yaralı oldukları halde darbeye teşebbüsten tutuklandılar. Darbe girişiminden 10 günce bir askeri helikopter kazasında yaralandıkları halde. Bu şu manaya geliyor: Yani bunlar da işte darbeci sayılır, tutuklanacak, görevden alınacak haklarında işlem yapılacak. Fakat o gece onları tutukladıkları halde veya işlem yaptıkları halde bu askerlerin 10 gün önce bir helikopter kazasında yaralandığını ve yoğun bakımda tedavi altında olduğunu unutuyorlar. Bunun gibi şeyler, kastım biraz buydu.

15 TEMMUZ ÖNCESİ MINTIKA TEMİZLİĞİ

Adem Yavuz Arslan: İlerleyen bölümlerde de daha somut örnekler vereceğim. Öyle büyük hatalar yapmış ki bu kumpası yapanlar. Mesela fişleme listelerinden görev emri yazmışlar ama arada tayin olanları atlamışlar. Böylelikle aslında kendilerini açık ediyorlar. Yani görev emrini, daha doğrusu 15 Temmuz akşamı yayınlanan Sıkıyönetim Emrini yazan kişiler kimse, aslında kumpası da onlar kurmuş. Çünkü düşünün siz darbe planlıyorsunuz, görev emri veriyorsunuz ama fişleme listeleri 1 yıl öncesine ait. Dolayısıyla görevler, makamlar her şeyde yanlışlıklar var. Yani şunu demeye çalışıyorum: Bir siyasi atmosfer oluştururken, bir taraftan da mikro düzenlemeler yapıyor rejim. Yani bir yandan Emasya’yı geçirtiyor, bir tarafta MİT, IŞİD saldırısı geliyor diye çok kapsamlı bir istihbarat raporu yayınlıyor, buna çok önem veriliyor ve bunlar olurken minik bazı düzenlemeler de yapıyor. 

Ne yapıyor mesela? 5 Temmuz’da Akar ve Kuvvet Komutanları Marmaris’e denetime gidiyor sürpriz bir şekilde. Resmi söyleme göre Erdoğan 11 Temmuz’da Marmaris’te tatil kararı alıyor. 6 Temmuz’da enteresan bir şey daha oluyor. Bunu yeni fark ettim bir dosya okurken. 6 Temmuz, yani daha Erdoğan’ın nerede olduğu belli değil, tatil programı belli değil, kendi söylemleri öyle olduğu için söylüyorum. Ata uçağının Dalaman’da park edeceği yerdeki kamerayı bozuyorlar. Bakın daha Erdoğan’ın tatile gideceği tarih bile açıklanmamış, kimse bilmiyor.

Darbeciler, Erdoğan’ın nerede olduğundan haberdar değil. Tam bir komedi Marmaris olayları. Oradaki kamera bozuluyor, bozulduğu ile ilgili tespit, 21 Temmuz’da darbeden sonra bilirkişi kaydı ile raporlanıyor. Ama sonra orası da siliniyor. Hani makro planları yaparken, mikro planları da hiç atlamıyorlar. Yani Erdoğan’ın uçağını park edeceği alanı bozmak dahil bütün detaylar planlanıyor. Bu detaylar planlanırken daha neler yapılıyor… Bakın yani bütün belediyelere talimat gidiyor. İlerleyen bölümlerde isim isim, tarih tarih vereceğim. AKP’li teşkilatlar akşam 17.00’da hazırlanmaya başlıyor. Yani 17.00’da daha darbe yok, daha televizyonlara çıkan kimse yok, köprüye çıkan kimse yok… Ankara Büyükşehir belediyesi darbe için kumanya hazırlıyor. Daha bunun sayısız örneği var. Yani lafı çok uzatmak istemiyorum. O kadar çok hazırlık yapılmış ki… 

İşte bir taraftan da tabi medyada şişirilen haberler, yazılar var. Perinçek’çiler Yeni Şafak’a gidiyorlar. Hüseyin Likoloğlu’na anlatıyorlar. Hasan Atilla Uğur gibi Ergenekoncuların sahada olduğu dönem. Yani demek istediğim şu: Bir makro plan var, bir de mikro plan var. Makro planlanın ortamı hazırlanıp Erdoğan rejimi için tam da “Allah’ın lütfu” denen kavramın oluşması, ülkeyi KHK’larla yönetebilme, hiçbir denetime tabi olmadan hiçbir şekilde hesap verme ihtiyacı hissetmeden yönetebileceği bir tek adam rejimi, Parti rejimi oluşması için bir makro plan var. Onun mikro planlarında da fişlemelerden tutun, o akşam kimin nerede, ne yapacağına kadar her şey planlanmış. Ve öyle bir ince planlama yapılmış ki… 

Yani şöyle söyleyeyim, 15 Temmuz’dan haberi olmayan bir tek TSK’da tuzağa düşen askerler ve Cemaat’tekiler var. Cemaat’in içinde de bir grup insan belki, onları tartışacağız… Ama öyle bir hale gelmiş ki, herkes her şeye hazır. O kadar belirgin o kadar hazırlığı yapılmış, yandaş yayın yönetmenleri konuyla ilgili bilgilendirilmiş, Ergenekoncu subaylar, albaylar hazırlanmış. Medya nasıl yönlendirilecek planlanmış vesaire… Yani mikro planlar da çok iyi hazırlanmış ve her şey 15 Temmuz akşamı için oraya getirilmiş, konmuş. Daha detaylara gireceğiz. 14 Temmuz’da yapılan toplantıları, 11 Temmuz’da verilen ve konvansiyonel olmayan harekât planları gibi… Çok sayıda alt başlık var. Yani çok iyi planlanmış bir istihbarat operasyonu ile karşı karşıyayız. 15 Temmuz’da akşam 22.00 sularında bir grup askerin Boğaz Köprüsü’nün bir şeridini kapatmasıyla falan başlamıyor. O artık sahnenin açıldığı an. Sahne açılmadan önce arkada çok ciddi bir hazırlık varmış.

İSTİHBARAT NASIL HABERDAR OLMAZ?

Tarık Toros: Tabi uluslararası faktörler de var. Rusya’da Aleksandr Dugin’in açıklamaları var. Rusya’da Putin’in beyin yapıcılarından olduğu söylenir. Aynı şekilde gene Rusya’ya yakın Türkiye’de ulusalcı Avrasyacı cephenin önde gelenlerinden Doğu Perinçek’in, İsmail Hakkı Pekin’in açıklamaları var. “Biz haber vermiştik,” gibi. Yeni Şafak üzerinden bilgi vermiştik demişlerdi. Şirin Ünal’ın gene Erdoğan’ı uyardığı veya bu konuların içerisinde olduğu da konuşulur. 15 Temmuz’da Genelkurmay karargahında olan, AKP’li bir milletvekili ve muazzam bir dokunulmazlığı var. Öyle ki kendi yanında çalışan bakıcı kızın ölümü ile ilgili konuların üzeri özenle kapatılıyor. Ve işin Şirin Ünal’a uzayan konular da bir devlet koruması altına giriyor, bu AKP’li bir isim. Bülent Korucu ile devam etmeden önce şunu söylemekte yarar var: Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) veya bir ülkede istihbaratın darbeden haberdar olmayışının üzerinde durulması gerekir.

Bununla ilgili bağlı olduğu hükümeti bilgilendirememesi bir kabahat midir? Evet, ağır bir kabahattir. Ve bu kabahati işleyen teşkilatın başındaki kişi, görev de kalabilir mi? Hayır, kalamaz. Normal çalışan ülkelerde bu durum böyledir. Ama dediğim gibi örnek veya konu Türkiye olunca olay çok daha farklı ele alınıyor, farklı değerlendiriliyor. Diğer bir konu da, Cemaati darbe ile ilişkilendirme veya Cemaat darbeye hazırlanıyor havası oluşturma. İşte OdaTV’de vesaire çıkan bir takım haberler. 15 Temmuz’dan yaklaşık bir hafta evvel İzmir’de yaşanan tutuklamalar da köpürtüldü. “Cemaatçi askerler toplanıyor” şeklinde oluşturulan bir algı var. İşte tutuklanacak olan cemaatçi askerler, tutuklanmadan evvel darbe yapıp kendilerini kurtaracaklar türünden bir algı.

Neler söylersiniz Bülent Korucu? Yaklaşık 50 dakikayı geride bıraktık. İlk yayının son düzlüğüne girdiğimiz şu dakikalarda 15 Temmuz’a götüren sebepler ve 15 Temmuz’a götüren sürece dair ne dersiniz?

ÇOK KİŞİNİN BİLDİĞİ SIR

Bülent Korucu: Adem Yavuz Bey’e katılıyorum. Darbeden epeyce insanın, daha doğrusu organize edilip sonradan darbe olarak adlandırılan ama benim tuzak dediğim o olayla ilgili birçok “görevli kişinin” haberi ve hazırlığı var. Çok basit gibi görünüyor ama bunlardan bir tanesi Nevşehirli bir vatandaş, ismi de Berat Kulunyarab. Kendisi bir müşteki.

Adem Yavuz Arslan: Güvenlik gerekçesiyle ismini değiştirmiş. Bu onun mahlas ismi.

Bülent Korucu: Dava dosyalarında geçen bu müşteki tarafından verilmiş bir ifade. “Nevşehir’de oturmakta olan bir adamım. 15 Temmuz’da darbe olacağını biliyordum. Onu için 14 Temmuz’da kalktım, otobüsle Nevşehir’den İstanbul’a geldim. Akşam saatlerinde de Boğaz Köprüsü’ne inerek orada konuşlandım ve darbeye karşı eylem içerisine girdim. Bunu bana istihbaratçı tanıdıklarım söyledi,” diyor. Yani sizin biraz önce söylediğiniz cümleler içerisinde, “istihbarat örgütünün, cumhurbaşkanına istihbaratı vermemesi kabahattir” dediniz ama herhalde bir sürçülisandı. Çünkü bu kabahat değildir, bir suçtur. Ve bunun sadece idari olarak değil, adli olarak da hesabının sorulması gerekir. 

Ama biliyorsunuz bu yargılama ya da komisyon süreçlerinin, hiçbirisinde bırakın sanık olmayı, tanık olarak bile mahkemeye gitmeye cesaret edemedi MİT müsteşarı. Başbakan Binali Yıldırım’ın bilhassa çok ağır eleştirileri vardı Hakan Fidan ile ilgili. Başbakan, Fikret Bila’ya söylediğine göre 22.40’ta ancak ulaşabiliyor MİT müsteşarına ve 22.40’ta bile hiçbir ayrıntı vermiyor. “Her şey normal biz işimize bakıyoruz. Bir sorun yok,” diyor. Normal şartlarda en azından tanık olarak mahkemeye gelip ifade vermeleri, sorgulanmaları gerekiyordu. Gelmediler, belki de günlerce üzerinde oturup çalıştıkları yazılı ifadeler gönderdiler. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın yazılı ifadeleri bile kevgire çevrildi.

Belki her harfini, her noktasını, her virgülünü düşünerek yaptıkları bir açıklamada, normal bir insan bile 100 tane çelişki buluyor. O yüzden mahkemeye gitmemeleri, tanık olarak, müşteki olarak bile gitmemeleri kendi açılarından makul. Akıllıca, kurnazca diyelim daha doğrusu. Bunlar 15 Temmuz’la ilgili gerçeklerin ortaya çıkmaması için atılmış adımlar. 

Asker içerisindeki bir kısım tuzağa çekilebilecek insanların tek tek nokta atışı ile isim isim tespit edilmiş olmaları, bunun listelere dayandırılarak yapılması önemli. Bu arada hiç sokağa çıkmamış, hatta tam tersine darbeye direnmiş, darbeye karşı garnizonuna ya da görevli olduğu taburuna sahip çıkmış insanlar var. Bu organizasyonu yapanların beklediği umduğu tavrı göstermemiş insanlar var. Bunlar bile yargılandılar. Bunlara da kulp bulabilmek için “Darbeye katılmadı ama darbeye karşı olduğunu da açıklamadı” gibi hukukta yeri olmayan suçlamalar yapıldı. Edirne’deki bir tabur komutanından bahsediyor. Ya da Trabzon’daki bir tabur komutanından bahsediyorlar. Bu askerler de sokağa çıkarlar diye ummuşlar. Adamlar sokağa çıkmayınca da bu sefer her şeye rağmen nasıl yargılayabiliriz arayışı başlamış. Evet sen garnizonuna sahip çıktın, taburuna sahip çıktın; kimse eyleme karışmadı. Kimse hiçbir şekilde askerle ya da siville, polisle karşı karşıya gelmedi. Ama sen niye gidip valilikte boy göstermedin? Niye fotoğrafa girmedin diye yargılananlar var. Demek ki bunları yargılamayı önceden kafalarına koymuşlar. Suyu bulandırdın bahanesi bulmaya kalmış mesele. 

“Burada bir bit yeniği var” deyip, geri çekilenleri yargılayabilmek için o kadar tuhaf örnekler var ki. Sadece Edirne davasını, Erzurum davasını, Trabzon davasını tek başına bile irdelesek, 15 Temmuz’u çökertebilecek bir fotoğraf çıkarmamız çok kolay, mümkün. Birliğine hakim olup tek bir neferi bile dışarı bırakmayan insanlar yargılandı ağır cezalar aldı.

RESMİ HİKAYEYİ ÇÜRÜTECEK ÇOK BELGE VAR 

Tarik Toros: Yavaş yavaş toparlıyorum. Levent Kenez’e ve Adem Yavuz Arslan’a son sözlerini soracağım. Mahir Kaynak bir kitap yazmıştı. Prof. Dr. Kaynak, 9 Mart 1971 cuntasını deşifre eden isimdir. Ve, kendi kendini de deşifre eden bir isimdir. Yani MİT mensubu ve MİT kendisine diyor ki, yani istersen ismini deşifre etme. Ama hayır diyor, benim yaptığım belli olsun, benim bu cuntayı deşifre ettiğim belli olsun. Gönüllü olarak ismi yayınlanan eski bir MİT mensubu. Vefat etti geçtiğimiz yıllarda. Kaynak’a göre bazı olaylar var ki, ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında sebeplere gidilebiliyor, sonra o sebeplerden başka sonuçlara gidilebiliyor. Habertürk’te çalıştığım yıllarda rahmetli Korkut Özal ile bir dizi program yapmıştım. Salı akşamları, “Korkut Özal’ın Penceresinden” diye. Bir yıl devam eden bir programdı. Program aralarında konuşurken samimane kendisine sordum. “Siz Turgut Özal’ın öldürüldüğüne inanıyor musunuz veya bu konuda elinizde bir veri var mı?” Samimane yayın dışında konuşuyoruz. “Hayır,” dedi, “Benim elimde ağabeyimin öldürüldüğüne dair bir şey yok. Ama sonrasında yaşanan şeylere bakıyorum. 17 Nisan 1993’ten sonra yaşanan şeylere bakıyorum. Turgut Özal’ın olmaması gerekiyormuş orada ve onun ortadan kaldırıldığı sonucunu çıkarıyorum. Ama elimde bir şey yok.” 15 Temmuz’a baktığımızda olması gerekiyormuş. Ama elimizde bir şey yok diyeceğimiz bir hadise değil bu. 

Elde çok şey var. Çok bilgi var, çok belge var. Ve Türkiye’yi 15 Temmuz’a götüren sebepler, 15 Temmuz’a götüren gerekçeler var. Adeta ilmek ilmek işlenmiş. 2009’dan, 2010’dan, 2011’den başlanarak ve özellikle 2014, 2015 ve 2016’ya gelindiğinde yapılan düzenlemeler var. Biraz evvel Adem Yavuz Bey çok güzel söyledi. Medyanın olmaması gerekiyordu, dedi. Hatırlayalım. 15 Temmuz’dan aylar evvel, Koza-İpek grubu basıldı. Zaman grubu basıldı. Samanyolu susturuldu vesaire… Sonrasında da bir kere daha kapattılar. Bir kere daha kilit vurdular, bir daha kafayı kaldıramasınlar diye.

‘EMİNİM AMA İSPAT EDEMEM’

Levent Kenez: Şu an sosyal medyada çok popüler olan “Eminim ama ispat edemem,” repliği var. Gençler çok kullanıyorlar, onu söyleyeyim. Ama 15 Temmuz’da dediğiniz gibi hem emin olduğumuz hem de ispat edeceğimiz çok olaylar var. Mahir Kaynak dediniz; Mahir Kaynak üzerinde teyplerle, o büyük kasetlerle cuntayı deşifre etmişti. Hatta çok zor anlar yaşamış. Çok komik anlatır üzerindeki ses kayıt cihazlarını. Bakalım bu darbenin kayıtları ne zaman elimizde olacak? Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Mesela Marmaris’te oradaki yerel gazetecilerin verdiği ifadeleri okuduğunuzda görüyorsunuz, hemen otele intikal ediyorlar. Zaten bütün gazeteciler de hangi otelde kaldığını biliyor. Sözcü gazetesi öğleden sonra zaten yayınlamıştı. Gittiklerinde MİT’in teknolojik cihazını görüyorlar. Bunlar Marmaris soruşturmasında var. Meclis raporlarında var. Bir anda MİT’in bütün teknik cihazlar ile orada olduğunu görüyorlar, çok kısa sürede. 

Adem Bey, Emasya dedi. Emasya ile ilgili unutmadan bir şey aktarayım. Mesela Emasya’nın kabul edildiği yönergede askerlere bir havuç veriyorlar. Daha önce hatırlarsanız 2014 yılında MİT mensuplarına dokunulmazlık getiren Başbakan izin vermediği sürece ne yaparlarsa yapsınlar asla yargılanmayacakları garantisi var. Bu garantiyi askerlere de veriyorlar. Yani tamam her türlü şeyi yapabilirsin, neticede teröre karşı koymak merkezi bir usul. Terörle mücadelede istediğini yap asla yargılanmayacaksın gibi çok büyük bir garantiyi de koyuyorlar ki, asker MİT’e verdiğiniz bu yetkiyi bize de vermeniz lazım diye çok talep etmişti. Bunu da askere veriyorlar. Neden bunu yapıyorlar? Çünkü 15 Temmuz’da aslında çok daha büyük olaylar planlanmış. Yani güvenli bir şekilde Türkiye çok ucuz kurtuldu. 

Daha sonraki programlarda konuşacağız, binlerce insanın öleceği, uçakların düştüğü, gemileri battığı, başka kritik yerlerin bombalandığı bir senaryo bu aslında. Bunlar gerçekleşmiyor. Bunları önleyen insanlar şu an içeride. Yani düşünebiliyor musunuz? Darbeci olduğunu resmi olarak söyleyen, darbeci olduğunu bilen insanla, darbeyi engelleyen insan, ikisi de aynı örgütten mahkûm aslında. O yüzden bazıları için 15 Temmuz’da ne yaptıklarının hiçbir önemi yok. İlk zamanlarda 15 Temmuz’un çok şeytani, çok ince düşünülmüş, çok zekice bir plan olduğunu düşünürdüm ama bilgilerimiz arttıkça, okumalarımız arttıkça, haberleri gördükçe tel tel döküldü. Mahkeme olmadığı için, medya olmadığı için, özgürlük ortamı olmadığı için insanların 15 Temmuz algıları bambaşka. Özellikle şehitler üzerinden oluşturulmuş bir iklim de var. 

Türkiye’de 15 Temmuz’u vatandaşa gidip sorduğumuz zaman size söyleyeceği ilk şey şehitler, hayatını kaybeden insanlar… Ve daha sonra Marmaris bahsini uzun uzun açacağız, Erdoğan’a suikast iddiası var. İkisi de çok soru işaretleri barındıran olaylar. “Darbe olacak” söylentilerinden bahsetmiştiniz. Bu söylenti, “Cemaat darbe yapacak” şeklinde değil, “Hulusi Akar darbe yapacak” şeklindeydi. Özellikle Akar’ın darbe yapacağı söylentisi pompalandı. Çünkü bu ne demek? Emir-komuta zinciri içeresinde bir darbe demek. O yüzden 15 Temmuz’da bazılarının gerçekten Hulusi Akar darbe yapıyor diye düşünmeleri de yine o pompalama ile ilgiliydi.

O SÜREÇTE MEDYA, YARGI OLMAMASI GEREKLİYDİ

Bülent Korucu: Medyanın olmaması gerekiyordu. Aynı şekilde bağımsız sorgu yapabilecek hâkim ve savcıların olmaması gerekiyordu. Senaryoyu çürütebilecek delilleri ortaya çıkaracak, soruşturmaları tarafsız yapabilecek yargı mensupları olmaması gerekiyordu. Onun için çok mıntıka temizliği yapıldı. İşte Levent Bey dikkat çekti. Önce emniyet içerisindeki tasfiyeler bu amaçlaydı. Hâkim ve savcılara henüz daha olayın ne olduğu anlaşılmadan çıkarılan tutuklama ve görevden alma kararlarının yanında ben başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum.

Bağımsız gazetecilik yapabilecek ve bu senaryoyu didik didik edebilecek polis adliye muhabirleri de biçildi. Dikkat edin gazete yöneticileri ve yazarlardan bile daha önce polis adliye muhabirlerine yönelik işlem yapıldı. Bunun iki cephesi vardı. Birisi tabi ki Ergenekoncuların büyük bir hıncı vardı. Ama ben ikinci ayağının da güçlü olduğunu düşünüyorum. Yani bir polis adliye muhabiri refleksiyle çalışabilen biri bu senaryoyu çok daha kolay çözebilirdi. Bağımsız gazeteci olarak sosyal medyada bile 15 Temmuz’un foyasını çıkarabilirdi diye düşüyorum. Onun için tutuklanan yazarlar ve kamuoyu önünde bilinen yöneticiler dışında baktığınızda sadece polis adliye muhabirlerinin bu kıyımdan payına düşeni aldığını görüyorum. Onu da bir anekdot olarak kayıtlara geçirmek isterim. 

OLUŞTURULAN DARBE BEKLENTİSİ 

Adem Yavuz Arslan: Ben iki ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. Mikro şeyler çok önemli. Şeytan ayrıntıda gizli, özellikle bu tip dosyalarda ayrıntılar bize çok şey veriyor. 15 Temmuz’dan önce deniliyor ki “Cemaatçiler darbe yapacak”. Bu arada Levent Bey’in söylediği şeye ekleme yapayım. Aslında burada iki kampanya yürütüldü. Bir tanesi şu: TSK’nın içerisine emir-komuta içerisinde darbe yapılacak algısı pompalanırken, kamuoyuna “Cemaat darbe yapacak” algısı pompalandı. TSK içerisinde Hulusi Akar’ın kuvvet komutanlarına ve karargahta bulunan komutanlara darbe yapacağını ima ettiği görülüyor. Hatta bunu bir defasında Brüksel’de yapıyor. Yoğun bir şekilde siyasi konuşmalar yapıyor, tepkilerini ortaya koyuyor. Hatta İzmir’de savcı Okan Bato’un başlattığı soruşturmada çağrılan amiraller ve generallerle ilgili tepki gösteriyor. Orada olan birisi ile konuşmuştum dosyayı çalışırken, tepki gösteriyor ve diyor ki: “Herkes hasta raporu alsın ve kimse ifadeye gitmesin.” Tepki gösterince bunları gören herkes Akar’ın emir-komuta içerisinde müdahale edeceği söylemlerine inanıyor. TSK içerisinde çok ciddi algı çalışması yapılıyor. 

Yani mesela dönemin Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi kendisine gelen fişleme dosyalarını “Bana böyle saçma sapan şeyler getirmeyin” diye geri gönderiyor. Mesela Abidin Ünal, kendisine evrak imzalatan bir albayın ifadesinde var, diyor ki: “Bizden sürekli isim istiyorlar ama biz vermiyoruz ama yarın da yakında bunlar bizi kamyona götürürler.” Yani TSK’da bu yapılırken, kamuoyuna yönelik de Cemaat’in darbe yapacağı algısı oynanıyor. Mesela işte OdaTV’nin haberiyle, “Son çareleri darbe yapmak” gibi çok yoğun bir şekilde, havuz medyasından ve Ergenekon medyasından algı oluşturuluyor. Ama burada çok temel bir şey var, ayrıntı var o da şu: Deniliyor ki, “Cemaatçiler tasfiye edilecekleri için canhıraş 15 Temmuz’da darbeye kalkıştılar.” Yani şimdi resmi söylem bu. 

Peki, bakıyoruz Genelkurmay Çatı Davası’nın bilirkişi raporuna. Bilirkişi raporunu hazırlayan kişi kim? Personel Plan ve Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Nerim Bitlislioğlu. Bu isim Ergenekon-Balyoz davalarında sanıktı. “Yandaş” ya da Cemaat’e yakın bir ismi değil. Tuğgeneralin bilirkişi raporları diyor ki: “15 Temmuz darbe girişimine, iddiasına karışan isimlerin tamamı terfi etti.” Şimdi hani bunlar tasfiye edilecekleri için darbeye kalkışmışlardı. Adam niye darbeye kalkışsın? Zaten hepsi terfi ediyor… Ama kimse mahkemeye bakmıyor, kimse dosyalara bakmıyor. Zaten bu adam terfi etmiş. Niye darbe yapsın? Niye böyle bir şeyin içine girsin? Çünkü zaten listelerin hepsinde bunlar var. 

Şimdi bunun gibi çok fazla detay var. Hayrettin Karaman’ın fetvasını göz ardı edemeyiz. Devletin çıkarı için kardeş katline fetva veren bir ifadesi var Hayrettin Karaman’ın 15 Temmuz’dan önce… Mesela yine 15 Temmuz’dan önce 11 Haziran’da Binbaşı Serdar Yurdakul, gidiyor Topkapı Sarayı’nda darbe brifingi veriyor. Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun, 15 Temmuz’un birinci yıl dönümünde TV5 ekranında söylediği bir şey var. “Bana gelen askerler oldu, ben bunları arkadaşlarımla AKP’ye gönderdim. Üst düzey isimler arkadaşlarımızdı, onlara anlattık. Bakın böyle böyle şeyler oluyor, dinlemediler,” dedi.

DARBE İHBARCISI ‘FETÖ’DEN TUTUKLU

Peki, sonra ne oldu? Darbe ihbarını yapan muvazzaf ismi aradım, buldum. Albaymış. Şu anda ‘FETÖ’den tutuklu. Ya bu nasıl bir darbe ki bütün ihbar yapanlar ‘FETÖ’cü diye tutuklu ya da açığa alınmış? Başka bir başlıkla devam edelim. Mikro detaylar çok önemli derken şunu söylüyorum. 2006 Mayıs’ta tarihte ilk defa MİT, Akıncı üstünü incelemeye gidiyor. Akıncı Üssü komutanı Hakan Evrim’in ifadelerinde var. Diyor ki: “Bize böyle bir talep gelince şaşırdık. Ne alakası var? Niye girmek istiyorlar?” Hatta önce izin vermek istemiyorlar. Genelkurmaydan kendilerine baskı geliyor. MİT’ten kalabalık bir ekip, 80 kişi geliyor. Akıncı Üssünü inceliyor. Aynı türden inceleme TÜRKSAT’a da yapılmış. Yani bu nasıl bir şey ki 15 Temmuz’un en kritik yerlerinde, hepsinde MİT önceden keşif gezisi yapıyor. Tarihte ilk defa 2016 Mayıs’ta yapmış bunu. 

Devam edelim, mesela Ali Türkşen, işkence yaptığını ekranlarda söyleyen, Ergenekon’dan tanıdığımız isim. Yat ile Ege koylarını gezerken 15 Temmuz’dan bir gün önce tatilini kesip geri geliyor. Ne hikmetse, o Ergenekon-Balyoz davalarında rastladığımız, özellikle deniz kuvvetlerindeki generaller, albaylar 15 Temmuz akşamı çok aktif olarak sahadalar. Ankara Jandarma Genel Komutanlığı davasında gelince anlatacağım. 4 tane albay bir arabanın içerisinde darbeyi bastırmaya gidiyorlar. Ve bu adamların tamamı fişleme yapan adamlar. Onlardan bir tanesi mesela Güven Şağban. Bir diğeri, Metin Yüzbaşıoğlu şu anda adli müşavir… Mesela Mehmet Metiner televizyonda dedi ki: “Darbeden 20 gün önce bize bilgi getirdiler. Ama biz onu çok ciddiye almamıştık.” Yani bunun gibi sayısız örnek var. Mesela bakıyorsunuz, AKP teşkilatları o akşam için görevlendirilmiş, herkes hazırlanmış, her şeyi biliyorlar. 

Ankara Jandarma Genel Komutanlığı davasını açıp okuyun. O davada bir tane AKP’li kadın diyor ki: “Biz daha önceden planlandığı şekliyle falan yerde, filan saatte buluştuk.” Hâkim plandan kastettiği şeyi soruyor. O da, “İşte biz partililer olarak hazırlanmıştık böyle bir duruma,” diyor. Biraz deşince, “Zaten Türkiye’de çok darbe oluyor. O yüzden biz buna hazırlamıştık,” diyor. Bunun gibi bir sürü alt detay var. Sonuçta şöyle bir realite var. Erdoğan’ın yardımcısı Fuat Oktay 15 Temmuz sonrası verdiği bir röportajda şunu söyledi: “Biz yeni dönemin hazırlıklarına 15 Temmuz’dan 4 ay önce başlamıştık.” 15 Temmuz’dan önce hazırlıklar başladı. 15 Temmuz’dan sonraki KHK sürecini hatırlayın. Binlerce sayfa KHK çıktı. Bunların önceden yazılmış olması gerekirdi ki böyle alelacele çıkabilsin. Adam rahat bir şekilde çıkıp, “Biz 4 ay önce hazırlanmaya başlamıştık,” diyebildi.

Kimse sormadı, “Neye dayanarak 4 ay önce hazırlığa başladınız” diye. Çünkü KHK olmadan bunları yapamazsınız. KHK çıkmasının şartları belli. Bunun gibi tonla soru var sorulması gereken. Yani ilerde bunları açacağız ama yine Havuz Medyası’nın tabiriyle “büyük resme” baktığınız zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Bakın bütün verileri üst üste koyun. Üstüne deyin ki, “15 Temmuz darbe girişimidir.” Oturmuyor. Ama bütün verileri koyup, üstüne de “15 Temmuz planlı, programlı bir kumpastır ve devlet terörüdür” deyin, resim kristal gibi netleşiyor. Yani her şey böyle çok net. Deniyor ki, “MİT görevini yapmadı”. Bana göre tam tersi, MİT çok muhteşem yaptı işini 15 Temmuz’da. Öncesinde, o gün ve sonrasında bana göre muhteşem yaptı. Çünkü görev tanımını doğru yazmazsanız sırıtıyor. Görev tanımına “darbeyi engellemek” diye bakarsanız sırıtıyor. Kabak gibi ortada ama görev tanımını “darbe süsü verilmiş bir kumpasın organizasyonu” olarak verirseniz muhteşem oturan bir tablo ile karşı karşıyayız. 

Tarık Toros: 15 Temmuz’a gidilen süreçte son dakika haber verilen isimler veya son dakika alınan önlemleri, 15 Temmuz günündeki yayına bırakalım. Biz bu ilk yayında, “15 Temmuz’a Türkiye nasıl götürüldü? Son yıllarda özellikle neler yaşandı? Neler 15 Temmuz’un habercisiydi?” bunları anlamaya çalıştık, Bülent Korucu, Adem Yavuz Arslan ve Levent Kenez ile birlikte.

Bu arada atlamadan Erdoğan’ın kaldığı oteli haber yapan, Sözcü gazetesi muhabiri de sonrasında bundan yargılandı ve hapis yattı. Onu da haber verelim. Sözcü’de çıkmıştı. Ayrıca Hayrettin Karaman fetva vermiştir Cuma namazına gitmemesi konusunda. 

İlk yayını böylelikle toparlıyoruz. 15 Temmuz Konuşmalarının ilk bölümünde, 15 Temmuz’un öncü şoklarına bakmaya çalıştık. Habercilerini anlamaya çalıştık ve bunu bilgisi ile belgesi ile döneme tanıklık etmiş gazetecilerle bir saati aşan sürede konuştuk.

Bundan sonraki bölümlerde, 15 Temmuz gününü konuşacağız. O geceyi, yaşanan tuhaflıkları itibariyle günün özetini konuşacağız. Genelkurmay’a, MİT’e, Akıncı Üssüne gideceğiz. Marmaris’te Erdoğan’ın kaldığı otele gideceğiz. F-16 uçaklara bakacağız. Atatürk Havalimanı’na bakacağız. Saat saat karşılaştıracağız. Erdoğan darbeyi eniştesinden mi öğrendi? Eniştesi kimden öğrendi? MİT ne yapıyordu? Genelkurmay, Diyanet, okunan salalar, köprü… Çok detay var ve galiba en çarpıcı bölümlerden biri de ikinci bölüm olacak. 

15 Temmuz’a gideceğiz. Semih Terzi’nin sır yolculuğu, Ömer Halisdemir portresi gibi pek çok başlık var bu ikinci bölümde bakacağımız. Bu ilk bölüm bir anlamda 15 Temmuz Konuşmalarının bir hazırlık, pilot bölümüydü. Bu kadro ile birlikte 15 Temmuz gününü ele alacağımız masada ikinci bölümde buluşmak umuduyla. Hoşça kalın.

DİĞER BÖLÜMLER

https://www.tr724.com/tr724-15-temmuz-konusmalari-bolum-1/ 

https://www.tr724.com/tr724-15-temmuz-konusmalari-bolum-2/

https://www.tr724.com/tr724-15-temmuz-konusmalari-bolum-3/

https://www.tr724.com/tr724-15-temmuz-konusmalari-bolum-4/

https://www.tr724.com/tr724-15-temmuz-konusmalari-bolum-5/

https://www.tr724.com/tr724-15-temmuz-konusmalari-bolum-6/

https://www.tr724.com/15-temmuz-konusmalari-bolum-7-son/

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin