‘Darbe’ Günü | 15 Temmuz konuşmaları | Bölüm 2

Bölüm 2 | ‘Darbe’ Günü | 10 Temmuz 2020

Tr724 Yazarları Adem Yavuz Arslan, Tarık Toros, Levent Kenez, Bülent Korucu ile 15 TEMMUZ KONUŞMALARI

15 Temmuz günü yaşanan garip olaylar Genelkurmay, İstanbul Boğaz Köprüsü, Akıncı Üssü ve ülkenin diğer yerlerindeki tuhaflıklar İstanbul ve Ankara’daki düğünler Moda Deniz Kulübü ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki hareketlilikler Detayların, organizatör olarak işaret ettiği Fidan-Akar -Erdoğan üçlüsünün faaliyetleri…

İkinci bölümün tam metni

Tarık Toros: Herkese merhaba, 15 Temmuz Konuşmalarına tekrar hoş geldiniz. Bundan 4 sene öncesi, yani 15 Temmuz 2016, kimine göre darbe girişimi kimine göre kumpas kimine göre tuzak kimine göre tiyatro kimine göreyse bir dönemin kapanıp bir başka dönemin açıldığı bir tarih. 15 Temmuz 2016 gecesi, son derece meşum olaylar yaşandı. Asla tasvip edilmemesi gerekilen gelişmeler oldu. 

Görünürde bir darbe girişimi vardı. Çünkü odağında askerler bulunuyordu. Odağında Boğaz Köprüsü’nün askerlerce kapatılması vardı. Odağında tankların yürütülmesi, savaş jetlerinin uçurulması vardı. Daha doğrusu sahnede böyle bir, adeta, tatbikat seyrettik. Peki bu tatbikat bir darbe tatbikatı mıydı? Yoksa bir mizansen miydi? Sonrasında yaşanacak gelişmelere veya sonrasında kurgulanacak politikaya gerekçe üretecek bir malzeme miydi? 15 Temmuz konuşmalarında buna bakmaya, bunu anlamaya çalışıyoruz. 

Gazeteci meslektaşlarım Adem Yavuz Arslan, Bülent Korucu ve Levent Kenez ile birlikte bu ikinci bölümde, 15 Temmuz gecesine gideceğiz. İlk bölümde 15 Temmuz’un öncesinde yaşanan süreçte nelerin haberci olduğunu konuştuk. Neler 15 Temmuz’un gelmekte olduğunu gösteriyordu? Veya 15 Temmuz’a nasıl hazırlanıldı? Gerek siyasi, gerek ekonomik, gerek askerî açıdan bugün 15 Temmuz gecesine gideceğiz. 

15 Temmuz gecesi, Boğaz Köprüsü tek taraflı olarak askerlerce kapatıldı. Ve herkes, “Allah Allah bir şey oluyor, bir kalkışma var galiba” diye yerinden doğruldu. Cuma gecesi, Cuma akşamı daha doğrusu, 9 ilâ 10 sularında bir darbe girişimi harekete geçti. Fakat hemen öncesinde hemen arifesinde birkaç gün kala bazı kritik hadiseler var. Onlarla başlayacağız. Ardından 15 Temmuz gecesini saat saat irdeleyeceğiz. Adem Yavuz Arslan ile başlayalım. Çünkü 15 Temmuz’a günler kala kritik bazı toplantılar, kritik bazı görüşmeler, kritik bazı zirveler gerçekleşti. Ve belki de bu programda ilk defa duyacağınız kritik bazı anekdotları gazeteci Adem Yavuz Arslan’ın ağzından dinleyeceğiz. Adem Bey söz sizde…

15 TEMMUZ ÖNCESİ ABDULLAH GÜL’E ZİYARET

Adem Yavuz Arslan: Dün 15 Temmuz’a giden süreci toparlarken belli başlıkları koyduk. Ama süre yetmemişti, bazı bölümleri bugüne bırakmak zorunda kaldık. Onlardan bir tanesi şu: Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, gizli bir şekilde 14 Temmuz günü Marmaris’e gidip geliyor. Bu uzun süre saklandı ve kimse bu konuyu sorgulamadı. Nasıl oluyor da Hava Kuvvetleri Komutanı gizli bir şekilde İstanbul’dan Marmaris’e gidiyor ve geliyor? Kiminle ne görüşüyor? Hâlâ bu konu hakkındaki soruları Abidin Ünal cevapsız bırakıyor.

Mesela hâlen cevapsız ve gizemini koruyan bir olaya dikkat çekeceğim: 15 Temmuz’dan kısa bir süre önce bir Cumartesi akşamı, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ayazağa’daki ofisinde çalışıyor. Yaklaşık 2-3 hafta var 15 Temmuz’a. Cumartesi akşamı saat 10, herhangi bir şekilde bir programı yok. Zaten Abdullah Gül köşkten indikten sonra Erdoğan ile neredeyse hiçbir programda bir araya gelmedi. Erdoğan’ın bütün davetlerine ret cevabı gönderdi. Parti programlarına katılmadı. Yani ikilinin bir araya gelip de boy gösterdiği herhangi bir şey olmadı Abdullah Gül’ün köşkten ayrılışından sonra.

Ama 15 Temmuz’dan kısa süre önce sürpriz bir şey oldu. Saat 10 civarı, Ayazağa’da ofisinin önüne sivil bir Mercedes geldi. Kimse yok, koruma yok, önünde arkasında uzun konvoylar yok. Hani Erdoğan bir yere giderken önünde arkasında onlarca arabalı konvoylar olur ama bu kez öyle bir şey yok.

Sivil Mercedes’ten, iki sivil kıyafetli kişi indi. Biri Tayyip Erdoğan diğeri Hulusi Akar. Koruma yok, danışman yok, fotoğrafçı yok, hiç kimse yok. Belli ki bu görüşme gizli kalsın isteniyor. Korumasız ve etrafında hiç kimse olmadan Abdullah Gül’ün ofisine gidiyorlar. Tabi Abdullah Gül şaşkın… “Bayram değil, seyran değil ne oluyor?” diye düşünüyor. 

Çünkü Abdullah Gül de böyle bir ziyareti beklemiyor. Zaten bir dosya üzerinde çalışıyor danışmanları ile birlikte. Tabi gelen misafir alınıyor içeriye ve Abdullah Gül orada ekibindeki insanları, “Tamam, siz gidebilirsiniz çocuklar,” deyip gönderiyor. 

Cumartesi akşamı saat 10’da başlayan görüşme gece 2’ye kadar devam ediyor. Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve Hulusi Akar. Başka kimse yok. Ve bu görüşmede uzun süre saklandı. Hiç kimse bu görüşmenin içeriğine dair bilgi edinemedi. Aklımıza Dolmabahçe görüşmesi geliyor tabi. “Bizimle mezara gidecek” denen toplantılar bize hep Dolmabahçe görüşmesini hatırlatıyor. Acaba burada da böyle bir şey mi oldu? Tayyip Erdoğan ve Hulusi Akar, Abdullah Gül’e birtakım tekliflerle mi geldiler? Ya da ona olacak olaylar hakkında “Bunlar bunlar olacak, tepki verme” ya da “Bunlar bunlar olacak ona göre ayağını denk al” dediler mi? Bu üçlüden birinin açıklama yapması gerekiyor. Çünkü kesinlikle sıra dışı bir olay…

Tarık Toros: Ben Abdullah Gül’ün, tıpkı Tayyip Erdoğan gibi televizyonlara bağlandığını hatırlıyorum.

Adem Yavuz Arslan: Evet ama televizyonlara bağlandığı andaki görüntüyü hatırlıyorsunuz. Anormal bir gerginlik ve panik, telaş hali vardı. Yani ben bu görüşmenin 15 Temmuz’dan bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Yani, ya Abdullah Gül’e birtakım teklifler gitti ya da bir takım tehditler gitti. Onu bilmiyoruz. Bu 3 kişiden birinin açıklaması gerekiyor.

Tarık Toros: Sana katılıyorum. Abdullah Gül o gün televizyonlara bağlanan insanların içinde asker olsun, sivil olsun, politikacı olsun, benim görebildiğim kadarıyla en gergin, en öfkeli ve en yüksek perdeden, tedirgin bir tonda ve belki de hafif korkmuş bir şekilde konuşan isimdi. Net olarak gözlemlediğimiz oydu. Binali Yıldırım’dan Erdoğan’dan ve diğerlerinden farklı olarak.

ABDULLAH GÜL NEDEN PANİK İÇİNDEYDİ?

Bülent Korucu: Bir şey sormak istiyorum. Abdullah Gül ve Hulusi Akar’ı konuştuğumuzda aklımıza Kayseri geliyor. Ve benim sıkıyönetim direktifleri ya da işte yazılı dokümanlar içerisinde izah edemediğim bir ayrıntı var. O direktiflerde üç büyükşehre ve bir de Kayseri’ye atama yapılıyor. Vali atanıyor. Bu, Abdullah Gül’e ya da Hulusi Akar’a bir mesaj mı? Abdullah Gül’ün o paniğinden sanki, “Darbenin siyasi ayağı olarak beni ilan edebilirler. Aman onlar ilan etmeden ben ön alayım ve herkesten daha önce, herkesten daha yüksek sesle, herkesten daha öfkeli bir biçimde darbeyi kınayayım,” telaşı var gibiydi. Abdullah Gül görüntüsünü izlediğimde böyle yorumlamıştım. Siz ne dersiniz?

Adem Yavuz Arslan: Yani sıra dışı bir psikoloji olduğu ortada… Abdullah Gül, hepimizin bildiği, tanıdığı sakin bir siyasetçi. Yani hepimiz saatlerce röportaj yaptık, saatlerce konuştuk, sohbetler ettik. Kısacası bilmediğimiz birisinden bahsetmiyoruz. 15 Temmuz akşamı ekrana çıkan görüntü fazlasıyla şüpheli bir görüntüydü. Ama ekrana çıkan görüntüyü bir kenara koysak bile ülkenin Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı ve eski Cumhurbaşkanı sivil bir vaziyette programsız bir şekilde gecenin bir vakti bir araya gelip, dört saat oturup herhalde okeye dördüncü beklemiyorlardı. Burada bir şeyler oldu ve bu önemli bir konudur. Dolayısıyla 15 Temmuz’dan bağımsız düşünmemek gerektiği fikrindeyim. Bunu da burada not düşeyim. 15 Temmuz’a giderken taşları yerine oturtma adına önemli bir ziyaretti… Önemli bir toplantıydı. 

Maalesef hiç kimse bu toplantı hakkında açıklama yapmadı. Bu üçlüden birine şu ana kadar hiç kimse de “Bu sıra dışı toplantı neydi?” diye sormadı. Çünkü Tayyip Erdoğan biliyorsunuz “Dolmabahçe olayı benimle birlikte mezara gidecek” diyen birisiydi. Acaba burada yeni bir Dolmabahçe mutabakatı mı oldu? Ya da olacak olan tezgâhtan Abdullah Gül’ü bilgilendirip reaksiyon göstermemesi mi istendi? Ya da neyin karşılığında, ne önerildi? Ya da tehdit mi edildi? Bence bu, hâlâ büyük bir soru olarak duruyor. 15 Temmuz bağlantısını da atlamamak gerekiyor.

Levent Kenez: Herhalde o gece eskortsuz gidince çok trafikte kaldılar, bir dahaki sefere helikopteri tercih etti Hulusi Akar. Ben açıkçası Erdoğan’ın kendisini zorda bırakacak herhangi bir bilgiyi Abdullah Gül ile paylaşmış olacağı ihtimalini pek düşünmüyorum. Çünkü artık muarız oldukları, aralarının açık olduğu, Gül’ün AKP’ye dönmesini Erdoğan’ın engellediğini bildiğimiz için, ben Erdoğan’ın kendisine zarar verecek bir kozmik bilgiyi Abdullah Gül ile paylaştığına pek ihtimal vermiyorum. Ama orada tasfiyeler konuşulmuş olabilir. Yine değindiğimiz gibi bazı hareketlilikler olacak deyip onu istişare etmiş olabilirler. Ama Abdullah Gül’e yarın öbür gün kendisini zor durumda bırakacak ya da paylaşılması gerekmeyen bir bilgiyi aktardığını, ben açıkçası ihtimal dâhilinde görmüyorum.

Tarık Toros: Hatırlatalım, deşifre olan ve tarafların da kabul ettiği bir başka görüşmede, 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminden önce Abdullah Gül’ün adaylığı konuşulurken hatta CHP’nin ona muhalefetin çatı adaylığını teklif edeceği konuşulurken Hulusi Akar, İbrahim Kalın ile birlikte helikopterle hemen ofisinin yakınındaki, zannediyorum, bir askeri üsse veya alana inmişti. Ve oradan Abdullah Gül’e, ani bir ziyaret gerçekleştirmişlerdi. Abdullah Gül, o ziyaretten sonra da Cumhurbaşkanlığı adaylığını düşünmediğini açıklamıştı. Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçirme ziyaretiydi o.

Şimdi 15 Temmuz haftasına gidelim. 15 Temmuz haftasında üç tarih var ki, Özel Kuvvetler açısından önemli. 11 Temmuz, 13 Temmuz ve 14 Temmuz tarihleri… Adem Yavuz Arslan’la devam edelim. Bu tarihlerde neler oldu?

‘IŞİD SALDIRI HAZIRLIĞINDA’ İHBARI

Adem Yavuz Arslan: Dünkü bölümde de anlatmaya çalıştık. 15 Temmuz’a giderken kamuoyuna, “Cemaat darbe yapacak” beklentisi pompalanırken ordunun içerisine de yoğun bir şekilde “Emir-komuta içerisinde bir darbe” beklentisi oluşturuldu. Özellikle Jandarmanın, Kara Kuvvetleri’nin, Hava Kuvvetleri’nin Hulusi Akar ile yaptığı toplantılar biliniyor… Hulusi Akar’dan yapılan aktarımlar var… Ordu içerisinde çok ciddi bir beklenti oldu. Buna paralel olarak çok yoğun bir şekilde terör saldırıları vardı. İlk bölümde detaylı anlattık. O dönem ve sonrasında bıçak gibi kesilen bu saldırılarda 300’den fazla sivil vatandaş hayatını kaybetti. Düşünün İstanbul’da, Atatürk Havalimanında saldırılar oldu. Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri’nin yakınında, Merasim Sokakta patlama yapıldı. Onlarca insan hayatını kaybetti. 

Türkiye diken üstünde, yoğun terör saldırıları var ve tüm Türkiye’de askeri birlikler alarm vaziyetinde. Üstüne üstlük 4 Temmuz’da MİT’ten yine böyle çok önemli bir ihbar geliyor. İstihbarat raporuna göre IŞİD yeni bir saldırı hazırlığı içerisindeydi. “Neler olabilir?” kısmında, 15 Temmuz akşamında karşımıza çıkacak her nokta var. Boğaz Köprüsüne saldırıdan tutun, askeri birliklere operasyona kadar ya da Genelkurmay’a saldırıya kadar MİT’in gönderdiği ihbar var. Tarihleri önemli, 4 Temmuz.

Levent Kenez: Donanmada bile etkisi olan bir ihbar. Gemilerle ilgili durumlar da işin içinde…

Adem Yavuz Arslan: 15 Temmuz akşamı için hazırlanmış bir ihbar. Adeta “adrese teslim” bir ihbar gönderiyor MİT. Ve ihbarı okuyan herkes alarm vaziyetine geçiyor. Çünkü çok ciddi ihtarlar var. Daha İstanbul Havalimanında yeni saldırı olmuş, Ankara’da bir sürü patlama olmuş. Yani insanlar zihnen hazır zaten öyle bir saldırı atmosferine. Tam böyle bir ortamda 11 Temmuz günü, Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı – düşünün MİT’ten ihbar daha bir hafta önce gelmiş – Albay Ümit Bak’a talimat veriyor. Diyor ki: “Bir Konvansiyonel Olmayan Harekât (KOH) tatbikatı için hazırlanın.”

Bunun için çok güvendiği ekiplerden bir birim oluşturmasını istiyor. Çünkü bir sürü terör saldırısı var. Tabii böyle bir ihbarı sorgulama şansı yok askerin de. Komutandan gelen bir emir bu ve emir de deniliyor ki: “Konvansiyonel Olmayan Harekât gizli kalacak, sadece bilmesi gerekenler bilecek.” Askerlikte “bilmesi gereken prensibi” diye bir şey var. Bunun sadece bu görevle ilgili olanların bileceği, hiç kimsenin etrafıyla bilgi paylaşmayacağı bir görev olduğu söyleniyor. 11 Temmuz’da bu emir geliyor. Hatırlanacağı gibi 15 Temmuz akşamı öldürülen Tuğgeneral Semih Terzi de, Marmaris’e Erdoğan’ı almaya gittiği iddia edilen Tuğgeneral Gökhan Sönmezateş’e 11 Temmuz’da aktarıyor bu tatbikatı. Yani 11 Temmuz, aslında düğmeye basıldığı tarih.

13 Temmuz’da Albay Fırat Alakuş’a görev veriliyor. Genelkurmay baskınına giden timin başındaki albay 33 kişilik bir tim oluşturuyor. Mahkemede verdikleri ifadeye göre aynı zamanda şaşkınlar çünkü ne yapacaklarını da bilmiyorlar. Ne oluyor? Yani, bir yerde de operasyon mu var? Saldırı mı bekleniyor? Onlara deniliyor ki, Genelkurmay saldırıya uğrayabilir, desteğe gidilecek. 13’ünde Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda Zekai Aksakallı – o dönemki Özel Kuvvetler Komutanı sıfatıyla – bir toplantı esnasında hem Ümit Bakan’a hem Fırat Alakuş’a hem de diğer görevli askerlere, “Siz hazırlıklarınıza devam edin” diyor. Sanık askerlerin ifadelerine göre Aksakallı’nın “Siz devam edin,” demesi KOH ile ilgili şüpheleri gideriyor.

Bir de Cuma gününün özel bir anlamı var. 15 Temmuz’dan geriye doğru taradım. 52 haftanın 30 küsur haftasında cuma günü operasyon yapmış hava kuvvetleri. Yani cuma günü operasyona çıkmak neredeyse rutine binmiş. Hatta 15 Temmuz’dan önceki 4 haftanın 3’ünde operasyon var. Bunlar niye önemli? Talimat geldiğinde asker zaten hazır, “Bu bizim için rutin” diye bakıyor.

14 TEMMUZ’DA YAŞANAN SIRA DIŞI OLAYLAR

Şimdi 14 Temmuz’a gelelim. Görev emri verildi, tim oluşturuldu, hazırlıklar tamam. 14 Temmuz’da en sıra dışı şey oluyor. Çok önemli. Öncesinde şu var: 14 Temmuz’da yaşanan sıra dışı şeyleri biz nerede öğrendik? Duruşmalar başladıktan sonra bir sanığın savunmasında öğrendik. Neredeyse 1 sene sonra… Bakın en hayati konuyu MİT müsteşarı sakladı, Özel Kuvvetler Komutanı sakladı. Hiçbirinin ifadesinde yoktu bu 14 Temmuz. 14 Temmuz’u biz yargılamalar başladıktan sonra bir ifadede gördük. Ne oldu 14 Temmuz’da? Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda, ihtisas kursu mezuniyet töreni var. Sıradan bir iş. Yani her dönem olan bir iş. Normalde Cuma günü yapılır bu törenler ancak ilk kez perşembeye yani 14’üne çekiliyor. Hiçbir gerekçe gösterilmeden. Ve deniliyor ki, buna Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı da gelecek. Sıra dışı bir olay daha. Zaten askerin kafasında soru işaretleri var. Ardı ardına terör saldırıları olmuş, MİT’ten ihbarlar geliyor. Özel bir birlik oluşturulması isteniyor. Bir de 15’indeki tören 14’üne çekiliyor. Tören esnasında ne oluyor? Genelkurmay Başkanı geliyor. MİT müsteşarı geliyor. Genelkurmay 2. Başkanı orada. Özel Kuvvetler Komutanı var. 

Asıl şüpheli hareketler yemek esnasında oluyor. Daha doğrusu törenin içerisinde oluyor. Tören yapılıyor, ardından Genelkurmay Başkanı ile MİT müsteşarı bir köşeye çekiliyor. Sorarsan Yüksek Askerî Şura’yı (YAŞ) görüştük diyorlar ki, büyük bir yalandan başka bir şey değil. Çünkü YAŞ böyle görüşülmez, teknik bir konudur. Ekipler hazırdır, sunumlar yapılır vs. Bir de şu var, orada olanların ifadelerine göre de yanlarına hiç kimseyi yaklaştırmıyorlar. 

Genelkurmay Başkanı ve MİT müsteşarı 4 saat görüşüyor. Arkasından Genelkurmay Başkanı ayrılıyor. Özel Kuvvetler Komutanı ile MİT müsteşarı bir yolda, etraflarında kimse olmadan yürüyorlar. 1 saat kadar bir şeyleri istişare ediyorlar. Ve bütün bunlardan sonra hiçbir şey olmamış gibi gece yarısında ayrılıyorlar. Zaten ertesi gün 15 Temmuz süreci başlıyor.

Biz bu MİT müsteşarının, Genelkurmay Başkanı ve Özel Kuvvetler Komutanı ile olan görüşmelerini bir sanığın ifadelerinden öğreniyoruz. Hiç kimse bahsetmedi böyle bir görüşme olduğundan. Yani bir gün önce bunları görüşüyorsun, darbe ihbarı veya darbeyle ilgili ilk hareketi gördüğünde “Aaa darbe mı oluyor?” falan diyorsun. Buna kargalar bile gülmez… Zaten bu 4 saatlik toplantı, 1 saatlik yürüyüş vesaire üzeri kapatılan, gizlenen Zekai Aksakallı’nın, Hulusi Akar’ın ve Hakan Fidan’ın hakkında hiç konuşmadığı görüşmeler. Bir bakıma son rötuşların yapıldığı toplantılar.

6,000 POLİS DOĞUDAN ANKARA’YA NASIL TAŞINDI?

Tarık Toros: 15 Temmuz Cuma’ya geçelim. Önemli detaylar aktardın 15 Temmuz haftasına dair. Özellikle Özel Kuvvetlerdeki görüşmelere dair. Hakan Fidan’la, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, 14 Temmuz gecesi Özel Kuvvetlerde bir araya geldiler. Ama saatler sonra bu defa Hakan Fidan Genelkurmay’a gidecekti ve o meşhur “Bir hareketlenme var, bize bir ihbar geldi” ziyaretini gerçekleştirecekti. Bu noktada Bülent Korucu’ya dönelim. 15 Temmuz’da, Cuma öğlen saatleri ve sonrasına gidelim…

Adem Yavuz Arslan: Başlamadan bir şey söyleyeyim mi? Erdoğan, o gün Cuma’ya gitmemişti onu hatırladım.

Levent Kenez: Rastlantılardan bahsediyorsak, o gün emniyetin operasyonu var. 1,500 kişi ile IŞİD’e operasyon yapacaklarmış. Aynı zamanda Huzur Operasyonu yapacaklar yine 5,000 polisle. Ayrıca diğer 5,000 polisi de her an çağırılacak gibi göreve davet ediyorlar. Bu da emniyetin hazırlığıydı. Not etmiş olalım. 

Adem Yavuz Arslan: Laf lafı açıyor Levent Bey, orada bir şey söyleyeceğim. Meclis Araştırma Komisyonu’nda, Celalettin Lekesiz’in ifadesi var. 6,000 civarı polisi, bir buçuk saat içerisinde Güneydoğu’dan Ankara’ya taşıdıklarını anlatıyor. Bu kadar insanı havalimanlarına toplayıp uçakla taşıyıp görev yerlerine götürmeyi planladıysanız, bizim ülke olarak çoktan uzayda koloni kurmamız lazımdı. Yani böyle bir organizasyonu son dakikada, hani aklınıza esti de mi yaptınız? Her şeyin çok iyi hazırlandığının bir başka işareti bu da.

Bülent Korucu: AKP’lilerin sihirli bir cümlesi var biliyorsun. “Allah’ın lütfu” deyince bütün bu tuhaflıkları bir şekilde izah edebiliyorlar. Mustafa Çalışkan, meclis oturumunda bu hazırlıkları benzer cümlelerle ifade etmişti. İstanbul Milletvekili Ravza Kavakçı Kan halkın sanki bir görünmez el tarafından organize ediliyor olmasını o şekilde izah etmişti. Vasip Şahin, İstanbul Valisi de bunu onaylayıcı şeyler söylemişti. Yani baktığınızda gerçekten gizli bir elin o gün devrede olduğunu ve hem sivil unsurları, hem askeri unsurları, hem de polisi bir şekilde koordine ettiğini görüyoruz.

DÖNÜM NOKTASI: MİT’E GELEN İHBAR

Şimdi gelelim, 15 Temmuz Cuma gününün en önemli satır başlarından ve dönüm noktalarından birine. 14.10, 14.30 civarlarında Kara Kuvvetleri Havacılık Okulundan bir binbaşı geliyor ve MİT’e bir ihbarda bulunuyor. O gece helikopter ile MİT yerleşkesini basıp Hakan Fidan’ı enterne edeceklerini ifade ediyor, detaylarını da anlatıyor. Akabinde MİT müsteşarı, yardımcıları ile toplantı yapıyor. Sonra genelkurmay başkanını arıyor ve Genelkurmay Karargahına yardımcısını gönderiyor. Burada işte bir tuhaflık var. Dünyanın hiçbir yerinde bir ülkenin istihbarat başkanını, yerleşkeyi basarak, 3 askeri helikopter ile enterne ettiğinizde, ya acaba ne olacak, amaç ne, diye kimse düşünmez. Direk bunun adını koyarlar, ki ihbarcı onların işlerini kolaylaştırmak için adını da koymuş. Direk “darbe” demiş. İfadesinde “Darbe, diye söyledim bu cümleyi de kurdum” diyor. Bu cümleyi kayıt altına aldığı için, tutanaklara geçirdiği için, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak tenzili rütbe yedi biliyorsunuz. Birkaç ay kızakta bekledi. Sonra bir kısım ortak dostlar devreye girdikten sonra Yargıtay Üyesi olarak tekrar iade-i itibar yapıldı. Ama o kızak görevinin sebebi olarak, tutanaklara böyle bazı tehlikeli bilgiler yazması gösteriliyordu. Bunlardan biri ve birincisi ihbarcının darbe ifadesini tutanaklara geçmiş olmasaydı.

Adem Yavuz Arslan: Ayrıca ihbarcının ifadesi de hiçbir iddianameye girmedi, kendisi hiçbir mahkemeye çağrılmadı.

Bülent Korucu: Darbeden sonra MİT’te görevlendirildiği söyleniyor ama büyük ihtimalle darbeden önce de orada olabilir. Fakat çizdiği profil çok kolaylıkla çözülebilecek bir profil. Hulusi Akar’ın, Hakan Fidan’ın durumunda olduğu gibi, bir mahkemeye çıkıp birileri ile yüzleşme riskiyle karşı karşıya bırakılmadı hiçbir zaman. Çünkü böyle bir riskle karşı karşıya kalsa, kendine dönebilirdi o ifade. Ben o ifadeyi okuduğum zaman karşıma çıkan birkaç noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Mesele o kişi “Ben 2014’te Cemaat’ten koptum, onların hain olduğunu, onların bu ülkeyi sevmediğini anladım. Rest çektim ve artık onların hiçbir şekilde hiçbir davetini kabul etmedim,” diyor. 

Hatta ileriye gidiyor diyor ki: “2015-2016’da yurtdışı görevim çıktı. Yurtdışı kursum çıktı. Bunlar beni tekrar kafalamak için bu kursları, bu bursları ayarladılar, diye düşündüm. O kursa bile gitmedim. O kadar onlarla iletişimi koparmıştım.” Sonra iddiasına göre 15 Temmuz günü onu Cemaat’ten başka bir binbaşı arabasına alıyor. Ve diyor ki: “Bu gece çok kan dökülecek. Üç helikopterle Hakan Fidan’ı almaya gideceğiz ve sen de görevlisin.”

‘ÖYLE SALAK BİR ÖRGÜT Kİ…’

Öyle salak bir organizasyon, öyle salak bir örgüt ki kendisine hain nazarıyla bakan ve 3 yıl önce irtibatını koparmış, sırf onların ağına düşmemek için yurtdışı görevlerini bile elinin tersiyle itmiş bir adama, 15 Temmuz’un en kritik görevini veriyor. MİT yerleşkesini basacak ve MİT müsteşarını enterne edecek ekibin içinde görev veriyor. Şimdi bu tuhaflığa o ihbarcı kişi de şaşırmış olacak ki ifadesinde şöyle aktarıyor: “Ankara içerisinde bu helikopteri kullanan 100’e yakın helikopter pilotu var. Beni bu önemli görev için neden seçtiler, onu bir türlü anlamış değilim. Kendilerinden olduğunu düşündüğüm personelin bir kısmını çağırmamışlar. Kendilerinden olanları sakladıkları için onları göreve çağırmadıklarını düşünüyorum.”

Şimdi bu saçma tezi bazı savcılar da benzer cümlelerle kullanıyor. Mesela İstanbul’da bir savcı, 47 tane Cemaatçi subay tespit ediyor. Ama sadece iki tanesi o gün sahada. Güya geriye kalan 45 kişiyi daha önemli bir görev için saklamışlar. Daha önemli görev ne olabilir? İhbarcının ifadesiyle, MİT müsteşarını almaya gideceksiniz… Kendilerinden olan çok iyi yetişmiş, çok güvendikleri adamları saklıyorlar. Ama “Cemaate hain nazarıyla bakan, 3 yıl önce resti çekmiş gitmiş” bir pilotu görevlendiriyorlar. 

Şimdi bu tuhaflıkları alt alta koyduğumuzda şunu dememiz lazım: Bu adam ister gerçekten samimi bir ihbarcı olsun, ister MİT’in görevlendirdiği ve senaryonun bir parçası olarak monte ettiği bir adam olsun… Ortada söylenmiş bir şey var. Bazı tedbirler alınacak, bu kaçınılmaz. Tedbir almış gibi davranmaları gerekiyor ki, Hulusi Akar’ı ve MİT müsteşarını bir şekilde kurtarabilsinler. Alınmış gibi gösterilecek tedbirler için de böyle bir ihbar kurgusu yapıyorlar diye düşünüyorum. Benim kanaatim bu…

DARBE İHBARININ HİKÂYEDEKİ YERİ

Tarık Toros: Bu ihbar beklenmedik bir ihbar mıydı? MİT’in ya da Genelkurmay’ın beklemediği, kendiliğinden olan bir ihbar mıydı? Bir işgüzarın ihbarı mıydı, yoksa hikâyenin içinde miydi?

Bülent Korucu: Hikayenin içinde olduğunu düşünüyorum. Mahkemelerde sık kullanılan bir ifade var ya, “Hayatın olağan akışına uygun değil,” diye, işte ihbarcının profili de böyle bir işte görevlendirilmeye müsait değil. Zaten aslında böyle bir işin kimler tarafından nasıl organize edildiği ve ne pahasına organize edildiğini ayrıca tartışacağız. MİT müsteşarı, Genelkurmay’dan elini kolunu sallayarak çıkıyor. Normal şartlarda onu 3 helikopterle, MİT binasını basarak ele geçirmeyi göze almış insanların arasında kıymetli bir misafir olarak karşılanıyor ve gönderiliyor. 

İhbarın sahici bir ihbar olduğunu düşünmüyorum ben. İhbarın, Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın “bir kısım tedbirler aldık” senaryosunu, hikâyenin o bölümünü tamamlayabilmek için monte edilmiş bir kurgu ihbar olduğunu düşünüyorum. Çünkü ihbar geldikten sonra, mesela İçişleri Bakanına söylemiyor Hakan Fidan. Normal şartlarda ülke içerisinde bir asayiş, bir güvenlik sorunu ortaya çıkacaksa birinci muhatabınız bakan. Yine Başbakan’a niye söylemedin? Cumhurbaşkanına niye söylemedin, diye soruyoruz ya. Onlar da doğru soru ama daha önemli bir soru, İçişleri Bakanına niye söylemedin? İçişleri Bakanı, kendi ifadesiyle, Hakan Fidan’ı 23.00’da aramaya çalışıyor. Yani her şey olmuş zaten, televizyonlar canlı yayına geçmiş. İçişleri Bakanını o saatte aramanın bir faydası yok ki. Emniyet Genel Müdürünün Meclis’teki ifadelerinden anlıyoruz ki, olay patlak verdikten sonra duyuyor o da, onun da haberi yok. Jandarma Genel Komutanının haberi yok. 

Bunları niye söylüyorum diğer komutanların yerine? Çünkü bunlar kolluk gücü, ülkedeki herhangi bir asayiş olayında müdahale etmesi gereken silahlı birimleri komuta eden isimler. Emniyet Genel Müdürü, Jandarma Genel Komutanı, İçişleri Bakanı. Şimdi bunlara ulaştırılmamış bir ihbardan bahsediyoruz.

Sonra Hakan Fidan’ın Genelkurmay’a gelmesi, geçirdiği saatler Genelkurmay’dan ayrılması var. Mesela Genelkurmay’dan 20.22 saatinde ayrılıyor. Tam olarak iddianamelerde, mahkeme kayıtlarına geçen saat. 20.22’de Hakan Fidan çıkıyor ve Fırat Alakuş’un komuta ettiği ekibe, 20.23’te Genelkurmay’a gelebilirsiniz emri gidiyor ve onlar Genelkurmay’a doğru yola çıkıyorlar. Yani Hakan Fidan’ı gerçekten enterne etmek istiyorlarsa darbeciler – ki iddianamelere göre Genelkurmay karargâhında, Hakan Fidan’ı yolcu eden üsteğmen kadın subay da dahil olmak üzere yüzde 95’i darbeci –ayaklarına kadar gelmiş bu fırsatı kaçırır mı? Kuşu yakalamayı düşünmezler mi? Korgeneral var aralarında, hepsi kurmay subay. Ama ayaklarına kadar gelmiş kuşu yakalamıyorlar. Tam tersine daha riskli bir şeyi sürdürmeye karar veriyorlar. Helikopterle MİT yerleşkesini basıp, Hakan Fidan’ı alma senaryosuna devam ettiklerini düşünmemizi istiyorlar. Ben şahsen bunu düşünmenin çok akla uygun olduğu kanaatinde değilim.

GENELKURMAY’DAN AYRILDIKTAN 1 DAKİKA SONRA

Tarık Toros: Yani Hakan Fidan kendi ayaklarıyla gidip birkaç saat zaman geçiriyor o akşam Genelkurmay’da. Oradan ayrıldıktan hemen sonra Genelkurmay’ı basma emri çıkıyor.

Bülent Korucu: 1 dakika sonra…

Tarık Toros: Evet, 1 dakika sonra. Akla Erdoğan’ın kaldığı otelden ayrılmasından sonra otelin basılması geliyor. Marmaris safahatına bir ya da iki bölüm sonra geleceğiz. Orası apayrı bir hikâye çünkü.

Bu arada Erdoğan’a bilgi gidip gitmediğine dair hiçbir veriyi yok. Acaba bir şifreli telefonla Erdoğan’a talimat veriliyor mu, verilmiyor mu? Bilgileri bir kanaldan alıyor mu, almıyor mu? Bu konuda herhangi bir veri şu ana kadar çıkmadı. Ama Erdoğan’ın darbe bilgisini veya kalkışma bilgisini eniştesinden öğrendiği bilgisi, hangi saatte olduğu her defasında farklı şekilde ifade edilse de, kendi ağzından çıktı.

Levent Kenez ile de devam edebiliriz bu noktada. Genelkurmay’la ilgili her görüntü dışarıya yansımadı, her fotoğraf yansımadı belki ama Hulusi Akar, karargâhta bulunuyor ve o ilk birkaç saat boyunca da erişilebilir durumda. Hatta kendisi de orduya erişebilir durumda. Bir takım emirler yayınlıyor mesela. Hakan Fidan ile görüşüyor. Yine AKP milletvekili Şirin Ünal gelip gidiyor. Görüşmeler yapıyor, temaslar yapıyor, emirlerinin başında, karargâhın başında, direktifler, talimatlar veriyor. Böyle bir durum için siz ne söylersiniz?

Bu Hakan Fidan’ın Genelkurmay’dan çıkış rahatlığı ve hemen arkasından bir dakika içinde, Bülent Korucu hatırlattı, Genelkurmay’a baskın emri veriliyor. Yani Genelkurmay binası basıldığında Hakan Fidan’ın orada olmaması hesap ediliyor. Ya da rastlantı diyeceğiz buna. Aslında daha önce basacaklardı fakat Hakan Fidan’a denk gelmedi öyle de düşünülebilir mi?

‘DIŞARIDAN BİR SALDIRIYA HAZIRLIĞINIZ VAR MI?’

Levent Kenez: Şimdi Hakan Fidan’ın Genelkurmay’dan çıkarkenki rahatlığıyla başlayıp 15 Temmuz günü bütün aktörlerin ne kadar da rahat olduğunu, eğer vakit kalırsa bu oturumda anlatmak istiyorum. Önemli bir görüşmesi var Hakan Fidan’ın. Genelkurmay’a geldiğinde toplantılara katılıyor. Bu, Yaşar Güler’in ifadesinde var, teyit edilmiş. Saat 19.00 civarı Muhsin Köse’yi arıyor, Yaşar Güler. Muhsin Köse kim? Erdoğan’ın gölgesi gibi hemen hemen bütün fotoğraflarda olan biri. Koruma müdürü. Marmaris’te Erdoğan ailesi ile beraber, Berat Albayrak ile beraber tekne turundalar. Otel sahibi de var. Köse’ye bir telefon geliyor. Arayan Hakan Fidan, Cumhurbaşkanı ile görüşmek istediğini söylüyor. Yaşar Güler duymuyor ama konuşamayacağını anlıyoruz. Daha sonra Muhsin Köse’ye sorduğu bir soru var: “Dışarıdan gelen bir saldırıya göre yeteri kadar adamın, silahın, gücün var mı?” Soru bu. Yani Muhsin Köse’ye bir saldırı olacağı ihbarında bulunuyor aslında. Gelen cevabı yine duymuyoruz. Yaşar Güler duymadığını söylüyor. “Tamam, kolay gelsin,” deyip kapatıyorlar. 

Bu kadar basit yani. Sanki MİT müsteşarı her hafta Muhsin Köse’yi arayıp bu tür konuşmalar yaparmış gibi, çok normal bir konuşma gibi, “kolay gelsin” deyip kapatıyorlar. Şimdi bu konuşmanın absürtlüğünü koyalım bir kenara. Şunu konuşmamız lazım: Eğer 19.00’da Erdoğan’ın koruma müdürü böyle bir saldırı ihbarı aldıysa, ne olduğunu neden hiç sormuyor? “Darbe mi oluyor, kim saldıracak, nereden gidecekler?” Özellikle Marmaris faslında çok ayrıntılı konuşacağız. Orada Aksaz Askeri Üssü var. Yani donanmanın en güçlü üslerinden bir tanesi orada. Bir de nasıl bir saldırı geldiğini bilmiyorsun. Helikopterle mi gelecekler? Uçakla mı? Füze mi atacaklar? Muhsin Köse, saat 19’da bu ihbarı alıyor. Peki, siz koruma müdürüsünüz, çok önemli bir ihbar aldınız. Bu o kadar önemli bir şey ki… Ne yaparsınız? Mutlaka Cumhurbaşkanına iletirseniz. Eğer uyuyorsa kaldırırsınız, işte duşta ise çıkartırsınız, tuvalette ise kapısında beklersiniz. Saat 19.00’da…

Adem Yavuz Arslan: Ama torununa Kur’an öğretiyordu o yüzden bölemedi biliyorsunuz.

Levent Kenez: Kur’an biraz daha geç saatte. Darbe bile olsa Kur’an öğretecek kadar hassas ama Cuma’ya gitmeyecek kadar da seferi… Resmi söylemde bütün anlatılanları, yerel aktörlerin resmi ifadelerini kabul ettiğimizde, saat 19.00 civarında bu ihbarı almış olması lazım Cumhurbaşkanının. Ama ısrarla bir enişte desteği var. Çok farklı yerlerde, çok farklı röportajlarında bu söylemini hiç değiştirmedi. 4’te dedi önce. Halbuki 4’te söylemiş olması mümkün değil. 8.30’da, 9.00’da, 9.30’da dedi ama ısrarla eniştesinden öğrendiği söylemini değiştirmedi. Görüyoruz ki Hakan Fidan bir şekilde Cumhurbaşkanına ulaşmaya çalışıyor. Erdoğan o gün, Hakan Fidan’a ulaşamadığını da ifade etmişti birkaç canlı yayında 15 Temmuz’dan sonra. 

Saat 19.00’ın ne özelliği var? 19’da Hulusi Akar da müsait. Yani bu ihbarı alan Muhsin Köse koşa koşa gitse 5 dakikada Erdoğan’ın yanına varsa 19.05’te hem Hakan Fidan’a, Hulusi Akar’a, hem de ulaşabildiği herkese söyleyebilir. Bu yapılmıyor. Veyahut da aralarında hiçbir iletişim olmadığını duyuyoruz. Erdoğan defalarca Hakan Fidan’a çok geç ulaştığını söyledi. Bu garipliği de not etmemiz lazım.

DEĞİŞEN İFADELER, DEĞİŞTİRİLEN SAATLER

Adem Yavuz Arslan: Burada hemen bir katkı yapayım. Erdoğan’ın kaldığı otelin sahibi Serkan Yazıcı’nın ifadelerinde bir çelişki var. Serkan Yazıcı, 17.00 civarında Muhsin Köse ile birlikte olduğunu, bir telefon geldiğini, telefondan sonra Muhsin Köse’nin villaya girdiğini söylüyor. Ama daha sonra ifadesini değiştiriyor, bunu 21.30’a çekiyor. 17.00 ile 21.30 arasında ciddi fark var. Yani bütün 15 Temmuz sorgulamalarında, ifadelerinde, mahkemelerinde net olan bir şey var: İfadeler duruma göre değiştiriliyor. Sadece Erdoğan 4 defa saat değiştirmedi. Serkan Yazıcı’nın ifadeleri de değişti, Hulusi Akar’ın ifadeleri de değişti. Bunu da ilerleyen bölümlerde anlatacağım.

Bülent Korucu: Abidin Ünal’ın ifadeleri de değişti. 

Adem Yavuz Arslan: İfadeler değişiyor. Mesela Abidin Ünal dediniz. Abidin Ünal, 21.30’da darbeye dair bilgi aldığını söylüyor önce. Daha sonraki ifadesinde 19.06’da ilk hava sahası kapanma bilgisini aldığını söylüyor.

Şunu ifade etmek lazım: Bir önceki programda dedim ya, eğer bir duvara 15 Temmuz yazıp bütün verileri altına yazsanız karşınıza çıkan tablo darbeden başka her şeye benziyor. Hani dedektif filmlerinde vardır ya bir sürü fotoğrafı koyarsın, bağlantıları yaparsın vs… Üst tarafa “darbe” yazarsan karşına tam bir kakofoni çıkıyor, saçma sapan durum ortaya çıkıyor. Ama üst tarafa “planlı istihbarat operasyonu” yazar, altına bunları sıralarsanız karşınıza net bir tablo çıkıyor. 

Okan Kocakurt’un MİT’e çalıştığını, görev yaptığı askeri birlikteki herkes biliyor. Son 2 yılı MİT’te geçmiş zaten adamın. Ve böyle kritik bir görevin ona verildiği söyleniyor. Onun misyonu darbe panikle gece 3’ten 8’e çekildi senaryosunun hayata geçirilebilmesi için ihbarda bulunmak. Zaten ihbar, büyük senaryonun bir parçası olarak hayata geçmiş. Gerçek bir ihbar değil. Komik olan şeylerden bir tanesi de şu: Daha sonra KHK ile attılar. Sonra fark ettiler, geri aldılar. Yani KHK’nın da böyle bir matraklığı var. Sonra ne oluyor? Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanlığı makamına gidiyor. Bir kere size saldırı yapacak yere gider misiniz? Yani ihbar sonrası kalkıyorsunuz, elinizi kolunuzu sallaya sallaya gidiyorsunuz… Bu detay niye önemli? Abdulkadir Selvi’nin kitabında gördük. Hakan Fidan korumasız gidiyor, telefonunu yanına almıyor, arabada bırakıyor. Yani bu kadar hayati bir konuyu görüşmeye gidiyorsunuz ama cep telefonunuzu arabada bırakıyorsunuz!

KUMPASLAR SÜPER, DARBE REZALET!

Levent Kenez: Selvi, “her zaman yaptığı gibi telefonunu arabada bıraktı” diye açıklama getiriyor. Ona bir not düşmüşler.

Adem Bey, Marmaris bahsinde ayrıntılı konuşacağız bunları ama Serkan Yazıcı’nın ifadesinde, beraber otele döndüklerinde orada çok büyük bir hareketlenmenin olduğunu, korumaların çok büyük panik içinde olduğunu, yani aslında bu haberin koruma ekiplerine bir şekilde uçtuğunu okuduk. Meclis Darbe Araştırma Komisyonu Marmaris’e gitmişti. Orada çok uzun, ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Bunları ileriki bölümlerde konuşacağız.

Hadi Hakan Fidan, kaçırılma ihtimalini bilerek Genelkurmay’a geldi. Bir ahmaklık etti diyelim. Ama darbeciler de ahmak, yakalayacakları adam ellerine gelmiş ve bırakıp gitmesine müsaade ediyorlar. Ben de hemen şunu düşünüyorum: Yani Cemaat ile alakalı, Balyoz, Ayışığı, Yakamoz, Oraj, Balyoz bir sürü kumpası kurduğunu söylüyorlar. Yani bu Cemaat öyle bir Cemaat ki kurduğu kumpaslar on numara beş yıldız. Ama yaptığı darbe rezalet! Böyle de bir durum var.

Tarık Toros: Devam edelim ama burada şunun altını çizmek lazım. Herkesin bir öyküsü vardır. Bu öyküler değişiyor zamanla. Araya girmiş oldum. Benim de o geceye ilişkin bir öyküm var. Bu öykü, yaşanmış bir öykü olduğu için ve yazıp çizdiğimi genelde anlattığım için de değişmiyor. 15 Temmuz akşamı evde uzanmış, uyukluyordum. Eşim geldi dedi ki: “Kalk kalk, bir şeyler oluyor.” Ne oldu, diye kalktım. İngiltere saati ile 9.30 civarı, Türkiye saati ile de herhalde 11.00 filan olsa gerek. Eşim dedi ki, Boğaz Köprüsünü kapatmış askerler, bir şeyler oluyor. Twitter’da bir şeyler dönüyor, öyle kalktım. Ben de Twitter’a ve anlık gelişmelere bakmaya başladım. Şimdi bunun ne saati değişir, ne haber aldığım kişi, ne de öykü değişir. Ne de öykünün önüne arkasına bir şey eklerim. Yıllar içinde bana 15 Temmuz’u nasıl öğrendin diye sorduklarında, hep aynı şeyi söylerim. 

Fakat orada saatler değişiyor, isimler değişiyor ve bu durum akla şunu getiriyor. Esasında anlatılanlar gerçek değil. Çünkü öykü gerçekse her defasında aynı şey söylemeniz gerekir. Saatte bir şaşırma olmaz, haberi aldığınız kişide bir şaşırma olmaz. Ama hikayenizin her defasında öznesi değişiyorsa, zamanı değişiyorsa, biçimi değişiyorsa, o durum ister istemez kuşkuyu da beraberinde getirir.

‘GÜÇLÜ HAFIZANIZ YOKSA, BÜYÜK YALAN SÖYLEMEYİN’

Adem Yavuz Arslan: Bu bölümü açmışken söyleyeyim. Çok beylik bir laftır: “Güçlü bir hafızanız yoksa büyük yalanlar söylemeyin,” derler. 15 Temmuz’da yaşananlara dair bazı AKP’liler, sürekli yalanlar söylediler. Hafızalarında demek ki sorun var. Hakan Fidan ile Akar’ın arasındaki görüşme mesela. Bunu bir komedi filmi diye çeksen herhalde senaryo bir yerde patlar. Düşünün telefonunu yanına almıyorsun, makamına çıkıyorsun, Genelkurmay başkanıyla oturuyorsun… Diyorsun ki, işte bir arayayım ben komutanımızı… Genelkurmay Başkanı iki dakikada bu darbeyi bitirebilir. İki dakikalık iş. Tek cümlelik bir emir yayınlayacak. Saat 17.00 itibariyle bitebilir. Yapmıyor. Komutanları aramıyor, hiçbir kuvvet komutanı diğerini aramıyor.

Bakın bütün bunları o az önce anlattığım hayali tablo gibi düşünün. Komutanlar kendi aralarında o gün akşam hiç görüşmeyecekler. Eylem planı içerisinde var. Hiçbir şekilde görüşmüyorlar. Akar hiçbir kuvvet komutanını aramıyor. Ne yapıyor? Saat 19.00’dan önce, “19” ifadesi önemli orada, “19.00’dan önce mutlaka Kara Havacılık Okulunda ol” diyerek, Kara Kuvvetleri Komutanı ile Kurmay Başkanını, Kara Havacılık Okulu’na yönlendiriyor. Hava sahasını kapatıyor saat 19.00 itibariyle ama Hava Kuvvetleri Komutanını aramıyor. Orada çok kritik bir şey daha yapıyor. Askeri uçuşları durdururken Cumhurbaşkanlığı Kriz Merkezine, Cumhurbaşkanlığı Koordinasyon Merkezine de bilgi veriliyor. Ama mesela şu yapılmıyor: Sivil uçuşlara müdahale edilmiyor. Eğer bir darbe riski varsa, sivil uçuşlara da müdahale etmen gerekir. Çünkü havalimanları da risk altında. Onu yapsalar darbe açığa çıkacak. Onu özellikle yapmıyorlar. O ayrıntıyı özellikle atlıyorlar. 

Bu esnada Hakan Fidan, hiçbir şey yokmuş gibi telefonla Marmaris’i bir arayayım diyor. Muhtemelen Hulusi Akar’ın cep telefonunu ödünç almıştır. Belki kendi telefonunun faturası fazla yazıyor diye düşünmüştür. Onun telefonundan konuşmuştur ya da dahiliyeden bağlatmıştır. Yani Muhsin Köse’nin söylediklerinin zaten elle tutulur hiçbir tarafı yok. Fidan’ın araması ve “Yeterli gücünüz var mı?” sorusu “Her şey planlandığı gibi gitti” demenin şifresi. Erdoğan, bu ifadeden sonra kendi planını uyguluyor. Yani yerel medyayı çağırıyor. Onları 2 saat kapıda bekletiyor. O arada 4 tane uçak hazırlanmış, vesaire… Bir sürü başka plan iç içe devam ediyor o esnada. Yani ortada bir darbe yok ama darbemsi bir hava oluşması için her şeyi yapıyorlar. Resmi söyleme göre, “Gece 3’te darbe yapacaklardı ihbar gelince paniklediler, akşam 21.30’a çektiler,” oluyor.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANIYLA YEMEK

İddia bu, yani senaryo bu. O zaman şunu soralım. Saat 19.00’da Ümit Bak, Fırat Alakuş’a Genelkurmay emrini nasıl verdi? 20.23’te yola çıkılıyor ama emir 19.30’da veriliyor Fırat Alakuş’a. Peki bu emri Ümit Bak, neden 19.00’da verdi? Daha herhangi bir hareket yokken, MİT müsteşarı hiçbir şey olmamış gibi oradan çıkıyor, gidiyor ve sonra ne yapıyor? Diyanet İşleri Başkanı ve Suriyeli Muaz-El Hatip ile MİT karargâhında yemek yiyorlar. Saat 10’da çorba içiyorlar. O da Abdulkadir Selvi’nin kitabında var. Aslında kitabı çok değerli bir kaynak. Bütün o senaryoyu delik deşik eden detaylar var içerisinde. Bu darbeyi önlemek, yapmaktan 100 kat daha kolaydır. Çok basit bir şey yapacaktı Hulusi Akar, “Bütün birlikler yerinde duracak hiç kimse harekete geçmeyecek,” diye bir cümlelik emir gönderdiği anda bu iş bitecekti. Yapmadı. Sonrasında ne oluyor? Bakın Kara Kuvvetleri Komutanını, Kara Havacılık Okulu’na gönderiyorsunuz ve ihbarda ismi geçen binbaşı ile görüşüyor. 

Ya ihbarda adı geçen binbaşıya gidiyor. Helikopterler pistin başında ama kendi ifadesine göre “anormallik görmüyor”. Bakın, siz Kara Kuvvetleri Komutanısınız, Orgeneralsiniz.. Şaka değil yani. Pistlerin başında helikopterleri görüyorsunuz, ihbarda ismi geçen kişiye soru soruyorsunuz. Sonra karargâha diyorsunuz ki, “Burada hiçbir terslik yok”. Daha ne olsun? Adam harekete geçmiş zaten. Ama Fidan, Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan gelecek haberi beklemeden çıkıp gidiyor. MİT karargahında, Suriyeli lider ve Diyanet İşleri Başkanı ile yemekte. Burada çok önemli bir ayrıntı var. Ne Hakan Fidan ne de başka birisi bu detayları ifadelerinde anlatmadı. Biz bunları sanık ifadelerinde ve Abdulkadir Selvi’nin kitabında gördük. Bunu sık sık hatırlatmamın sebebi şu: Aktörlerin hiçbirisi yaşananları, resmi ifadelerinde veya savcılık ifadelerinde anlatmıyor. Meclis tutanaklarında yok. Halihazırda bir resmin bütününü göremiyoruz. Çünkü saklıyorlar. Gerçek bir senaryo olmuş olsa bunu bas bas bağırırsın, delillerini ortaya koyarsın.

Tarik Toros: Normal şartlarda Hakan Fidan’ın tek bir hikâye anlatması gerekir. Hulusi Akar’ın bir hikâye anlatması gerekir. Tayyip Erdoğan’ın bir hikâye anlatması gerekir. O güne dair, bütün çıplaklığıyla. Fakat o anlattıkları hikâye, gerçeklere yaslanan bir hikaye değilse, bir kurguysa, o kurgu yarın öbür gün bir duruşmada bir tanığın ifadesi ile, bir itirafçı ile, ya da o an olayların içinde olan bir koruma müdürü, bir yaver, bir paşa, bir özel kalem çalışanı, bir milletvekili, bir bakan, neyse, onun ifadesi ile açığa düşer. 4 yıldır özenle ifadeden kaçılmasının, sorulara cevap verilmemesinin, Meclis başta olmak üzere her şeyden kaçılmasının tek bir açıklaması olabilir: Biz bir hikâye anlatamıyoruz. 15 Temmuz’da ne yaptığımız ve 15 Temmuz’u nasıl karşıladığımızla ilgili bir hikâye anlatırsak bu hikâyenin açığa düşme olasılığı çok yüksek. Bundan dolayı da bir hikâye anlatılmıyor. Sorulara cevap verilmiyor ve belli ki hala anlatılmadığına göre işlem bitmemiş. Yani anlatılacak şeyin, ortaya konulacak hikâyenin deşifre edilmesi, çürütülmesi ihtimali ortada duruyor.

‘ENGELLEMEK İÇİN GİTSEYDİ, ENGELLERDİ’

Levent Kenez: Bahsi geçti, bu Kara Havacılık Okuluna, Zeki Çolak’ın gitmesi ile alakalı kısa bir ekleme yapmak istiyorum. Bunu bir askerle ben görüştüm, Avrupa’da. Bu olaylardan sonra kaçmış, gelmiş bir asker. Kara Kuvvetleri Komutanı, Adem Bey’in dediği gibi, kendisine bağlı bir birime gidiyor. Kara Havacılık Okulu, Kara Kuvvetlerine bağlı… Zeki Çolak yanına savcıları alıyor, askeri savcıları, işlem yapmaya geldim diye tehdit ediyor. Helikopterler de pistte bu arada. Buna rağmen nasıl bunu engellemedi diye sormuştum. Bana o tanık askerin söylediği şu: Kara Kuvvetleri Komutanı engellemek için gitmiş olsa engellerdi. Hiç bunun tartışması bile olmaz, orada verilen mesaj, “devam çocuklar” mesajı. 

Bülent Korucu: Ben Hulusi Akar’dan devam etmek istiyorum. Hulusi Akar ve Hakan Fidan görüşme yaptılar. Görüşmeden sonra 2 tedbir ortaya çıktı. Bir tanesi işte hava trafiğinin kapatılması ve Kara Havacılık okuluna, Kara Kuvvetleri Komutanının gönderilmesi. Kurmay Başkanı ile birlikte. Diğer tedbir de 28. Mekanize Tugayına değil de Etimesgut Zırhlı Birlikler Okuluna, Korgeneral Metin Gürak’ın gönderilmesiydi. 

Şimdi iki şeyi engellemeye çalışıyorlar ki, bu iki şey de ortada bir darbe algısı olduğunu gösteriyor. Hem uçakları, helikopterler de dahil olmak üzere bütün askeri uçuşları engelliyorlar. Ya da en azından engelleyici bir emir yayınlıyor, Akar. İkincisi de bir darbe olduğu zaman bu darbenin sembolik görüntüsü nedir? Sokaklarda yürüyen tank. Bütün darbelerde bunu gördük, “Tank Sesi ile Uyanmak” gibi kitaplarla büyüdük biz. Bunu güya engellemeye çalışıyor Hulusi Akar. Garnizon komutanı, Korgeneral Metin Gürak’ı Etimesgut Zırhlı Birlikler Okuluna gönderiyor. Fakat burada tuhaf bir şey var: “Kesinlikle hiçbir zırhlı birlik, Ankara’da sokağa çıkmayacak, bu kesin talimatım,” diyor. Metin Gürak, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okuluna gidiyor. Ama orası bir okul, asıl muharip birlik, Mamak’taki Zırhlı Birlikler Tugayı ve Mamak’taki birlik Metin Gürak’a bağlı, Etimesgut’taki birlik Metin İyidil’e bağlı ve onun üstü olarak da o dönem Kâmil Başoğlu’na bağlı.

Şimdi örnekle anlatmaya çalışırsam şöyle bir şey yapılıyor; birisini mahalleye gönderiyor diyor ki “Sizin evinize hırsız girecek dikkat edin.” Giden kişi komşu. Adam önce şunu düşünmesi lazım: Ya benim evime de gelirse? Çünkü yan yanayız. Metin Gürak, gidiyor başkasının birliğini uyarıyor. Metin İyidil’in birliğini uyarıyor. Kâmil Başyol’un birliğini uyarıyor. Diyor ki, sakın sokağa çıkmayın. Hatta oradaki komutan diyor ki: “Komutanım artık kendimizden şüphe eder duruma geldik. Herkes bizden darbe mi bekliyor? Yani sizden önce Servet Yörük Paşa da gelmişti. Önceki yıllarda da böyle bir uyarı yapmıştı…” Eyvallah, sonra oradayken komutan arıyor, Metin İyidil’e tekmil veriyor. Yani daha doğrusu kendine gelen talimatı söylüyor, Metin Gürak’ın geldiğini ve böyle talimatlandırdığını söylüyor. Sonra Kâmil Başoğlu’nu arıyor. O orgeneral ve oranın bağlı olduğu komutanı. “Benim böyle bir şeyden haberim yok,” diyor ve telefona Metin Gürak’ı alıyor. “Nereden çıktı; ne demek bu” falan diyor. O da Hulusi Akar’ın talimatı olduğunu söylüyor.

METİN GÜRAK SALAĞA MI YATTI?

Tuhaflık da burada başlıyor. Bir eğitim birliğine adam gönderiyorsunuz ama o zaten sokağa çıkabilecek bir birlik değil. “Eğitim Birliği” adı üzerinde. Asıl sokağa çıkan muhalif birlik var, o muhalif birliğin komutanı da bu adam. Ama bu adama söylemiyorsunuz, kendi birliğine de söyle diye ya da bu adam da durumdan vazife çıkarmıyor. “Asıl muharip birlik, zırhlı muharip birlik benim yönetimimde, onların komutanı benim. Onlara da söyleyeyim sokağa çıkmasınlar,” diye durmadan vazife çıkarmıyor. Ankara’da sokağa 38 tane tank çıkıyor. Gazete kupürlerinden de görebiliriz. 38 zırhlı araçtan sadece 8 tanesi Genelkurmay’a ulaşabiliyor. Genelkurmay’a saldırı var diye çıkarmışlar. Diğer 30 tanesi yolda kalıyor. Çünkü telsiz bağlantısını koparıyorlar ve sokağa çıkan askerler nereye gideceğini bilemeyecek bir şekilde tabiri caizse deli tavuk gibi ortalarda dolaşıyorlar. Çünkü sokaklarda tankların görünmesine ihtiyacı vardı, darbe olduğu izlenimini algısını oluşturmak için.

Şimdi Metin Gürak portresine ben biraz daha odaklanmak istiyorum. Sebebi de şu, Metin İyidil normalde kendisine bağlı birlik çıkmadığı halde tutuklandı. Hatta Bölge Adliye Mahkemesi tarafından tahliye oldu. Sonra tekrar tutuklandı, sonra tahliye verilenler hakkında soruşturma başlatıldı. Onun hakkında işlem var. Kâmil Başoğlu emekli edildi. Emekliye zorlandı. Metin Gürak ile ilgili hiçbir işlem yok. Metin Gürak şu an nerede biliyor musunuz? Erdoğan için en önemli operasyon olan Libya’da. Yani Erdoğan en güvendiği isimlerden birisini göndermiştir diye düşünüyorum ben. Bir Korgeneral gidecek demişti ya, o giden Korgeneral normalde aslında Genelkurmay 2. Başkanı olarak görev yapıyordu.

DARBECİLERİN LİSTESİNDE NE ARIYOR?

Genelkurmay 2. Başkanlığı gibi çok önemli bir görevi bırakarak Libya’ya gitti. Libya Erdoğan’ın hem ailesi, hem kendisi adına bir kısım ekonomik ve finansal projelerin yürütüldüğü bir yer, biliyoruz. Yani çok güvendiği adamı göndermiş. Metin Gürak’ın başka bir özelliği daha var. O çok meşhur ve adı geçen hemen herkesin tutuklandığı, darbeye teşebbüs ile yargılandığı listede adı geçiyor. GATA’da yoğun bakımda yatan tuğgenerali bile, 10 gün önce helikopteri düşmüş tuğgenerali bile ismi orada geçiyor diye darbeden aldılar. Ağırlaştırılmış müebbet hapis talebiyle yargılıyorlar. Ve Metin Gürak’ın ismi o listelerde, GATA komutanı olarak geçiyor. Atama yapılmış. Tanık olarak sorulduğu zaman “Ben GATA’ya garnizon komutanı olduğum için, Ankara garnizon komutanı oradaki hastaları ziyaret etmek için çok sık gidiyordum. Herhâlde bunun için beni yazmışlar,” diye savunma yapıyor. GATA önemsiz bir yer gibi görünmesin çünkü bütün üst düzey komutanların hastalıkları ile ilgili bilgi bankası GATA. Askeriyede de bilhassa Hava Kuvvetlerinde biliyorsunuz sağlık çok önemli. Diğer kuvvetlerde de önemli ama Hava Kuvvetlerinde çok çok daha fazla önemli. Terfi almak için, rütbe almak için sağlıklı olmak zorundasın, tartışmaya gerek yok.

GATA’nın başına tayin edilmiş sözde darbecilerin listesinde GATA komutanı olarak geçen bir adam. Hakkında işlem yok. Metin İyidil, birliği sokağa çıkmadığı halde ağırlaştırılmış müebbet aldı. Erdoğan ve bütün sistem teyakkuz halinde adam beraat aldığında yargıçları bile harcayabiliyorlar. Ama öbür tarafta adı listede geçiyor, kendisine bağlı olan birlik Ankara sokaklarına tankları ile çıkmış. Tam bir darbe fotoğrafı vermiş Metin Gürak’a hiçbir şey yapılmıyor. Tam tersine Genelkurmay 2. Başkanı da yapılıyor. Çok önemli bir görev sonrasında da bugün Libya’da görevlendiriliyor. Önemli ayrıntılardan bir tanesi de, gene hem Akit gazetesi hem de Türkiye gazetesinde görmüştüm ben bu fotoğrafı, sokağa çıkan birliklerde de mühimmat olmadığı için tatbikatlarda kullanılan toplar var tankların içerisinde. O zırhlı araçların içerisinde.

Benim gördüğüm fotoğraf şunu anlatıyor: Bilhassa 28. Mekanize Birliğinde dosyalarını okuduğum zaman bu insanlar, darbe fotoğrafını tamamlayabilmek için puzzle’ın eksik parçasını tamamlayabilmek için ama kimseye de zarar vermeyecek şekilde sokağa salınmış.

Bence Hulusi Akar’ın yaptıkları ve yapmadıkları hakkında konuşmakta fayda var. Çünkü 15 Temmuz’un anatomisini, fotoğrafını Hulusi Akar’ın yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla ve görevlendirdikleri ya da görevlendirmedikleri ile birlikte konuştuğunuzda fotoğraf daha çok netleşiyor. Düşünün bir orgeneral var ve ona bağlı olan birliğe korgeneral gönderiyorsunuz. Ama orgeneralin haberi yok. “Bu nereden çıktı” diyor korgeneral de telefonu ele alarak.

Tarık Toros: Hulusi Akar ve Hakan Fidan büyük bir bilmece.

15 TEMMUZ DÖRT DÖRTLÜK PLAN DEĞİLMİŞ

Adem Yavuz Arslan: Onlara ayrıca bir başlık açmak lazım. Akit Gazetesi’nde bir kupür vardı. Zaman zaman da sosyal medyada paylaşıyorum. Diyor ki: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, darbe planının olmadığını iddia ediyor. 

Kimden oluşuyor kardeşim bu konsey? Darbeciler kim? Belli değil, bugüne kadar ortaya çıkartılamadı. En son Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dedi ki, yani absürtlüğü artık onlarda anlatamıyor, “Darbenin bir planı yok. Çünkü darbeciler plan yapmamışlar.”

İfade aynen şu: “15 Temmuz için dört dörtlük plan olmadığı tespit edildi. Çünkü darbecilerin amacı, darbe yapıp ülke yönetimini ele geçirmek değildi.” Yani canı sıkılıyormuş Cuma akşamı, darbe yapmışlar. Yani amaçları, başka bir planları varmış onun için darbeyi araç yapmışlar. Yani savcı öyle diyor. Bu Anayasal Suçlara Karşı Soruşturma Bürosu’nun yazısında da var. Darbenin planı yok. Niye bulamadınız? Bu gerçek bir darbe ise planı nerede? Esaslı bir soru. Planı yok, çünkü darbe yok ortada. Darbe yapılıyormuş imajı verilmiş. Yani gerçekten darbe olduğunu sanıp da sokağa çıkan bir grup asker var az sayıda, onlar da zaten havuzun boş olduğunu içine atladıktan sonra anlıyorlar, boşa çıkmışlar yani. Çünkü gerçekte darbe yok. Az önce Bülent Bey’in söylediği gibi tankların içerisinde plastik toplar var. Yani darbe planlıyorsunuz, güya hükümetin iddiasına göre, “FETÖ 40 yıldır darbe planlıyor”. Ama ne hikmetse yolda kaybolan tankların içerisinde de gerçek mermi yok. Boğaz Köprüsüne gönderdiği çocukların elinde silahların büyük kısmında mermi yok. Bülent Bey anlatırken araya girmek istemedim ama hani 38 taneden 8’i ulaşmış ya, diğer tanklarının egzozlarına atlet tıkadıkları için yolda kaldılar biliyorsunuz.

ORDUNUN SADECE YÜZDE 1’İ DARBEYE KATILDI

Levent Kenez: Az sayıda katılım oldu deyince hemen bilgi paylaşayım. Bu resmi rakam, Genelkurmay açıkladı. 8,561 toplam bütün darbeye katılan personel sayısı. Bunların 3 bine yakını, kabaca söylüyorum, er, erbaş, askeri öğrenci. 1600’e 1200. Düşünebiliyor musunuz? Er, erbaş, askeri öğrenci. 5,500 civarı subay, çoğunluğu astsubay, yani ordunun yüzde biri. Ben yurt dışında genelde yabancılarla, konferanslarda konuştuğumuzda darbe kısmına gelince, ordunun ne kadarı sizce katıldı diye soruyorum. Herkes yüzde 10, 20, 30 gibi rakamlar söylüyor. Ordunun yüzde 1’i. Yani o kadar az bir askeri personel mobilize edilmiş ki… Bastırması da çok kolay zaten. Adem Bey’in dediği gibi onlar da havuza düştükten sonra uyanıyorlar. 

Tarık Toros: Bülent Korucu’nun verdiği rakamlar mühimdi. 28. Mekanize Tugayından çıkarılan tankların 38’inden 8’i ancak Genelkurmay’a ulaşabiliyor ve içlerinde plastik top var. Yine Adem Yavuz Bey’in biraz önce bahsettiği üzere, Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu savcıları 15 Temmuz’un planına ulaşamıyorlar. Ama darbe girişiminin asıl amacı Erdoğan’ı ortadan kaldırarak, ülkede kaos çıkarmak diye bir sonuca ulaşıyorlar. Erdoğan’ı da ortadan kaldırmak o kadar kolay ki… Marmaris bahsinde de bakacağız. Buna imkânı olan hiç kimse tenezzül etmemiş. En yakın insanlar gözaltına alındı, tutuklandı daha sonraki süreçte enterne edildi. Onu uçuran pilotlar, helikopter pilotları, uçak pilotları ona eşlik eden jet pilotları vesaire… Erdoğan’ın çevresinde onu korumakla ya da bir yerden bir yere intikalini sağlamakla görevli onlarca insan gözaltına alındı, tutuklandı. İçeride yatanlar var halen.

Erdoğan’a bu kadar yakınken ve onu ortadan kaldırmak bu kadar mümkünken bunu yapmıyorlar ve Erdoğan bir Marmaris bilmecesi ile karşımızda duruyor.

İHBAR VAR, TERÖR VAR… TEDBİR YOK!

Adem Yavuz Arslan: Birkaç cümle ekleyeyim: Bakın hepimiz mantıklı insanlarız. Diyorum ki, “Beni ikna edin.15 Temmuz’un darbe olduğuna ben inanayım. Ama benim sorularıma da cevap verin.” 4 yıldır bunu söylüyorum. Şimdi darbe ihbarı olmuş. Türkiye aylarca terör sarmalına girmiş. İhbar gelmiş, elde veriler var vesaire… Normalde gerçekten bir darbe olduğunu varsayarsak, Genelkurmay Başkanı nasıl davranması gerektiğini bilir. Hulusi Akar cihetiyle ayrıca bahsedeceğiz. Ama 15 Temmuz akşamında Genelkurmay’da ne olduğuna bir bakalım. Fırat Alakuş komutasında, 33 kişilik Özel Kuvvetler askerini otobüse dolduruyorlar. Genelkurmay’a geliyorlar. Elini kolunu sallaya sallaya komuta katına çıkıyorlar. Bakın komuta katına… Genelkurmay Başkanlığını hepimiz biliyoruz. Ana nizamiyeden, bir numaralı kapıdan içeriye giriyorlar. Genelkurmay komuta katına çıkıyorlar ve kimle karşılaşıyorlar biliyor musunuz? Yaşar Güler ile… 2. Başkan yani… Yaşar Güler, “Ne oldu çocuklar?” diyor. Yaşar Güler’in ifadesinde var. “Komutanım tatbikattayız,” diyorlar. “Ha tamam, tamam öyle mi?” deyip dönüyor evrak okumaya devam ediyor. İfadesi aynen öyle, “evrak okuyordum,” diyor. 

Ya kardeşim biraz önce MİT müsteşarı gelmiş. Darbe ihbarı yapılmış. MİT müsteşarının kaçırılmasından falan bahsediliyor, “evrak okuyordum” diyor. Ve hiçbir kişisel tedbir almıyorlar. Genelkurmay Başkanına bakalım. Karşınızda tam teçhizatlı Özel Kuvvetler askerleri var. Ve Genelkurmay 2. Başkanı dediğiniz kişi karargâhın ev sahibidir. Ondan habersiz asker tuvalete gitmez. Yani bu kadar hakimdir Karargâha. Genelkurmay başkanından daha fazla oranın hakimidir 2. Başkan. Karargâhın sorumlu olduğu adam. Ne oluyor? Odasına dönüyor, evrak okurken enterne ediliyor, gözaltına alınıyor. Ya sen Genelkurmay 2. Başkanısın ya…

 Bunu bir onbaşıya yaptırsan adamı sopayla döverler. Dönelim Genelkurmay Başkanına… MİT müsteşarı gitmiş, hiçbir kişisel tedbir almıyor, koruma yok, yerini değiştirmiyor. İlk yapacağın şey kendi güvenliğini almaktır, yapmıyor. “Odamda evrak okuyordum,” diyor. İşte “Mehmet Dişli geldi, komutanım alıyoruz, herkesi topluyoruz falan dedi,” diyor. Ben bağırdım, çağırdım falan diyor. Niye şaşırıyorsun? Niye bağırıyorsun? Gün boyunca bunun toplantısını yaptın. Bir gün önce 4 saat, bugün de 2 saat bunu konuştun.

MİT müsteşarı ile beraberdin sen, 6 saati beraber geçirdin. Hulusi Akar’ın ifadesinden bahsediyorum. Sonra, diyor, askerler geliyor boğazını sıkıyor falan filan… Ondan sonra onların uydurma olduğu ortaya çıkıyor. Ya bakın 33 tane asker NATO’nun en büyük ikinci ordusunun karargahına, elini kolunu sallaya sallaya gelip işgal ediyor. “Nasıl yani?” dersiniz değil mi? Normalde mantıken, nasıl yani? Orada Hulusi Akar’ın anlatımlarına göre içeri geçip abdest alıyor. Oysa ki orada bir panik butonu var. Bir alaydan oluşan koruma ordusu var. Hiçbirisi harekete geçmiyor, hiçbirisini çağırmıyor. “Darbeci” askerler ellerini kollarını sallaya sallaya Genelkurmay Başkanı’nı alıp Akıncı Üssü’ne götürüyorlar. Akıncı’ya giderken de şapkasını istiyor. Şapka, şapkayı unutmamak lazım. Evet “Şapkam nerede?” diye sorduruyor. Bir de çok saygılılar. Akıncı’da da devam ediyor saygılı emir-komuta havası. Bu arada Genelkurmay Başkanı hiç kimseyi aramıyor, hiç kimseye haber vermiyor, hiç kimseyle görüşmüyor, kişisel tedbirini almıyor. Genelkurmay Başkanı masasına oturmuş “gelin beni alın” diye bekliyor.

HULUSİ AKAR KUMPASIN PARÇASI OLMASAYDI…

Yani şimdi en başta şu soruyu soralım: Böyle bir Genelkurmay Başkanı 15 Temmuz kumpasının bir parçası olmasaydı Erdoğan onu çiğ çiğ yerdi. Bırakın terfi ettirmeyi. Erdoğan tanıdığımız bir siyasetçi. Yani bildiğimiz bir insandan bahsediyoruz. Erdoğan aleyhine bir tweet atan gazetecinin bile canına okuyan bir adamdan bahsediyoruz. Genelkurmay Başkanını sonra terfi ettirip yanında taşıyor. Yapılması gereken hiçbir şeyi yapmıyor. Genelkurmay Başkanı hiçbir şey olmamış gibi yanına şapkasını alıp, ekibi toplayıp, helikoptere biniyor. Hatta bindiğinde helikopter pilotuna diyor ki, “Niye geç kaldınız?” 

Daha sonrasında o pilot da darbecilikten tutuklanıyor vesaire… Genelkurmay karargahındaki her şey absürt. Yani bir Genelkurmay karargâhı, bu kadar kolay, 5 dakika içerisinde nasıl ele geçirilebilir? Genelkurmay Muhafız Alayı diye bir birlik var, ne yapıyordu o esnada? Bu kadar mı korumasızdı? Hepsini geçtim, Yaşar Güler darbeci askerlere koridorda rastlıyor, tatbikat yaptıklarını söylüyor askerler ve Güler’de “iyi o zaman” deyip odasına geçiyor. Hani buna da bizim inanmamızı bekliyorlar. Herkes havuz medyası değil. Burada bir tezgâh dönüyor. Bir örnek daha vereceğim. Daha sonrasında kapatacağım. Laf lafı açıyor ama deştikçe karşınıza tam bir kara mizah çıkıyor. 

Şöyle ki, Genelkurmay karargahına hemen siviller girmişti 15 Temmuz akşamı hatırlarsınız. Bir taraftan vatandaşa, “Genelkurmay işgal ediliyor” diye bilgi verip, vatandaşı oraya gönderdiler. İlerleyen bölümlerde bakacağız. Ankara Emniyeti’nin telsiz kayıtlarını tek tek okudum. Emniyet Müdürü talimat veriyor, “Kalabalığı askerin önüne yığın” diye. “Polis araçlarını doldurun, götürün tankın önüne koyun” diyor. Üzerlerine polis kıyafetleri giydirin, götürün, koyun… Talimat bu. Her şey kan dökülsün diye planlanıyor. Orada bir şey var; Genelkurmay’a ilk giren kimdi biliyor musunuz? “Muşlu Apo” diye birisi. “Kim bu adam?” diye bakıyorsunuz. Edirneli bu adam, Edirne’de yaşıyor ve sabıkalı birisi. Hatta HDP binasına silahlı saldırıdan tutuklandı.

15 Temmuz akşamı, iddiasına göre darbe olduğunu öğrenince Edirne’den kendini Genelkurmay Karargahına ışınlıyor. Işınlıyor diyorum, çünkü Edirne ile Ankara arası 700 kilometre. Hiç durmadan gitsen 7 saatlik yoldan bahsediyoruz. Bir dakika birader, sen ne zaman geldin buraya? Adam Genelkurmay’a ilk girenlerden bir tanesi. Görüntülerde var. Sivillerden biri; Genelkurmay Karargâhından içeriye giriyor, koridorlarda dolaşıyor. Peki bu adam nereden haberdar aldı da 7 saatlik yoldan geldi. Buna kim haber verdi? Sivilleri organize etme işini kim, nasıl yaptı? Burada dikkat çekilecek bir şey var. Fırat Alakuş’un ve diğer askerlerin ifadesinde deniyor ki, “Genelkurmay saldırıya uğradı, risk altında” diyerek yola çıkartılıyorlar.

‘BİR DARBE NASIL YAPILMAZ?’

Sivil halkı da “Genelkurmay saldırıya uğradı” diye oraya çekiyorlar. Dolayısıyla sivil halk ile asker karşı karşıya geliyor, orada istenen kanlı sahnelerin oluşmasını sağlamak. Genelkurmay’a bir şey daha ekleyeyim. En kritik adam Mehmet Akkurt, binbaşı. Çünkü Yaşar Güler’den sıkıyönetim talimatlarını CD içerisinde getiren kişi. En kritik adam. Genelkurmay karargahında hayatını kaybeden tek asker. Bu nasıl bir tesadüftür? Çünkü o çıkıp ifade verse, dese ki, ben sıkıyönetim emrini CD’leri, o görevlendirme yazılarını, görevleri Yaşar Güler’den alıp getirip İlhan Talu’ya veren kişiyim ya da orada çekilmesi için ilgili kişiye veren kişiyim… Ama Binbaşı Mehmet Akkurt, karargâhta hayatını kaybeden tek kişi. Diğer kritik isim de Semih Terzi, ona ayrıca geleceğiz. Hani hep söylüyorum, “Bir darbe nasıl yapılmaz?” diye bir çalışma yapsan bunları yaparsın. Ama “Bir kumpas nasıl kurulur?” diye resmi tersine çevirirsen, 15 Temmuz’da muhteşem bir kumpasla karşı karşıyayız.

Tarık Toros: Toparlarsak… 15 Temmuz nasıl başlıyor? 15 Temmuz, Türkiye saati ile 21.52’de, İstanbul Boğaz Köprüsü tek taraflı askerler tarafından kapatılınca başlıyor. İlk duyulması, ilk haberlere düşmesi, Twitter’da filan çıkması böyle oluyor. Daha sonra bunun “kalkışma” olarak altını çizen de hafızam beni yanıltmıyorsa 23.02’de NTV yayınına bağlanan dönemin başbakanı Binali Yıldırım. “Bu bir kalkışmadır,” diyor. Öylelikle de işin adı konuluyor. Yani 21.52’de, 10’a 8 kala asker Boğaz Köprüsünü tek taraflı kapatıyor. Böylelikle bir girişim start almış oluyor. Bundan 1 saat 10 dakika kadar sonra da 23.02’de NTV’ye yayınla bağlanan dönemin başbakanı Binali Yıldırım, “Bu bir kalkışmadır, asla ve asla bu kalkışmalara müsaade etmeyeceğiz, darbe demek doğru değil. Bunu yapanlar en ağır şekilde bedelini ödeyecek,” diye bir telefon bağlantısında açıklama yapıyor. Ve öylece darbenin de adı konmuş oluyor. Dilerseniz, bu noktadan sonraki gelişmeleri 3. bölüme bırakalım.

 15 Temmuz günü yaşananların, özellikle Genelkurmay Karargâhında olanların mühim başlıklarla altı çizildi. Üçüncü bölümden itibaren de Boğaz Köprüsü, Akıncı üssü, Ankara’da yaşananlar, yine Genelkurmay Karargâhı, Eskişehir üssü, Semih Terzi olayı gibi başlıklarla devam edeceğiz. 15 Temmuz Konuşmalarının yeni bölümünde 15 Temmuz’un en sıcak saatlerini konuşacağımızı belirtelim. Adem Yavuz Arslan’a, Bülent Korucu ve Levent Kenez’e çok çok teşekkürler. Bir sonraki bölümde buluşmak umuduyla, hoşça kalın.

Diğer bölümler

Bölüm-1 15 Temmuz: Dört dörtlük bir tuzak [9 Temmuz 2020]

Bölüm-2 ”Darbe” Günü [10 Temmuz 2020]

Bölüm-3 Boğaz Köprüsü’nü kapatarak darbe mi olur? [11 Temmuz 2020]

Bölüm-4 Kumpasın üssü: Marmaris [12 Temmuz 2020]

Bölüm-5 Donanma’nın merkezinde neler oldu? [13 Temmuz 2020]

Bölüm-6 15 Temmuz’un aktörleri [14 Temmuz 2020]

Bölüm-7 15 Temmuz kime yaradı? [15 Temmuz 2020]

 

 


Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin