Kumpasın üssü: Marmaris | 15 Temmuz konuşmaları | Bölüm 4

Bölüm 4 | Kumpasın üssü: Marmaris | 12 Temmuz 2020

Akıncı Üssü’nün kamera katıtlarını kim yaktırdı?
Kara kutuda uçmadı denilen uçak, Meclis’i nasıl vurur?
Kim olduğu belli olmayan pilotların Akıncı’da ne işi vardı?
Yüz yüze olan insanların enselerinden vurulması mümkün mü?
Marmaris’e gönderilen timi, Erdoğan otelden ayrılana kadar oyalayanlar kim?
Sözcü’nün haberi planı çökertince yaşananlar
Turgut Aslan’ı infaz edildiği silah nerede, neden envanterden düşüldü?

Dördüncü bölümün tam metni

Tarık Toros: Herkese merhaba. 15 Temmuz konuşmalarına hoş geldiniz. Gazeteci-yazar meslektaşlarım Bülent Korucu, Levent Kenez ve Adem Yavuz Arslan ile 15 Temmuz konuşmalarının dördüncüsünde yine birlikteyiz. 7 programda tamamlamayı planlıyoruz, her şey yolunda giderse. Ama o kadar detay var ki, 70 program yapılsa yeridir. İlk programlarda, 15 Temmuz’a nasıl gelindiğine,15 Temmuz’un hemen arifesinde neler olduğuna, 15 Temmuz gecesinde neler yaşandığına bakmaya çalıştık. O meşum hadisenin 4. yıl dönümünde hala açılmamış dosyalar, hala aralanmamış sır dolu bölümler var. Fakat mahkeme safahatında, tanıkların ifadelerinde ve dönemin şahitlerinin anlatımlarında, gazetelere de yansıdığı kadarıyla 15 Temmuz hakkında sorulması gereken binlerce soru olduğu ortada.

Bugünkü yayında 15 Temmuz gecesini işlemeye devam edeceğiz. Dediğim gibi sadece 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece olanlar hakkında onlarca saat program yapılabilir.

İlk sözü Adem Yavuz Arslan’a vereceğim. Çünkü Akıncı Üssünde konuşmadığımız bazı detaylar var. Onu tamamlayalım, daha sonra gerçekten kumpasın en net göründüğü yer denebilecek Marmaris’e götüreceğiz sizi. Levent Kenez belki de ilk defa duyacağınız anekdotlar anlatacak. Ama önce Adem Yavuz Arslan. Sizde şu bilginin olduğunu biliyorum. Akıncı Üssü’ndeki kamera kayıtlarının ancak istenildiği kadarı servis edildi. Mühim bir bölümü silindi, kaybedildi veya yakıldı. Detayları sizden dinleyelim.

AKINCI ÜSSÜNDEKİ TUHAFLIKLAR

Adem Yavuz Arslan: Akıncı Üssünde yaşananlara dair tonlarca soru var. Bir darbe girişiminde bulunuyorsanız Hava Kuvvetleri açısından ana unsur olması gereken yer Akıncı değil, Eskişehir Hava Üssü olmalıydı. Eskişehir Türkiye’deki hava sahasını kontrol eden üs, ancak siz hava sahasını kontrol edecek yerden değil Akıncı’dan darbe girişiminde (!) bulunuyorsunuz. Üstelik orada da tam bir kaos hali var. Çünkü ne olduğu belli değil. Bütün ifadelerin ortak yanı şu; o akşam üste tam anlamıyla karmaşa yaşanıyor. Göreve çağrılanlar var, geldiklerinde muhatap bulamıyorlar, kim olduğu bilinmeyen sivil kıyafetli-emekli pilotlar var vs. 143. Filonun Öğretmen Gazinosu, darbenin yönetildiği iddia edilen yer. Ama burada da bir kaos hali var. Birkaç albayın ifadesi özellikle dikkat çekiyor. Tanımadığımız, burada çalışmayan sivil giyimli insanlar var deniyor. Mesela kule ile irtibat kurmadan inip kalkan uçaklar var. Kule ile irtibat kurmuyor, kimlikleri belli değil.

Bunun gibi tuhaflıklar var. Mesela burada aydınlatılması gereken en temel nokta nedir? Akıncı Üssü darbenin yönetim yeri ise burada çok ciddi bir delil toplaması, delil incelemesi yapılması gerekirdi. Ama yapılmıyor. Akıncı Üssünün kamera kayıtları toplanıyor ve sadece rejimin istediği kadarı servis ediliyor. Mesela Abidin Ünal, elleri cebinde geziyor. Bir başka görüntüde darbenin 1 numarası denen Akın Öztürk koluna girmiş. Bu görüntü var, onun dışındaki görüntülerin tamamı yakılıyor. Düşünün Akıncı Üssü, darbenin merkez üssü olduğu iddia edilen yer. Yakma talimatını veren de bir savcı. Yakan polis de ismiyle cismiyle tespit edildi. Bilişim şubede çalışan bir polis memuru. Bakın en önemli delilleri kararttılar.

Düşünün savcı, Akıncı Üssünün görüntülerini yaktırdı. Savcı 143. Filoda özellikle de Öğretmen Gazinosu denen yerde parmak izi incelemesi yaptırmadı. Çünkü iddia o ki, Akıncı Üssünün darbe yönetim merkezi orası. Adil Öksüz ve diğer sivillerin de orda olduğu söyleniyor. Ama orada delil incelemesi yaptırmıyorlar.

UÇMAYAN UÇAK, MECLİS’İ BOMBALAMIŞ

Şimdi orada olanları özetleyeyim. Bilirkişi incelemesi ve teknik analiz raporları o kadar hedefe odaklı hazırlanıyor ki… Düşünün mesela en belirgin özellik, çok hayati olan mesele nedir? Meclisin bombalanması değil mi? Meclisi bombaladığı iddia edilen 110 kuyruk numaralı uçağın bilirkişi raporu, teknik incelemesi, kara kutu incelemesi diyor ki: Bu uçak en son 14 Temmuz günü uçmuştur. Şimdi 15 Temmuz’da uçak hiç uçmamış. Ama Akıncı iddianamesine bakın, 110 numaralı uçağın meclisi bombaladığı yazıyor. Peki uçmayan uçak nasıl bombalayabilir meclisi? Uçmadığı net, kara kutu da zaten bilirkişi raporunda duruyor. Sonra yine meclisi bombaladığı söylenilen, Ankara’da bomba attığı söylenilen bir takım pilotların kullandığı uçaklar cephaneleri dolu olarak geri tekrar geliyor. Hiç atış yapılmamış. İzahı yok yani, bunlar nasıl oldu? Nasıl bu şekilde gerçekleşti? Soruların cevabı yok. 

Darbeden önce Mayıs ayı içerisinde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez MİT, Akıncı’ya üs incelemesine gidiyor. 143. Filoyu inceliyor. Orada incelemeler yapıyor. Hakan Evrim, o zamanki üs komutanı, ifadesinde anlatıyor: “Biz böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyoruz. Hatta önce izin vermedik. Genelkurmay’dan bize baskı geldi, izin verin, gelsinler incelesinler diye.”

Çok sayıda ifadede şundan bahsediliyor: Akıncı’da çalışmayan, kim olduğu belli olmayan emekli pilotlar var. Kim olduğu belli olmayan sivil pilotlar var. Bir takım MİT’çiler orada. Ne yaptıkları belli değil. Nizamiyede yaşanan bir olay var. Nizamiyede ölen sivillerin otopsi raporlarını tek tek okudum. Orada da net gözüküyor. Siviller kafalarından, enselerinden tek kurşunla vurulmuş. Düşünün siz askersiniz nizamiyede, siviller de oraya geliyor kamera kayıtları çok net. Şimdi buradan ateş eden bir asker, sivili bu şekilde vurabilir mi? Mermi gidip kafasının arkasından vuracak, teknik olarak mümkün değil. Karşıdan geliyor. Peki, ikinci bir senaryo varsayalım, karmaşa oldu ve bu siviller kaçıyor. Ve buradaki askerler ateş etti. Rastgele taradığınız zaman da herkesi ensesinden vuramazsınız. Vücudunun değişik yerlerine isabet etmesi gerekir. Ama bu siviller enselerinden vurulmuş. Sniper ile vurulmuş.

Tarık Toros: Belgesellerde sıklıkla gördüğümüz bir infaz görüntüsüdür o. Bu tarz operasyonlarda veya suikast timleri söz konusuysa, gider ‘tak tak tak’ ensesinden, yakın mesafeden nişan almadan kurbanını infaz eder.

HEPSİ ENSESİNDEN TEK KURŞUNLA VURULMUŞ

Adem Yavuz Arslan: Biz bunların analizlerini Tr724’te uzun uzun yazmıştık. İsimler: Ömer Takdemir, Samet Can, Türkarslan Yılmaz, Erkan Safa, Ali Anar, Yasin Yılmaz. Otopsi raporlarını tek tek okudum bu kişilerin. Yani hepsi ensesinden tek kurşunla vurulmuş, nizamiyede. Nizamiyedeki askerler diyor ki, biz sivillere bu şekilde ateş etmedik. Havaya ateş ettik. Görüntülerde geçiyor. Bazı bölümlerde mesela sürpriz bir şekilde elektrik kesiliyor. Ve o anda karmaşa yaşanıyor. Ama ne hikmetse bütün şehitler enselerinden tek kurşunla vuruluyor. Üstelik bunları savcılık hiç araştırmadı. Akıncı Üssündeki soruşturma o kadar baştan savma yapıldı ki… Tamamen hedefe odaklı. Bizim gazeteci tabiri ile, manşeti atmışsın, altını dolduruyorsun. Böyle bir tablo ile karşı karşıyayız. Kamera kayıtlarını savcı yaktırıyor. Delil karartıyor. 

Hakan Evrim’in ifadelerini dün anlattım. İfadesi değişiyor. Hulusi Akar’ın ifadesinde değişikliğe gidiyorlar. Abidin Ünal’ın üsse geldikten sonra, üsteki gezintileri, pilotlarla görüşmesi… Düşünün Akıncı’dan kalkıp Ankara’da uçan pilotları görüyor Abidin Ünal, “Gençler iyi akşamlar” diyor, bir bakıma sırtlarını sıvazlıyor. Böyle bir tablo içerisinde Akıncı Üssünde yaşananlar tuhaf. Akın Öztürk evinde pijamasıyla otururken göreve gönderiliyor. Göreve gönderildikten sonra darbeci haline geliyor. 

Yani bir dosya nasıl araştırılmaz, bir soruşturma nasıl yapılmaz, onun örneğidir Akıncı Üssü davası.

İMKÂNLARI KISITLI DİYE AKINCI SEÇİLDİ

Tarık Toros: Neden Akıncı Üssü? Biliyorsunuz eski adı Mürtet’tir. Ankaralılar bilir. Mürtet Hava Üssü denirdi. Sonra değişmiş Akıncı olmuş. Mürtet, irtidat eden manasına geldiği için ve eski bir kelime olduğu için, belki de başka bir çağrışımı olduğu için, daha sonra Akıncı üssü demişler. Neden orası seçildi merkez olarak? Hikmeti neydi? 15 Temmuz’u kurgulayanların amacı neydi? 

Adem Yavuz Arslan: Bunun üzerine spekülasyonlar var. Ama benim yorumum özellikle Hulusi Akar’ın burayı seçtiği yönünde. Çünkü Ankara’dan ulaşımı kolay, çok rahatlıkla orada komutanları toplama senaryosu uygulamaya uygun. Birleşmiş Hava Harekât Merkezi Eskişehir’de. Eskişehir’de bu mizanseni yapmak kolay olmayabilir. Bir de Eskişehir’de oranın başındaki korgenaral tuzağa düşmeyebilirdi.

Bülent Korucu: Bu soruya benim cevabım şu: Darbe algısını oluşturacak nispette bir katılım olsun ama imkanları sınırlı bir üs olsun, istenmiş. Zira yanlışlıkla darbenin başarılı olma riski de var. Başarılı olmaya yetebilecek bir kapasitede de olmasın. Eskişehir’de bu risk vardı… Bir taraftan emir-komuta zinciri içerisinde bir darbe algısı oluşturuyorlar çünkü. Gerçekten de bir darbeye dönüşebilirdi. O riski bence göze alamadıkları için darbe fotoğrafı vermeye yeterli ama gerçek bir darbe organize etmeye yetemeyecek kapasitedeki bir üssü tercih ettiler. Yoksa Abidin Ünal’ın Ankara’ya getirildiği gibi Hulusi Akar da Eskişehir’e helikopterle çok rahatlıkla götürülebilirdi. Genelkurmay’dan helikopterle Akıncı’ya değil de Eskişehir’e götürülürdü.

TELSİZ KAYITLARINDAKİ KOPYALA-YAPIŞTIRLAR

Ayrıca benim eklemek istedim somut bir olay var. 15 Temmuz gecesinin en acı fotoğraflarından birisi, Polis Özel Harekât Birliği’nin vurulmasıdır. Ve orada yanlış hatırlamıyorsam 50’den fazla şehit var; içlerinde kadın polislerin de olduğu. İnsanlar çok can yakıcı bir biçimde hayatlarını kaybettiler, şehit oldular. Orayı bombaladığı iddia edilen bir pilot subay var. Hemen 15 Temmuz’dan sonra ifadeleri ve işkence edilmiş fotoğrafları servis edildi. Ağzından, burnundan, hatta kulaklarından kan gelecek şekilde işkence edilmişler. Fotoğrafları Anadolu Ajans tarafından yayınlandı. Tüm medya da bunu kullandı ifadeleri ile birlikte. Bu kişi mahkemedeki ilk duruşmada poliste ve savcılıkta verdiği ifadelerini reddetti. Ve bunların kendisine işkence ile imzalattırıldığını öne sürdü. 

Olabilir, bütün sanıklar bunu yapabilir. Fakat adamın bu reddini doğrulayacak savcılık belgeleri ortaya çıktı. Yani savcılığın kendi mütalaasında bir kısım çelişkiler var ki, adamın haklılığını ortaya koyuyor. Mesela Özel Harekât Birliği’ni bombaladı denilen dakikalarda savcılığın soruşturma dosyasında adamın Akıncı Üssünde bir harita başında fotoğrafı var. Aynı dakikalarda gökyüzünde olduğu ve polisleri bombaladığın iddia ediyor savcı. Akıncı Üssünde uçtuğu iddia edilen ve bir yerleri bombaladığı söylenilen pilotların telsiz kayıtlarında da hem çelişkiler var, hem de kopyala-yapıştır ifadeler var. Aynı konuşma birden fazla pilot için yapıştırılmış. Aynı konuşmayı birebir, kelime harf hataları da dahil olmak üzere farklı zamanlarda 2 pilot, 3 pilot nasıl yapar? Yani savcılık kopyala-yapıştırla suç üretirken çok da zahmete katlanmamış. Aynı cümleleri 2-3 polisin ağzından vermiş dosyada. Akıncı Üssünde gerçeği ortaya çıkarmak için bir soruşturma yapılsaydı, bugün söylenen şeylerin taban tabana zıttı bir kısım durumlarla karşı karşıya kalacaktık diye düşünüyorum.

Adem Yavuz Arslan: Özür dileyerek araya girebilir miyim? Notlarım arasında Akıncı ile ilgili bir şey daha var, unuttum onu eklemeyi. Bence önemli bir şey. Akıncı’dan kalktığı iddia edilen ve Ankara’da alçak uçuş yapan, ne bileyim Ankara’da bombalama yaptığı söylenilen 11 uçağın incelemesi hiç yapılmamış. Yani öyle bir soruşturma yaparken nasıl olabilir ki bu? 11 tane uçağın incelemesini hiç yapmıyorlar. 11 uçak incelemesiz bırakılıyor. Bir taraftan da bombaladı denilen uçakların o gün hiç uçmadığı bilgisi var. Kara kutu kayıtlarını değiştiremezsiniz. En azından filmlerden, haberlerden de bilirsiniz. Kara kutu kayıtları sabittir. Uydu bağlantılıdır, değiştiremezsiniz. Manipüle edemezsiniz. Kara kutu kayıtları gösteriyor ki, mesela 110 numaralı uçak 15 Temmuz günü hiç uçmamış, ne bileyim 105 numaralı uçak falan yeri bombaladı denildiği saatte Akıncı Üssünde yerde duruyor, mesela Akıncı Üssünde pist başına geldiği saatte savcının iddiasına göre Gölbaşı’nda bombalama yapmış… 

DARBECİLER, EMNİYETİ NİYE KARŞISINA ALSIN?

Böyle çelişkilerin yanı sıra işte 11 uçağı da hiç incelemeye almıyorlar. Acaba bombalamayı yapanlar bunlar mıydı? Kullananlar kimlerdi? Çünkü bir takım şeyler mahkemede defaatle ifade edildi. Üste çalışmayan emekli pilotların ya da kim olduğu belli olmayan bir takım sivil pilotların üste görüldüğüne şahitler var. İşin kriminal boyutunu bir kenara bırakalım, eğer darbeci iseniz, varsayalım ki 15 Temmuz gerçekten bir darbe, gidip de emniyeti bombalamazsınız. Çünkü emniyet sonuçta yaklaşık 300 bin kişilik bir silahlı güç. Karşınıza almazsınız insanları. Şimdi emniyeti bombalamışsınız, 50 civarında özel harekât polisi ilk anda şehit oluyor. Ne demek biliyor musunuz? Bütün polisi teşkilatını karşınıza almanız demektir. Bir darbecinin asla yapmayacağı bir şeydir. Meclisi bombalamak da aynı şekilde. Ayrıca emniyeti bombalamak, polisin acımasız bir şekilde işkence yapması için zemin oluşturmaktır. Yani polisi tahrik etmek, polisi motive etmek… Sonuçta şaka değil, havadan bombalanıyorsunuz. Sonra Melih Gökçek videosunu da yayınladı. Şimdi bunların olduğu bir ortamda, polisi zaten o andan itibaren bütün gücü ile birlikte karşınıza alıyorsunuz. Bu da kumpasın başka bir delili bana kalırsa. Hiçbir darbecinin asla yapmayacağı bir şeydir bu.

Tarık Toros: Senin anlattıklarından şunu anlıyorum: Uçakların kara kutusuna bakmayan, incelemeyen, esasen 15 Temmuz’u organize edenler, alçaktan uçuş yapan jetleri ve o uçakların nereye bomba bırakacağını bile kendi ekipleri ve kendi uçaklarıyla planladılar. Bunu darbecilere veya ne yapacağından emin olunmayan pilotlara veya askerlere bırakacak halleri yoktu. Çünkü hedefler nokta atışı tespit edilmişti. Uçaklar alçaktan uçacaktı. İstanbul’da, Ankara’da öncelikle vatandaşlara korku salacaktı. Sonra sarayın bir köşesini bombalayacaktı, sonra emniyeti bombalayacaktı. Polisleri öfkelendirecekti ki, polisler ertesi günden itibaren askerlere işkenceyle muamele etsinler vesaire… Hepsi diyorsun, bir planın parçası idi.

BAŞARISIZLIĞA PROGRAMLANMIŞ BİR PLAN

Şimdi Marmaris’e gidelim. Marmaris ayağı da son derece önemli. 15 Temmuz planlanırken elbette A’dan Z’ye kusursuz bir plan olması gerekiyordu. Biraz evvel Bülent Korucu anlattı. Eğer darbe başarılı olsa veya başarılı olma ihtimali belirse ve emir-komuta zinciri içerisinde bir darbeye evirilse, belki Hulusi Akar da dışında kalamazdı. Yani diyelim ki, Erdoğan’ın başına bir şey gelseydi, başbakanın başına bir şey gelseydi, bir yerlerden yola çıkan askerler veya harekete geçenler başarılı olsalardı… O geceyi ön görmek zor. Yani bir kıvılcımı çakarsınız ama yangını kontrol edemeyebilirsiniz. Ya da tutuşturursunuz samanlığı ucundan ama bütün samanlık kül olabilir. Bir noktadan sonra söndüremezsiniz. Durum kontrolden çıktıktan sonra da başarısız bir darbe girişimi olarak bu işi kurgulayanlar bile olayın gerçekten darbeye evirilmesi karşısında belki de geri adım atmazlar. 

Fakat baştan beri şunu konuşuyoruz. Öyle ince bir plan var ki, başarısızlığa programlanmış. Yani herhangi bir şekilde, herhangi birinin veya birilerinin durumu tersine çevirme şansı olmasın. Bu Hulusi Akar, Hakan Fidan veya herhangi bir aktör de olabilir. O açıdan titiz bir planlama. Bu Marmaris’te de görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan,15 Temmuz’a bir hafta kala adeta ortadan kayboluyor. En son görüldüğü yer 9 Temmuz’da Antalya ve ondan sonra da gerek hareketleri gerekse Marmaris’te kaldığı iddia edilen otele ulaşımı, gerek orada geçirdiği günler ve sonrası, bir muamma. 15 Temmuz günü, Cuma gününe denk geliyor. O gün Erdoğan Cuma namazına gitmiyor, bu da önemli. Çünkü bulunduğu yer deşifre olsun istemiyor. Bulunduğu yerle ilgili Sözcü Gazetesinde Gökmen Ulu imzalı habere verilen tepki de bu yüzden.

Şimdi bu noktada Levent Kenez’e dönelim. Ayrıntılı Marmaris dosyası onda. Öncelikle şunu sorayım: Marmaris, Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz deyince ne beliriyor zihninizde? Hangi detayları, hangi bilmeyenleri paylaşmak istersiniz?

CUMHURBAŞKANINA SUİKAST GÖRÜNTÜSÜ

Levent Kenez: Evet, Marmaris şu sorunun cevabını veren bir yer: Bu Erdoğan’a bir darbe mi, yoksa Erdoğan darbesi mi? Çok net. Sadece Marmaris için bir program yapsaydık, 15 Temmuz’un niteliği hakkında kesin bir fikre sahip olurduk. 

Marmaris olayı ayrı bir dava olarak görüldü, Muğla’da 2. Ağır Ceza Mahkemesinde. Sonuçlandı. Bu dava Erdoğan’a suikast davası. Yani bu 15 Temmuz’u planlayanların, bütün psikolojik harbi organize edenlerin en çok ihtiyacı olan şey, Erdoğan’ın hayatının tehlikede olduğu algısının köpürtülmesi. Zaten havuz medyasında o zamanki bütün haberlere baktığınız zaman Marmaris sadece ve sadece Erdoğan’a suikast ile anılan bir yer. Erdoğan’ı bizzat öldürmek üzere gelmiş askerlerden söz ediyoruz. Eğer bu gerçekse, bu askerler Erdoğan’ı gerçekten öldürmek için oradalarsa hiç kimse 15 Temmuz bir tiyatroydu, kumpastı diyemez. Neden? Kardeşim, adamın canı söz konusuydu. Ölebilirdi, ne kumpasından bahsediyorsunuz? Çok rahat bunlar denebilirdi. O yüzden herkesin Marmaris’e çok ihtiyacı var. Özellikle resmi söylem kanadının. Çünkü suikast denildiği zaman herkes süngüsünü düşürüyor. Geçen programlarda da konuştuk, devlet başkanlarına suikast girişimi olduğu zaman suçlunun iadesi ile ilgili Brüksel Anlaşması’nın imzalanması, hep burayla ilintili.

ERDOĞAN NE ZAMAN KARAR VERDİ?

Şimdi ben Marmaris ile alakalı resmi kayıtları aktaracağım. Herhangi bir gazetecinin haberi değil, resmi kayıtlar. Meclis heyeti Marmaris’e gitti biliyorsunuz. Üç gün orada kalıp epey kişiyi dinlediler ve bunlar kayıtlara geçti. Önce Erdoğan’ın Marmaris’e gelme hikayesini anlatacağım. Serkan Yazıcı otelin sahibi. Erdoğan, Ramazan Bayramı’nda Serkan Yazıcı’yı arıyor, bayramını tebrik etmek için. Serkan Yazıcı, bir görüşmede olduğu için telefonu açamıyor. Çok büyük bir mahcubiyet duyduğunu söylüyor. Koruma müdürü Muhsin Köse var. Onu arayıp, beni konuşturun diyor. “Seni konuşturamayız, 9 Temmuz’da Polonya Varşova’da NATO zirvesinden dönüyoruz. Gel havaalanın da bizzat görüş. Hem özür dilersin hem de konuşuyorsun,” cevabı alıyor. 9 Temmuz’da havaalanında Serkan Yazıcı ile Erdoğan karşılaşıyorlar. Erdoğan, Serkan Yazıcı’ya, “Seni arıyoruz telefonu açmıyorsun,” gibi sitem ediyor. Daha sonra Erdoğan ile Serkan Yazıcı, havalimanında başka bir odaya geçip konuşuyorlar. Odada Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan da var. 

Serkan Yazıcı resmi söylemeye göre onu otele davet ediyor. Erdoğan, “Ben otelde kalmam,” diyor. Serkan Yazıcı ikna etmek için orada babasına ait çok ayrı bir müstakil villanın olduğunu söylüyor. Babası da Bursaspor eski başkanı İbrahim Yazıcı, hayatını kaybetti. Babası için yapılmış çok büyük bir villa olduğunu orada çok rahatlıkla kalabileceğini anlatıyor. Erdoğan, “Bakarız,” tarzı bir şeyler söylüyor. Özel Kalem Hasan Doğan’a göre şunları ifade ediyor: “Biz gelmeyelim. Biz gelince çok kalabalık geliyoruz, senin müşterilerini rahatsız ederiz. Bizi mazur gör.” Zannedersiniz bir değerlendirme var. Ama aslında öyle olmuyor. 

Ertesi gün korumaların hepsi Marmaris’te villaya keşif için gidiyorlar. Villanın etrafına ekstra güvenlik kameraları koyuyorlar. Kendileri getiriyor. Havuzu aile mahremiyetine göre ayarlıyorlar ve 10 Temmuz’da villa Erdoğan’ın gelmesi için tamamen hazır hale geliyor. Ama resmi söyleme göre Erdoğan 11 Temmuz’da gitmeye karar veriyor. Halbuki daha Serkan Yazıcı ile görüşmeden Marmaris’e gideceği belliydi. Peki Erdoğan’ın Marmaris sevgisi varsa, böyle bir yere ihtiyacı var mıydı? Erdoğan’ın gidebileceği birçok koyları var. Cumhurbaşkanlığına ait bir koyu var. Tatil yapmak istediğinde kullanabileceğin, özel zamanlarda hatırlanan ama daha sonrasında pek kullanılmamış Okluk’ta bir koyu var zaten. Burası da çok önemli bir yer, birazdan konuştuğumuz zaman neden önemli olduğunu, nasıl kullanıldığını da ayrıca göreceğiz.

FİDAN’DAN ‘AYŞE TATİLE ÇIKSIN’ MESAJI

Burada şunu söyleyeyim: 11 Temmuz ile 14 Temmuz arasında Serkan Yazıcı, Erdoğan’ı hiç görmüyor. Erdoğan misafir alıyor. Hiç dışarı çıkmıyor. Erdoğan’ın misafirlerinin ağırlanması için otelde başka müstakil yerler ayarlıyorlar. Yani Erdoğan, kapalı kapılar ardında birçok insan ile görüşüyor. Gelenler ve gidenler var. Bunları da konuşacağız. Şimdi 15 Temmuz gününe gelelim ve Marmaris’in neden önemli olduğuna, darbe mi kumpas mı sorusuna nasıl cevap verdiğine bir bakalım.

Şimdi geçen programlarda da bahsettik. Hakan Fidan, Erdoğan’ın korumasını arayıp “Bir saldırıya karşı hazırlıklı mısın? Adamın var mı? Gücün var mı?” gibi konuşmalar yapmıştı. Bu saat kaçta? 19.00 civarında… Saat 19.00’da bu konuşma yaşanıyor. Aslında daha sonra bu bilgileri birleştirdiğimizde, bu konuşmanın bir nevi “Ayşe tatile çıksın” hikâyesindeki gibi bir parola olduğunu, filmin başlayacak olduğunun karşı tarafa iletilmesi olduğunu anlıyoruz.

DARBE BAŞLADIKTAN 6 SAAT SONRA YOLA ÇIKAN TİM

Şimdi saat saat gidelim… Köprüye askerler ilk ne zaman çıkmıştı? 21.50 civarında. Peki Erdoğan’a bir suikast yapmak için iddia edilen askerler ne zaman geldi? Tam 6 saat sonra. Bir darbe planı düşünün. İlk darbeciler masaya oturdukları zaman neyi konuşmuşlardır? 1 numarayı… 1 numarayı nasıl derdest edeceğiz? Yani darbeye başladıktan 6 saat sonra Erdoğan’ı almaya gitmeleri kadar büyük amatörlük olmaz. Peki, bu amatörlüğün sebebi ne? Giden ekibe başkanlık eden Tuğgeneral Gökhan Sönmezateş’in söylediği bir şey var. İzmir Çiğli’de, helikopterlerin bulunduğu askeri havaalanında 4 saat helikopterler bekletiliyor. Kalkma izni verilmiyor. “Bekle haber vereceğiz,” deniyor. 

Peki bu arada neler oluyor? Herkesin malumu, Erdoğan yerel gazetecileri çağırıyor. Yerel gazeteciler epey bekliyorlar. Onlarla konuşma yapıyor ve bu konuşma aktarılmıyor. Neden? Gazeteciler teknik aksaklıklar nedeni ile internetten gönderemediklerini söylüyorlar ama esas sebep Erdoğan, Marmaris’ten ayrılacağını söylediği için bu yayınlanmıyor. Ağzından kaçırıyor. Ben Marmaris’ten ayrılacağım diyor. Gece 00.24’te ise CNN Türk’e bağlanıyor. CNN Türk bağlantısı biter bitmez, ailesiyle beraber helikopterle Marmaris’teki o otel bölgesinden ayrılıyor. Yani Erdoğan otel bölgesini ne zaman terk ediyor? 00.30’da 00.30’dan sonra Erdoğan otelde değil. Nereye gidiyor? Dalaman Havalimanı’na. Ata Uçağı orada onu bekliyor. Hemen helikopter uçağın yanına inip aile üyeleriyle hızlıca uçağa biniyorlar. Bunların hepsi, savcının iddianameye koyduğu saatler.

MARMARİS’E GELEN GİZEMLİ HELİKOPTERLER

01.43’te Erdoğan ve ailesi Dalaman’dan ayrılıyor. Peki nereye gidiyor? Nereye gidebilir? İlk akla gelen yerlerden bir tanesi Ankara. Çünkü Esenboğa Havalimanı’nda hiçbir hareketlilik yok. Gayet sakin bir havalimanı. Çok rahatlıkla inebilir ama Ankara’ya gitmiyor. İstanbul’u tercih ediyor. İstanbul Atatürk Havalimanı nerede? Hava Harp Okulunun yanında. Helikopter pistlerinin olduğu, askerlerin olduğu bir yer. Yani havacılar bir darbe yapıyor ve siz gidip havacıların harp okulunun yakınındaki havalimanına iniyorsunuz. Neyin ne olduğu belli değil, karışıklık var… Birkaç saat önce tankların girdiği havalimanına iniyorsunuz.
  Peki, Erdoğan neden Ankara’ya gitmiyor sizce? Çünkü Ankara’da daha külliye bombalanacak. Külliyenin dışı aslında, Saray’ına da kıyamıyor tabii… Bahçenin dışında polislerin insanları topladığı, burada bekleyin dedikleri yere sabaha karşı, her şey bittikten sonra bomba atılacak. “Külliye de vuruldu” denilebilmesi için birçok insan da orada olacak. Peki herkesin aklında kalan şöyle bir şey var… Erdoğan’ın sıkça söylediği bir şey: “15 dakika ile kurtuldum.” Darbeci olduğu iddia edilen askerler Marmaris’e 03.20’de geliyor helikopter ile. Peki 00.30’da ayrılan Erdoğan nasıl “15 dakika ile kurtuldum” diyor? Ya çok büyük yalan söylüyor ya da başka bir şey var. 

Başka bir şey var, evet. Çünkü darbeci askerlerden önce oraya gelen başkaları var. Helikopterle gelmiş. Bütün radarlarda temizlenmiş, hiçbir şekilde iz bırakılmamış, çatılara yerleşmiş keskin nişancılar ve kim oldukları tespit edilememiş insanlar var. Ve bu insanlar bu çatılardan sağa sola ateş etmeye başlıyorlar. Bunu nereden biliyoruz? Bir polis memurunun, Çetin Şahan’ın ifadesi var. “Erdoğan gittikten sonra biz emniyete gitmiştik. Daha sonra bize bir haber geldi,” diyor. Saat 2.00 civarında oluyor bu, hala darbeci askerler yok ortada. Saat 02.00-02.30 civarı adliye kavşağında helikopter ve çatışma sesleri gelince oraya intikal ediyorlar. Zırhlı bir araçla gidiyorlar. Bunun video görüntüsü de var. Üzerlerine ateş açıldığı net belli oluyor. Orada bir polis şehit oluyor. İsmi de Nedip Cengiz Eker. Çetin Şahan bu yaşadıklarını emniyetteki sorguda tutanağa geçiriyor. Altına imza attığı, diğer polislerin de imzasının olduğu resmi evrak var. Yani bu evrakla çatışmanın nasıl gerçekleştiğini, daha darbecilere ait helikopterler gelmeden önce helikopterle gelenlerin olduğunu, çatılardan kendilerine ateş açıldığını kayda geçiriyor.

TANIK POLİS, 3 GÜN SONRA ÖLDÜRÜLÜYOR

İfadelerine bakılırsa hiçbiri rastgele ateş etmemiş. “Çok bilinçli bir ekipti, çok profesyoneldiler. Hedef gözeterek ateş ettiler,” gibi ifadeleri var polis memurunun. Peki sizce bu adliye safahatında, mahkemelerde “Çetin Şahan kardeşim sen bu olayı bir de bize anlat!” denmiş midir? Denmiyor. Çünkü Çetin Şahan, 3 gün sonra öldürülüyor. Nasıl öldürülüyor biliyor musunuz? Bir gasp çetesi, Gürcü bir çete, polisin aracını çalmak için üzerine saldırıyorlar, bıçaklıyorlar ve arabayla tam 3 kez üstünden geçiyorlar. Hiç böyle bir otomobil hırsızlığı duydunuz mu?

Bir otomobil hırsızı çete düşünün, bir sürü park halinde araç varken bir tane polis memurunu hedef seçecekler, defalarca bıçaklayıp aracını da alıp üzerinden 3 defa geçecekler… 19 Temmuz’da yaşanıyor bu. Çünkü polis memuru, kim olduklarını, ne olduklarını tutanağa geçirdi. Ama bir daha konuşmaması lazımdı. Konuşabilecek başkalarına da, bunu bilen herkese de bir mesaj verilmesi lazımdı.

‘BAZI ŞEYLER VAR, ONLAR BENDE KALSIN’

Size komisyon raporundan, Doğan Haber Ajansı muhabiri Ali Gündoğan’ın sözlerini aktarayım: “Cumhurbaşkanımız ayrıldıktan sonra otelin etrafında kimse kalmadı. Yani Cumhurbaşkanı gitti herkes rahatladı.” Çünkü bütün emniyetçilerin ifadesinde, tutanaklarda okuduğunuz zaman Erdoğan’ı yolladıktan sonra çok rahat ediyorlar. Çok normal bir insan refleksi, memur refleksi. 1 numara size emanet, ama otelden ayrılmış. “Oh,” diyorsunuz, “sağ salim gönderdik.” En azından oradaki iş bitti. “Otelin etrafında kimse kalmadı,” sonrasında şunu söylüyor: “Şimdi bazı şeyler de var ama onlar da bende kalsın.” Bunu söyleyen bir gazeteci. “Bazı şeyler var, onlar bende kalsın.” Komisyon Başkanı Reşat Petek, “Yok kalmasın söyle söyle…” deyince de, “Bende kalsın efendim, devletimize gerekli bilgileri verdik,” cevabını veriyor.

Birçok insan bu çatışmalara şahit. Yani darbeciler gelmeden önce helikopterlerle başkalarının geldiği, oralarda ateş ettiği, polisleri öldürüldüğü aslında bilinen, devletin de kayıtlarına geçmiş ama hiç kimsenin işlem yapmadığı durumlardan bir tanesi. 

Adem Yavuz Arslan: 40’a yakın şahit var. 

Levent Kenez: Şimdi çok şahit var. Ambulans şoförü var, sağlık görevlisi var, taksici var, bizzat Anadolu Ajansı’nın yayınladığı video var. Terasta bir tane vatandaş çok da güzel anlatıyor, ayrıntılı bir şekilde.

ASKERİ HAVAALANINDAN VEDA EDİYOR

Başka bir soru: Erdoğan’ın Marmaris’e veda ettiği havalimanı neresi? Dalaman Havalimanı. Bu Dalaman Havalimanı nasıl bir yer? Sivil-askeri ortak bir havalimanı. Buranın bitişiğinde bir deniz birliği, bir de hava birliği var. Yani darbecilerden kaçıyorsunuz ama darbecilerin kullanabileceği bir yere gidiyorsunuz. Erdoğan’dan önce oraya kimler geliyor? Korumaları Dalaman Havalimanı’na intikal ediyorlar. Orada havaalanı güvenliğinden sorumlu polislerle Erdoğan’ın korumaları arasında konuşmalar var tutanaklarda. Emniyettekiler diyor ki, “Ya burası aynı zamanda askeri bir havalimanı. Kulede 2 denizci, 2 havacı, 4 tane asker var. Bu askerlere ne yapalım? Gözaltına alalım mı, etkisiz hale getirelim mi?” Korumaların cevabı: “Gerek yok.” 

Bir darbeden bahsediyoruz. Kulede askerler var. Ki darbecilerin her yerde Erdoğan’ı “aradığı” düşünülüyor. Ancak kulede bizzat havacılar olmasına rağmen hiçbir şekilde müdahale edilmiyor. Sorular bunlar. 

Bir önemli bir husus da şu. Hatırlarsınız Berat Albayrak, her ihtimali araştırdıklarını, çeşitli senaryolara uygun 4 uçak ayarladıklarını söylemişti. Bu, o kadar kolay bir şey değil. Çevrede ve İstanbul’da hazır bekleyen 4 tane uçak hazırlamışlar. Bu uçaklardan biri Mehmet Cengiz’e, öbürü Azeri işadamı Mübariz Mansimov’a ait. Enka’ya ait bir uçak daha var. Bütün bu uçaklar çok önceden hazırlanmış, talimat bekleyen uçaklar.

ÖNCE POLİSLER, ASKERLERE ATEŞ AÇIYOR

Marmaris ile alakalı en önemli husus, askerlerin Erdoğan ayrıldıktan saatler sonrasında gelmesi. Sebebi de 4 saat boyunca İzmir Çiğli’de bekletilmeleri, hava araçlarına kalk emri verilmemesi. Hakan Fidan’ın koruma müdürünü aramasından 9 saat sonra geliyor suikast ekibi. Otelin yerini bilmiyorlar. Görüntülerde de var. Vatandaşlara soruyorlar. Gelenler SAT komando birliğinden. Çok profesyonel oldukları söylenen adamlar. Zaten Sözcü Gazetesi villanın fotoğraflarını basmış. Kolayca bulunabilecek bir yerde kabak gibi duruyor. Ama burayı dahi bulamıyorlar. 

Bu arada 30 tane korumayla geliyor Erdoğan, Marmaris’e. Helikoptere hepsi sığamayacağı için birçoğu otelde kalıyor ve bunlar bu gelen askerlere ateş açıyorlar. Bir anda askerler kendilerini çatışma içerisinde buluyorlar. Buradaki görgü tanıklarının bazısı ile ben görüştüm. İlk önce polislerin askerlere ateş ettiği bilgisi kesin bilgi. Yani ilk ateşi açan Erdoğan’ın koruma ekibi. Erdoğan gitmiş. Otelde kimse yok. Herhangi bir risk yok. Böyle bir çatışma neden arzulanıyor? Çünkü ortalık kan gölüne dönsün, planlanandan çok daha fazla insan hayatını kaybetsin diye yapılmış bir tuzak. Ancak yine savcının kendi iddianamesinden ve askerlerin ifadesinden de biliyoruz ki, askerler ellerinde çok güçlü patlayıcılar olmasına rağmen bu tuzağa düşmüyorlar. Daha sonra helikopterlerine binememelerinden dolayı kimisi araziye saklanmak zorunda kalıyor. Kimisi de helikopter ile geri dönüyor ve Ankara’da yakalanıyor. 

Marmaris hikâyesi bu. Yani Erdoğan’a suikast falan yok. Erdoğan’dan saatler sonra onu almak üzere geldiği iddia edilen askerler var. Ve bu askerleri bir el, 4 saat bekletiyor. Sönmezateş mahkemede kendisi itiraf ediyor. “Ben bir darbeciyim,” diyor, Semih Terzi ile görüştüm diyor. Braveheart filminden örnek veriyor. “Ben bize kim ihanet etti, 4 saat bizi kim tuttu bunu açıklayacağım,” demişti. Şu ana kadar açıklamadı. İlginç bir bilgi daha aktarayım. Helikopterde bulunan, yani darbeci olduğu söylenilen askerlerin hepsinde cep telefonu var. Hepsinin internet bağlantısı var. Hemen hemen hepsi gelişmeleri an be an takip ediyor. Erdoğan’ın konuşması, İstanbul’a gelmesi… Erdoğan, İstanbul’a geleceği zaman televizyonlarda altyazı ile haber verilmişti. Çok enteresan. Erdoğan’ın uçağı Atatürk Havalimanı pistine ayak bastığı an helikopterlere “Marmaris’e gidin” emri geliyor. Neredeyse aynı dakikalarda…

LİSE TALEBESİ, DAHA İYİ PLAN YAPARDI

Adem Yavuz Arslan: Tam bu noktada bir şey söyleyeyim mi? Çiğli’den hareket saati 02.14. Lise talebesine verseniz böyle kötü bir planlama yapmaz. Erdoğan gazetecilere açıklama yapalı 2 saat geçmiş… Erdoğan’ın açıklaması 11.00 civarındaydı. CNN Türk’te Hande Fırat ile 00.06’da FaceTime görüşmesi yapmış. Marmaris’ten ayrılmasından tam bir saat önce olmuş bu. Ve Çiğli’den darbecilerin kalktığı saatte Erdoğan’ın uçağı İstanbul’a doğru alçalıyor. Yani öyle bir plan yapmışlar ki, hiçbir şeyi şansa bırakmamışlar, tesadüfe yer kalmamış. Ya da hiçbir şekilde risk alınmamış. “İşte bunlar Erdoğan’ın canına kastetti,” senaryosu hayata geçebilsin diye gönderilen suikast timinin helikopterine, Erdoğan tamamen güvenli bir hale gelinceye kadar Çiğli’den kalkış izni verilmiyor. Bu arada Erdoğan’ın uçağı tam 47 dakika Biga’nın üzerinde turluyor. Yani havada F-16’lar var. İstanbul Havalimanı güya darbecilerin elinde. Erdoğan, Biga’nın üzerinde 47 dakika dolanıyor. Niye? Çünkü senaryonun hayata geçmesi gerekiyor. O da nedir? Marmaris’e darbecilerin ulaşması gerekiyordu ya. Bu haber alındıktan sonra uçak inişe geçiyor. Güvenli bir şekilde. Çünkü senaryo tamam.

Bülent Korucu: Sönmezateş bazı şeyleri açıklayacaktı ama açıklamadı. Bunun cevabını arayalım. Bir duruşmada Gökhan Sönmezateş şunu söyledi: “Şerefli insanlarsanız, bari küçük yaştaki kızımdan elinizi çekin. Onu taciz etmekten vazgeçin.” Ondan sonra da çok fazla konuşmadı. 1 yaşındaki kızı ile tehdit edilen askerlerden bahsediyoruz. Bunu marifet gibi kaydedip sosyal medyaya atan bir pervasızlık söz konusu. Aileleriyle çocuklarıyla tehdit edildikleri için konuşamıyorlar. İkinci husus şu, Marmaris’te öldürülen kişileri, sonradan giden ekibe mal etmeye onlara yamamaya çalıştılar. Ama Levent Bey’in de söylediği gibi… Yani yalan öyle bir yorgan ki, ne tarafa çeksen başka tarafı açıkta bırakıyor.

Duruşmalardan bir iki cümle söyleyeyim. O ekibin başındaki Binbaşı Şükrü Seymen şunu anlatıyor: “Bunu bizim öldürdüğümüzü söylüyorsunuz. Ama adamın ölüm saati biz oraya gelmeden önce. Nasıl olacak bu iş? Biz gelmeden adamı nasıl öldürelim?” Sonraki duruşmada adamın ölüm saatini değiştiriyorlar. Bu sefer Şükrü Seymen şunları söylüyor: “Bu saatten önce ailesine cesedini, cenazesini teslim etmişsiniz. Adamın cesedini ailesine teslim ettikten sonra mı biz gittik öldürdük?” Tutanaklar, belgeler, vesikalar senaryoya uyumuyor. Ama hala suçlamaya devam ediyorlar.

‘BEN SAVAŞ PİLOTUYUM, KEŞİF UÇUŞU YAPAMAM’

Marmaris ile ilgili senaryoyu tamamlayan önemli bir haber var. 15 Temmuz’dan hemen sonraki günlerde şöyle haberler de yayınlanmıştı: Darbeciler, 12 Temmuz ve 13 Temmuz’da başka göreve gidiyormuş gibi Dalaman’a gittiler ve Erdoğan’ın kaldığı yeri fotoğrafladılar, keşif uçuşu yaptılar. Darbeciler planlı hareket ediyordu ve bu planın parçası olarak Diyarbakır’dan kalkan F-16’lar, Dalamana eğitim uçuşu yapıyormuş gibi gittiler ama Erdoğan’ın villası üzerinde uçtular ve fotoğraflarını çektiler. Bir uçak 2,5 dakika, diğer uçak da 1 dakika 20 saniye radarlardan kayboluyor. Bilirkişi olarak çağrılan kişi diyor ki, inmek için alçalmaya başladığı anda radardan çıkar. Tam da o dakikalara tekabül ediyor. Bunlar inmek için alçalmışlar. Ayrıca 2,5 dakikada Dalaman’dan Marmaris’e gidip geri de gelemez. Yani böyle bir şey söz konusu değil, fiilen mümkün değil. Dalaman’a giden uçaklar, keşif uçağı değil. Keşif uçağı ile savaşamazsınız, savaş uçağı ile de keşif yapamaz, fotoğraf çekemezsiniz, diyor bilirkişi. Uçaklar buna müsait değil ayrıca pilotlar da farklı bir eğitimden geçmeli. Bilirkişi pilot şöyle konuşuyor: “Mesela ben savaş pilotuyum, keşif uçuşu yapamam. Beni gönderseniz, donanımı müsait uçakla bile gönderseniz ben fotoğraf çekemem.” 

Orada suçlanan iki pilot da keşif uçuşu eğitimi almış değil. Onlar da savaş pilotu. Hangi bilgiyi, veriyi alsanız öyle bir keşif uçuşunun olmadığı ortaya çıkıyor. Buna rağmen subaylar beraat etmediği gibi, bu senaryodan geri adım da atılmadı hiçbir şekilde. Darbecilerin Marmaris’te keşif uçuşu yaptığı ve Dalaman’a gidiyormuş gibi yapıp sonra Marmaris üzerinden dolaşıp, Erdoğan’ın kaldığı yeri fotoğrafladığı iddiası hâlâ sürdürülüyor. Hem davada sürdürülüyor hem de medyada sürdürülüyor. Halbuki mahkemelerde çürütülmüş bir iddia. Baştan çizilen senaryodan taviz vermemek, ödün vermemek için çok absürt de olsa çok akılsız, mantıksız da olsa direnmeye devam ediyorlar.

SÖZCÜ GAZETESİ MUHABİRİ NEDEN HAPSE GİRDİ?

Levent Kenez: O uçakları uçuranlar, malum, yargılanıyorlar. Bununla ilgili uzman raporları da var. Mesela uçaklardan bir tanesi suikast için keşif yaptı deniyor. Uçağın radardaki izlerini takip ettiklerinde, Erdoğan’ın kaldığı yerin en yakın 20 kilometre ötesinden geçmiş. Hiçbir şekilde görüntü almanın mümkün olmadığı uzaklıkta seyrettiği, bahse konu olan yerle hiçbir şekilde alakası olmadığı zaten radar kayıtlarında da var. 

Marmaris ile ilgili önemli bir nokta daha. Erdoğan 14 Temmuz günü, yani darbeden 1 gün önce Okluk koyuna gidiyor, teftiş için. Erdoğan gelecek diye Okluk koyundaki bütün sivil tekneleri, yakınlardaki bütün tekneleri uzaklaştırıyorlar. Yolları kapatıyorlar, önlemler alıyorlar. Bunu neden yapıyorlar? Erdoğan’ın orada olduğu imajını verebilmek için. Bu dedikodu yayılsın diye. Gerçekten bazı yerel unsurların Erdoğan’ın Okluk koyuna geldiği ya da geleceği yönünde haberler yaptığı, aralarında konuşmalar olduğu görülüyor. Askerlerin üzerinde de Okluk koyu ile ilgili bazı planların, krokilerin çıktığı iddianamelerde yer aldı. Aslında Sözcü gazetesinin haberine bakıldığında, Erdoğan’ın Okluk koyuna teftiş için gittiği, sonra ne zaman Marmaris’e geldiği, nerede kaldığı ayrıntılı verilmiş… O yüzden Sözcü gazetesi muhabirine çok büyük bir nefretle muamele yaptılar. Hapse girdi. Çünkü senaryoyu çökerten haberlerden bir tanesine imza attı. Hatırlayın, Berat Albayrak’la Muhsin Köse teknedeler ve Sözcü haberi yayınlanınca küfürler ederek, deşifre olmuş bir planın ardından telaşla konuştuklarını söylemiştik.

Adem Yavuz Arslan: Komutanlar 5 Temmuz’da Marmaris’e gittiler. 10 Temmuz’da sahil güvenlik Okluk koyundaki düzenlemeyi yaptı. 6 Temmuz’da Erdoğan’ın uçağının park edeceği yerdeki kameralar bozuluyor. Saati de net olarak iddianamede var. Bilirkişi raporunda da var. 25 Temmuz’da tespit ediliyor. Yani Erdoğan’ın uçağının park edileceği yeri bilen kimdi? Erdoğan’ın daha tatil kararı açıklanmadan 6 Temmuz 13.55’te uçağın park edeceği yerdeki kamera devre dışı bırakılıyor. Bu da 21 Temmuz’da yapılan teknik incelemede fark ediliyor. Uçağın yerini kim biliyordu, Erdoğan’ın uçağı nereye park edecekti ve neden bozdular sorularını hatırlatmakta fayda var.

CİHAT YAYCI, O GECE MARMARİS’TE 

Şimdi başlıklardan bir tanesi de şu: Gökhan Sönmezateş ve ekibi Çiğli’den gidip alacaklardı ya senaryoya göre. Bir uçakla Erdoğan’ı alacak ve Ankara’ya getirecekti Akıncı Üssüne… İddia edilen senaryo bu. Ama Erdoğan’ı almaya gitmesi gereken uçak Ankara’dan hiç kalkmıyor. Yani onu da garantiye almışlar. Hani olur ya, kazara bir şekilde tim başarılı olursa timin oradan alıp getirmesi de mümkün değil.

Korgeneral Yılmaz Özkaya düğüne gitmiyor tuhaf bir şekilde. Normalde askerî teamüller gereği orada olması gerekiyor ama gitmiyor. Marmaris’e geliyor ve vali ile birlikte süreci koordine ediyorlar. Gelen timin helikopterlerine yakıt verdirmiyor mesela… İlginç bir şekilde Cihat Yaycı da orada karşımıza çıkıyor. Cihat Yaycı kim? Amiral. Yakın zamanda görevden alındı, kızağa çekildi. O da istifa etti. Normal şartlarda Alanya’da ailesinin evinde tatilde. Ama sürpriz bir şekilde Erdoğan’ın kaldığı otele geliyor. Erdoğan’ın kaldığı otel ultra lüks bir otel. Otelde rezervasyon yapıyor. Kendi yazlığından çıkıyor, geliyor üstelik. Ne tesadüf ki, o akşam orada. Sorgu ifadeleri var. Otel kayıtları var. Gece yarısı otelden ayrılıyor. Ama Erdoğan’ın CNN Türk’le FaceTime görüşmesinde “Başkomutanım, de!” diye sufle veren de Cihat Yaycı. 

Cihat Yaycı neden önemli? Cihat Yaycı bir önceki görevinde, Hava Kuvvetleri Operasyon ve Simülasyon Merkezi’nde bulunmuş. Tam olarak bu işlerin uzmanı olan birisi. Yani 15 Temmuz’da planlanan, simüle edilen olayın sorunsuz işlemesi ile ilgili misyonun sahibi olarak Marmaris’te karşımıza çıkıyor. Olasılık hesapları içerisinde imkânsız diyeceğimiz tesadüfler bir araya geliyor 15 Temmuz akşamı.

‘ERDOĞAN BİZİM KORUMAMIZ ALTINDAYDI’

Bir başka önemli isim Semih Tufan Gülaltay. Geçtiğimiz haftalarda açıkladığı şey yüzünden hemen apar topar tutukladılar. O da 15 Temmuz’dan bir gün önce ayrılıyor oradan. Açıklamasında diyor ki: “Erdoğan, burada bizim korumamız altında olduğumuzu biliyordu. Orada korunacağını bildiği için geldi Marmaris’e.”

Devam edeyim. Mesela bir tane gizli tanık diyor ki, biz Erdoğan’ı Huber Köşkünden alacaktık, götürecektik. Aynı isim, Ankara’da Konutkent’te Adil Öksüz başkanlığında bir toplantıdan bahsediyor. Resmi söyleme göre Öksüz, 11 Temmuz’da Amerika’ya gitti. Darbe planını onaylattı ve döndü. Ardından 15’inde düğmeye basıldı. Peki, Erdoğan 11’inde nerede? Kimse bilmiyor. 9’unda kayboldu çünkü. Şimdi darbecisiniz, darbe planı yapıyorsunuz ve bunu onaylatmaya götürüyorsunuz. Varsayalım resmi senaryo gerçek. Ama Erdoğan’ın nerede olduğunu bilmiyorsunuz. Nerede olduğunu bilmediğiniz adamı nasıl alacaksınız?

Şöyle düşünelim, darbe planı için en önemli yer neresidir? Marmaris’te Erdoğan’ın olduğu yerdir. Peki, Marmaris otellerinden ne kadar görüntü vardır mahkemelere intikal eden? Sıfır. Erdoğan’ın kaldığı otele dair mahkemelerde hiç görüntü yok. Çünkü Marmaris’te Erdoğan’ın kaldığı iddia edilen otelin tüm kayıtları silinmiş. Yani Akıncı’yı silmişlerdi daha evvel anlattık. Marmaris’teki bütün kayıtları da silmişler. 

Ve şöyle açıklıyor iddia makamı bu durumu: “Yoğunluktan dolayı otele 11. gün gittiler inceleme yapmaya. Ama 10. gün otel kayıtları silinmişti.” İnanılmaz bir tesadüf yani. 10. günde otel kayıtları siliniyor. Tam da oteli inceleyecek teknik ekip 11. gün gidiyor.

SÖNMEZATEŞ’İN GENELKURMAY’LA GÖRÜŞMELERİ

Sönmezateş, 3 yıldır duruşmalarda çok basit temel bir talebi olduğunu söylüyor. “Beni idam edecekseniz edin,” diyor. “Ama bir tek talebim var.” O da nedir biliyor musunuz? “15 Temmuz akşamı, benim Genelkurmay ile yaptığım telefon görüşmelerinin HTS kayıtlarını istiyorum,” diyor. Bu çok net bir mesajdır. Kendisine tuzak kuran kişilerin deşifre olacağı mesajıdır. Bu kayıtlar 4 yıla yakın oldu verilmedi. Adam çok basit bir şey söylüyor. “Madem ki ben darbeciyim, ben bu timden sorumluyum, benim Genelkurmay ile yapmış olduğum görüşmelerin kayıtlarını getirin.” Genelkurmay bunu 4 yıldan beri vermiyor. Verilmeyen bir şey daha var: Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın uçuş kayıtları. 15 Temmuz’da Dalaman’daki, Marmaris’teki uçuşların kayıtları yok. Türkiye’nin her yerinde radar ağları var oysa.

Diyelim ki X radarı bozuldu. Ben bunu askeri uzmanlarla da konuştum. O radarı yedekleyen başka bir sürü ağlar var. Yani bir uçağın radar izlerinin kaybolması teknik olarak mümkün değil. Ve buradaki bütün uçuşlar siliniyor, radar kayıtları siliniyor. Dahası o 3 kişilik helikopter timi var ya, helikopter timinin kayıtlarını tümden imha ediyorlar. Yani 40’a yakın şahit var. O helikopterlerin geldiğine dair, polisleri vurduğuna dair, şahitler var, resmi ifadeler var. Her şey kayıt altında ama ne hikmetse veriler ortadan kaldırılıyor. Ne otelin kamera kayıtları kalıyor… Ne helikopterlerin radar kayıtları… Uçuş kayıtları imha ediliyor. HTS kayıtları verilmiyor. 

Ne saklıyorsunuz? İşte cevap da orada düğümleniyor. Sönmezateş, “Braveheart” filmindeki sahneyi hatırlatıyor. Aslında kendi liderine karşı savaştığını ima ediyor orada.

Mesela akıldaki sorulardan bir tanesi de Gökhan Sönmezateş’in neden Ankara’da yakalandığı? Şimdi düşünün, olay Marmaris’te meydana geliyor ama Gökhan Sönmezateş, Ankara Gölbaşı’nda yakalanıyor. 2 gün sonra orada tutuklanıyor. Şimdi detaylara çok giremeyeceğim, çok teyit edemedim ama Sönmezateş’in Ankara’ya gidip amirleri ile çok ciddi anlamda bir kavgaya tutuştuğu, “Bize böyle dememiştiniz, bize bu emri verirken böyle yapmamıştınız, bizi tuzağa düşürdünüz,” diye hesap sorduğu ve komutanlarının da onu bulunduğu birlikten çıkarken yakalattıkları yönünde duyumlarım var. Orada ikinci bir ihanete uğruyor. Kendi amirleri tarafından yakalattırılıyor.

Benim hâlâ anlayamadığım bir husus da var. Gökhan Sönmezateş neden bütün bildiklerini anlatmıyor? Neden kendisine bu talimatı veren 4 yıldızlı generalin ismini vermiyor? Bu sorulara ben bir cevap verebilmiş değilim. Hep işaret ediyor, etrafından dolaşıyor. Ama asıl anlatması gereken şeyleri anlatmış değil. 

15 TEMMUZ ÖNCESİ KARARTILAN SOKAKLAR

Notlarımdan devam edeyim. Ben, Erdoğan’ın o günlerde kaldığı söylenen otelde kalmış bir müşteriyi buldum. Londra’da yaşayan bir İngiliz. Tatilini yapıyor ailesi ile birlikte. Hatta grup olarak gelmişler. O grubun anlatımları Erdoğan’ın anlatımları ile çelişiyor. Yani orada başka veriler de var. Bu şahsın odasına kadar girmişler. Odasından sağa sola ateş edilmiş, kendilerini zor kurtarmışlar. Mesela bunlar otelden apar topar çıkartılıyorlar. Hiçbirinin ifadesini alınmıyor, hiçbir şekilde tanıklıklarına başvurulmuyor. Anlattığı şey şu: “Sanki herkes bir şeye hazır bekliyordu.” Bu şahıs daha sonrasında İngiliz başbakanına mektup da yazıyor. “Benim başıma bunlar geldi,” diyor, “ama biz muhatap bulamadık.” Şöyle enteresan bir detay anlatıyor mesela: “Bazı bölgeler özellikle karartılmıştı. Biz de şaşırdık. Yani çok lüks bir otele geldik ama bazı sokaklar, 15 Temmuz’dan önce karartılmıştı.” Bu önemli bir ayrıntı.

Bir diğer başlık Cihat Yaycı. Bir askeri kaynak şunu anlattı: 15 Temmuz’da Marmaris açıklarında bekleyen, üzerine helikopter inebilen bir yat vardı. Acaba diyorum, Erdoğan 15 Temmuz’un bir kısmını o yatta mı bekledi? Helikopter inebilen bir yat. Çünkü hemen yan tarafta Aksaz Üssü var, orada uygun ekipmanlar da var. Ama onlarla hiçbir şey yapılmıyor. Birliğin komutanı Tuğamiral Namık Alper ertesi sabah tutuklanıyor. Bu konunun peşine ben bayağı düştüm. Hatta bu şekilde olabilecek sivil yatları araştırdım. Mesela İngiliz kökenli bir İsviçre şirketinin bu şekilde bir yat kiraladığı yönünde bir takım verilere ulaşmıştım. İlginçtir, 15 Temmuz’dan sonra şirket iflas etmiş, kapanmış. Şirketin izi de kayboluyor. Yat işi yapan bir iş adamı ile konuştum, dediği şey şuydu: “Bu çapta bir yat sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Onun da aylar öncesinden rezervasyonu yapılmak zorunda. Uluslararası sular olduğu için Türkiye kayıtları olmayabilir ve dolayısıyla böyle bir hazırlık son anda yapılmaz.” Yani son anda bir yat bulalım, yani garanti olsun helikopterle gidelim, orada izleyelim ne olur ne olmaz, diye bir hazırlık yapamazsın. Ama yatı kiraladığı söylenilen şirket ne hikmetse 15 Temmuz’dan sonra iflas etmiş. Yine başka bir tesadüf.

DARBECİLERİN AKLINA GELMEYEN DENİZ ÜSSÜ

Levent Kenez: Bu arada Marmaris’ten bahsederken Aksaz Deniz Üssünden bahsetmemek olmaz. Erdoğan’ın kaldığı yere yaklaşık 20 dakika mesafede, Türkiye’nin en büyük deniz üssü var. 4,000’e yakın asker var burada, her türlü teçhizat var. Düşünün Marmaris’ten helikopterle insanları toplayıp Ankara’ya götürmek gibi bir plan yapılmış ama 20 dakika mesafede, ordunun en büyük üslerinden bir tanesi kullanılmıyor. Zaten üssün komutanı da ertesi gün darbecilikten tutuklandı. 

Burada şu notları aktarmakta fayda var: İzmir Çiğli’de uçuş onayı beklerken, helikopterden bir tanesi, görevi kabul etmeyen personel tarafından etkisiz hale getiriliyor. “Biz bu işte yokuz,” deyip katılmamak için helikopterleri bozuyorlar. Bu helikopterleri bozan insanlar FETÖ’cü diye ordudan atıldı. 

Yine Erdoğan’ın kaldığı Marmaris’teki otelin etrafındaki koruma polisleri dışında Muğla’dan da polisler geliyor. Uzun namlulu silahlarını veriyorlar korumalara. “Beylik tabancası ile olmaz,” diyorlar. Erdoğan’ın kaldığı villanın etrafına etten duvar örüyorlar. Hatta gazetecilerin aktardığı anekdotlar var. Olası bir saldırıda ölüm riski yüksek, etten duvar örülmüş ve çatışmada ilk gidecek olanlar bu polisler. Bu polislerin helalleştiği, çok duygusal durumda oldukları, son ana kadar, “Hepimiz ölürüz ancak Erdoğan’ı vermeyiz,” diye aralarında konuştukları iddianamelere yansıdı. Bu polislerin hepsi emniyetten atıldı.

Adem Yavuz Arslan: Başlamışken devam edelim. Erdoğan’ın helikopterinin teknisyeni de atıldı ordudan. Erdoğan’ı taşıyan helikopterin teknisyeni de “FETÖ’cü” diye atıldı. Erdoğan’ı İstanbul’a taşıyan pilot da “FETÖ’cü” diye atıldı. Yaverleri zaten tutuklandı. Korumalardan bir kısmı da aynı sebeple tutuklandı. Erdoğan’ın etrafında sadece damadı ve Emine Erdoğan kaldı “darbeci” denmeyen.

ERDOĞAN’A DOKUNMA MESAFESİNDEKİ ‘FETÖ’CÜLER!

Tarık Toros: İsteseler Erdoğan’a her şekilde zarar verebilirler, hemen çevresindeler. Onu uçuruyorlar, onu koruyorlar. Onunla beraberler, yan yanalar. Silah taşımalarına bile gerek yok. Eğer kötü emelleri var ise, herhangi bir kesici alet ile bile onu gerçekleştirebilirler. Ve hiç bunu düşünmemişler. Belki orada helikopteri kullanılmaz hâle getiren asker, 15 Temmuz’u kurgulayanların işini zora soktuğu için atılmış. “Nasıl böyle bir şey yaparsınız?” diye düşünüp, bilindik mazeretle ordudan ihraç edilmiş. 

Adem Yavuz Arslan: Helikopter ile ilgili bir duyumum var. Konuştuğum bir asker şunu söylemişti: Normalde Gökhan Sönmezateş’in timi, 4 helikopter olarak hazırlanmış. Ama Marmaris’te 3 helikopter senaryosuna uydurabilmek için helikopterin birini bozuyorlar. Hani 3 helikopter çıksın isteniyor çünkü Marmaris’te 3 tane önceden gelen helikopter var. 4 helikopter olursa bu senaryoya uyumayacak. Son dakikada helikopterin biri bozuluyor. Hem Semih Terzi ile gelen Özel Kuvvetler Timi hem de Gökhan Sönmezateş’in yanındaki timlerin kritik noktası Zekai Aksakallı. Burada koordinasyon görevi yapıyor. O noktada son dakika manevrası ile helikopterin birini uçuştan alıkoyuyorlar.

Tarık Toros: Hatta Semih Terzi’nin başına gelen, Sönmezateş’in de başına gelsin diye de planlanıyor galiba.

SAĞA SOLA DAĞITILAN ‘VUR’ EMİRLERİ

Adem Yavuz Arslan: Oradaki temel espri de şu: İkinci bir Semih Terzi vakası olacak. Hatta o gün akşam Türkiye’nin her yerinde başka Semih Terzi vakaları planlanmış. Mesela Güney Deniz Saha Komutanlığından Tuğamiral Nejat Atilla ailesiyle Afyon’da yıllık izninde. Komutanı arıyor. “Acil birliğine dön,” diyor. Saat 17.30, adam Afyon’da evinde tatil yapıyor. Tuğamiral apar topar jet hızıyla arabayla geri gidiyor birliğine. Sonra da darbeci diye tutuklanıyor. Aynı komutan, bu sefer kurmay başkanını arıyor, “Nejat Amirali vur,” diyor. Kurmay başkanı yarbay da itiraf ediyor mahkemede, Nejat Atilla’nın eşine söylüyor. “Bana vur emri geldi, dua et ki ben vurmadım,” diyor. Yani bu bir lütufmuş gibi anlatıyor eşine. Eşi de “Nasıl olur? Bizi siz çağırdınız,” cevabı veriyor. Düşünün komutanı amirali hem çağırıyor, hem de kurmay başkanına vur emri veriyor. Aynı şeyi biz Özel Kuvvetlerde de gördük. Eğer Gökhan Sönmezateş ve timi tuzağa düşse ve çatışmada ölseydiler, “Cumhurbaşkanına suikasta giden tim imha edildi” denecekti.

Hulusi Akar ve Abidin Ünal için büyük bir risk. Çünkü o imha edilen HTS kayıtlarında kuvvetle muhtemel Sönmezateş’le görüşmeler var.

Levent Kenez: Gökhan Sönmezateş’i tanıyan askerlerin aktardığına göre, Polat Alemdar tarzı bir asker. Eğer “git, al” denseydi, kaç kişi olursa olsun mutlaka gidip alıp gelirdi. Herkesin güvendiği bir asker. Bunun için seçiliyor zaten.

BERAT ALBAYRAK’IN KIRDIĞI POTLAR

Bu arada bir defa Berat Albayrak canlı yayına çıkmıştı. Bir sürü pot kırdığı için aile üyelerinin Marmaris safahatı hakkında konuşmaları yasaklandı. Erdoğan da “15 dakika ile kurtuldum” dışında Marmaris ile ilgili hiçbir şey demedi. 

Hani meşhur bir fıkra vardır. 4 öğrenci sabahlıyorlar sınav için, birazcık da âlem yapmışlar. Uyuya kalmışlar. Sınavı kaçırıyorlar. Yalvar yakar hocaya gidiyorlar. “Hocam gelirken arabanın tekeri patladı,” diyorlar. Mazeret sınavı istiyorlar. Hoca, tamam diyor. Ama hepsini farklı yere alıyor kopya çekmesinler diye. Sınav tek soru, “Hangi teker patladı?” Hepsi farklı bir teker söylüyor. Erdoğan ailesi de aralarında bir söylem birliği kurmadan, erken konuştukları için çok pot kırdılar.

Adem Yavuz Arslan: Erdoğan o geceyle ilgili dedi ki, “torunuma Kur’an öğretiyordum.” Torununa Kur’an öğretirken görüldüğü fotoğraflar da yayınlandı hatırlıyorsunuzdur.

15 Temmuz’dan sonra otelden görüntüler yayınlanmıştı. İHA, DHA gibi ajanslar servis ettiler. Yalçın Akdoğan odaları geziyordu. Erdoğan’ın kaldığı oda, saldırıya uğrayan oda, şeklinde anlatıyordu. İki görüntüyü yan yana koyun, hiçbir ilgisi yok. Bir yerde yalan söylüyorlar.

Levent Kenez: Aslında Erdoğan bir otel odasında kalmıyor. Serhat Yazıcı’nın babasına yaptırdığı ultra lüks bir villada kalıyor. Yalçın Akdoğan’ın gezdiği, meclis komisyonunun gezdiği, Erdoğan’ın koruma polislerinin kaldığı odaların bazısı oradan askere ateş edildiği için gösterilen odalardı. Erdoğan hiçbir şekilde orada kalmadı.

ERDOĞAN’IN PARANOYASI

Tarık Toros: Zaten şöyle bir şey de var. Açıkta bekleyen yat, Berat Albayrak’ın televizyonda ağzından kaçırdığı 4 noktada bekleyen askeri araçlar veya helikopterler, uçaklar… Bütün bunlara bakıldığında Erdoğan’ın karakteri de ortaya çıkıyor. Korunma paranoyası var. Ölümden çok korkan bir insan. Ayrıca öldürülmekten de korkan bir insan. Hatırlayın, Erdoğan son yıllarında geçtiği yolu tamamen insansızlaştırıyor, araçsızlaştırıyor. Ben İstanbul’da kalırken 2013, 2014 yıllarında, trafiğin içerisinde gördüğüm şey buydu. Erdoğan, geçeceği güzergah neresiyse, İstanbul’un hangi mahallesi ise, TEM’i de, Zincirlikuyu kavşağını da, Maslak tarafını da, nereden geçiyorsa orayı tümüyle araçsızlaştırıyor. İkincisi şu: Koronavirüs pandemisi sebebiyle Erdoğan hala dışarı çıkmadı, dikkat ediyor musunuz? Hala telekonferans yöntemiyle bakanlar toplantısı yapılıyor, zirveler yapıyor, AKP il başkanlarına o şekilde sesleniyor. Bir tek Yassıada’ya gitti galiba, orada da çok steril koşullarda açılış yaptı. Tüm Türkiye saldım çayıra, mevlam kayıra havasında ama o yukarıda kendi sağlığına alabildiğine dikkat ediyor. 

Marmaris öyle steril bir şekilde organize edilmiş ki, Erdoğan varacağı yere vardıktan sonra Çiğli’den hareket ediyorlar. Yani “Reis” bütün ihtimaller düşünülerek korunuyor ki arada saatler var. Herhangi bir şey olması mümkün değil. Acaba bütün vaktini otelde mi geçirdi? Ben de pek ihtimal vermiyorum. Açıkta bekleyen bir yatta da geçirmiş olabilir, villada da kalmış olabilir. Okluk koyundaki, cumhurbaşkanlığına ait, Turgut Özal döneminden hatırlanan konuttan gidip gelmiş de olabilir. Başka yerlerde de olabilir. Bir araçla ya da helikopterle havada dolaşmış da olabilir. Her şey olmuş olabilir. Yani Erdoğan psikolojisindeki bir insandan bunların hepsi beklenebilir. 

Marmaris konusunda eklenecekse bir şey yok ise Jandarma Genel Komutanlığı’na gidelim. Orada da enteresan işler oldu. Şimdi söz Bülent Korucu’da…

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞINDA TUHAF GECE

Bülent Korucu: 15 Temmuz’un en hareketli, en hararetli yerlerinden biri de Jandarma Genel Komutanlığı’ydı. Burasının bir özelliği de Beştepe’ye yani Erdoğan’ın sarayına çok yakın olması. Orada 9 vatandaşın şehit olduğunu, hayatını kaybettiğini biliyoruz. Mahkeme tutanaklarında da bu var. 8 de asker ölüyor. Jandarmada, birliğinin içerisindeki kişiler… Bunların kimin tarafından öldürüldüğü açık bir şekilde ortada. Zaten daha sonra ortaya çıkan görüntüler var. Askerler elleri havada birlikten dışarı çıkarken bile onları öldürmeye devam ediyorlar.

 Dosyaya baktığımızda hem kurşunların geliş açısı hem balistik raporları hem de cesetler üzerinde yapılan adli tıp incelemelerinin sonucunda ortaya çıkan gerçek şu: Jandarma Genel Komutanlığı içerisinde bulunan, sanık olarak yargılanan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan askerlerin silahlarından çıkan kurşunlarla ölmüş değil bu insanlar. Kimin silahından çıkan kurşunla öldüler bunu bilmiyoruz. Neden mi? Çünkü biraz önce Akıncı ile ilgili Adem Bey’in söylediği bir şey vardı. Uçan uçakların incelemesi yapılıyor ve ortaya hiç istenmeyen sonuçlar çıkıyor, senaryo bozuluyor. Normal şartlarda bir olay yeri incelemesi yapıldığı zaman saç kılı bile aranır, orada kim var kim yok tespit için. 

11 tane uçak var. Bunlar uçmuş mu uçmamış mı? Bunlar herhangi bir aktiviteye katılmış mı? Herhangi bir saldırı yapmışlar mı? Bunun incelemesi yapılmıyor. Aynı şeyi Jandarma Genel Komutanlığı’nda hayatını kaybeden, şehit olan vatandaşlarımıza uyarlayın. Askerlerin silahlarının incelemesi yapılıyor. Bu silahlardan çıkan kurşunlarla mı öldürüldü insanlar? Kesinlikle hayır. Bütün adli tıp ve balistik raporlarında da o silahlardan çıkan kurşunlarla ölmediğine dair çok açık net ifadeler var. Peki kimin silahından çıkan kurşunla öldü? Mahkemeler bunu araştırma ihtiyacı bile duymuyor, bunun üzerine gitmiyor bile. Ortada 9 insan hayatını kaybetmiş. Hadi askerleri, onlar darbeci falan diye elinizin kenarı ile ittiniz diyelim. Ki hiçbir can kıymetsiz değildir. Şu siviller? Onları niye araştırmıyorsunuz?

TSK ENVANTERİNDE OLMAYAN SİLAHLAR

O 9’u da daha sonra 8’e indiriyorlar. Bir kişiyi Zırhlı Birlikler davasına eklediler. Kurşun yarası ile değil tanktan düşerek öldüğü için, olsa olsa bu Zırhlı Birlikler davasına girer dediler. Oraya gönderdiler. Şimdi böyle bir ortamda “Bu insanları kim öldürdü?” sorusunun peşine düşülmesi gerekmez mi? Ve bu sorunun peşine düşülmüyor. Peşine düşülse hiç istenmeyecek sonuçlar ortaya çıkacak. Cesetlerden çıkan mermiler 5,5 milimetre çapında, uzun menzilli suikast silahı… Çoğunlukla suikastçılar ve sniper, keskin nişancılar tarafından kullanılan silahlara ait mermiler… Düz bakışta bile herkes söylüyor.

Adem Yavuz Arslan: Somut bir şey söyleyeyim hemen. Mustafa Avcı, Yakup Başıbüyük ve Ömer Takdemir. Orada hayatını kaybeden, şehit olan siviller. Otopsi raporlarını tek tek okudum. Otopsi raporlarında zırh delici çelik mermi öne çıkıyor. Vücutlarında zırh delici mermi çekirdeği var yani. Jandarma envanterinde, TSK envanterinde yok. TSK envanterinde olmayan silahlarla öldürülmüşler. Bakın isimlerini tekrar söylüyorum: Mustafa Avcı Yakup Başıbüyük, Ömer Takdemir. Sanıklar diyor ki, bakın teknik olarak bu insanları zaten biz vuramayız. Çünkü mermilerin giriş açısı da ters. Jandarma Genel Komutanlığı burası, siviller bu tarafta, mermi buradan geliyor… Dahası mermi TSK envanterinde yok. Ama mahkeme bunları bile görmezden geldi.

JANDARMA FİİLİ OLARAK İŞİN İÇİNDE BİLE DEĞİL

Bülent Korucu: Jandarma Komutanlığı ile ilgili çok önemli bence dikkat edilmesi gereken şeylerden bir tanesi şu, o gün mesela sokağa çıkan Zırhlı Birlik var mı? Uçan uçak var mı? Jandarmaya ait sokakta kimse göremiyorsunuz. Yani Jandarma aslında fiili olarak hiçbir olayın içerisinde değil. Jandarma Komutanlığı’ndaki insanlar da yeni bir eylem içerisinde değil. Doğal alanlarındalar, Jandarma Genel Komutanlığı onların görev yeri, onların doğal alanları. Ama orayı da Özel Harekât timleri ile kuşatıyorlar. Oraya büyük bir operasyon yapılıyor. Neden yapılıyor? 

Bir de orada dikkat çeken isimlerden bir tanesi, Turgut Aslan biliyorsunuz. Terörle Mücadele’de daire başkanı. Arif Çetin’in davetlisi olarak Jandarma Genel Komutanlığına gidiyor. Arif Çetin kendisi içeride değil. Meclis komisyonuna verdiği ifadelerden biliyoruz ki, yakınlardaki bir gecekonduda saklanıyor ve operasyonu oradan yürütüyor. Ama Turgut Aslan’ı içeriye gönderiyor. Bu noktada Aslan’ın korumasının şehit edilmesi tam bir muammaya dönüşüyor. O da 15 Temmuz’un sembol kişilerinden birisi. Şimdi Jandarma Genel Komutanlığı’nda her taraf kamera. İçeride, dışarıda kamera var.

 Kamera kaydı altında böyle olması da çok normal. Çünkü en güvenlikli olması yerlerden bir tanesi. Turgut Aslan’ın yürüdüğü bölümler görüntülerde var. 2 kişi koluna girmiş, işte gözü bağlı biçimde dışarıya çıkarılıyor. Ama infaz edilme görüntüleri yok. Üstelik infaz edildiği silah ortadan kaybolmuş, infaz edildiği iddia edilen silah bulunamıyor. Envanterden düşmüş ya, silaha ulaşılamıyor. Bir şekilde hangi silahla öldürülmeye çalışıldığı ve korumasının nasıl şehit edildiğine dair bir açık net bir bilgi yok. Bunun üzerine de çok fazla gidilmiyor. Bana şu mantıklı gelmiyor. Turgut Aslan gibi çok yetkili bir kişiyi infaz edecekseniz, dakikalarca kameraların önünde yürüterek götüremezsiniz. Yani suç izi bırakmazsınız.

TURGUT ASLAN, VURULDU MU VURULMADI MI?

Bir de Turgut Aslan infaz edildiği ya da infaz edilmeye çalışıldığı, korumasının infaz edildiği saatler artık darbenin bittiği zaman. Aynı saraya yakın kavşağa sembol bir şekilde bomba atılması gibi. Darbe bitmiş, her şey bitmiş. Herkes teslim oluyor ama Turgut Aslan’ı 4-5 kameranın önünden yürüterek götürüyor iki kişi. Sonra bir anda görüntü kayboluyor ve komutanın ve yanındaki korumanın şehit olmuş bedenine ulaşıyor insanlar. En karanlık olaylardan bir tanesi.

Adem Yavuz Arslan: Bu Turgut Aslan’ı vurduğu söylenilen MP5 otomatik tabanca tuhaf bir şekilde ortadan kayboluyor. Daha sonra da envanterden düşüyorlar açık bir şekilde. Aynı Akıncı’da ve Marmaris’te olduğu gibi de burada da kayıtlar kayboluyor. Hatta mahkeme yazışmaları var, Ankara emniyetinden, Jandarma Genel Komutanlığının mobese kayıtları isteniyor. Ankara emniyeti cevaben diyor ki, “Bizim orada mobese kayıtlarımız kameralarımız yoktu. Biz 15 Temmuz’dan sonra oraya onları ekledik.” Açıkça yalan söylüyor. Çünkü Akıncı yargılamasında görüyoruz ki emniyetten gelen kamera kayıtları var. Yani bu bölgenin kamera kayıtları olmasına rağmen kamera kaydı yok diyor elimizde. 

Mesela orada şöyle de bir tuhaflık var. 15 Temmuz bitti ,16 Temmuz’da gece yarısı tutuklamalar başladı. Bir tane tutanak var. 18 Temmuz 2016 tarihli olay yeri inceleme tutanağı. Darbe girişiminden 3 gün sonra. Saat 11.45. Yani öğle olmak üzere. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi 3 numaralı kapısı girişinin demir kapı korkuluklarına bomba atıldığı bilgisi geliyor. 3 gün sonra. Artık o saatten sonra oraya kim nasıl bomba attı sorusu bir tarafa… Teknik incelemesi yapılıyor. Raporda deniyor ki, bu bomba yerden havaya atılabilen RDY füzesi, M41 serisi, ABD yapımı… Böyle devam ediyor. Enteresanlık şu: Söz konusu mühimmat, TSK envanterinden 15 yıl önce çıkarıldı. Şimdi 15 yıl önce TSK envanterinden çıkarılan bir füze bu. Hatta MİT’e verildiği söyleniyor. Zaten şaibeli işlemler çok ama Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin kapısının yanına TSK envanterinde olmayan bir füze ile saldırmak provokasyondan başka bir şey değil. Ya da şüpheli bir durum. 

Yine 16 Temmuz’daki bir bomba imha tutanağından okuyorum… 16 Temmuz, 17.30’da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı Botanik Parkı sondaj kuyusu binasının önündeki toprak zeminde askeri malzeme bulundu diye ihbar geliyor. Yapılan incelemede çuvalda 2 kilo patlayıcı, elektrik kapsülü ve aydınlatma fişeği ve 20 metre uzunluğunda fitil bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı Botanik Parkı içerisinde patlamaya hazır bir ekipman koymuşlar. Acaba bunu oraya kim koydu, niye koydu? Yani darbeciler herhalde gidip böyle bir bomba koyma ihtiyacı duymazlar. Muhafız alayı içerisinde, yani muhtemelen ortada bir tezgâh var. Ama onu da kimse araştırmıyor. 

İNCELEMESİ YAPILMAYAN 18 SİLAH

Mesela aynı Akıncı’da 11 uçağın incelenmemesi gibi Jandarma Genel Komutanlığı davasında da 18 tane silah var hiçbir şekilde incelemesi yapılmayan. Şimdi sanık olan askerlerin elindeki bütün silahları inceliyorsunuz, kriminal raporlar gösteriyor ki öldürülen siviller bu silahlardan çıkan mermi ile öldürmemiş. Burası net. Çünkü raporu ortada. TSK envanterinde olmayan silahlarla öldürülmüşler. Ama bu silahların sahiplerini aramıyorlar. Çünkü 18 tane silahın incelemesi yaptırılmıyor. 

Jandarma dosyası çok kabarık kapsamlı bir dosya. Ben bayağı çalıştım bu dosyanın üzerinde. Jandarma Genel Komutanlığında şu yapılmış mesela. Bir kısım askerleri o gece göreve çağırıyorlar. Burada Ergenekon-Balyoz soruşturmalarında ismi geçenler çıkıyor karşımıza. O askerler birliğe girince, kapana sıkışıyorlar. Hiçbir şekilde dışarı çıkamıyorlar. Dışarı çıkan da infaz ediliyor. Yüzbaşı Yasin Özdemir’in görüntüsünde görülüyor. Teslim olmak için dışarıya çıkmış, adamı infaz ediyorlar.

Sivilleri öldüren yok, dışarıya ateş eden olmamış ve böyle bir tablo içerisinde Jandarma Genel Komutanlığı, Özel Harekât ve Cumhurbaşkanlığı muhafız ekipleri tarafından ablukaya alınıyor. Hatta bazı duyumlarım da vardı. O binanın tümden yıkılması emri veriliyor. Mesela Arif Çetin’i hiç kimse, hiçbir mahkemeye getiremedi. Nasıl gitmedi? Yani sen Jandarma Genel Komutanısın. O zaman Jandarma Genel Komutanı değildi ama bu işin en önemli adamısın. Turgut Aslan’ın ifadesinde de var. 15 Temmuz günü Jandarma Genel Komutanlığına yakın bir yerde “FETÖ’cü” askerlerin tutuklanması için bir toplantı yapıyorduk diyor. Daha 15 Temmuz başlamamış, siz neyin toplantısını yapıyorsunuz? 

SUÇLANMAK İÇİN O GECE NE YAPTIĞINIZIN ÖNEMİ YOK

Sonra bakıyorsunuz 4-5 tane kritik albay var. Bir tanesi de Jandarmada Güven Şağban. Bu isimler 15 Temmuz akşamı çok organize bir şekilde hareket ediyor. Bir arabaya doluşup Jandarma’ya olayı koordine etmek için gidiyorlar. 15 Temmuz’da şöyle bir tablo var. Suçlanmak için o akşam ne yaptığınızın hiçbir önemi yok. O akşam ister yurtdışı görevinde olun, ister tatilde olun, isterseniz komada hastanede olun hiç fark etmiyor. 15 Temmuz öncesi hazırlanan fişleme listelerinde neredeyseniz, ona göre yargılanıyorsunuz, ona göre suçlanıyorsunuz, ona göre cezanız veriliyor. Yani komada yatan adamı da darbeden dolayı tutukluyorsunuz. Dünyanın öbür bir ucunda olan insanı da darbeci olmaktan yargılıyorsunuz. Ama birlikte olan, ne bileyim orada görevli olan askere dokunmuyorsunuz. Çünkü Balyoz’da yargılanmış, ayrı pozisyonda tutulmuş insanlar var. Bu isimler çok organize bir şekilde kimlerin tutuklanacağını önceden belirliyorlar.

 Şimdi Jandarma davası geçen hafta tamamlandı. 86 tane ağır müebbet var. Müebbet kararında şöyle bir enteresanlık da var. 8 şehit ile ilgili kimseye ceza verilemiyor. Yani bu 8 şehidi kimin öldürdüğünü mahkeme tespit edemedi. İşkenceler var orada. Bir de dönemin Özel Harekât Şube Müdürü Eraslan Er, Meclis Araştırma Komisyonundaki ifadelerinde şunları söylüyor: “Biz zaten etraftaki binaların üzerine keskin nişancıları yerleştirdik. Hainleri avlamaya başlamıştık.” Oldukça erken saatlerden bahsediyor. İçeridekinin hain olduğunu nereden biliyorsun? Kim olduğunu nereden biliyorsun? Darbeye karıştığına dair bir işaret yok. Hatta bunu Arif Çetin bile Meclis Komisyonunda itiraf ediyor. Komisyondaki üyeler biraz sıkıştırınca, “Saat gece 12 civarında, biz içeride kimin olduğunu, kiminle çatıştığımızı bilmiyorduk. Zaten mümkün değildi,” diyor. Bir taraftan öyle diyor ama diğer taraftan dışarıdakiler içeridekilere “FETÖ’cü” diyor, hatta bununla ilgili tutuklamalar yapıyor. Şimdi Jandarma Genel Komutanlığı’nı kurtardı denilen adam, Meclis Komisyonunda, “Saat 12’de biz içeride hem birey olarak kimin olduğunu bilmiyorduk. Hem de ideoloji olarak kimin olduğunu bilmiyorduk,” diyor. Bu bence kayıtlara geçmiş önemli itiraflardan bir tanesi mesela.

CAMİ İMAMI KALAŞNİKOFU NEREDEN BULDU?

Tarık Toros: Mahkeme başkanı öyle bir mahkeme yönetiyor ki, celseleri okuduğunuzda şaşırıyorsunuz. Mesela bir tane sanıktan örnek vereyim, Tarık Kaya adında bir jandarma subayı. Mehmet Akif Aslan isimdeki müşteki şahıs mahkemeye geliyor. Diyor ki Tarık Kaya, “Siz 15 Temmuz akşamı elinizde kalaşnikof ile ateş ediyordunuz. Ben içerdeyim.” Bu şahıs istese karşıya ateş edebilir, etmiyor. “Siz,” diyor “müşteki olarak geldiğiniz mahkemede, dediniz ki ‘Ben bir din görevlisiyim,’.” Cami imamı tahta saplı kalaşnikof ile gelmiş jandarmanın önünde ateş ediyor. Jandarma binasına doğru. Doğal olarak Jandarma subayı diyor ki, “Siz bu silahı, tahta saplı kalaşnikofu nereden aldınız? Tahta saplı kaleşnikof markette satılmıyor.”

Bülent Korucu: O zaman Ankara emniyetinden dağıtılan silahlar ve onunla ilgili medyaya bile düşen haberleri de hatırlamakta fayda var.

Adem Yavuz Arslan: Ve asıl bomba şurası… Hakim “O başka bir konu, ona başka bir davada bakarsınız,” diye araya giriyor. Bunun üzerine gitmiyor. O imam ile ilgili başka veriler de var. Yatsı namazı vaktinde “Şimdi milleti kurtarma zamanı, bırakın vitri kılmayalım. Hadi gidelim,” falan diyor. Namaz saatine bakıyorsunuz, daha köprüde askerler bile çıkmamış. O günkü namaz saatleri ile uymuyor. Yani hep diyoruz ya, AKP teşkilatları çok organize. Ne hikmetse cami cemaati de çok organize.

İŞKENCE MEKANI ÇOK ÖNCEDEN AYARLANMIŞ

Levent Kenez: Hakan Fidan’ın o gece Diyanet İşleri Başkanı ile yemek yemesi de bir rastlantı olmayabilir. Şimdi Jandarma Genel Komutanlığı davasında 15 Temmuz’un, o belleklere kazınan, askerlerin bir kum pistinde yere yatırıldığı işkence görüntüleri var. Orası bir at çiftliği, askerleri oraya götürüyorlar. Jandarma davasındaki ifadeler arasına Turgut Aslan’ınki çok dikkat çekici. Aslan biliyorsunuz başından yaralanmıştı o gece. Biraz konuşma yetisini de kaybetmişti. Daha sonra başdanışman oldu Saray’a. 15 Temmuz gazileri arasında en fazla ekrana çıkarılanlardan biri. Yakın zamanda onore edildi. Onun ifadelerine baktığımız zaman şunu görüyoruz. O askerlerin götürüldüğü at çiftliği çok önceden ayarlanmış, askerlerin oraya götürülmesi planlanmış. 

Jandarma davasındaki kamera görüntülerinde ellerini kaldırıp teslim olan askerlere ateş edildiği görülüyor. Bu dahi ne ile karşı karşıya kalındığını çok anlatıyor. Mahkeme başkanının en fazla “geç bunları, bizim işimiz değil, orası bizi ilgilendirmiyor” dediği dava da Jandarma davası. Adem Bey’in dediği gibi ölen siviller ile alakalı karar verilememiş olması bile zaten o şeyi anlatıyor.

Tarık Toros: Evet, bu şekilde 4. bölümü noktalayalım. Herkese çok teşekkürler. 5. bölümde kişi kişi 15 Temmuz’un aktörlerinin karakter analizini yapacağız. 15 Temmuz konuşmaları devam edecek. Hoşça kalın.

Diğer bölümler

Bölüm-1 15 Temmuz: Dört dörtlük bir tuzak [9 Temmuz 2020]

Bölüm-2 ”Darbe” Günü [10 Temmuz 2020]

Bölüm-3 Boğaz Köprüsü’nü kapatarak darbe mi olur? [11 Temmuz 2020]

Bölüm-4 Kumpasın üssü: Marmaris [12 Temmuz 2020]

Bölüm-5 Donanma’nın merkezinde neler oldu? [13 Temmuz 2020]

Bölüm-6 15 Temmuz’un aktörleri [14 Temmuz 2020]

Bölüm-7 15 Temmuz kime yaradı? [15 Temmuz 2020]

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin