Varoluş gayesi anlatımı öncesi iki uyarı

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-12) 

Hayatın anlamını çocuklarımıza anlatma konusundaki şahsi değerlendirmelerime geçiyorum. Ama buna geçmeden önce bundan sonra ele alacağım bütün konuların temelini oluşturması ve yerinin tam da burası olması itibariyle iki konunun altını çizeceğim.

İlki, dini kimlik kazanımı sürecinde anne babanın çocuğu üzerinde en etkin olduğu dönemler uzmanların belirttiğine göre 0-5, 5-12, 12-14, 14-16 ve 16-18 yaşları arasıdır. Bu cümleyi okur okumaz ihtimal aklınıza neden 0-18 deyip geçmedi de bu 18 yıllık devreyi 5’e ayırdı diye aklınızdan geçirmiş olmalısınız. Şundan dolayı, bu devreler anne babanın çocuğu üzerindeki etkinliğinin yüzde oranlarını belirliyor. 0-5 yaş arası -ki şuuraltı birikiminin yapıldığı ve taklidin hâkim olduğu dönemdir- ebeveynin çocuğu üzerindeki etkisi yüzde yüzdür. İlerleyen dönemlerde bir taraftan benlik duygusunun gelişmesi diğer taraftan okul, öğretmen, arkadaş, çevre ve tabii ki günümüzde sosyal medya olmak üzere birçok harici unsurun çocuğun hayatında yer almaya başlaması sonucu bu etki tedrici olarak azalır. Çocuğun anne-babası ile olan iletişimi başta olmak üzere aile içindeki belirleyici ve etkileyici dini, kültürel, ekonomik vb. faktörlere bağlı olarak oranlar değişse de söz konusu etki belki hiçbir zaman sıfır olmaz. Ama 18 yaş sonrası çocuğun -artık çocuk genç olmuştur, öyleyse genç diyelim- gencin özgür ve bağımsız bir kişiliğe sahip olduğu da inkar kabul etmez bir gerçektir.

Bu tablo içinde söyleyeceğim ilk şey dini kimliğin verili değil kazanılmış bir kimlik olduğu ve olacağı gerçeğidir. Onun için ilk cümlemde bilerek ve altını çizerek dini kimlik kazanımı dedim. Herkesin bildiği gibi cinsi kimlik, ırki kimlik verili kimliklerdir. İnsanoğlu dünyaya gelirken kadın mı erkek mi Türk mü Arap mı Japon mu olacağını belirleyemez. Daha basit bir ifadeyle ne anne babasını belirleyebilir ne de doğacağı yeri ve zamanı. Ama dini kimlik tıpkı mesleki kimlikler misali kazanılmış kimliktir. İnsanlar ilerleyen yaşlarda bu kimliğini kendi irade ve isteği ile hiçbir baskı ve zorlama altında olmaksızın belirler.

Aslında burada durup ideal olan budur demek daha doğru olur. Evet, ideal olan budur, tahkiki iman dediğimiz şey budur ama hayatın tabii akışı içinde dini kimliğini reşit ve reşide olduktan sonra kendi istek ve iradesiyle belirleyen insan oranı dünya genelinde çok azdır. En son okuduğum istatistiklerde bu oranın yüzde 3-4 arasında değiştiğini, genelde insanların içinde doğdukları ailenin ve yetiştikleri çevrenin dinine sadık kalarak ömürlerini tükettiklerini yazılıydı.

Meselenin bize bakan yönü şu: Bizim geleneğimiz içinde anne-baba belki de bu genel gidişat ve akışın etkisiyle çocuklarının da kendi inandıkları, eğitim ve öğretimini verdikleri din üzerine sabit kalacaklarını düşünüyorlar. Düşünüyorlar kelimesi meramımı anlatmada ve son yıllarda yaşadığımız gerçekler ışığında çok hafif kaldı. Daha güçlü bir kelime ile bunu ifade etmeyelim. O zaman şöyle diyeyim: İnanıyorlar. Aksine ihtimal vermiyorlar. Maddi sebepler planında varlığına sebebiyet verdikleri bu çocukların bir gün büyüyeceğini, reşit ve reşide olduktan sonra dini tercih noktasında kendi kararlarını kendilerinin vereceklerini halk tabiriyle kağıt üzerinde kabullenseler de bunun pratik hayata yansıyacağını ve hele hele İslam dinini bırakıp başka bir inancı kabul etme istikametinde olacağına ihtimal vermiyorlar. Tabii bu inanç, bu kabul çocuğun farklı bir dine inanması veya inancını yaşamaması veya farklı dini yorumları kabullenmesi esnasında telafisi neredeyse imkânsız yanlışlar yapmasına sebebiyet veriyor.

Ben bu konuya serinin ilerleyen bölümlerinde yani 18 yaş ve sonrasını merkeze koyup din özgürlüğü konusunu kaleme alacağım yazılarda tekrar döneceğim. Ama daha başlangıçta bunu dile getirmemin sebebi anne babalarda şimdiden bir farkındalık uyarmak ve çocuklarımıza erken yaşlarda dini kimlik kazandıracağız derken bilgide ya da metodolojide yanlış yapmamaya özen göstermelerini sağlamak.

Dikkat çekmek istediğim ikinci husus yukarıda 0-5, 5-12 vs. diyerek ilk cümlede yapmış olduğum devrelerin hiçbirisinin anne baba tarafından kaçırılmaması gerektiğidir. Daha açık ifadeyle 0-5 yaş arası ebeveyn çocuğunun kimlik ve şahsiyet kazanımı için kendi üzerlerine düşenleri yapmadıysa bir sonraki dönemde onları yapsa da faydası olmaz diyemem ama etki oranı düşük olur. Aynı şeyler 5-12 ve diğer dönemler için de geçerlidir. Çünkü çocukta benlik şuuru gelişmeye başlamış ve kendi seviyesinde yaptığı sorgulamalarla rasyonel akıl devreye girmiştir. Bir başka tabirle taklidin yüzde 100 hakim olduğu dönem bitmiş ve çocuk “Neden, niçin?” soruları ile kendisine anlatılan şeylerin gerekçelerini ve hikmetlerini sorgulama dönemlerine intikal etmiştir.

Bu bağlamda daha öte detay bilgiler sunmak hem beni hem de bu köşenin istiap haddini aşar. Onun için burada kesiyor ve detaylı bilgi almak isteyenleri çocuk eğitimi, çocuk psikolojisi, din psikolojisi ve pedagoji başta olmak üzere ilgili alanlarla alakalı yapılmış çalışmalara ve yazılmış kitaplara havale ediyorum. Ama vurgumu tekrarlayayım: Ebeveyn bu dönemlerin özelliklerine bağlı olarak üzerlerini düşeni zamanında yapmalıdır aksi halde tren kaçar.

Şimdi gelelim hayatın anlamı konusundaki değerlendirmelere… Hatırlayacağınız üzere hem felsefi hem de dini argümanlarla konuyu geçtiğimiz üç yazıda ele almıştık. İster bu üç yazıda özet olarak dile getirdiğimiz yorumlar isterse bunları çok daha ileri taşıyan bilgileri çocuğumuzun idrak ve algı dünyasına hitap edecek şekilde vermek gerekir. Bunun için iki şeyin farkında olunması gerekiyor. Bir, çocuğun dünyasına vakıf olmak. İki, bu vukufiyete bağlı olarak kullanacağımız araçları iyi belirlemek.

Gelecek yazıda ilkinden başlayayım…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin