Türk Avrasyacılığı ne istiyor?

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türk Avrasyacılığı ne istiyor? Daha doğrusu Türk Avrasyacılarının dünya görüşü, amaçları, idealleri nedir? Artık Avrasyacı bir yönelim içerisinde olduğu uluslararası alanda genel kabul gören Türkiye’yi Avrasyacı bloğa yaklaştıran nedir? Türk Avrasyacıları, stratejilerinin ana dayanak noktasını Rusya ile stratejik işbirliği üzerine kurguluyor ve ABD-NATO ile işbirliğine karşı çıkıyor. Bu görüşün temelleri neye dayanmaktadır?

Önce “kimdir Türk Avrasyacıları” diye sormakla başlamak gerek kanısındayım. Ve derhal işin sanıldığı kadar yalın ve basit olmadığı ortaya çıkacak böylelikle. Çünkü ortada yeknesak bir Avrasyacılar kümesi olmadığı gibi, bir adım ilerlersek, birbirinden farklı konseptlerin “Avrasyacılık” olarak adlandırıldığını ve birbirinden farklı kişi ve gruplarca savunulduğunu görür, Avrasyacılığı tasnif etmenin güç olduğunu anlarız. Avrasyacıların kim olduklarını onların destekledikleri veya istedikleri şeyler üzerinden değil, desteklemedikleri ve istemedikleri şeyler üzerinden analiz etmemiz gerekiyor. Yazının başlığı da esasında “Türk Avrasyacılığı neleri istemiyor” şeklinde olabilirdi.

Türk Avrasyacıları NATO ve ABD karşıtıdır. Tıpkı Rus Avrasyacıları gibi! Tek bir bariz farkla ama. Rus Avrasyacıları reel politik sebeplerden ötürü NATO-ABD karşıyıdır. Oysa Türk Avrasyacıları ideolojik nedenlerle tahayyül ettikleri Türkiye ile gerçek Türkiye arasındaki ciddi farklılıklardan ötürü Avrasyacıdır. Birinci grup tümüyle radikal bir sol ideoloji üzerinden uluslararası ilişkileri okur. Buna göre ABD neo-emperyalisttir ve NATO emperyalist-kapitalist ülkelerin komünizmle mücadele amaçlı kurduğu bir savunma örgütüdür. Bu bakışa göre Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren sıkı ilişkiler kurulan Sovyetler ile ilişkiler bu nedenle bozuldu. SSCB düşman ilan edildi ve emperyalizme hizmet etmeye başladı. Piyasa ekonomisine inanmayan ve liberal demokratik değerleri “burjuva demokrasisi” diye küçümseyerek kategorik olarak reddeden bu ideolojik damar, Kemalizm’den komünizm devşiren seçici-manipülatif bir sol kanattır.

Bu sol kanat Türk solunun çok büyük bir çoğunluğunu zehirlemiş, onun Marksizm’le sağlıklı bağ kurabilmesine engel olduğu gibi, Marksizm eleştirisi üzerinden Avrupa sosyal demokrasisine evrilmesine de kapıları tümüyle kapatmıştır. Başka bir deyişle, Kemalizm’in bir tür ön-sosyalizm olduğu tahayyülü (olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi görmeyi sağlayan hülya diyelim) üzerine inşa edilen bu yaklaşımla, devlet ideolojisi Kemalizm’in sol bir yorumunu devlette başat yorum haline getirmek ve böylelikle komünizme karşı Türkiye toplumunda var olan anti tutumu kırmak hedeflenmiştir. 1960’ların sol akımları ekseriyetle Mustafa Kemal’in “devrimciliğini” bir tür yerli sol devrim miti üzerinden okumuş, 1960’ların sonunda Küba devrimi gibi lokal Komünist hareketlerle Kemalizm arasında yapay bağlar kurmuştur. Kemalizm’i bir tür Üçüncü Dünya solculuğu gibi manipüle eden Türk solu, böylece Kemalizm sayesinde Türk gençliği için daha kolay yutulabilecek bir “komünist draje” üretmiş oluyordu. Bu kendi nevi şahsına münhasır Türk solu, Atatürk döneminde izlenen tarafsızlık dış politikasını da bulunduğu jeopolitik ve reel politik bağlamlardan kopartarak, yine ideolojik nedenlerden dolayı, Kemalizm’in bir tür dış politika felsefesi ortaya koyduğuna inanıyordu. İşte bu ideolojik “meşruiyet kazandırma” çabaları sonucu Türk solu içine “anti-emperyalist” bir nasyonalizm zerk edildi. Türk Kurtuluş Savaşı sanki durup dururken Batılı bazı güçlerin Türkiye’yi koloni haline getirmek istemelerinden kaynaklanmış gibi bir okuma yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na tümüyle Pantürkist amaçlarla katıldığını, İttihatçıların çöken imparatorluğu bir Türk imparatorluğuna dönüştürmek amacıyla kumar masasına yatırdıkları gibi gerçekleri bilerek görmezden geldiler. Esasında Türk emperyalizminin sonucu olan Osmanlı’nın çöküşü ve yabancı işgalini Çanakkale üzerinden yıkatıp aklama doğrultusundaki erken dönem Cumhuriyet tutumunu sürdürdüler, ona sarıldılar. Çanakkale’yi Türk Kurtuluş Savaşı’na yapayca eklemleyen bu hamleyle, anti-emperyalist ve solcu bir Kemalizm üretme çabalarına tarihsel destek sağladılar. Dahası Kemalizm’in katı laik tutumu ile Sovyet ateizmi arasında bağ kurarak, materyalizm üzerinden sosladıkları bir Kemalizm din politikasını yine ideolojilerine eklemlediler.

Türk solu için Kemalizm bu nedenle bir tür ilerici ideolojiydi. Kemalizm’in “aydınlanması” üzerinden milli devrim gerçekleşecekti. Atatürk’ün Bursa konuşması gibi otantik olup olmadığı tartışmalı bir tür rivayet üzerinden gençlerin silahla yönetime el koyabilmeleri gibi anlamlar çıkartan Türk solu, böylelikle Marksist Leninist komünizme daha kolay bir devşirilme ortamı sunmaktaydı.

İşte bu Türk solu, Avrasyacılığın ana destekçisidir. Batılı liberal demokratik değerler bu grupça reddedilir veya taktik gereği kabul edilir. Bu bağlamda Türk solunun insan haklarına bağı tıpkı İslamcılarda olduğu gibi, kendileri içindir. Başka bir ifadeyle, kendilerine hareket alanı açmak için hak talep ederler. Ama başkalarına hak talep etmezler. Liberal demokrasi yerine 1960’larda, 1979’lerde ve 1980’lerde Marksizm-Leninizm ve onun sınıf diktatörlüğünü savunan Türk solunun bir kısmı, 1991’de SSCB yıkıldıktan ve “reel sosyalizm” sonlandıktan sonra liberal demokrasiye yönelmiş ve Avrupa soluna yaklaşmış, ama ana damarı – büyük çoğunluğu – liberal değerleri ve insan haklarını benimseyemediğinden, örneğin Kürtlerin hak taleplerine son derece faşizan bir tutumla karşı çıkmıştır. Yine İslamcıların hak talepleri – mesela başörtüsü konusunda – oldukça faşizan ve özgürlük karşıtı bir pozisyon almıştır. Bülent Ecevit’in TBMM’de Merve Kavakçı’ya yönelik tutumu hala hafızalardadır.  Marksist olsun olmasın “sol cenah” neredeyse tümüyle liberal demokrasi ile temel insan hak ve özgürlükleri ile sorunludur. Bunlar liberal değerlerin “Türkiye’nin altını oyduğuna” inanırlar. 

1970’lerde Ecevit AB (o zamanki AET) üyeliği ile ilgili olarak “onlar ortak biz pazar” türü bir yorumla, ılımlı ortanın solu akımının da bu Marksist-Leninist Kemalizm okumasının etkisi altına girdiğini göstermiştir. Çünkü esasında CHP’nin Ortanın Solu akımından önce piyasa ekonomisiyle bir sorunu olmamıştır. Mustafa Kemal’in ön-sosyalist bir lider olduğu gibi bir algı tümüyle saçmadır. Devletçilik ilkesinin Türkiye’de sermaye birikimi olmamasından dolayı bir tür yerli sermaye sınıfı oluşturma hedefi güttüğü genel kabul görüyor. Yani Kemalizm’in devletçiliği üzerinden sınıf mücadelesine dayanak oluşturmaya çalışmak çok sırıtıyor. Ama bugün de dâhil Türk solunun genel bakışı bu yöndedir. Bu nedenle de Kemalizm üzerinden ideolojik bir anti-emperyalizm, oradan da anti-Batıcılığa varmak gibi tutarsız ve saçma bir ideolojik tutum içindedirler. Sol gençlik hareketinin ABD Missouri gemisinin İstanbul’a gelmesine karşı çıkması ve bunu Kemalizm soslu bir solcu tutumla gerçekleştirmesi, halen Batı (ABD-NATO) karşıtı kesimlerin önemli bir retorik malzemesidir.

Bugün CHP’nin çıkıp NATO üyeliğini savunmaması, Batı yönelimini, AB standartlarını destekleyememesi düşündürücüdür evet. Ama bu anti-Batı tutumunun sol Kemalizm okumaları sayesinde inşa edildiğini dikkate aldığımızda, bu tutum anlaşılır olmaktadır. Perinçek ve İşçi Partisi/Vatan Partisi türevi “sol” nasyonalist marjinal hareketlerin, CHP’deki sol-nasyonalist Ulusalcı kesimle olan ideolojik “akrabalığı”, Avrasyacıların sayıca bulundukları konumdan neden daha güçlü oldukları konusuna ışık tutabilir. Diğer bir ifadeyle, Avrasyacı olmanız için illa “ben Avrasyacıyım, yaşasın Rusya!” diye bağırmanıza gerek yoktur.

Bugün Rusya’ya yanaşan Türkiye gemisinde sol ve sağ, değişik saik ve beklentilerle bu yörüngeden çıkışa sessiz kalmakta. “Batı uşağı” olarak yaftalanma tehlikesinin olduğu bir durum tüm NATO üyeleri arasında salt Türkiye’de vardır. Bir tek kişi de çıkıp Batı ittifakı sayesinde Türkiye’nin 1945 sonrası bağımsızlığını koruyabildiğini dillendirememektedir. Bunun nedeni bahsettiğim dışlanma ve yaftalanma korkusudur. Aynı şekilde mesela AB’nin Kopenhag Ölçütleri de benimsenmiyor. Bu ölçütlerin beraberinde “üniter devletin ortadan kalkması” ile sonuçlanacağına dair ciddi bir inanış hâkim. Dahası, ABD-NATO ve genel olarak da Batı’nın 15 Temmuz’un arkasında olduğuna yönelik algı da sol-sağ tüm Türkiye tabanını Avrasyacı yönelimin doğru olduğu kanısına itiyor. Bu diskura göre, Rusya Batı’nın bu “emperyalizmine” karşı savaşıyor, dolayısıyla da bizim doğal müttefikimizdir. Bunlar işleri karıştırarak “Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması” gibi döneminin reel politik anlaşmalarını da ısıtıp masaya koyuyorlar. Ve “kötü Batı’nın” kışkırtarak bizi “Rus dostlarımızdan kopardığına” inanıyorlar. Fakat nedense bu zeki ve çevik beyinler, Rusya’nın Kırımı işgal ve ilhakını, Ukrayna’nın doğusunu fiilen milislerine işgal ettirttiğini, Gürcistan’a bahane bulup müdahale ettiğini, Suriye’ye girdiğini vs. emperyalizm olarak görmüyorlar. Evet, yaman bir çelişkidir, ama durum maalesef budur. İşte bu gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde, Avrasyacı şer koalisyonu Türkiye’yi seri adımlarla Rusya’nın yörüngesine sokuyor.

Türk Avrasyacıları bize Avrasyacı yönelimin getireceği tek bir stratejik avantaj veya dış politik çıkar gösteremiyor. Sadece negatif bir Batı üzerinden tepkisel-ideolojik bir tercih var gibi. Ama bu abuk sabuk kabuğu kaldırdığınızda, irinlerin arasında yolsuzluğa bulaşmış İslamcıların aklanmak için Batı normlarından kaçışı ile beraber, daha önce tasfiye edilen kadim vesayetçi Ergenekon’un yine Batılı demokratik normlardan kaçıp güvenli bir otoriter ittifak limanına sığınma amaçlarını görüyoruz. Diğer bir ifadeyle, Avrasyacılık bahane, Rusya-İran-Çin liginin kural ve norm tanımaz diktatoryal rejimleri şahane! Bu arada ülkenin âli menfaatleriymiş, hakmış-hukukmuş, bunları düşünen elbette yok. Yani Türk Avrasyacılığı kendi küçük diktatörlüklerini istiyor. Bunun dışında, bir de kitleleri nasyonalizm ve şiddet üzerinden hipnotize ederek, “büyük devlet Türkiye” algısı oluşturuyor. Suriye’de ve Irak’ta yapılan birkaç sınır ötesi askeri operasyon, şehitler, fabrikasyon iç düşman tasfiyeleri gibi “algı çalışmaları” ile işlerini sessiz ve derinden hallediyor. Bu rejimin ana işleme mekanizmalarını Avrasyacılık eleştirisi üzerinden deşifre etmedikçe – Erdoğan var veya yok fark etmeksizin – bu rejim devam eder. Dimyat’a fındığa gittiğine inandırılan ezik ve eğitimsiz yığınlar, ancak eldeki bulgurdan da olunca uyanır!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin