Can Dündar’ın ‘Suç isnatları’ üzerine… (1)

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Can Dündar, yaptığı haber ve hazırladığı belgesellerden dolayı yurtdışında yaşamak zorunda kalan Türkiye’nin yetiştirdiği değerli gazetecilerden birisi. Geçtiğimiz günlerde Gülen Cemaati’ne dair dikkat çekici tweetler attı. İçerisinde suçlayıcı ifadelerin de yer aldığı paylaşımlara muhatapları cevaplar vereceklerdir, vermelidirler de… Eski bir yargı mensubu ve hukukçu olarak, Dündar’ın bahsettiği yargılama ve davalara ilişkin “suçlamalarına” cevap sadedinde görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

Can Dündar, sosyal medya hesabından:

“Gülen örgütüne üyelik” suçlaması, suçlananlara yapılan zulmü meşrulaştırmaz. Hiç sorgulamadan bu işkenceye karşı çıkmak zorundayız. Ama onlara yaşatılanlar, bu örgütün daha önceki benzer zulmünü unutturmaya da yetmez. Bize düşen, her ikisine de itirazdır.” diye yazdı. Bu tweet aslında, Özgürüz internet haber sitesindeki “Gülen mağdurları” başlıklı yazısında yer alan bir cümle. Başlığa bakınca, Gülen’in mağdur etmiş olduğu insanlara dair bir yazı zannediyorsunuz. Fakat makalenin içeriğinde Dündar’ın “Gülen Cemaati mensuplarının yaşadığı mağduriyetlerden bahsettiğini” görüyorsunuz. Makalesinde Dündar, ÖzgürüzRadyo’da Zübeyde Sarı’nın Mercek programının konuğu Sinan Özcerit’in anlattıkları üzerinden bu topluluğa yapılan zulmü örneklendiriyor. Malum;

21 yaşındaki Sinan, KHK ile ihraç edilen, hapse atılan cezaevinde kanser olan, tedavileri yapılmadığı için vefat etmiş olan Doçent Ahmet Turan Özcerit’in oğlu. Ceberrut idare yakın zamanda da Sinan’ın annesini ve kız kardeşini gözaltına almıştı. Aile boyu yaşatılan bir işkence!

Dündar, bu kesiti verirken, diğer herkesin yaptığı zorunlu vurguyu yapıyordu: “Yanlış anlaşılmasın, ben Cemaatçi vs değilim ha, bakınız hatta karşıyım da!..”

Yazıdaki pozitif yaklaşım ise iktidarın icat ettiği ve adeta her kesime dayattığı, kabul ettirdiği FETÖsöylemine tevessül etme ihtiyacının görülmemesi…

Yazının sonunda asıl meramı anlıyoruz:

“Özcerit’lere yapılan suçlama, Gülen örgütüne üye olmak… Peki, bu suçlama, onlara yaşatılanları meşrulaştırmaya yeter mi? Asla. Hiç sorgulamadan bu işkenceye karşı çıkmak zorundayız.

Şimdi soruyu tersten soralım: Peki, onlara yaşatılanlar, Gülen örgütünün daha önce yaptığı benzer zulmü unutturmaya yeter mi? Asla. Bize düşen, hem dünkü, hem bugünkü zulme karşı çıkmaktır.

Dileriz Gülen’in kirli ilişkilere bulaşmamış, samimi müridleri, cemaatin bir dönem mesela Kuddusi Okkır gibi insanlara neler yaşattığını ve neden böylesi bir nefret yarattığını, şimdi çok daha iyi anlıyorlardır. Bunun özeleştirisini yapmadığı gibi, şimdi bu işkenceyi yaşayanlara sahip de çıkmayan bir cemaatten söz ediyoruz.”

ERGENEKON SAVCILARI…

Dündar, bu yazı ve tweet’i ile ilintili olarak bir de şu mesajı paylaşmıştı sosyal medyada:

“Nasıl dün hukuku katleden Gülen’ci yargıç&savcılar bugün mahkeme hesap veriyorsa, yarın hesap verme sırası, Erdoğan’ın yargıç&savcılarına gelecektir. Dua etsinler de kendilerini yargılayacak mahkemenin ipleri,kendilerininkiler gibi iktidarın elinde olmasın.

Dündar, ihraç edilmiş ve yargılanmakta olan yargı mensupları üzerinden mevcut hakim-savcılara gönderme ile ileride hesap verecekleri noktasında onları uyarıyordu…

Acaba burada sayın Can Dündar, 15 Temmuz 2016 Kurgusal Darbe’nin hemen gecesinde ihraç edilen ve çoğu tutuklanan 5 bin kadar yargı mensubunu mu kast ediyordu? Ben de onlardan 10 ay kadar önce müstakil olarak ihraç olmuş bir yargı mensubu olsam da onlarla birlikte yargılanmaktayım, evet… Hepimiz “darbeye iştirak etmekten” yargılanmaktayız. Sonra bu davalar “örgüt üyeliği”ne çevrilmeye başlandı. Hepimizi de “Fetö” dedikleri, adını kendilerinin koydukları bir torbanın içine doldurdular bilahare…

Fakat Dündar’ın asıl meramının o sansasyonel Ergenekon ve Balyoz davalarının olduğunu anlıyoruz, o makalesindeki “Kuddisi Okkır” vurgusundan… Kendi sosyal medya hesabımdan da şu şekilde sormuştum kendisine:

“Gülenci olmakla suçlananlar: Ergenekon,Balyoz, MİT Tırları hakim savcıları.

Ergenekon Belgeselinizi hiç unutmadılar/affetmediler derinler!

“MİT Tırları” haberini yaptığınız için sürgünsünüz. Bütün bu davalarda rol alan yargı ve basın mensupları umumen doğru iş yaptılar, değil mi?

O mesajımın devamında da dediğim gibi, bence meselenin özü:

“Leoparın kuyruğunu tutma, tutarsan da bırakma!” (Zimbabwe atasözü. Çinlilerin kaplanlı versiyonu da var.) Ergenekon canavarının kuyruğundan yakalanmıştı ama elden kaçtı;

Ya hiç tutulmayacaktı, ya da hiç bırakılmayacaktı.. (Şantaja açık harami Siyasi İslamcılara dua etsinler.)

Ergenekon Davaları’nda da 17/25 Aralık Yolsuzluk Dosyaları’nda da olduğu gibi;

Bir suç örgütü ile öylesine uğraşmayacaksınız, uğraşmaya kalktıysanız da tuttuğunuz o kuyruğu asla bırakmayacaksınız. Yoksa o kızgınlaşan canavar hem size, hem çevrenizdeki herkese zarar verir. Sonrasında da o canavarın canavarlıklarına laf etmez, sizin ne kadar beceriksiz olduğunuza, aptallığınıza dair bir sürü söz söylerler haliyle…

O davalarda yer alanlar da bunları ivedilikle sonuca vardırmadıkları için dosyalar akamete uğratıldı ve serbest kalan bazı sanıklar ülkeyi alt üst ettiler, yakıp yıkmaya da devam ediyorlar.

AKILDA KALAN HABERLER

Sorumluluk sadece o davaların hakim savcılarıda ya da polislerinde değil, onların üzerine gitmesi gereken gazetecisinde, yazarında, çizerinde… Topyekün bu davaların üzerine evrensel ilkeler ve hukuk normları çerçevesinde gidilseydi, kararlı olunsaydı, şimdi işler bu noktaya kadar gelmezdi.

Bu konuda Sayın Dündar’ın çok önemli haberleri ve belgeselleri vardı. Hem Ergenekon, hem de yolsuzluk dosyalarına dair (Erdoğan’ın En Uzun Günü) yapmış olduğu belgesel programlarının görüntüleri ve sesi halen kulaklarda… Yine bunlarla ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olarak yapmış olduğu “MİT Tırları” haberi halen hafızalarda. Bu haberden dolayı Erdoğan kendisini bizzat hedef almış, “kendisini öyle bırakmayacağını” açıkça mitinglerde ilan etmişti. Sonrasında da Dündar hakkında “casusluk”, “devlet sırlarını ifşa etme”, “örgüte yardım etme” gibi bir dizi davalar açılmıştı.

Bir müddet cezaevinde de tutuklu kalan Can Dündar, o dönemin ABD Başkan yardımcısının Türkiye ziyaretinde onun oğlu ile görüşmesinde, “Merak etme, babanı çıkaracağız” sözünün ardından Dündar gerçekten de serbest bırakılmıştı.

Ama her şey bitmemiş, kendisi hakkında tehditlerin ardı arkası kesilmemişti. Hatta bir duruşma çıkışı silahlı saldırıya uğramış, orada eşi Dilek Dündar adeta gövdesini onun için siper etmişti. Bilahare Dündar yurtdışına çıkmış ve Almanya’ya yerleşmiş, orada yaşamak zorunda kalmıştı. Bir şekilde çocuğuna kavuşsa da halen eşinden uzakta… Dilek hanımı bu rejim adeta rehin olarak tutuyor, onun yurtdışına çıkmasına, eşi ile buluşmasına engel oluyor.

FAŞİZMİN ETKİSİ…

Bütün bunları neden anlatıyorum:

Zira Dündar’ın yaşadıkları, ülkede insanlara yaşatılanların bir özeti… Bütün bunları yaşayan, yaşamakta olan bir kimsenin bile ülkedeki mağduriyetleri anlatırken, yaftalanma korkusu ile ille de bir çekince koyma, bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetmesi…

Bu dönemin ruhunu çok iyi yansıtmasından dolayı şu sözü sık sık tekrarlarım, burada da yinelemek zorundayım:

“La fascisme ce n’est pas l’inderdiction de dire c’est l’obligation de dire“. (Faşizm, konuşma yasağı / susma mecburiyeti) değil, söyleme mecburiyetidir.)”

Evet, ülkede o kadar kesif ve keskin bir faşizm hüküm sürüyor ki, insanlar mevcut rejime muhalif de olsa, onun mağdurlarından da olsa ve de artık ülkesini terk etmek zorunda kalıp çok uzaklarda yaşamak zorunda da olsa, bu faşizmin dayatmaları karşısında onun bazı söylemleri karşısında bir şeyleri söyleme ihtiyacı hissedebilmekte… O açıdan da bu durum ibretlik.

Bir sonraki yazımızda ise Can Dündar’ın bahsettiği ölümlerin yanında, Ergenekon davalarındaki şüpheli diğer ölümlerden kimlerden sorumlu olduğunu, Cemaat ile ilgisinin olup olmadığını –bazı detaylar ve şahitlerinin beyanları ışığında- irdeleyelim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin