Sıkıntı içimizde ve kader

YORUM | AHMET KURUCAN 

Geçen hafta yayınlanan “Sıkıntı içimizde” başlıklı yazıma yönelik birçok geri dönüşüm aldım. İtiraf edeyim, tahminim üzerindeydi bu dönüşler. TR724 sayfası, Twitter ve Whatsapp üzerinden bana ulaşan mesajların tamamına baktığımda, kanayan bir yaraya parmak bastığım sonucunu çıkarmamam mümkün değil.

Bu mesajlar arasında en çok dikkatimi çeken iki hususu iki ayrı yazının konusu yapmak istiyorum. İlki, “Deizme doğru kaymaktasınız. Biraz Risale-i Nur okumanızı tavsiye ederim. Allah, Vahit ve Ehad’dir. İsim, sıfat ve ef’alinde şeriki yoktur,” mesajı. 

Allah’ın zat, sıfat ve ef’alinde şeriki/ortağı olmadığına ben de inanıyorum. Okuyucumuzun bu tepkisinin benim kader ile alakalı yazdığım cümleden dolayı söylediğini düşünüyorum. Eğer bu çıkarımım doğru ise ve yazdıklarım arasında okuyucunun deizm ile başlayıp düşüncelerini şirke kadar uzanan bir yere taşımasına vesile olacak şeyler varsa, o benim ifade eksikliğimden kaynaklanan bir kusurdur ve bana aittir ya da yanlış anlama ve anlamlandırmalar söz konusudur. İtikadi ve imani bir mesele olması dolayısıyla söz konusu yanlış ifade veya anlamayı ortadan kaldırma adına köşe yazısının hacmini de nazara alarak düşüncelerimi başka cümlelerle tafsilatlı olarak ifade edeyim.

Tekrar edeyim, ben de inanıyorum imanın hayatın hem nuru hem esası olduğuna. Bir Müslümanın hayatının merkezinde Allah’a imanın, emir ve yasaklarına itaatin yer aldığına ya da alması gerektiğine. Kur’an ayetlerinin tamamı buna ya direkt ya da dolaylı olarak vurguda bulunur. Allah Resulü’nün hayatına ve hadislerine bakın, aynı şeyi görürsünüz. Teo-sentrik dediğimiz Tanrı merkezli bir dil vardır orada da.

Ama zat, sıfat ve ef’alinde şerik kabul etmeyen o Allah, kâinata kıyamete kadar geçerli olacak kurallar koymuş ve icraatını bu kurallar vesilesiyle yapmaktadır. Kozalite dediğimiz sebep-sonuç ilişkisini hatırlayın lütfen. Sonsuz ilim, külli irade ve mutlak kudret tabii ki Allah’a ait ama benim o yazıda sözünü ettiğim gibi bizim davranışlarımızda esas olan özgür irademiz, o iradeyle yaptığımız tercihler ve peşi sıra gerçekleştirdiğimiz eylemlerdir. Onun içindir ki dünya bir imtihan meydanıdır. Onun içindir ki ölüm sonrası hesap, cennet, cehennem vardır. Onun içindir ki aksi bir yaklaşım ve tasavvur bütün bunları anlamsız kılar.

Öyle ya, ben Cebriye’nin dediği gibi “Rüzgârın önünde yuvarlanan bir yaprak” isem ve yaptığım eylemlerde hiçbir katkım yoksa, köle gibi bana denileni, robot gibi programlandığım şeyi yapmak zorundaysam, o zaman özgür irade ne demek? Niye dünyaya gelip imtihan oluyorum? Neden ahiret var? Hesap, mizan, cennet, cehennem önüme niçin konuyor? Zaten yeni neslin deizme kaymasının temel nedenlerinden biri işte bu eksende cereyan eden sorulara aklı ikna edici cevaplar verilememesidir. Eskiden verilmiş cevapların yeni neslin kalbini tatmin etmemesidir. Eski dini paradigmaların işe yaramamasıdır. Hatta iyimser bir gözlükle bakarsanız Allah’a veya Yüce Yaratıcıya inanan bir insanın “Allah kâinatı yarattıktan sonra insanların yapıp ettiklerine müdahale etmiyor” demesini, Allah ile, din ile yeniden irtibat kurma şeklinde okumak bile mümkündür.

Yanlış anlaşılmalara konu olmaması için spektrumun diğer ucunda duran düşünceyi de zikretmem lazım burada; ben Cebriye misali “insan rüzgâr önünde uçan bir yapraktır” demiyorum ama Mu’tezile misali “insan kendi fiilinin yaratıcısıdır” da demiyorum. Hatta bu düşünce ekolü içinde yerini alan bazılarının dediği gibi “Allah cüz’iyata, tekil olaylara vakıf değildir; insan kendi eylemini gerçekleştireceği ana kadar Allah onu bilmez” hiç demiyorum. Aksine okuyucumuzun okumamı tavsiye ettiği Risalelerde tercih edildiği üzere “kesb ve halk” zemininde ayaklarımı yere basıyorum. Kul özgür iradesiyle tercihini yapar Allah da yaratır diyorum.

Benim dört cümlelik bu kısa okuyucu mesajını yazımda dile getirdiğim ana konu ile birlikte değerlendirdiğimde açıkça anladığım şu; “Bütün bu olan bitenler Allah’ın iradesiyle olmaktadır. İnsanların iradesinin, tercihinin, kudretinin bir rolü yoktur.” Hayır, eğer bu anladığım doğru ise ben buna katılmıyorum. Meseleyi yeniden ele alışımın nedeni de bu. Zira böyle demek insanın iradesini, tercih hakkını, yapabilme kudretini bütünüyle sıfırlama demektir. Olup-biten her şeyde sorumluluğu Allah’a havale etmektir bunun manası. Biz hiçbir şey yapmasaydık da bu zulümler başımıza gelecekti demektir. Bediüzzaman’ın verdiği misal içinde ölümü senin atacağın kurşunla takdir edilen kişi için “cüzi ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti,” demektir.

Tam da yeri gelmişken kısmi tartışmalara sebebiyet veren “yolun kaderi” tabiri hakkında şimdiye kadar defalarca ifade ettiğim bir şeyi burada bir kez daha söyleyeyim: Sahip oldukları sistem, menfaat, statü vb. imkanlarını kaybedeceği endişesiyle insanların/devletlerin kendilerine tehdit olarak gördükleri kişi ve gruplara zulüm yapması manasında “yolun kaderi” deniyorsa doğrudur, yolun kaderidir bu zulümler ve sadece cemaat mensuplarına da has değildir. Bakın ülkemizde zulüm gören kişi ve gruplara. Ya da dünyada zulme maruz kalanlara. Ama “yolun kaderi” tabiriyle “sütten çıkmış ak kaşık” misali “söz konusu zulümlerde bizim tercihlerimizin ve eylemlerimizin hiçbir rolü yoktur, Allah böyle takdir etmiştir” denilmek isteniyorsa, tek kelime ile yanlıştır. Zira bu bütün bütün insan iradesini dışlama ve sorumluluğu Allah’a havale etmektir.

Bitireyim; diğer bir okuyucumuzun dediği gibi, “Allah insana zulmetmez.” Doğru, Allah insan zulmetmez. Ayet söylüyor zaten bunu. Ama ardından ilave ediyor, “İnsanlar kendisine zulmeder.” Demek ki insanın yapıp ettiği şeydir o zulmün tahakkuk etmesine neden olan. Çünkü kevni kanun, Allah’ın insanın özgür iradesi ile tercih ettiği fiili yaratmak üzerine kuruludur. Lütfu, ihsanı ile gerçekleştirdiği istisnalar tabii ki hariç.

Mehmet Akif bu hususu, yanlış kader ve tevekkül anlayışını dile getirdiği o uzun şiirinde ne kadar da güzel ifade eder. Biraz uzun olacak ama sonuna kadar okursanız “değdi” diyeceğinizden eminim.

Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,

Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri!

O ihtişamı elinden niçin bıraktın da,

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

“Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;

Belânı istedin Allah da verdi… Doğrusu bu.

***

“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun,

Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

***

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,

Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâssın iken!

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,

Birer birer oku tekmil edince defterini;

Bütün o işleri Rabbim görür; vazifesidir…

Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!

Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…

Hüdâ vekîl-i umûrun değil mi, keyfine bak!

Onun hazine-i in’âmı kendi veznendir!

Havale et ne kadar masrafın olursa… Verir!

Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O;

Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!

Çekip kumandası altında ordu ordu melek;

Senin hesabına küffârı hâk-sâr edecek!

Başın sıkıldı mı, kâfî senin o nazlı sesin:

“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızır’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: bakacak;

Şifâ hazinesi derhal oluk oluk akacak.

Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;

Çoluk çocuk O`na ait; lalan, bacın, dadın O;

Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;

Alış seninse de mes’ul olan verişten, O;

Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;

Ya ordu lazım imiş… Askerin, kumandanın O;

Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;

Tabib-i aile, eczacı… Hepsi hasılı O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!

Hüdâ`yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hüdâ;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cür`ete… Ha?!

***

Kader senin dediğin yolda Şer’a bühtandır;

Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrandır.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Bir onceki yaziniza dair yorumuma temel teskil eden paragraf suydu:

    “Ne zamana kadar böyle devam edecek? Bunu kendi kaderine sahip çıkacak insanların iradesi belirleyecek. Dikkat ederseniz, halk arasında söylendiği şekliyle “Allah bilir” demedim. Allah tabii ki bilir. Bilir ama kainata koyduğu kevni kurallara göre müdahalede bulunmaz. Özgürlük, sorumluluk ve bunlara bağlı olarak ahiret, hesap, cennet, cehennem bunu gerektirir. Aksi takdirde her şey anlamsız olur. Evet, kader insanın tercih ve eylemlerine binaen ortaya çıkan şeyin adıdır. Onun için dedim ki bugünlerin ne kadar devam edeceğine insanların iradeleri ve eylemleri karar verecek diye.”

    Bu yazinizda, su paragrafta o yorumuma dogrudan cevap vermek istemissiniz:

    “Ama zat, sıfat ve ef’alinde şerik kabul etmeyen o Allah, kâinata kıyamete kadar geçerli olacak kurallar koymuş ve icraatını bu kurallar vesilesiyle yapmaktadır. Kozalite dediğimiz sebep-sonuç ilişkisini hatırlayın lütfen. Sonsuz ilim, külli irade ve mutlak kudret tabii ki Allah’a ait ama benim o yazıda sözünü ettiğim gibi bizim davranışlarımızda esas olan özgür irademiz, o iradeyle yaptığımız tercihler ve peşi sıra gerçekleştirdiğimiz eylemlerdir. Onun içindir ki dünya bir imtihan meydanıdır. Onun içindir ki ölüm sonrası hesap, cennet, cehennem vardır. Onun içindir ki aksi bir yaklaşım ve tasavvur bütün bunları anlamsız kılar.”

    Allah, kurallar koyup, icraatini o kurallari vesile ederek yaratmaz. Her turlu icraati/neticeyi, kural dediginiz vesilelerle ayni anda ya da ardi sira yarattigi icin, egitimli olmayan akla / goze, o icraatlar/sonuclar, o vesilelere bagli olarak ya da onlardan dolayi ortaya cikiyormus gibi gorunur.

    Insan icin imtihan olan kisim, basta o icraat ve sonuclari sebeplere/vesilelere/”kurallara” degil de, isim, sifat ve ef’alinde seriki olamayan Allah’a verip vermemedir. Ikinci olarak, Allah’in, kendisine temas eden icraatinda, neyi niyet ve talep ettigidir. Kulun niyet ve talebine gore, Allah neticeyi belirlemez. Kul sadece, niyet ve talep ettigi seyle, durusunu Allah nezdinde kayda gecirmis olur. Ona gore de, mukafat ya da mucazat gorur. Neticenin ne zaman ve nasil gerceklesecegini, sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi olan Allah belirler/belirlemistir.

    Hasil-i kelam, siz yine de halk arasinda soylendigi gibi, “Allah bilir” deyin.

    Ve de, isterseniz ekleyin: “Bir hic oldugumuz halde, cemali ve celali isimlerine bizleri mazhargah eden Allah’a hamd olsun!”

  2. Ahmet Hocam,
    Bu güzel ve değerli yazılarınız, açıklamalarınız için teşekkürler.
    Hatalı anlamalara yol açabilecek cümle -hatta kelime- kullanmaktan kaçınmak, sizin gibi mühim rahlelerde ders görmüş abilerimizin en çok dikkat ettiği hususlardandır diye inanıyorum.
    Bezen yazdıklarınızı anlamak için bir defa okumak yetmeyebiliyor. Mesela: 2 Nisan 2021 tarihli “Peygamberimizi de hapse atardı bunlar” başlıklı yazsınızı ilk okuduğumda: “iyi ama böyle bir başlık Ehl-i Sünnetin kader inancına uygun mu?” diye endişe etmiştim. Malum-u aliniz, “tetik parmağı çekmeseydi ölmeyecekti, ölecekti ve bilemeyiz” hükümlerinde olduğu gibi…
    Karşımızdaki zalimlerin, münafıklara benzeyen özelliklerini göstermenin; niyetlerini, dediğiniz gibi bir iş yapabilecekleri ihtimallerini ispatlamaktan daha kolay olması ayrı bir mesele.

  3. “Bediüzzaman’ın verdiği misal içinde ölümü senin atacağın kurşunla takdir edilen kişi için “cüzi ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti,” demektir.” Burayı anlamadım!

  4. Bu güzel yazıyı tanıdığım yarım düzine tır şoförünü yollayamamakdan çok ızdrap duyuyorum.
    Eğer bir kişi seslendirmiş olsa bunu onların yolda giderken dinlemeleri mümkün oluyor.
    Sesli okunması için ne yapmamız gerekli lütfen yardımcı olursanız memnun olurum

  5. Hatalı ve Çelişki dolu olan beyanlarınız için;

    “İtikadi ve imani bir mesele olması dolayısıyla söz konusu yanlış ifade veya anlamayı ortadan kaldırma adına köşe yazısının hacmini de nazara alarak düşüncelerimi başka cümlelerle tafsilatlı olarak ifade edeyim””

    şeklinde ki ifadeniz,ya kendi yazınızda
    tutarsız ve hatalı söylemler olduğunu
    kabul ettiğinize,
    ya da söylediklerinizin tamamen doğru
    fakat yanlış anlayanların hatasında dolayı izahların değişimine giderek ikinci bir açıklama yazısı yazdığınıza işaret eder.

    İki ihtimale göre de;

    -Hususen böyle itikadi bir meselede
    eğer yanlış anlaşılmaya musait ifadeleri doğru ifadeler kullanılarak nasıl izah edilir bilmiyorsanız,
    bu konuda cehliniz var demektir.

    -Tutarsız ve kusurlu ifade yoktur derseniz o zaman ilk yazınızda bu
    akide meselesi hakkında yazdığınız herşeyi “hakikat” kabul ediyosunuz demektir.

    -Ama eğer doğru ifadelerle bir itikad konusu nasıl hakikatiyle ele alınır hakkında ilminiz varsa, o vakit
    hatalı ve çelişki dolu olan çokca ifadeyi kasden kullandınız demektir.
    Çünkü dogrusunun nasıl izah edileceğini tamamen biliyodunuz.

    Öyle ya da böyle ;
    Bir kitleye ebedi hayatı ilgilendirecek bir akide konusu hakkında
    “Hatalı ve Çelişkili”
    beyanlarla ahkamda bulunup, konuşmak,
    hususen avam nezdinde
    İlmi ifade merci kabul edilen biri için,
    şeriatça caiz değildir.

    “Eğer bu çıkarımım doğru ise ve yazdıklarım arasında okuyucunun deizm ile başlayıp düşüncelerini şirke kadar uzanan bir yere taşımasına vesile olacak şeyler varsa, o benim ifade eksikliğimden kaynaklanan bir kusurdur ve bana aittir ya da yanlış anlama ve anlamlandırmalar söz konusudur.”

    bu ifadenize göre,ya birisi yazdıklarınızı kasden yanlış anlamak istemiş ki
    “anlamlandırmalar” demişsiniz.
    ya da yazdıklarınız hakikatte tamamen doğru
    fakat “kusurunuzdan ötürü”
    hatalı tutarsızlıklarla yanlış anlaşılmış ki

    “anlamalar” demişsiniz.

    Çelişkilerinize geçicek olursak,
    ciddi oranlar da olsalar da şimdilik yalnızca bir kaçının tahliline girişmeyi uygun gördüm
    “farkındalık” için.

    Mesela yazıda ki bir ifade de;
    “Allah, kâinata kıyamete kadar geçerli olacak kurallar koymuş
    ve icraatını bu kurallar vesilesiyle yapmaktadır.” demişsiniz.

    bu cümlenize insafla belki mecazdır diye yaklaşılmak istenilse bile
    hemen akabinde gelen
    “Kozaliteyi hatırlayın lütfen” cümleniz
    niyetinizi gayet aşikar bi şekilde ortaya çıkarmaya vesile olmuş.

    Evet;

    “koymuştur” ifadesi
    konulmuş bir nokta manasındadır ve
    “peki ya sonra “O Allah” ne yapmış sorusunu doğurur.

    Evet “O Allah” kevni kuralları koymuş sonra ne yapmış ?
    -Koymuş sonra yaratmaya mı başlamış ?
    Küfürdür bu !
    Allah önce düşünüp proje çıkarıp sonra işe koyulmaz.
    Allah için önce sonra yoktur.
    -Yoksa koyduğu kurallar sistemin çarkını mı döndürmeye başlamış ?
    “Allahın yaratmakta olduğu şeylere
    Sistemin kevni kuralları yapmışdır diye inananın imanını kaybettiğine şüphe yoktur.”

    Bu ifade “O Allah’ın” bir kurallar sistemi kurduğunu sonra da
    nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti ,
    ihatasız bir hikmeti ve
    külli bir iradeyi,gerektiren o koca işleri de
    bu kurduğu sisteme ”
    “Kozalite”diye “EMANET” ettiğine işaret eder.

    Bu kevni kuralların o koca işleri yapma kudreti varmış gibi “kozalite” adı altında lanse etmek saçmalıkdır.
    Bilgisayar yazılımından
    ne farkı kaldı kainatın ?
    “Koymuştur ifadesi” Deist zihniyetidir.
    Koymuş sonra sistem işleme başlamış gibi
    -haşa ve kella!

    Halbuki Tevhiden baksanız göreceksiniz ki öyle sistem kurulmuş da kevni kurallar bilgisayar misali işler gibi saçma sapan bi durum yok.
    Tam aksi,
    ‎يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فٖي شَأْنٍۚ
    Sırrınca her yerde
    sürekli hazır ve nazır bulunan,
    (ilm -irade -kudret -hikmet)
    hakikatlerini ve onları iktiza eden,
    her şeyi de
    anbean yaratmasıyla işleyen bir kainat vardır !

    İmtihan dünyasında ki bizlere göre;

    -“Sizin sistem dediğiniz kevni kurallar,
    Cenab-ı Hakkın, anbean
    nasıl da sürekli icraatte olduğunun
    canlı yayın teşhirinden başka bişey değildir”

    Siz “kural koymuş” diyip ardın da da”Kozalite” den bahsederseniz,
    koyduğu her bir kevni kurala, kendi alanında
    iş yapabilme kudreti tayin etmiş olursunuz.

    -Yer çekimi kanunu koymuş ,tesir yerdenmiş ŞİRKDİR!
    ( O İktiran halini anbean ALLAH yaratır )
    -Suya kaldırma kuvveti vermiş de
    su gemiyi kaldırırmış.
    ŞİRKDİR!
    Bir müslüman hem
    ‎لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ diye iman etsin,
    hemde çıkıp o kurala kudret ,
    bu kevni kanuna hikmet ,
    diğerine ilim,
    bi ötekine irade “koyulmuş ” olduğunu idda etsin ?
    Bediüzzamanın ifadesiyle şeytana maskara olmakdan başka bi halt olmaz.

    “bu vesile ile yapar” demişsiniz bu da
    silme zırva bir iddadır.
    İcraatine Aracı bellemektir!
    çünkü,
    Allah icraatlerini maşa tutarak yapmaz.
    Maşayı da anbean yaratan
    kendisi olduğu için !

    Okuduğunuzu idda ettiğiniz
    Risale-i Nurlar da “Şirk” için
    Şükretmenin kökünü kuruttuğundan bahseder.
    Nedeni ise gayet manidardır;

    “Evet Allah kural koydu ,ağaçdan elma yedim”
    Peki ben zaten,
    “kozalite var,
    ağaç tabiat hadiselerinin içtimaı ile
    bu elmayı netice verdi”
    diyeceksem
    Allah’a niye şükredeyim ki ?

    Çünkü Allah sisteme o kudreti verdi
    derseniz
    Allah’ın nihayetsiz
    (ilmini-iradesini-kudretini-hikmetini)
    kevni kurallarla paylaşmış olursunuz !
    Bu ise Şirkden başka bişey değildir!

    Zaten kurulu bir sistem var
    Allah “koymuş” işliyo
    o kurallar illet oldu bana derim ?

    Bu nokta da Ateist neden haksız olsun ki ?
    anbean yaratan Allah değil
    kevni kuralların içtimaı ?

    ‎يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فٖي شَأْنٍۚ ﴿
    Bu ayete iman ediyosanız
    kozaliteyi inkar etmek mecburiyetindesiniz!
    Aksi durum sizi çelişkiye düşürür.
    Yazınızın bir çok yerinde olduğu gibi.

    – Gemiyi batırmayan illet suyun kaldırma kuvvetiyse neden
    Allah’a şükredeyim ki
    su yapmıyo mu zaten o işi !?

    Yok eğer Allah yapıyo derseniz o vakit
    Suda ki kaldırma kuvveti dediğiniz şeyin yalnızca,
    Allahın o icraatte ki kudretine takılan
    bir “Şirk İsmi” olduğunu kabul etmek mecburiyetindesiniz.

    “Kozaliteyi hatırlayın lütfen”
    diye sanki hakikatlı bişeymiş gibi pazarlamanız ise
    sizin kasdınızın ne olduğunu gösterir.

    Kaldı ki sizin gibi bir ilim adamının bugün “Kozalite” diye pazarladığı şey, artık ilmi mahfillerde kabul edilen birşey değildir.

    Bunu bilmiyorsanız cehliniz var demektir.
    En avam bir insan bile dikkatle araştırsa;
    Allah’ın
    Gazzali hazretlerinin “Nedensellik eleştrisi” ve Üstadın “İktiran” izahatı üzerinden günümüzün en münkir,en muannid
    ateist-deistlerini bile nasıl da çaresiz bıraktığını görecektir, dileyen araştırsın.

    Üstad bu minvalde çok kaygan bir vartadan bahseder ki ,
    o da “İktiranı illetle iltibas etmek”tir.

    “Kainatta neden-sonuç ilişkisi yoktur,
    iktiran -sonuç ilişkisi vardır.”

    Siz zaten bunları biliyorsunuzdur ama hatırlatmaya vesile olma niyetiyle ;

    Eğer birbirlerine
    “İlim-irade-kudret-hikmet” bakımından hüküm uygulamakdan aciz olan hadiseleri,
    sırf aynı anda , peşi sıra meydana geldi diye birbirine sebep kabul ederseniz cahilane bir ahmaklığa düşerseniz.
    O vakit de
    bir gece vakti elektrik kesintisinden şaşkınlığa bürünmüş bir şehirde
    delinin tekinin bağırmasıyla,elektriğin geldiği anın sırf “aynı anda peşi sıra” denk gelmesini nazara vererek
    “Bakın şu deli bağırdı,
    koca şehrin elektriği geri geldi”
    diye akıldan yoksun bır iddayı kabul etmek mecburiyetinde kalırsınız.

    “Çünkü “Kozalite” zahiren görünen ön koşula tesir kudreti isnad etmeyi iktiza eder.”

    Gene aynı şekilde aralarında beş metre mesafe bulunan iki eşşek
    “aynı anda”harekete koyulsalar ve aradaki mesafe hiç bozulmasa, bu da her gün böyle aynı şekilde devam etse,
    denilecek midir ki ;?
    “Arkada ki eşşek,
    önde ki eşşeğin hareket etme sebebidir”
    O Eşşekler bile anıra anıra kaçarlar bu “Kozalite” iddasından!

    AVAMCA İKTİRANIN TANIMI:
    “Birbirlerinden farklı hadiselerin aynı anda veya peşi sıra vukua gelmesi,birbirlerinin illeti olduklarına delalet etmez”

    Gene aynı şekilde

    Bir domino diziliminde en sonda ki taşı
    başta ki taşın, diğerlerine değerek düşmesi düşürmez.
    Çünkü her iki domino taşının atomlarını birbirlerine söz geçirip,birbirlerini dinler tarzda bir patron-çalışan hükmü vermek ahmaklıkdır.
    Düşen taşın atomlarıyla düşürüyomuş gibi gözüken taş atomlarının en temelde hiç bir farkı yoktur.
    Bir sonra ki taşın atomları kendisinden önce ki taşın atomlarının ona doğru yaklaşmasıyla neden harekete geçsin ?
    Buna cevap olarak verilen bütün fiziki izahatlar hepsi inançdan ibarettir.
    Orada ki kuvvet anbean Allahın kudretine verilen bir
    “Elektromanyetik Şirk ismidir”
    bütün taşların atomlarında kuantum ölçekleriyle beraber yüz kainata eşdeğer
    (İlim-irade-kudret-hikmet) hakikatleriyle bir failin tesirine ihtiyaç vardır.
    Bu faile ne dediğiniz sizin imanınızı belirler.

    İşte bir taşı, Allah, bütün atomlarıyla bir sonrakine doğru harekete geçirip,diğer taşa “bize göre tam değme noktasına gelince”
    peşi sıra önünde ki taşın atomlarını da harekete geçirmeye başlar bizde zahiren zannederiz ki o düştü onu düşürdü.Yanlış!

    Fiziki alemde atomlar arası temas bile yokken bu tür saçma”Kozalite”iddalarını
    pazarlamak kasdınızı ortaya çıkarır.

    Ağaç elmanın sebebi değildir ,
    ağaç ayrı yaratılmaya devam ederken
    elma da ayrı yaratılmaya devam eder
    Allah tarafından.
    Fakat bu elma,
    dalında asılı yaratılmaya devam ederken, dal da , elmaya asılı yaratılmaya devam eder bu sebeple de zahiren birbirlerine sebep zannedilir.

    Odun parçası nerede ?
    nihayetsiz bir
    (İlim -irade-kudret-hikmet) eseri
    elma nerede ?

    Buna da ” Kozalite Şirki” denir.

    Gene nazara çarpan bir diğer ;
    “ve peşi sıra gerçekleştirdiğimiz eylemlerdir.” ifadenizde
    – eylemlerimizi gerçekleştirenin kendimiz olduğunu idda etmişsiniz ama hemen iki paragraf altında ;
    “kesb ve halk” zemininde ayaklarımı yere basıyorum.
    Kul özgür iradesiyle tercihini yapar Allah da yaratır diyorum” demişsiniz ?

    E bu ifadeler birbirlerine çelişen ifadeler ?
    Yaratan Allah ise şayet;
    “kul eylemi kendi gerçekleştiremez”
    “eylemi kul gerçekleştiriyorsa”
    yaratması da insana ait demektir.
    Okuduğunuzu idda ettiğiniz
    Risale-i Nurlar da
    “İnsanın kesbinin gerçekleşen eyleme asla bir illet olamayacağını,
    ancak Allahın dilediği icraatine
    “bir iktiranla payı sayılarak” ortaya icraat çıkarmanın ancak bir küçük parçasını teşkil edebileceğinden bahseder.
    Çünkü külli halkı gerektiren bir netice.
    evvela şeraitinin yaratılmasıyla vücuda gelir der.
    Bu ise Allahdan başka kimseye verilemez!”

    Malumdur ki bizde görünen yalnızca acizane bir kesb talebinden başka bişi değildir.
    Acaba hiç mümkün müdür ki bir felçli önünde ki suya uzanıp içmeyi talep ettiği zaman Allahın bu talebi
    “şeraitini yaratmamasıyla”
    sizin o çelişdiğiniz
    “Eylem gerçekleştirme” hali kabul edilsin?
    Haşa ve kella !

    İnsanda ki yalnızca acizane bir talepten ve yönelimden ibaret olan kesbden başka bişey değildir.

    Mesela;
    “Kul ister Allah yaratır”ifadeniz de eksik.
    Çünkü tam bir doğru kabul edilirse,haşa!

    Allah kulun istediklerini yaratma motoru konumuna gelir,
    bir mecburiyet durumu hasıl olur.
    bu halde de ortaya
    “kul kendi hayatının kararlarını YÖNETİR , Allah ise yaratır”
    sonucu çıkar.
    Sonra da biz bu sonucu
    -tercihleri dışında felçli kalan,
    -kararları dışında ama doğan,
    -İradesi dışında cüzzamlı hale gelen
    -kendi tercihi olmadığı halde binbir türlü musibete maruz kalan
    milyarlarca insana açıklamakla uğraşırız.
    -Bir felçli yürümeyi istemiyo mu ?
    -Bir kör görmek istemiyo mu ?
    -Bir cüzzamlı sağlığına kavuşmak istemiyo mu ?
    Hani “isteneni yaratıyodu” nerede yaratma ?
    Hatalısınız, çelişkili anlatım bu
    tutarsızlık var !
    Doğrusu ise şöyle olacaktır;
    “Kul talep eder,Allah “dilerse” yaratır… İradeyi ortaya çıkarıcaz diye
    göz çıkarmışsınız.
    Halbuki o talep hakkında
    “Allahın ne dileyeceğini biz bilemeyiz ki sanki bizim irademizle verdiğimiz kararları yaratma mecburiyeti varmış gibi ifadeler kullanalım”

    Bu sebepden ötürü Ehl-i Sünnetin bu mevzuda ki itikadı
    ” Bizce meçhul” şeklindedir.

    Gene bir diğer nazara çarpan ifadeleriniz;

    – “köle gibi bana denileni, robot gibi programlandığım şeyi yapmak zorundaysam, o zaman özgür irade ne demek?”
    -robot gibi programlandığım
    -” İnsanların iradesinin, tercihinin, kudretinin bir rolü yoktur.”

    gibi teker teker ele alınsa bambaşka izah edilecek “benzer” kelimeleri,
    aynı cümlede sıralayarak,”damara dokunur” tarza getirip ,kendi düşünce şeklinizi
    kabul ettirme kesbi, günümüzde ki
    algı yönetmenleri ve manipilatörlerin,
    avam tabaka için sinsi ve vartalı bir hamlesidir.
    Bu metoda gore ayrı ayrı incelense başka manalara bakan “benzer” kelimeler sanki birbirlerini destekliyomuş süsü verilerek,
    ardı ardına ,virgül ile dizilir ve okuyucu kişi anlatılmak istenen metinde peşi sıra,
    sıralanmış bu “benzer” kelimeleri görünce der ki “Üç tanesi birbirini destekler kelimeler akabinde gelen dördüncü kelime de bunlara “benziyo”
    öyle ise o da doğrudur” der hataya düşer.
    Ama anlatıcının işi çoktan görülmüşdür bile.

    ÖRNEĞİN;
    -“robot” ,”köle” ,”kul”, “kendisine denilen emre uyan abid” “köpek”, “sadık” ,”ıtaat”.
    Şimdi ben bu zahiren bakılsa herbirinin birbirinde sanki bir manası varmış gibi gözüken ,ama hakikatte teker teker çok farklı manalara işaret eden bu “benzer”
    kelimelerle şöyle bir cümle kursam ;

    -“Peygamberler robottan birer köle gibi kendisine denilen emre sadıkane uyan
    bir abid olduklarını söylerler ama,
    köpek gibi rablerine sadakatle itaat ediyolardı diyince Müslümanlar
    tepki gosterirler”

    Noldu şimdi ?!

    Teker teker ele alınsa arasında
    “küfür ortamı “oluşturabilecek kelimeler sırf ardı arkasına sıralanınca
    ne kadar da irite edici,
    ama aynı zamanda
    “sanki birbirlerinin manasını destekliyomuş gibi göründüler ?”
    Aynısı sizin ifadelerinizde var .

    MESELA;
    – “köle gibi bana denileni, robot gibi programlandığım şeyi yapmak zorundaysam, o zaman özgür irade ne demek?”
    ( Rabbisinin soylediklerine kul adeta bir köle gibi yapmaya “kesbeder”.
    Kul ya Rabbine karşı köledir ya firavundur)
    (Bunu hemen akabinde gelen
    “robot gibi programlandığım” ifadesiyle
    ardı ardına yazmanız “algıda”
    ikisini “benzer” gibi göstererek aynı şeymiş süsü verdirme çabasından başka bişi değildir.
    En basitinden programlı bir robot iradesi olmadığından günaha ve sevaba bakan kesbden muafken,
    Köle , köle olsa dahi şuurlu bir kesble emri kabul etmeyebilir idama mahkum edilir .
    Manen alakasız ama “benzer” kelimeler sırayla aynı hakikate bakıyomuş gibi
    damara dokundurulmaya çalışılmış tarzda duruyor cümleler.
    Rabbinden insana “denilene” şerefkarane birer köle olmakla,
    şuursuz,iradesiz bir robot olup kesbe dayalı cenneti,cehennemi mevzu bahis olmayan bir mekanik parça olmak nasıl tevfik edilebilir! Mantık ilminde bile iki şeyin arasında benzer özellikler olması birbirlerine aynı olduklarına delalet etmez !
    Siz bunu bilmiyo musunuz ?
    -Bilmiyosanız cahilsiniz demektir
    -Biliyo da bahsetmiyosanız
    kasıtlı bir ilmi hakikati saklamaya ve
    örtmeye girişdiniz demektir.

    Gene başka bir ifadenizde
    aynı metodla karşılaşıyoruz;

    -” İnsanların iradesinin, tercihinin, kudretinin bir rolü yoktur.”
    gibi karşı çıkmak
    için alıntıladığınız bu cümle de;

    (İrade kelimesi akabinde gelen”tercih”kelimesiyle eşdeğerdir.
    Burada bir mevzu yok.
    Ama ya hemen peşi sıra gelen kelime ?
    “kudret ?”
    Yalnızca Cenab-I Hakka mahsus olan kudret nerden çıktı şimdi?

    Kulda ki kesb Rabbisine karşı acizane bir talep ve niyetten başka ne mana ifade eder?
    “kudret” nerede,
    acizane bir talepten ibaret olan
    ” cüzi irade” nerede ?

    Aynı şekilde bir diğer ifade örneğinizde ise;

    -“özgür irademiz, o iradeyle yaptığımız tercihler ve peşi sıra gerçekleştirdiğimiz
    eylemlerdir.”

    ( “özgür irade” tamam.
    “tercih”iradeyle mevzubahisdir zaten
    o da tamam .
    Ama akabinde gelen
    “peşi sıra gerçekleştirdiğimiz eylemler”
    Ne alaka ?
    halbuki açıklamalarınız da
    kulun kesb edip “eylemleri”
    yaratanın Allah olduğunu söylemişdiniz?

    Şimdi;
    Acizane tercihlerle Rabbisinden talepte bulunmak nerede ?
    yaratma kudreti gerektiren
    “gerçekleştirdiğimiz eylemler” nerede ?

    bir de “peşi sıra ” demişsiniz.
    Yani önce tercih,sonra eylem gercekleştirme

    E hani nereye gitti
    “Kul kesbeder
    Allah eylemi yaratır inancı ?”

    Şah-ı Geylani hazretlerinden nakil ile ;
    Kişinin kesbi bir günahla neticelenir de günahkar olur .
    Ama Allah o günahı “gerçekleştirir”de
    sonra kişi
    “benim gerçekleştirdiğim bir günah “eylemi” diye sahiplenirse Kafir olur !

    Netice-i Kelam;
    Lütfen, hele ki “akide” gibi bir meselede kendiyle çelişen ve
    yanlış itikada gayet açık kapılar bırakan tutarsız ifadelerinizi,
    bunların tamirini ,ilmini öğrenmeden
    paylaşmayın ! Caiz değildir !
    Okuduğunuzu idda ettiğiniz kaynaklar da “yıkmak yapmakdan daha kolaydır” meselesi izah edilir.
    Bu insanların çoğu avam ve onların nezdinde ki ,
    “Bilir kişi”konumunuz,
    soylediğiniz şeyleri “hakikat”algısındaymış gibi netice verir tarza boyuyo onlar için.

    İmanını muhafaza etmek isteyenlere
    bir küçük “akide alevi” yakıyo.

    Siz bu anlattıklarımı bilmiyosanız Cehliniz vardır.
    Yok bahsettiklerimi bilip de hala böyle yazmaya devam ediyosanız o vakit
    “Kastınız” var demektir.

    Cahilin bilmediği konuda hususen akaidi bir mesele de konuşması şeriatça caiz değildir.

    Kasten fikri şüphelere kapı açmak için bir münkere kesbedilse müslümana düşen
    bunu tamire kesbetmektir.

    Kendi itikadınızı böyle bir merciden
    tutarsızlıkları netice veren hatalı şeylerle açmayın insanlara.

    Ben müddakik bir genç olsaydım sizin yazılarınızı okudukdan sonra,
    toplum nezdinde böyle kabul görmüş bir”Bilir kişi” de bu itikadda ise akide zaten hapı yutmuş derdim.
    Müdakkik değil de avam olsam
    “hoca da böyle diyosa doğrudur” der
    İtikadi tehlikeyle başbaşa kalırdım.
    Millete
    “farkındalık merhemi diye”
    itikadi zehir enjekte etmeyin artık!
    Kafanız karışıksa bırakın sizin dininiz sorgulamalarınızla size,
    onların dini onlara kalsın.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin