Sıkıntı içimizde!

YORUM | AHMET KURUCAN 

Mübarek Ramazan iklimine girdiğimiz şu günlerde Türkiye’de yaşayan kadim bir dostumun oğlu ve arkadaşları ile konuşuyorum Facetime üzerinden. Yıllar geçmiş aradan. En son 6 yıl önce teşehhüt miktarı görmüştüm onu. Bugün sokakta görsem ve ben “Ali’yim” demese tanımam. Halbuki çocukluğunu bilirim. Elimizde büyüdü sayılır. Yaşlandığımız kesin. Ama o da yaşlanmış. Her geçen yılın yaşımıza bir değil belki 5 yaş ilave ettiği günlerden geçiyoruz. Geçiyoruz diyorum da lafın gelişi. Geçmiyor günler gördüğünüz gibi. Bugün dünü aratacak şekilde ilerliyor zaman.

Ne zamana kadar böyle devam edecek? Bunu kendi kaderine sahip çıkacak insanların iradesi belirleyecek. Dikkat ederseniz, halk arasında söylendiği şekliyle “Allah bilir” demedim. Allah tabii ki bilir. Bilir ama kainata koyduğu kevni kurallara göre müdahalede bulunmaz. Özgürlük, sorumluluk ve bunlara bağlı olarak ahiret, hesap, cennet, cehennem bunu gerektirir. Aksi takdirde her şey anlamsız olur. Evet, kader insanın tercih ve eylemlerine binaen ortaya çıkan şeyin adıdır. Onun için dedim ki bugünlerin ne kadar devam edeceğine insanların iradeleri ve eylemleri karar verecek diye.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Geçmeyecek mi konusuna geçmeden aklıma gelen bir şeyi daha ilave edeyim, Türkiye’de siyasi iktidar değişse, demokrat dediğimiz Batı ülkelerinde dahi kâmil manada işlemeyen katılımcı demokratik model yönetişim sistemi olarak hayatımıza hâkim olsa, ekonomik kalkınmışlık seviyesinde fert başına düşen gelir seviyesinde dünya birincisi bir ülke olsak da değişmeyecek bir gerçek var bizler için; son 8 yılda yaşadığımız ve her geçen gün yaşanan hadiselerle kemikleşen travma. Psikolojik tedaviler, psikiyatristlerce verilen ilaçlar bir yere kadar bizi hayata bağlasa da mazimizden kopamayacağız.

Bu düşüncemi çok önceden travma ile birlikte yaşamaya mecburuz diye ifade etmiştim verdiğim konferanslarda. Şimdi de farklı düşünmüyorum. Fay hatları üzerinde kurulmuş şehir ahalisi için “Depremle birlikte yaşamaya mecburuz” denir ya, aynen öyle bizler de travma ile birlikte yaşamaya mecburuz. Ne olup bittiğinin farkında olmayan küçük çocuklarımız değil belki ama bizler için bu mecburi istikamet.

Bilmem konunun uzmanları bu konuda neler der? Haddimi aşmak istemem. Umarım gözlemlerime dayalı olarak ulaştığım bu sonuçta ben yanılırım. Yanılmayı çok ama çok isterim. Yalnız sahanın uzmanlarından bir isteğim var; yalancı ümit vermesinler bize. Yalanlarla yol alınmadığını teorik olarak biliyorduk. Şimdilerde bunu yaşayarak da tecrübe ettik. Ne olur, gerçekleri söyleyin bize.

O telefon konuşmasına geri döneyim; sordum: “Nasılsınız, bir sıkıntınız var mı, gözaltı, sorgulama, hapis, dava, İstinaf, Yargıtay, vs.” diye.  Dün adını bilsek de mahiyetini hiç bilmediğimiz ama bugün itibariyle hayatımızın bir parçası olan kavramlar bunlar. Polis karakolunun önünden geçmeyen, “Aman mahkemeye yolum düşer, beni şahit olarak çağırırlar” diye yani başında cereyan eden kavgalardan bile anında uzaklaşan insanlardık bizler. Şimdilerde hukuk fakültelerinde “Hukuka Giriş” dersi verecek kadar hukukla hemhaliz.

Sonra “Anneniz, babanız, eşiniz, çocuğunuz, iş durumunuz” sorusunu sordum. Hasret duygularının arada var olan binlerce kilometrelik mesafeye rağmen buram buram koktuğu o ortamda birisinin verdiği cevap benim içimi dağladı. Bu yazıyı da sırf o sözü size aktarmak için kaleme alıyorum. Şunu dedi babasını tanıdığım, genç, civanmert ve yiğit kardeşim: “Sıkıntılıyız hocam ve sıkıntı içimizde. Kaçak da olsak, hapiste de olsak, özgür de olsak, yurt içinde veya dışında da olsak sıkıntı içimizde. Nerede olduğumuzun, nerede yaşadığımızın önemi yok!”

Travma ve travma sonrası stres bozukluğu artık bundan böyle bizim hayatımızı bir parçası derken işte bunu kastediyorum ama bu kadar güzel ifade edemezdim ben bu düşünce ve hissiyatımı. Evet, sıkıntı içimizde. Bir de buna içimizdeki başka sıkıntılar eklenince, o arkadaşımın ifade ettiği sıkıntı ikiye, üçe, beşe katlanıyor. Aşılması gerekiyor bütün bu sıkıntıların. Bunun için yüzleşme, hesaplaşma, af, helalleşme, bedel ödeme şart.

Zaten tam da bu konu ile alakalı bir yazı kaleme almayı planlıyordum. Af ile helalleşme arasındaki farkı kaleme alacaktım. İnşallah başka zaman.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. İnsanlar doğal felaketler, hastalık, kaza gibi olayların travması ile başa çıkmada, zulmün travmasını atlatmaya göre daha başarılı. Zulmün travmasını atlatmak için adelet (“bedel ödenmesi”) en önemli tedavi.
    Affetmek de önemli ama af için tövbe gerekmez mi?

  2. Hesab dedinizde hizmetin hadimleri hayatlarında bir kere hesab vermişlermi hesab soranı bırak hesab kelmesini telafuz edenleri cehennemlikle küfre girmeynen tehdit ediyorlar

  3. Bence, siz asil sıkıntınin farkinda degilsiniz. Deizme dogru kaymaktasiniz. Risale-i Nur okumanizi ve anlamaya calismanizi tavsiye ederim.

    Allah, vahid ve ehaddir. Isim, sifat ve ef’alinde, seriki yoktur.

  4. Bu çileli sürecin en büyük nasihatı; Hocaefendimizin yanında veya uzağında olsun, bedel ödesin veya ödemesin, yakınlığın ve hizmetin Cenabı Allah’a ve Resulüne ait olduğunu bilerek sabreden ve şükreden “KAHRINDA HOŞ, LÜTFUNDA HOŞ” diyebilen küheylanların Biiznillah KAZANDIĞI, milyonlarca hasbi iman ve Kur’an hadimlerinin içerisinde ki, bir kaç talihsiz dünyaperestin hatalarını gündeme taşıyarak fitne kapısını aralayanların, tercihini gelip, geçici dünya nimetlerinden yana kullanarak terk edenlerin Allah’u Alem kaybettikleridir. Dünya sizin olsun. Ahiret ve Hizmet bize yeter. Elhamdülillah 🤲🇹🇷

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin