Seçimleri kazanmak çok kolaymış

YORUM | YAVUZ ALTUN

Geçenlerde Buzzfeed haber sitesinde yayınlanan kapsamlı bir dosya, “Acaba bu otoriter liderlerin ajandaları neden birbirine bu kadar benziyor?” diye sorup duran benim için bir hayli ufuk açıcı oldu. Sizinle de paylaşayım.

Arthur Finkelstein, Ağustos 2017’de hayata gözlerini yumduğunda, Times of Israel gazetesindeki haberin başlığı şöyle: “Netanyahu’yu iktidara taşıyan stratejist 72 yaşında öldü.”

1996 İsrail parlamento seçimleri, Filistin’le barış görüşmelerinde bir hayli mesafe alan Başbakan İzak Rabin’in radikal bir Yahudi tarafından öldürülmesinin gölgesinde başlamıştı. Hemen herkes, İsrail’in kurucuları arasında yer alan Şimon Perez’in yeni başbakan olacağını düşünürken, ilk anketlerde yüzde 20’lerde bile görünmeyen genç aday Benjamin Netanyahu seçim sonucunda ipi göğüsleyecekti.

İsrail medyasına göre seçimim en etkili kampanyası, “Perez, Kudüs’ü bölecek” afişleriydi. Bu kampanya o kadar etkili oldu ki, öldürülen Rabin gibi barış yanlısı olan Perez’e bir TV tartışma programında sorulmuş, böylece tuzağa düşmesi sağlanmıştı. Zira böyle bir iddia, hem barış fikrini kökünden dinamitlemek, hem de Perez savunmaya geçse bile akılda şüpheler uyandırmayı sağlamak gibi avantajlara sahipti.

Kampanyada Finkelstein’in tarzını en iyi yansıtan slogan ise şuydu: “Netanyahu, Yahudiler için iyidir.” Jerusalem Post gazetesinden bir yazara göre bu slogan, birkaç gizli anlam barındırıyordu: Eğer Netanyahu’ya oy vermiyorsan Yahudilerin iyiliğini istemiyorsun, yani düşmansın. Bir diğeri, “Araplar (Filistinliler) için kötüdür.”

Sonuç: Netanyahu yüzde 50.5’le yeni başbakan oldu.

Elbette yalnızca birkaç iyi slogan değil mesele. Finkelstein, 1960’lardan bu yana Amerika’da Cumhuriyetçi Parti için çalışan, muazzam network’e sahip önemli bir politika danışmanı. Seçmenleri, siyaseti ve medyayı çok yakından tanıyor. Asıl işi “pollster guy” (siyasetçilere kampanya döneminde anket sağlamak) olarak tanımlansa da, onu diğerlerinden ayıran şey, bu rakamları çok iyi analiz etmesi ve buna uygun kampanyalar geliştirebilmesi. 1972’de Richard Nixon’ın yeniden ABD Başkanı seçildiği çalışmada genç yaşta yer alabilmesinin sebebi de bu. (Nixon’ın 68’deki kampanyasında çalışan önemli bir isim de Fox News’in kurucusu Roger Ailes’ti.)

1970’ler Finkelstein’ın en parlak dönemi. Onlarca milletvekili ve senatörle çalışıyor. Genelde başarı kazanıyor. 1980’de ise Ronald Reagan’ın başkanlık kampanyasına yardım ediyor. Reagan, Beyaz Saray’a girdiğinde ise onun danışman ekibinde dolaylı olarak dâhil oluyor.

Finkelstein’ın “başarısı” kurguladığı stratejide gizli: Seçim için adaylar açıklandığı gün seçmenlerin kime oy vereceğini kararlaştırdığını düşünen Finkelstein, seçmeni diğer adaya ikna etmektense, karşı taraftaki seçmenin moralini bozmanın daha kolay bir kazanma yöntemi olduğunu düşünüyor. Onunla çalışanlar, anket sonuçlarını ve toplumsal eğilimleri görmekte onun gibisini tanımadıklarını ve bunları bir silah gibi kullanabildiğini anlatıyor.

Bunun için de kampanyada özellikle kutuplaştırıcı argümanlara dikkat çekiyor. Politikacıların bu fay hatları üzerinde siyaset yapmasının ve bu arada rakibini demoralize etmesinin önemini vurguluyor.

Henüz 25 yaşındayken Nixon’a verdiği tavsiye şöyle: “Asıl tehlike, solculardan geliyor gibi gösterilmeli.” Ona göre, ilk saldırıyı yapamayan kaybedecektir. Her seçim kampanyasının kişiselleştirilmesi ve rakibin “bir an önce def edilmesi gereken bir düşman” gibi işlenmesi önem arz etmektedir.

Amerikan muhafazakârları arasında “liberal” sözcüğünün hakaret gibi kullanılmasının da sorumlularından biridir Finkelstein. 1996’daki başkanlık seçimlerinde Bill Clinton’la yarışan Cumhuriyetçi Parti adayı Bob Dole’un bütün kampanya konuşmalarında Clinton’a “liberal” diye hitap etmesinde bile etkili olduğu yazılıp, çizilir.

Asıl uzmanlığı Amerikan siyaseti konusunda olsa da, İsrail’deki başarı onun yurt dışında başka işler de yapmasını sağlamış. Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda çalışmış, Azerbaycan’da bile imzası olan kampanyalar varmış.

Aslında Finkelstein adının şu sıralar ABD medyasında sık zikredilmesinin sebeplerinden biri, 2016’daki başkanlık seçimi kampanyasında Donald Trump’ın da benzer yöntemler kullanmasıydı. Nitekim Trump’ın seçim ekibinde, “Finkelstein’ın çocukları” denilen isimlerden çok sayıda kimse vardı. Rusya merkezli internet operasyonunun odağında da Demokrat Parti seçmenini sandıktan uzaklaştırmak yatıyordu.

***

2002 ve 2006’daki seçimlerden sonra muhalif parti olarak kalan Fidesz’in başındaki Victor Orban, 2008’de iktidara gelmek için kolları sıvadığında, Haaretz’e göre, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu onu arayarak Finkelstein ve öğrencisi George Birnbaum’u önermiş. Hemen işe koyulmuşlar.

Küresel finansal krizden ciddi yara alan Macaristan’da “düşman” üretmek kolay olmuş nispeten. Finkelstein’ın Orban’a ilk tavsiyesi, bürokratları ve IMF, Dünya Bankası gibi “yabancı sermaye”yi suçlamasıymış. 2010’daki seçimlerde Orban oyların üçte ikisini alarak kazanınca, karşılarına daha büyük bir problem çıkmış: Düşmanların hepsini yendik, sırada ne var?

Birnbaum, Macaristan’da kurguladıkları “düşman siyaseti”ni şöyle anlatıyor: “Arthur (Finkelstein) her zaman, savaşın Nazilere değil Adolf Hitler’e karşı verildiğini söylerdi. El Kaide’ye değil, Usame bin Ladin’e karşı.”

Bu sebeple de hem Orban’ın kitlesini sürekli tetikte tutacak hem de seçim günü geldiğinde “sandığa gidilerek def edilecek” bir yüz arayışına başlarlar. Bu esnada Orban da ülkesinde yeni bir “Macar kimliği” kurgulamakla meşguldür. Finkelstein, komplo teorisyenlerinin çok sevdiği George Soros’u düşünür, çünkü Soros Macaristan kökenlidir ve Doğu Avrupa’da sivil toplum faaliyetleri ile biliniyordur.

Politikacı olmayan birini “düşman” ilan etmek başlangıçta pek mantıklı görünmemektedir ama Soros isminin çok geniş bir bilinirliği vardır ve “sol, liberal” kelimeleriyle çok kolay şekilde bir araya getirilebilir.

Orban fikre hemen ikna olur ve anti-Soros kampanyayı yürürlüğe sokar. Genç bir politikacıyken parti çalışmaları için Soros’un vakfından yardım almasına, Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nden burs almış 15,000 öğrenciden biri olmasına rağmen Orban, Soros’u hem Macaristan’da hem de bütün Doğu Avrupa’da “liberalizmi” yaymak için oyunlar kuran bir “kumpasçı” olarak etiketlemeyi başarır. Zaten hâlihazırda Soros üzerine devasa bir komplo külliyatı da var.

2013’te, seçimlerden dokuz ay önce bir gazetede yayınlanan ve “Soros’a yakın” sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili şüphe uyandıran bir makale, kampanyanın işaret fişeğidir.

Orban, göç karşıtlığı, Avrupa Birliği eleştirisi ve sol düşmanlığı gibi ajandasındaki bütün konularla ilgili Soros’a saldırır. Bu, nüfuzu altındaki ülkelerde paranoyakça “renkli devrim” bekleyen Moskova’nın da işine gelen bir kampanyadır. Sonunda, Budapeşte’deki en iyi üniversitelerden biri olan Central European, kapatılır. Açık Toplum Vakfı’nın ülkedeki bütün faaliyetleri durdurulur.

2017’de Macaristan sokaklarında “Soros’un son gülen olmasına izin vermeyin” yazılı bir reklam afişi sergilenecektir.

Sadece Moskova değil çevre ülkeler de bu Soros kampanyasından hoşlanmış görünüyor. Mesela Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Osman Kavala davasını götürüp “meşhur Macar Yahudisi” dediği Soros’a kadar götürdü.

Birnbaum, Soros’un “mükemmel düşman” olduğu görüşünde. Çünkü politikaya girip rakibini alt etme şansı yok. En fazla yapabileceği şey AİHM’e giderek vakıfları için mücadele etmek. Bu da yıllarca sürecektir. Bu arada seçimler çoktan bitmiş olur.

Gelgelelim, Soros’a karşı bir kampanya yürütmek, aynı zamanda toplumda anti-Semitik, Yahudi karşıtı dalganın da yükselmesine sebep olmak anlamına geliyor. Buzzfeed’deki dosyanın yazarı, Soros gibi Yahudi olan Birnbaum’a bunu sorduğunda, ikilinin hiçbir zaman bununla ilgilenmediğini ve “politik olarak yapılması gerekeni yaptıkları” cevabını alıyor.

***

Bu cevaptan ve hikâyenin genelinden ne anlıyoruz? Kabaca anlatayım.

1) Eğer siyasetçinin tek amacı “kazanmak” ise, orada ideoloji, fikir, görüş ya da din gibi kavramlar sadece ikincil durumdadır.

2) Demokrasinin köşe taşı saydığımız seçimler, aslında algı yönetimi ve kitle psikolojisini yönlendirme çabasına dönüşebiliyor. Teknoloji arttıkça, imkânlar artıyor.

3) Toplumlar, kutuplaştırma ile oy toplayan siyasetçilerin hiçbir problemi çözemediklerini, bilakis çözmeyip o problemlerden beslenmeyi sürdürdüklerini görmek durumdadır.

4) Düşman yaratma, siyasetçinin gözünde yalnızca bir “seçim taktiği” ama sıradan insanların zihin dünyasında bir hayli yıkıcı etkileri oluyor. Komplolar da aynı işlevi görüyor. Üstelik sadece “düşman saflar” değil, “iktidara destek verenler” de bu boş retorik yüzünden hayatının seyrini değiştirebiliyor.

5) Bu sebeple de yarattığınız düşmanın toplumsal etkilerini aslında siz belirlemiyorsunuz. Trump’ın Amerika’sında Sinagog ve gazete binalarına yapılan silahlı saldırılar bunun en çarpıcı örnekleri.

6) Gayriahlakî yöntemlerle nasıl seçim kazanılacağı konusunda yaygın bir tecrübe mevcut ve bu tecrübe ülkeden ülkeye, otokrattan otokrata aktarılıyor. Keşke, tersi de mümkün olsa.

7) Modern, seküler dünyada siyasetin, geçmişte dinin işlevi olan, kitleler için “kimlik ve anlam” üretme meselesini ele geçirdiğini söylüyor siyaset bilimci Shadi Hamid. Belki de dini, siyasetten ayırdığımız gibi, siyaseti de kişisel, özel hayatımızdan ayırmamız gereklidir artık.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Kitleler kendilerine gösterileni görür, duyurulanı duyar. Çok defa “şiddeti zuhuru”, -doğru sorular sorulabilirse- analizi kolaylaştırabilir.

    ABD seçimlerinde Demokratların sandığa gitmemesinin önündeki en önemli engellerden biri “zaten seçilemez” öngörüsü değil miydi?

    Büyük resmi görecek sorular lazım. Arşivler ortada. ABD’deki seçim günü medyaya bakın. Trump için “seçilecek” diyen tek bir tane medya organı var mı? Hepsi Hillary hanımın zaferini ilan ediyordu. O gün baktığım en çok satan 10 gazetenen sadece biri oyları yakın gibi gösteriyordu.

    ABD’de 4700’ün üzerinde üniversite var. 177.000 kadar akademisyen var. Hadi sosyal bilimciler dışında olanları çıkarın kaçı “Tramp kazanır” dedi. Bırakın “Tramp kazanır” demeyi “kazanabilir” diyen bile -neredeyse- olmadı.

    “Örgütlenmiş küçük azınlıklar, örgütlenmemiş büyük çoğunlukları idare ediyor”. En azından onların hayatlarında çok önemli bir rol oynamaya devam ediyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin