Maslahat ve makasıd birlikteliği [Maslahat-3]

YORUM | AHMET KURUCAN

Maslahat ile alakalı son yazımızda maslahatın ‘lafız, hüküm ve amaç’ı bir bütün halinde mütalaa eden yaklaşımın adı olduğunu söylemiştik. Hukuk tarihimiz içinde maslahat denince akla gelen üç isim vardır; İmamu’l harameyn Cüveyni, Hüccetu’l İslam İ. Gazzali ve Şatıbi. Vefat tarihleri itibariyle bakacak olursak Cüveyni 478, İ. Gazali 505, İ. Şatıbi 790 yılında vefat etmiştir. İlginçtir çok küçük değişiklikler hariç bu üç alimin maslahat hakkındaki temel düşünceleri, tarif ve taksimleri aynıdır. Sadece örneklerde farklıklar vardır. Her üçü de maslahatı bu makale serisinin başında belirttiğimiz şekliyle Allah’ın kabul veya reddi ile insanlara yönelik gözetilen maslahatların kuvvetlilik veya zayıflığını ekseninde ele almışlardır. İlkine göre maslahata muteber, mülga ve mürsele, ikincisine göre ise zaruriyat, haciyat ve tahsiniyat ayrımlarına tabii tutulur. Örnekler de zaruriyatı hamse tabir edilen can, mal, din, akıl ve neslin korunması çerçevesinde verilir.

Yalnız maslahat ekseninde durum bu olmakla birlikte makasıd bağlamında Şatıbi ile Cüveyni ve İ.Gazzali arasında çok külli bir fark vardır. O da şudur; Şatıbi “Makasıdu’ş şeria” diye ifade ettiğimiz din ve peygamber göndermedeki Allah’ın maksadını müstakil olarak ele almıştır. 4 ciltlik meşhur eseri Muvafakat’ın bir cildini ona ayırmış ve ele aldığı nassları sadece makasıd-ı şeria açısından yoruma tabii tutmuştur. Halbuki Cüveyni ve İ. Gazzali de dahil klasik usulü fıkıh kitaplarında makasıd, başlı başına bir konu olarak ele alınmamış, tikel hükümlerin/örneklerin içinde uzun veya kısa açıklamalarla kendine yer bulmuştur.

Pekâlâ İslam hukukunu Şatıbi misali sistemli bir şekilde makasıd çerçevesinde ele alan başka çalışmalar yok mudur? Şatıbi 790’da vefat ettiğine göre ondan önce gerçekten müstakil çalışma yapılmamış mıdır? Vardır ama benim şahsi görüşüme göre olması gerektiği ölçüde değil. Yapacağımız bir tasnifte “Makasıd” üst başlığını atabileceğimiz meşhur eserleri şöyle sıralayabilirim: İzzuddin b. Selam (v.660) Kavaidu’l-Ahkam fi Mesalihi’l-En’am; El-Karafi (v.684) Envârü’l-burûḳ fî envâʾi’l-furûḳ; İ.Kayyim el-Cevziyye (v.751) İ’lamu’l-Muvakkiin an Rabbi’l-Alemin; Şah Veliyyullah Dihlevi (v.1176) Hüccetüllahi’l-Baliğa ve şu ana kadar bir kaç defa ismini zikrettiğimiz Tahir b. Aşur (v.1293) Makasıdu’ş-Şeriati’l-İslamiyye.

Yukarıda Cüveyni, İ Gazzali ve Şatıbi’nin maslahatı tarif ve taksimleri aynı olsa da örneklerde farklılıkların olduğunu belirtmiştik.  Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü gerek farklı kültür havzalarında yaşamış olmaları gerekse hayatları arasındaki 2-3 asırlık farklılık bunu zaruri kılıyor. Nitekim “Herkes kendi zamanının çocuğudur.” Bu tespiti delillendirmek üzere şunu söyleyebiliriz: Şatıbi, üst başlık olarak zaruriyat, haciyat ve tahsiniyat’ı seçmiş, her biri adına açtığı alt başlıklara da  ibadet, adet, muamelat ve ukubat adını vermiş ve örnekleri de zaruriyat-ı hamse yani can, mal, din, akıl ve nesil üzerinden vermiştir.

Söz buraya gelmişken “Herkes kendi zamanının çocuğudur” deyiminin doğruluğunu gösteren ilginç bir örnek paylaşmak isterim. Şatıbi tahsiniyat’ı anlattığı yerde muamelat alt başlığında “Kadının devlet başkanı olması” örneğini ele alır ve  kadının devlet başkanı olması zaruriyat ve haciyat kapsamı içinde mütala edilemez, eğer vasıfları tutuyorsa kadın devlet başkanı olabilir, makasıd-ı şeria açısından bunun herhangi bir mahzuru yoktur” der.

Neresi ilginç bunun diyebilirsiniz? İlginç olan şu, daha önceki dönemlerde kadının devlet başkanı olması değil olmaması zaruriyat kapsamı içinde mütalaa edilmektedir. Bu külli değişikliği ister tarihle ister coğrafya ile ister örf-adet, gelenek ve görenek isterse zihniyet değişimiyle izah edin netice ortadadır. Bir zamanlar kadının devlet başkanı olmaması zaruri iken aradan geçen iki asır içinde Müslüman muhayyile bunun olabilirliğine evrilmiştir ve bu çok önemli bir değişimdir.

Farkındayım maslahat derken makasıda geçtim ama bunu bilerek yaptım. Çünkü ikisini birbirinden ayrı mütala etmeniz imkansız. Hatta bir kaç cümle daha ilave etmek isterim. Maslahat ve makasıd ekseninde fukaha külli kaideler çıkartmıştır. Tersinden ifade edecek olursam külli kaidelerin bütünü makasıd-ı şeria (isterseniz bunu makasıdu’ş-Şer’iyye veya makasıd-ı İlahi diye de okuyabilirsiniz ki bazı alimler bu tabiri kullanır) ve maslahatu’n-nas’ı merkeze koyar. Mesela; “Bir işten maksad ne işe hüküm ona göredir.” (Mecelle, md. 2)  “Meşakkat teysiri celb eder.” (Mecelle, md. 7) “Zarar izale olunur.” (Mecelle, md. 20) “Zaruretler memnu(yasak) şeyleri mübah kılar. (Mecelle, md. 21) “Def’i mefasid celb-i menafi’den evladır.” (Mecelle, md. 23) “Hacet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur.” (Mecelle, md. 32) “Raiyye üzerinde tasarruf maslahata menuttur.” (Mecelle, md. 58)

Pekâlâ Allah’ın maksadı bütünüyle kavranabilir, keşfedilebilir, O’nun bu ayetten muradı şudur diye söylenebilir mi? Elbette hayır. Bu çok büyük bir iddia olur. Tarihimiz içinde bunu söyleyen de yoktur. Çok temkinlidir alimlerimiz bu konuda. Düşüncelerini ortaya koydukları cümlelerin sonuna “Allahü a’lemu bi’s-savap” veya “Allahü a’lemu bimuradihi” yani “Doğruyu sadece Allah bilir, Kendi muradını sadece O bilir” demeyi ihmal etmemişlerdir. Hatta literatürde buna bir isim de koymuşlardır; “eşbeh bi’l hak; hakikate en yakın.” Demek istedikleri şu; biz hevamıza, nefisimize, arzularımıza uyarak değil Kur’an, sünnet, ve geleneği bir bütün halinde nazara alıp sistematik bir düşünce içinde Allah’ın muradını ve maksadını insanların maslahatını nazara alarak bulmaya çalıştık. Mutlak hakikat ve hakikat bilgisi Allah’ın nezdindedir. Bizim beşerî çabamızla ulaştığımız bu sonuç hakikate en yakın olandır.” Zaten aksi bir düşünce haşa ve kella insanın kendini Allah yerine koyması ya da Allah adına ahkam kesmesi demektir.

Şimdi maslahatı ekseninde yukarıda tarif ve taksim kapsamında verdiğim birkaç örneğe ilave olarak fıkıh kitaplarımızda yer alan bazı örnekler daha vereceğim. Bu örnekleri okurken fukahanın maslahat ve makasıd ekseninde nasıl serbest düşündüğünü, geliştirdikleri yöntem bilgisi yani düşünce sistemi/metodolojisi ile nasıl sonuçlara ulaştığını göreceğiz.

Şununla başlamak isterim; sadece maslahat değil diğer hüküm istinbat kaidelerinin uygulanmasında daha önce de söylediğim gibi lafız, hüküm ve maksad bütünlüğü esastır. Lafız mananın taşıyıcısıdır. Bu açıdan lafzı kaale almayan yorum insanı doğruya ulaştırmayı bırakın doğrudan uzaklaştırır. Ama geleneğimiz içinde maalesef lafzın bu işlevini/fonksiyonunu hiçe sayan bir düşünce ortaya çıkmıştır. Adına Batınilik dediğimiz ve lafız-hüküm-maksad arasındaki dengeyi bozan bu düşünce ilerleyen zaman içinde ekolleşmiş ve temsilcilerinin etrafına topladıkları insanlar vasıtasıyla sadece fikir değil gündelik hayata da etki eden bir seviyeye ulaşmıştır. Onlara göre Allah’ın maksadı, muradı lafzın zahirinde değil batınındadır. Tabii böylesi bir çıkışın arka planında Zahiriler vardır. Onlar da herkesin bilgi gibi “Allah’ın maksadı, muradı lafzın zahirindedir” diyorlardı. Biri ifrat diğeri tefrit diyebileceğimiz spektrumun birbirine en uzak iki ayrı ucunda yer bu düşünceler yine maalesef kaydıyla ifade edeyim 15 asra yaklaşan İslam tarihinde etkilerini hala belli ölçüde devam ettiren bir zihniyet ve oluşum olarak karşımızda durmaktadır. Bugün dünyanın değişik coğrafyalarında var olan ve adı İslam ile ilintirilendiren terör örgütleri zahiri yaklaşımla kendilerine meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadırlar. Batıniler ise şimdi Zahiriler ölçüsünde etkin olmasa da mazi de çok etkin olmuşlar ve ilginçtir günümüzün zahirileri misali onlar da teröre ve suça bulaşmışlardır.

İşin özü şu; maslahat ve makasıdı tespit ederken lafız-hüküm ve maksad arasındaki dengenin koruması ve orta yolun bulunması şarttır. Zahirilerin yaptığı gibi sadece lafzı ve hükmü esas alır, o hükmün verilmiş olduğu arka plan şartlarını nazardan dur ederseniz maksadı kaçırırsınız. Yalnız maksadı kaçırmayacağız derken de çok dikkatli olmak zorundayız. Çünkü lafız ve hüküm ortada. İçinde yaşadığımız dünyanın hâkim paradigmalarının etkisinde kalıp lafzı ve hükmü bütün bütün kaale almama bizi din diye diye başka yerlere götürür. Kültür farklılığının sebebiyet verdiği beşerî düşüncelerden sıyrılalım derken hâkim paradigmaların belirleyiciliği içinde dini nassları konuşturmaya kalkarsak dünyevileşmeye doğru savuruluruz. Batıniler için söyleyecek bir şey bulamıyorum zaten. Hiçbir esas ve usul takip edilmeden yapılan afaki yorumlar şahsen benim nazarımda sağlam bir zemine oturmuyor. Hepsi mi? Tabii ki hayır. Fakat bunu tartışmanın yeri burası değil. Müstakil yazı ister.

Devam edeceğiz inşallah…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Selam Ahmet bey
    Yazılarınız ı daha da somutlaştırsanız.
    Ve de basitleştirseniz.
    Ayrıca günümüz sorunlarına yakınlaştırarak destekleseniz.
    Bu tarzı ile çok ağır ve sıradan “Din” den ne anlaması gerektiği konusunda kafası karışık İlahiyat düzeyinde bilgisi olmayan için çok muğlak yazılar.
    Hele Bolt olarak yazıp önemine vurgu yaptığınız son satırda olduğu gibi hususları daha da güncel hayata yaklaştırsanız.

  2. Ahmet Bey,
    Son yazilariniz benim icin cok istifadeli oluyor, tesekkur ediyorum.
    Son zamanlarda Hizmet hareketi ozelinde temel bir kac dusunce anlayisinin girdigi kiyasiya tartismalarda, tartisma sahiplerinin farkinda olarak veya olmayarak, dini hangi temelde ogrendi ve algiladi, dini tasavvuru nasil sekillendiyse konuya oyle yaklastigini gozlemliyorum. Yazdiginiz yazilar tam da meselenin bu koklerine atiflarda bulunuyor gibi geldi bana.
    Tam vaktinde yazilmaya baslanan yazilar.
    Ellerinize saglik.

  3. Ahmet Bey,

    anladiysam ” arap” olayim. Kime yaziyorsunuz? Kimin icin yaziyorsunuz? Yüzde kac kisi yazinizi anliyor merak ediyorum. Genc nesil icin japonca yazarsaniz belki anlayan olur.

    Saygilarimla

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin