Karlar ülkesi

YORUM | YUSUF ÜNAL 

Çocukluğum Toroslar’da geçti benim, kışın kış olduğu, karın kucak kucak yağdığı zamanlarda. Daha kasım gelmeden tütmeye başlardı bacalar. Biz onlara ‘böğere’ derdik ama. Kömür girmemişti köyümüze. Ocakta pelit mi ardıç mı yandığını kokularından ayırt ederdik. Dumanları iğne yapraklı çamlara sürüne sürüne ağardı yüce dağların karlı tepelerine.

Babalarımız ve ağabeylerimiz karlara dizlerine kadar gömülerek ava gider, üç beş gün sonra yaban tavşanı dolu av çantalarıyla gurbetten döner gibi dönerlerdi. Vurulmuş tavşanlar yüzülür, komşunun ve dedelerin payları yollanırken biz av köpekleriyle karların içinde boğuşurduk.  

Mahallenin çocukları ıslık çalınmış gibi toplanır, kendimizi bir anda yokuşun başında bulurduk. Dizi dizi kayardık yamaçtan, yüzlerce metre. Köpekler yanı başımızda koşar, soluk soluğa kalırdı. Düşerdik. Parmak uçlarımız kızarırdı. Avuç içlerimizi hohlaya hohlaya dışarıda kaldığımız süreyi uzatmaya çalışır, ayaklarımız donmak üzereyken kendimizi hep yanan sobanın kıyısına atar, yemek kokuları ve güğüm düğürdüleri eşliğinde sızıp kalırdık.

Siniye konulan tabak kaşık seslerine uyanırdık. Annemiz tavşan dolması yapmış olurdu. O tadı bir daha hiçbir yerde bulamadım. O kışlar azaldıkça azaldı. Biz büyüdükçe kasımlar ekim gibi, ekimler eylül gibi olmaya başladı. Gitgide kar çekildi göğümüzden. Kuru kışlar yaşamaya, kara hasret kalmaya başladık. Tepemize asıldı kaldı kentlerin kiri, temizleyenimiz kalmadı, tazeleyicimiz çekip gitti.

Evlendik, çocuklarımız oldu zamanla. Pencere önlerinde mevsimler boyu beyaz misafir bekledik onlarla. Şaşıp yanılıp yağmaya başladığında gece mi gündüz mü olduğuna bakmaksızın kendimizi sokaklara attık. Bitmeden, gitmeden onu yakalamaktı umudumuz. Çoğunda hayal kırıklığına uğradık. Bir iki parmak yağıp kayboldu mübarek. Ya da peşinden sökün eden bir sulusepken, eritti bitirdi bütün beyazları.

Küresel ısınmadan ötürüymüş, öyle diyordu uzmanlar. Küremiz ısındıkça karımız azalmış ve son yıllarda biz onu neredeyse sadece kartpostallarda görmeye başlamıştık. Kış çıkmıştı hayatımızdan, geriye bir soğuk kalmıştı. Karın yumuşaklığıyla sarmalanmamış kuru bir ayaz, iskelete dönmüş huysuz bir kocakarı…

Kar olmayınca kaymak da çıkmıştı hayatımızdan, kızaklar da. Sobalarda pişen kestaneyi kaybetmiştik, portakal kabuklarının kokusunu sonra, karlı pekmezi. Biraz biraz azalmıştı hayatın lezzeti, karsızlık sarmıştı bütün mevsimleri.

Sonra, sonra bir şey oldu. Felek sillesini bana da vurdu. Alıp beni, bize göre, dünyanın en uçlarında bir yere attı. Karlar ülkesiydi burası, bitmeyen kışların ülkesi; bir de sincaplarla tavşanların. Çocukluk yurduma döndüm sanki, Torosların tepesine. Buranın tavşanları insanlarla iç içe yaşıyor ama. Her bahçede varlar sanırım, hatta her çalının dibinde. Sık sık yolumuza çıkıyorlar. Kaç defa kaçamayıp pısıp kaldılar farın önünde. Arabadan inip kucakladım, çimenlerin yahut karların üstüne salıverdim. Elimden kurtulur kurtulmaz kaybolup gittiler. İnsan olmanın tadına vardım, iyilik etmenin. Bunları kesip yemek kimsenin aklına gelmiyor, aklına gelen de cesaret edemiyor sanırım.

Karı erkenci Kanada’nın, ekim başında başlıyor serpilmeye. Yağıyor, yağıyor ve yağıyor. Mekânın sahibi gibi, acelesiz, telaşsız. Mayısa kadar değilse bile nisana kadar.

Sokaklar beyaz, kırlar beyaz, ormanlar beyaz, nehirler bembeyaz. Kar görmekten, kar küremekten, karla yatıp karla kalkmaktan gına geliyor insana. Ama buralılar onu hayatına katmayı öğrenmiş, onunla yaşamayı. Hiçbir şeyi engellemiyor onun her gün yağması. Kar üstünde yürüyor insanlar. Kızakla kayıyor, patenle dans ediyor, buzdan heykeller yapıyor, kış festivalleri düzenliyor.

Bu sene biz de kış etkinliklerine ucundan kıyısından iştirak ederiz diye umuyordum, bizim çocuklar da gelir belki diye. Hem onlar gelemedi daha hem kar buralara da küstü sanki. Bir türlü tümüyle açılıvermedi göğün kapıları. Şimdiye değin kekeme birkaç yağış oldu hepi topu. Yeni yıla bile beyaz gelinliğinden mahrum girdi buralar. Her yer kuru, kara ve ayaz. Ankara’da, Konya’da bıraktığımız kışlar gibi. Güneş de kaç gündür saklıyor yüzünü bizden.

Bugün pek çok haber aldım. Hemen hepsi karaydı bunların, simsiyah. Ama içlerinden biri beyazdı, körpecik. Ona tutundum ben de, ondaki umuda sığındım.

Yarın kar yağacakmış. On santimi bulması bekleniyor. Aileler şimdiden sözleşti. Evlerde sıkışan pandemi çocuklarını alıp sosyal mesafeye uygun aralıklarla kaymaya götürecekler.

Ben de onlara takılayım diyorum. Termosa yeşil çay, olmadı sıcak süt doldurayım. İç ısıtıcı bir şeyler alayım yanıma. Hatta en iyisi salep bulayım bir yerlerden. Sonra kara üzüm pekmezini taze karın üstüne döküp karsambaçı yerinde kaşıklayalım. Kar yağsın üstümüze. Her yer beyaza kessin ve uzun bir uykuya dalalım biz. Rüyalar, âh o güzel rüyalar… Ancak uyurken görülüyor çünkü.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin