‘Gelecek projeksiyonu’ yazı serisi özeti ve…

YORUM | AHMET KURUCAN 

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-7)

Bu köşenin takipçilerinin hatırlayacağını ümit ettiğim bir yazım yayınlanmıştı bundan yaklaşık bir yıl önce. Yayın tarihi 28 Haziran 2021. Başlığı: “Gelecek projeksiyonu… Ve hazır mısınız?” 1992 yılından beri köşe yazarlığı yapıyorum. İstatistiki bir bilgiye sahip değilim ama yazarlık tarihim boyunca en çok okuyucu yorumu aldığım yazım bu oldu desem yanılmış olmam diye düşünüyorum.

O yazıda 2017 yılında batı ülkesine iki çocuğu ile göç-iltica etmiş Müslüman bir ailenin 2050 yılı Kurban bayramını tasvir etmiştim. Hayali bir projeksiyondu bu. İngilizcede “fiction” dediğimiz tam anlamıyla kurgusal bir yazı. İltica ettikleri ülkede iki çocuğu daha olmuştu bu ailenin ve 2050 yılında 4 çocuğu gelin, damat ve torunları ile geçirdikleri bir bayramdan bahsediyordum. Aile fertlerinin dini kimliklerini merkeze koymuştum o yazıda. Çocukların bazısı eğitim ve öğretimini aldıkları Müslümanlıkta karar kılmış, bazıları dinlerini değiştirmiş, evlendikleri kişilerin (gelin ve damat) farklı dini kimliklerine de dikkatleri çekmiştim. Ve yazımı şöyle bitirdim: “Böyle bir geleceğe hazır mısınız?

Aldığım okuyucu yorumları üzerine bir değerlendirme yazısı kaleme aldım. Yorumları üç ayrı kategori içinde okuyucularla paylaştım. Bu yazıya da hatırı sayılır ölçüde yorumlar alınca ve yorumların ağırlığını “Pekala biz ne yapacağız?” sorusu teşkil edince “Elimde sihirli değnek yok” başlıklı bir yazı ile cevap verdim ama tepkilerin ardı arkası kesilmedi. Bu defa “Sorunu söylüyorsun ama çözüm sunmuyorsun!” yorumları ile karşılaştım. Haklılardı bu tepkileri gösterenler. Bunun üzerine sıraladığım sebepleri teker teker ele alıp özellikle anne-babalar olarak neler yapabiliriz ekseninde seri yazılar kaleme almaya başladım. Kendi idrak ufkuma, bilgi ve tecrübelerime binaen bu manzaranın sebeplerini ve zaten ucu gözükmeye başlayan sonuçlarını ve kısmen çözüm olabilecek teklifleri sıralamaya başladım.

İslam dünyasına aidiyet sorunu” ve “Sekülerleşme trendi ve Tanrı inancı” başlıklı yazıları yayınladım ve devam edecektim.

Ama neticede ameliyat ile neticelenen ve yaklaşık 7 ay boyunca günlük hayatımı ve hareket kabiliyetimi kısıtlayan bir rahatsızlığım söz konusu olunca devam ettiremedim. Bununla beraber yazıdan kopmadım. Hayatın tabii akışı içinde karşılaştığımız hadiselerle alakalı yine yazılar yazmaya devam ettim.

Şimdi geriye dönüyorum. “Gelecek projeksiyonu” yazılarıma kaldığım yerden devam edeceğim. Ama bir hususun altını çizmek isterim. O da “Yazı dizisi film senaryosunu geçti” ya da “Pehlivan tefrikalarına döndü” dememeniz şartıyla. Çünkü kalemimi salacağım. Online gazete köşesinde ele alınacak bir mevzu değil belki bu ama karşılığımın olduğu topluma hitap edebileceğim en önemli mecralardan biri bu. Dolayısıyla mecburen burada yazacağım. Köşe yazısı olduğu için de okuyucunun sabır sınırlarını zorlamadan köşe yazısı hacmini aşmamaya özen göstereceğim. Onun için dedim belki çok uzun sürecek bu yazı dizisine “Pehlivan tefrikası!” demeyesiniz diye.

Evet, duyarlı anne-babaların bu konuda dertlerinin büyük hem de çok büyük olduğunu biliyorum. Hiç de mübalağa etmeden söyleyeyim sözünü ettiğimiz çerçevede ortalama haftada bir veya iki vakıa ile karşılaşıyorum. Bilmiyorum yazdığım ve yazacağım şeyler anne babanın dert olarak gördüğü konulara derman olur mu? Bana düşen yukarıda ifade ettiğim gibi kendi idrak ufkum, bilgim ve tecrübelerim istikametinde üzerime düşeni yapmak. Bunun için gayret göstereceğim. Çalışma bizden tevfik Allah’tandır.

Geçmişin özeti mahiyetinde olan bu yazıyı hatırlatma babında son iki yazının son paragraflarını alıntılayarak bitirmiş olayım: “Bir sonraki yazımda ikinci sebep diyerek sekülerleşme trendi, hayat ve anlam arayışı, Tanrı-alem ilişkisi, mutluluk, özgürlük ve Batı medeniyeti tecrübesini, deizm, agnostisizm ve ateizm gibi üst başlıklara ayırabileceğim konulara başlayacağım.”

“Evet, bizler İlahi hitabın tabiatını keşfedip, onun yeniden farkına varıp mesajlarını günümüz insanının idrak seviyesine indirmenin ve izahını yapmanın yollarını bulmak mecburiyetindeyiz. Yoksa kelamdan fıkha hiçbir değişikliğe gitmeden nesilden nesile intikal eden söylem, argüman ve metodolojileri olduğu gibi kullandığımızda söz gelimi bazı kesimlerin seslendirdiği “Kur’an çöl kanunudur” türünden yakıştırmaları kendi çocuklarımızdan bile duyarız.”

Devam edecek…

Not: Salı ve Cuma olmak üzere haftada iki defa yazıyorum. Bazen gündeme bağlı olarak 3 defa da yazdığım oluyor. Haftada iki yazı olarak düşünecek olursak, ben bu yazıların birini mutlaka gelecek projeksiyonu yazı serisine ayıracak belki yazmam gereken gündemle alakalı bir konu olursa da diğer yazımı ona ayıracağım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Çok isabetli olur…

    Varlığımızın geyesi kul olmak.
    Bu hakikati dünyaya duyurma adına düştük yollara.
    Yollar uğradı sarplara.
    Fevç fevç yürüyen milyonlar görmeyi umarken ufukta,
    Kapkara bir gölge de yanıbaşında.
    Ne umudumuz tükendi, ne korkumuz azaldı…

    “Pehlivan tefrikasi” benim oğlumun ya da kızımın bugününü ve yarınını aydınlatmaya çalışıyorsa neden okumayayım ki?

  2. Bu yazıyı okuyunca neden bir “Utanma” duygusu oluştu bende bilmiyorum. Ne devire denk geldik. Hicap kelimesini kullanmadım bilerek, eskiler demek ki örtülü konuşmayı seviyorlarmış. Hicap duydum dersem, bir paye vermiş olurum. Birşey yapmamanın, yapamamanın hicabı, sanki düşünüyormuşum da yapamıyormuşum gibi oluyor. Umursamadığımı fark ettim bunu, onun utanma duygusu.

    Bunda tek suç bende değil sanırım. Kapalı devre ortamlarda bir kelimeden bin anlam çıkarmayı meziyet sandığımız o sohbet ortamlarından tut, kurban vermeye, bulmaya, dergiye abone olmaya, bulmaya, muavenette bulunmaya, bulmaya yönelik yaptığımız işler ile yazarın değindi işlerdeki manaya yönelik korelasyonun düşüklüğü içimi acıttı.

    Sahi napıyoruz biz. Milletin imanıyla, 1000 Kurban bulma, 1 milyon kurban bulma arasınnda nasıl bir ilişki kurabiliyoruz. Bu rakamcılıktan, eski gündemlerden, yöntemlerden kurtulma zamanı gelmedi mi.

    Hizmeti bir organizma gibi görüp, onu beslediğimiz, onu öncelediğimiz, onu övdüğümüz, yücelttiğimiz bir ortamda, aslında kaybolan gençleri görünce üzülüyorum.

    Neyi nereye kadar, ne kadar ve nasıl yapmalıyız sorusuna yoğunlaşmak gerekiyor.

    Yoksa, böyle benim gibi okuyunca “utanırız”. Kimin umrunda ki bunlar, Kurban bulduğumuzda görevimizi yaptığımızı sanıyoruz, dergiye abone bulduğumuzda tamam işimizi çok iyi yapıyoruz koşturuyoruz coşturuyoruz maşallah dediğimiz bir atmosferi yaşıyoruz. Ne kadar çok para verirsek görevi başarıyla yapmanın mutluluğunu hazzını yaşıyoruz.

    Yaşıyoruz da işte bunların ilgisi ne, Yazarın bahsettiği hususlarla. Bu insanlığı bekleyen tehlikeyi ne kadar engelleyici engeller ki.

    Sahi biz ne yapıyoruz? Yaptığımız şey ne? Hemen hemen herkesin Kurban verdiği, muavenette bulunduğu bir sistemde, yapılan iş, lojistik değil mi? Lojistik bu da, peki kim yapıyor bu lojistiğin üzerine hizmeti?

    Yok..

    Yok denecek kadar az diyelim daha doğrusu. Elbette gayret edenler vardır, ama gördüğüm şu ki, bir sistem yok, böyle bir ortamı oluşturak için.

    Ne yaptığını bilmeyen, ama eskiden beri yaptığını yaptığı için çok iyi birşey yaptığını düşünen bir ortamdan nasıl güzel ürün çıkar kı.

    Hocaefendinin, “yürünecek yol belli, yöntem belli, size onun üzerinde gitmek düşüyor” sözünü mü esas almalıyız,

    Yoksa yine Hocaefendinin, “Yeni yollar, hizmet yöntemleri bulmalıyız” sözünü mü.

    Eskiyle yeninin çatışmasını yaşıyorum içimde. Bir zamanların modern anlayışlarının bugünün realiteleriyle çakışmasını tuhaf bir şekilde karmaşık, çözemediğm ama hissettiğim bir şekilde görüyorum sanki.

    Kurban bulmayalım mı? derseniz, bulalım da, sahi onu bulacağımaza, millete fazladan kestirteceğimize, o paraları başka yerlerde, bu imanın sarılmasına neden kullanmıyoruz ki.

    Neden tüm enerjimizi eski devrin modern ama bu devrin amacına ulaştıracağı belirsiz yöntemlerine harcıyoruz.

    Biz napıyoruz.

    Sahiden soruyorum biz napıyoruz, yazarın yaptığı şu yaralara doğrudan dokunacak yaptığımız şey ne.

    “Siz yürümenize bakın, ardınızda biz varız” denilen günlerde, yürüyende çoktu, arkasında olanda.

    Sanırım şu an herkes arkasında. Herkes taş üstüne taş koymak isteyenin arkasında.

    Arkasında da, şu an sanki insanların tamamına yakını, taş üstüne taş koymak isteyenlerin lojistiği tarafında.

    Kim dokunacak..

    O temiz gençlere dokunacak temiz, yürekli elleri yetiştirmeyi hedeflemeyen tüm hedefler, bence enerjiyi boşa harcamadır.

    Utancımı paylaşayım da, belki benimle birlikte başka bir utanan olur.

    Yerin altının üstünden hayırlı olduğu günler sanıyoruz da, sanırım bu günleri de arıycaz.

  3. Ahmet abi, sizi eskiden severek okurdum ama son zamanlarda yazdiklarinizdan ve konusmalarinizdan sizi taniyamiyorum. Gercekten sahadan cok uzaklasmis tepeden yazilar yazmaya baslamissiniz.

  4. Ahmet Bey, cok önemli bir konuda yazmaya basladiniz. Buna tam yol devam edin bence. Cok kimse icinde bulundugu kitleye isi havale etmenin rahatligi icinde, bilerek veya bilmeyerek. Bu aslinda her bireyin sorunlu, evlatlarini dogru yetistirmek. Ancak artik eski ülkede, eski zamanda degiliz. Yeni usuller, yeni yaklasimlar olacak, hedef ve beklentiler de farkli olmali. Yazilarinizin farkli zamanlar da cikmis olmasi, butun uk içinde okumayi ve dusunme yi zorlastiriyor. Artik bunlari bir kitap haline getirme zamani degil mi? En azindan 1.cilt. Olur mu?…

  5. Ahmet bey nasl olaylarla karşılaşıyorsnz ,neler duyuyorsunuz bilemem ama bizzat kendimşzn yaşadığı ve evladımn arkadaşı o da bizm bir kardeşimizn çocuğu artk çok farklı mecraları tercih etmenn girdabnda biz ebeveynlerse beyin tutulmasımı desem kalb krizinn manevi sendromumu desem nasıl ifade etsem de yüreğimzdeki ruhumzdaki acıları bize bizden daha yakın olan Rabbm haberdar.Yaşı 30 u bulmş evlatlar ,bunca yaşanan acıları yorumlarken geriye dönüp baktıklarında biz hiç bir zaman sizin önceliğnz olmadk babamızı görmeden büyüdk ,normal bir aile hayatmz yoktu serzenşleriyle kendi yavrularmzn yıllarca içlerinde biriktirdği hüzünleri dıyduğumzda asıl travmaları yaşadk ,kendi vatanımzda yaşadklarmz birşey değilmiş daha meğer ne çileler varmş yollarda.Evlatlarımz altın nesil olacaktı bu hayallerle yaşamışz ama şimdi sıradan bir müslüman bile olamadk bunun ızdırabı neyle nasıl izah edilebilir.Tabi yazacaklarnzla yüreğimize bir nebze ferahlık esermi bilmiyorum çünkü genelde sorunlar yazılır konuşulur ama çözüme bir türlü yol bulunmaz ,ya da daha hatalar yanlış yapanlar bile ortalıkta hiçbir şey olmamış gibi devam türküleri okurken ve çoğunluğun da bunu sorgulamadn aynı minval üzere yaşarken neyi nasıl neresinden düzelteceğiz bilemiyorum,yine de kolay gelsin size

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin