Sekülerleşme trendi ve Tanrı inancı

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-6)

Bir sonraki yazımda ikinci sebep diyerek sekülerleşme trendi, hayat ve anlam arayışı, Tanrı-alem ilişkisi, mutluluk, özgürlük, Batı medeniyeti tecrübesini, deizm, agnostisizm ve ateizm gibi üst başlıklara ayırabileceğim konulara başlayacağım demiştim.

Öncelikle deist, ateist, panteist ve agnostik tavırların bir sonuç olduğunu düşünüyorum ve bu sonuçta rol oynayan ana faktörlerden en etkin olanlarından biri bana göre Tanrı’ya inanç alternatiflerinin gündemde olmasıdır. Daha önceki yazımda ifade ettiğim gibi Charles Taylor’un “Eskiden Tanrı’ya inanmamak imkânsız iken bugün inanmamak kolay, hatta kaçınılmaz,” sözünü aktarmıştım. Nitekim Tanrı’ya inanç ekseninde yapılan saha araştırma sonuçlarına baktığımızda bu sonucu matematiksel veriler halinde görmek mümkündür.

Bu verilerden birine göre Çin’de yüzde 67, Hollanda’da yüzde 50, Çekya’da yüzde 25, Güney Kore’de yüzde 23, Belçika’da yüzde 21, Fransa’da yüzde 21, İsveç’te yüzde 18, Danimarka’da yüzde 16, Slovenya’da yüzde 15, Almanya’da yüzde 14, Norveç’te yüzde 11 oranında nüfus kendisini ateist olarak tanımlamaktadır. Aynı çalışmalarda irreligion, nonreligious veya unaffiliated kavramları ile belirlenen kendini hiçbir dine veya inanç grubuna ait hissetmeyen bununla beraber inanç bağlamında durduğu yeri henüz belirleyemeyen insanların oranı yüzde 20’lerle ifade ediliyor.

Neden? İnsanlık teknik ve teknolojik gelişmeler neticesi almış olduğu mesafe sonucu Tanrı’ya ihtiyaç duymayacak bir kazanım mı elde etmiştir? Bu görüşü savunanlar var. Onlara göre hayatın idamesi için hayvancılık, ziraat, avcılık vb. şeylerin yapıldığı dönemlerde insanlar, üstesinden gelemedikleri, çaresiz kaldıkları, imkanlarının karşılaştığı sorunları aşmak için yetersiz olduğu yerde kendilerini bütün bu sorunları mutlak hakimiyeti, her şeye gücü yeten kudretiyle aşabilecek bir varlığa inanmak zorunda hissetmişlerdir. Mesela hayvanı hastalandığında onu iyi edecek bilgiden ve araçlardan mahrum olan insanlık bunu o mutlak güç dediği Tanrı’ya inançla aşmaya çalışmıştır. Bunun için O’ndan gelecek her türlü yardıma açık olduğunu gösteren dua, kurban vb. ritüellere baş vurmuştur. Ama şimdi zooloji, veterinerlik, farmakoloji, toksikoloji, viroloji, patoloji vb. isimlerle anılan bilim dallarındaki gelişmelerle hayvanının hastalıkları tedavi ettirebilmektedir.

Aynı şey tarlasındaki yağmura ihtiyacı olan çiftçi için söz konusudur. Yağmur duası başka hiçbir çarenin olmadığı bir yerde insanın müracaat ettiği bir ritüeldir. Ama şimdi insanlık ekinlerini muhtemel bir susuzluk ve yağmursuzluk durumunda sulayabilmek için normal su kuyuları, artezyen kuyuları, farklı su depolama yöntemleri, güneş enerjisi ile sulama sistemleri, sun’i yağmur yağdırma, susuz tarım yapabilme imkanları ile aşabilmektedir.

İki ayrı alandan verdiğimiz bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Özellikle insan sağlığı ve tıp alanındaki baş döndürücü gelişmeler burada mutlaka hatırlanması belki liste başı yapılması gereken bir örnektir. Bu görüşü savunan kişilerin izahlarına göre kadim dönemlerde Tanrı-alem ilişkisi adına ortaya konan söylemler ve argümanlar bu gelişmelerle günümüz insanının nezdinde geçerliliğini yitirmiş, veterinere giderek hayvanının derdine çare bulma, ilmi gelişmelerle suyu depolama hatta suya ihtiyaç duymayan tarım metotlarının varlığı doğal olarak Tanrı inancını hayatın dışına çıkarmıştır. Bu da doğal olarak inanma oranlarına tesir etmiştir.

Doğru mu bu yaklaşım? Karşıt argümanlarla nice tartışmaların yapıldığı bir konu bu. Oraya girecek değilim, isteyenler bu konuda oluşmuş literatüre bakar ve nihai kararını kendisi verir. Ama şurası tartışma götürmeyecek ölçüde kesin, sadece İslam değil diğer din ve inançlar da dahil, onların inanç esaslarını, ahlaki değerlerini, normatif alandaki düzenleyici kurallarını açıklamada kullanmış oldukları dil günümüz insanının konuştuğu ve anladığı dil olmadığı gibi öne sürdükleri argümanlar da kabullendiği argümanlar olmaktan uzak. Tanrı inancını örnek olarak aldığımız için oradan hareketle net bir sonuç cümlesi söyleyeyim: Kelam ilminde ortaya konan izahlar ve açıklamalarla bugün Allah inancını anlatamayız; ne neslimize ne kendimize ne de her kim olursa olsun muhataplarımıza.

Bu satırlar değerlendirilirken şu gerçek unutulmamalı, söz gelimi Kur’an’ın nazil olduğu, Peygamber Efendimizin hayatta bulunduğu dönemlerde din insan, aile, toplum ve devlet hayatının merkezinde idi. İslam düşünce ve medeniyet anlayışının kurucu metinlerinin kaleme alındığı, eleştirel ve yaratıcı düşüncenin alabildiğine canlı olduğu 4-5 asır içinde de değişen bir şey olmadı. Akla ne gelirse gelsin her bir şeyin açıklamasında din merkeze konuyor, o istikamette düşünceler geliştiriliyor, deliller sunuluyor, izahlar yapılıyordu. Aile yapılanmasından devlet düzenine kadar her şeyde din hakimdi. Haliyle muhatapların idrak, algı ve kabul seviyesine bağlı olarak kullanılan dil ve sunulan argümanlar da insanların hem zihin dünyalarında hem de günlük yaşamlarında karşılık bulurdu.

Aklıma gelen ilk misali vereyim. Kur’an Gaşiye suresi 17-20 ayetlerinde şöyle diyor muhatapları olan Hicaz coğrafyası insanına: “Peki onlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı?” Nüzul toplumunda yaşayan insanlar için hem ayetlerin literal lafızlarının ifade ettiği mana hem kullanılan dil hem de Allah’ın varlık ve birliğine delil olarak sunulan bu argümanlar yeterli idi. Ama ya şimdi?

Sakin yanlış anlaşılmasın, bu ayetler günümüz insanın bir şey ifade etmiyor demiyorum. Aksine taşımış olduğu mesajlar itibariyle çok şeyler ifade ediyor. Hatta bazı tefsirlerde yazıldığı üzere bu ayetlerden hareketle zoolojiden, astronomiye, jeolojiden tarih ilmine kadar birçok ilim dalı ile uğraşmanın gerekliliğine deliller de çıkartılabilir. Fakat benim vurgulamak istediğim şey bahsini ettiğim günümüz insanına hitap edecek tarzda yorumlar yapmaksızın bunları zahiri anlamları ile dile getirmek yeterli olmuyor, sadece buna bakaraktan insanlar Allah inancına koşmuyor, hatta bu söylemleri çağdışı olarak nitelendirerek dinden ve inançtan uzaklaşıyor. Eğer bu tespitime katılıyorsanız bizim acilen yapmamız gerek şeyin söylem dilinde ve sunulan delillerde maksada hitap edecek tarzda bir değişikliğe gitmemiz gerektiği görüşüne de katılırsınız.

Evet, bizler İlahi hitabın tabiatını keşfedip, onun yeniden farkına varıp mesajlarını günümüz insanının idrak seviyesine indirmenin ve izahını yapmanın yollarını bulmak mecburiyetindeyiz. Yoksa kelamdan fıkha hiçbir değişikliğe gitmeden nesilden nesile intikal eden söylem, argüman ve metodolojileri olduğu gibi kullandığımızda söz gelimi bazı kesimlerin seslendirdiği “Kur’an çöl kanunudur” türünden yakıştırmaları kendi çocuklarımızdan bile duyarız.

Devam edecek…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

15 YORUMLAR

  1. Yanlış anlaşılmasın ama pazarlama tekniğinin değişmesi gerekmektedir. Cn çizgi film kanalında çocuklara her türlü iğrençliği seyrettiriyorlar ama adı çizgi film olarak kalıyor. İğrenç görüntüleri izlettirirken oldukça modern bir çizgi film kanalı olarak kabul ediliyor. Modern insanların içine sokuluyor ve insanlar tarafından dışlanmayı bırak, kabul görmektedir. Aynı iğrenç sahneleri başkası yapsa yobaz, gerici, karanlık olacak. Burada gerçekten sizin dediğiniz sunum, anlatım devreye giriyor. İnsanlar mc donalds ı duyunca mutluluk hormonu salgılıyor, dini bir kavram duyunca uzak duruyor. Din ile yiyeceği aynı kefeye koymuyorum, hepsinin kategorisi farklı. İnsanlar din denilince bilim dışı, çağdışı, eski zamana ait olarak algılıyor, daha da ileri gidersek aklına dört kadın geliyor, göbeğini kaşıyan adam geliyor, belki kafasında erol taşı canlandırıyor. Çağrışımlar insanı dinin değerini anlamaktan uzaklaştırıyor. Sonra müslüman kimliği kabul ettiğinizde karanlık olduğunuz ile yüzleşeceksiniz. Bu dinin karanlık olduğu anlamı taşımaz ama bugün ki dil ve çağrışımlar insanları din ile karanlık arasında bağ kurdurmaya çalışmaktadır. Sorun çağrışımlar ve nihayetinde manalar. Ama din dışı alanda ki tercihlere baktığımızda, insanların yaptığı herşey uygar görülmektedir. O isterse tencere tava çalmak gibi cahiliye adeti yapsın, ağaç dallarına mendil bağlasın, dereye bozuk para atsın farketmez, uygardır. Burada pazarlama söz konusu. Birisi bir kıyafeti iyi pazarlıyorsa o kıyafeti giydiğiniz de mutlu olursunuz. Hatta sizi mutlu olmaktan da ileri taşıyabilir. Size daha üstün sıfatlar da verebilir. Mesela oldukça açık bir kıyafet giydiğinizde oldukça cesur diyebiliyor. Siz inancınızdan ötürü giyindiğinizde ise gerici, yobaz sıfatlarını taşımak zorunda kalıyorsunuz. İşte çoğunluk yobaz, karanlık olmak istemediği için dinden uzak durmaktadır. Hele ışid, taliban, tayyip örnekleri de olunca, kimse onlarla birlikte görünmek istememektedir. İnsanlar kolay yolu seçmektedir. Gençler arkadaşların giydiği moda kıyafetleri takip ederler, o modanın dışında kalmak istemez. İşte din şekilciliğe mahkum olduğundan, din denilince akla sakal, büyük cami, kafa kesme geldiğinden bu şekilciliği şeyran kullanmaktadır. Din şekilleştirildiğinden aslında cisimleştirilmiştir. İşte cisim olunca manası, anlamı kırılmıştır. Kimse dinin manasına kavuşamıyor, bu ortamdaki insanlardan bahsediyorum. İşte bu manayı, anlamı başkaları dolduruyor da dolduruyor. Zihinler manasız duran dini, ilk o insana kim ulaşırsa o doldurmaktadır. Yani burada bir yarış söz konusudur. O kabı kim doldurursa o kazanır. Önceden anlamlar vardı, anlamları yani kabı yani beyni boşalttılar, şimdi ise o kaba kendi anlamlarını yüklerken, din bu manalar içinde ezilmektedir. Değerli bir elmas teneke muamelesi görmektedir. Kimse bu anlamlar dünyasında din ile birlikte anılmak istemiyor. Belki dinden işaretler içerdiği dikkatlerden kaçmaz ise, ki kaçması söz konusu değil çünkü insanlar bu konuda tetikteler, utanacaktır. Çünkü kafa kesenler, büyük camiler yapan hırsızlar, tacizler, cahillik, yobazlık ile birlikte anılacak. Çünkü beyinlerdeki çağrışımlar böyle işlemektedir. Beyin nöronlarına böyle öğretildi. Beyin artık din duyunca maalesef peşinden gelen çağrışım, fotoğraf cinsel tacizler, karanlık olmaktadır. Hatta terör örgütü.
    Kimse din düşmanların çalışmalarını görmüyor. Çünkü din düşmanları kendi düşüncelerini yani düşmanlıklarını başka insanlara transfer etmektedir. Dine düşman olanlar bunun kendi fikirleri olduğunu sanmaktadır. Aslında farkında olmadan güce tapmaktadırlar. Bu öyle bir güç ki isterse bu insanlara atatürkü kötüleyebilir, atatürk aslında irticacılarla ilişkiliydi falan diyerek yada kötülemeden onu insanların zihninde unutturabilir, isterse ışidi kahraman gösterebilir. Nitekim düne kadar kötüledikleri iranı bugün insanların gözünde emperyalizme karşı mücadele eden diye parlatmaktadırlar. İnsanlara dikkat edin eskisi gibi iran oluyoruz demiyorlar. Çünkü şeytan türkleri avrupadan kopartıp irana yaklaştırdı. Türkler şu anda avrupayı düşman görmektedirler. Yani şeytan kendi düşüncesini yada nefretini bu türklerin düşüncesiymiş gibi onlara aktarmaktadır ve aradan çekilmektedir. Türkler artık avrupaya düşman oldular. İrana ise tek laf eden yok. Yani algı bu kadar rahat değiştirilebiliyor. Daha düne kadar irana sövenler tek kelime etmiyor, belki irana turistik seyahat bile edebilirler. İşte bunun gibi değer yargısı olmayan insanlar oradan oraya sürüklenebiliyorlar. Bu insanların dine bakışını konuşuyoruz işte. Halbuki iran olacağız diyerek hep irticanın tetikleyicisi olmuştur iran kavramı. Bu kavrama benzeyeceğiz korkusu pompalandı yıllarca. Şimdi ise iran aslında melek deniliyor, aleyhinde tek laf edilmiyor. Devletler bile iyi kötü olarak insanların algısında oynattırılabiliyor. Dinleri de bu yöntemlerle yani çağrışımlar yoluyla insanları ya dinden uzaklaştırıyorlar yada satanizm gibi dinlere insanları yaklaştırıyorlar. Eğer iran oluyoruz tehditi gerçek ise bugün ne oldu da bu tehdit ortadan kalktı ki kimse iran oluyoruz demiyor. Burada insanların avrupa algısı kötüleştirilirken, çaktırmadan irana yanaşma söz konusudur. Avrupayı öven insan toplum tarafından dışlanacaktır. Çünkü avrupa kötü ve sen kötüyü nasıl översin. Burada hile şu; açıktan demokrasi ve hukukun üstünlüğü kötülenemediğinden, tıpkı dini açıktan kötüleyemedikleri gibi, avrupayı öcü göstererek zihinlerde insanların demokrasi beklentisini ellerinden almaktadır. Ellerinden almasa bile insanlar demokrasilerini atmak zorundalar çünkü artık toplumda yeni iyiler yeni kötüler belirlenmiştir. Maalesef dine açıktan dokunmamakla birlikte ki dokunamazlar, dolaylı yollardan yerin dibine sokmak istedikleri belli.

  2. Güzel tespit. Hekimoğlu’nun anlattığı bir örnekte vardı. Müdür namaz kılan bir çalışanı odasına çağırır. Sen madem hergün okuyorsun, anlat bakalım şu Fil suresinin anlamını der. Adam mealini biliyordur, anlatmaya başlar. Müdür de adamı tiye alarak “fillerle ilgili anlatılan şu hikayeleri mi okuyorsun? Kuşlar da mercimek kadar taşlarla onları yenmiş öyle mi?” diyerek dalga geçer. Eğer kelime anlamından (meal) öteye geçemezsek bize anlatılanlar efsunlu hikayeler gibi gelecektir. Eğer Bakara suresinde neden ineklerle ilgili hadiseyi üstüne basa basa, uzun uzun anlattığının arkaplanını anlayamazsak, eski bir hikayeden öte birşey ifade etmeyecektir hem bize hem de muhataplarımıza.

    Bu arada konu açılmışken, üstadı bu kadar ihlas üzere tutan ve Risale-i Nur meyvesini veren hakikat te burada yatmaktadır. Bir dağın başında, insanlardan uzak, insanların yaptığı her türlü medeniyetten uzak bir şekilde kalmıştır. İnsanlar, özellikle şehirde yaşayanlar, devamlı olarak insan elinin vesile olduğu binaları, yolları, ürünleri, düzeni göre göre içinde “bunu da şu insan yaptı, bunu da falanca yaptı” düşüncesi yer etmekte, hakiki yaratıcıya farkında olmadan bir gizli şirk haline düşmektedir. Bir yolun yapımında kullanılan makinelerin bağlı olduğu ilahi kanunları, serilen yolun içindeki herbir atomun, yaratıcısının koyduğu kurallarla şaşmaz bir şekilde işine bakmasını atlar da bu büyük mucizelere karşı çok çok çok basit kalan yolu döşeme işini ve makinesini büyük bir şaşkınlık içinde izler ve hayran kalır. Ülfet ile çevresindeki asıl düzenin sahibinin yarattıklarını gözden kaçırır. Adeta pırıl pırıl bir saraydan gelen birisinin soğan ekmek ve tarhanaya hayran kalması gibi bir duruma düşer

  3. Dini modern dünyada mesru ve görünür kilmaniz icin öncelikle modern dünyadaki yeni hayati iyi incelemek ve su an haberimizin olmadigi yeni günahlarini kesfetmek zorundayiz. Örnegin dini dijital ortamda görünür kilmadan önce bu dünyayi tüm yönleriyle tanimamiz gerekiyor. Bunu eskilerin hassasiyetiyle basardigimiz takdirde uygub dil ve belagati de bulabileceginiz gibi, dini hayata yepyeni ve genis bir alan acabilirsiniz.

    Bunun disinda Bedizzamanin eserlerindeki argümanlar, tasavvuf literatürümüzdeki izahatlar pratik bir dille anlatilsa kimse cöl dininden falan bahsetmez. Malzeme hazir ve her caga hitap edecek kadar zengin. Bunun disinda özellikle cocuklar icin daha cok tören ve sembollere ihtiyacimiz var. Bunlar olmadan kimlik insa edemezsiniz.
    Kimlik insa eden aktiviteler esasinda kendini ötekilestiren bir hüviyete sahiptir. Bizimkinin günümüz sartlarinda tam aksine kucaklayici olmasi gerekiyor. Hani su camilerde biz iyiyiz, cünkü Müslümaniz diyen hocalar var ya, böyle deyince cocuklar da böyle düsünecek diye düsünen. Cocuklar öyle düsünmüyor ya da düsünüyorsa da celiskileri yok sayarak öyle düsünüyor. Bizim bazi seylerin altini cok somut bir sekilde doldurmamiz gerekiyor. Bunlar biraz mühendislik isleri, tasarlama isleri, teoride kalinca bi ise yaramiyor.

  4. Birileri dinde reform yapmak istiyorsunuz diyorlar. Bi’datlara riza-i Ilahiye uymayan, gercek makasid disinda, daha cok zamana yaranmayi tecdit adi altinda sunmak istiyorsnuz gibisinden diyorlar..

    Dinde hersey rasyonel olmak zorunda degil.. Hz Ibrahime as kendi evladini kesme emredilmisse, ceza hukukundaki meseleler neden mucibi hayret olsun? diyemezler mi? Hatta ileri giderek var olan telfiki (farkli mezhen gorusunu kullanma) mecelleyi yenilemek icin kullanilmasinda karsi cikip direnmis olabilirler, kendileri bilirler saygi duyarim..

    Gercekten zamanimizda Riza-i Ilahiyye en muvaffik ise ceza hukukunu tam uygulamak haydi yapalim.. umumi bir ulema kongresi boyle bir sonuca varirsa yapalim.. boyle yorum yapmak bile insanlari urkutur, belki size muhattab olma hakkini bile vermek istemezler.. peki Efendimizin (sav) ceza hukukndaki meseleleri gormezden gelip yapani geri gondermesi, yada orucunu bozan kisiye acik sekilde keffareti biliniyorken, kendi odemek istemesi karsilinda sahabenin benden fakiri mi var diye onu da almasi.. ve Efendimizin sav gulumsemesi.. Kullanilmayan ama dogru, ama kullanilan az dogru mu dersiniz.. belki de bildigimiz dogru tum deseniyle inkisaf etse baska birsey ifade ediyordur…

  5. Ahmet Bey evvela bu sorgulayıcı yazınız için teşekkür ederim Aynı zamanda umarım bir sonraki yazımızda yeni Açılım önerileri sunarsınız bizde onlardan istifade ederiz

  6. Yazim hatalari ve cumle dusuklukleri olmus; duzetiyorum.

    Sebep sonuc aramaya cok gerek yok, zira bu tarz ateist, agnostik vs inancsizliklar her devirde olmustur; cunku insanlar bildikleri ve anladiklarindan islerine gelene ve hoslarina gidene inanir; inanmak ister. Inanmamak icin de ister o anki teknik gelismeyi bahane eder isterse hasedini (bkz. ebu cehilin inanmama sebebi).

    Eger Allah cc Kur’an da ‘kitabi’ ve temsil ettigi dini kiyamete kadar muhafaza edecegiz diye soylemisse yapacaktir, yapmistir da. Zira her asirda gelen muceddidler, âlimler dinin dogru anlasilmasi icin cehd gostermisler ve buna delildir. Bizim asrimizda ve dahi, Allahu âlem, kiyamete kadar da aciklamalari geceri olacak bir Risale-i Nur var. Eger yazar da biraz anlamis olsaydi bir kere ‘yagmur dua’sinin yagmur yagdirmak icin yapilmadigini bilirdi. O yuzden de ‘bazilari boyle vehimlere kapiliyor’ demez, Risale-i Nur’da Ustad Bediuzzaman meseleyi nasil aciklamis biiznillah anlar ve etrafindakilere de anlatirdi; umulur ki bu da onlarin kurtulusuna vesile olsun.

    Modern cag da olsa bilim dedigin, Allah’in hadiseleri belli bir olcuye gore yaratmasidir; bu da ozelde Allah in cc Muksit ismine bakar. Yoksa sebepleri bilmenin sonuca tesir etme noktasinda alakasi yoktur; sebep sonucu yaratamaz. Bu tarz sebepperestlik Allah Rasulu zamaninda da vardi- bkz ‘bu sabah yagmur su yildizdan dolayi yagmistir diyen kafir oldu; Allah rahmetiyle yagmur yagdirdi diyen mu’min’ baglamindaki hadis ve benzeri bir cok hadis!

    Mesele derin, ama ozelde hadise su ki, ne hocasi tam anlamiyla ‘tevhid’ i biliyor ne cemaati. Allah cc insanlara peygamber gonderdiginde de inanma niyeti olana Allah imani nasip etti, inkar etmek isteyen de ister sihir dedi, ister bilim dedi, isterse de direk saldirdi ve yine kufre girdi. Belki de Allah inkar edecek olanlari sonsuz ilmiyle zaten biliyor ve bu tarz teknigin gelistigi zamanlara iktiran ettiriyordur da kufurleri aciga ciksin; kim bilir! Vesselam.

  7. Okurlarinizi, hakikatte karsi karsiya olmadiklari bir hastaligin varligina inandirmaya calisiyor; o hastaligin kaynagi olarak Islama iftira atiyor; ve sonrasinda da, o hastaliga sifa diye sundugunuz zehri icmelerini tavsiye ediyorsunuz. Literaturde buna beyin yikamak deniyor.

    Gayr-i Muslim ve/veya inancsiz toplumlarin, teknolojik gelismelere paralel olarak zamanla Tanri inancindan uzaklasmis olmalari, Tanri inancini hayatin disina cikarmis olmalari, kendilerine ogretilmis ya da empoze edilmis Tanri inancinin ikna edici olmamasindan, yetersiz kalmasindan, ya da dogrudan dogruya yanlis olmasindan kaynaklaniyor.

    Oysa siz, “tartisma goturmeyecek olcude kesin” bir sekilde yanilarak, ayni eksikligin, yetersizligin, Islam’da da oldugunu iddia ederek; Islami, “diger din ve inanclar” dediginiz, Hristiyanlik, Yahudilik, Hinduism, Budizm, Samanizm, Ateizm (ki bu da bir dindir – bir nevi inkar dini), ve benzerleri ile ayni derekeye indirip, ona iftira atiyorsunuz.

    Bu iftiraniza delil olarak, muhatabinin Hicaz cografyasi insani oldugunu sandiginiz, Gasiye suresi 17-20 ayetlerini, “Peki onlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı?”, one suruyorsunuz.

    Oncelikle, o ayetin muhatabi, Hicaz cografyasi insani degil, akil sahibi olan herkes. Ikinci olarak, o ayetler o gun de, bugun de, ve kiyamete kadar da, hep Allah’in varlik ver birligine apacik birer delil olageldiler ve olmaya devam edecekler. Ayetlerle Allah azze ve celle, bizlere diyor ki, “O deve kendi kendini yaratabilir mi? O gok, kendi kendini yukseltebilir mi? O daglar, kendi kendine dikilebilir mi? Yeryuzu kendi kendine olusmus olabilir mi? Butun bunlari yapan, ilim, irade, kudret, hikmet, adalet ve inayet sahibi bir Zat olabilir.”

    Fakat bu delilleri gormek icin, akil ve nasip sahibi olmak gerekli.

    Sonuc olarak, varolmayan bir hastaliga sifa diye, “soylem dilinde ve sunulan delillerde maksada hitab edecek tarzda bir degisiklik” yapmak gerektigini iddia ediyor; ve “İlahi hitabın tabiatını keşfedip, onun yeniden farkına varıp mesajlarını günümüz insanının idrak seviyesine indirmenin ve izahını yapmanın yollarını bulmak mecburiyetindeyiz”, diyorsunuz.

    Merak etmeyin, bu dediginizi, biiznillah, Said Nursi Hazretleri yapmis; “Bir koy muhtarsiz olmaz. Bir igne ustasiz olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf katipsiz olamaz, biliyorsun. Nasil oluyor ki, nihayet derecede muntazam su memleket hakimsiz olur?” sekline bir olcu sunarak.

    Sizler, insanlarin kafalarini karistirmayin yeter.

    Bu vesileyle ben de size bir ilac onereyim sifa niyetine:

    Muhammed Fethullah Gulen Hocaefendinin, 9 Subat 2008 tarihli, “Makam Sevdasi Kisiyi Teveccuh ve Takdir Bagimlisi Yapar” baslikli, Kursu yazisini okumanizi tavsiye ederim.

    Insanlarin ilgi, alaka ve teveccuhlerini devam ettirme maksadiyla, surekli yeni bir iddia ortaya atma, ezber bozma, ve ister istemez sacmalama gibi durtuleri torpulemeye yardimci olabilir biiznillah.

    • Hizmetimizde kimsenin Hocamıza Muhammed Fetullah Gülen dedigini duymadim ..O yuzden yazdiklarinizi pek icimizden göremedim kusura bakmayin.

      • Dikkatinize tesekkur ederim. Evet genelde o sekilde refer edilmez Hocaefendiye. Muhammed adi, M. Fethullah Gulen icinde gecer.

        Benim, Muhammed adini ozellikle zikretmemin sebebi ise, son donemlerde Hocaefendiden bahsedilirken, “HE”, “Gulen” gibi makami icin yakisiksiz buldugum kullanimlara nazire yapmak.

        Ben sahsen, “Muhammed Fethullah Gulen Hocaefendi Hazretleri” denmesinin daha yakisikalacagini dusunurum. Fakat yazi dilinde pek pratik olmayacagi icin oyle yazmiyorum.

        Yazdiklarimi pek icinizden gorememenize gelince… Bunda, yazarin uzun suredir devam edegeldigi yaklasimlarina maruz kalmis olmaniz etkili olmus olabilir.

        Umarim zamanla siz de kendinizi yazdiklarima yakin gormeye baslarsiniz.

    • Mehmet K., görülüyor ki, iyi bir arşiv çalışmasıyla yazmışsın. Güzel güzelde anlatmışsın. Yazına da “Ben aklı selimim” havası vermişsin. Ama Kurucan abinin yazısını hiç okumamış biri kadar yazıyı anlamamışsın! Sadece şunları söyleyeyim, burada kimsenin Cenab-ı Allah’ın ayetlerini, insanlığın idrakına uygun gördüğü misalleri küçümsediği yok! Bedüzaman hazretlerine kusur ettiği de yok. Bence sadece diyorki; “Örneği Kuran’dan da, Risale’den de verseniz, karşınızdakinin anlayacağı kadardır. Bu yüzden de bu örnekleri çağın idrak yollarına, duruma göre kişinin idrakine uygun yollarla ya da misallerle anlatmalı!” Anlatabildim mi sana? Tabi ki zannetmiyorum! Çünkü çokta anlayabilecek biri olarak burada takılıyor havası vermedin!

      Ama nasiplen bu abilerimizden belki yıllar sonra burdan kaptığın bir tohum filiz verir sen de, varsa çoluğunda çoçuğunda! Belki özlemle anarsın bu günleri? Neden olmasın!? “Neden yar, neden? Bilinmez günü gelmeden…” der ünlü düşünürümüz Candan Erçetin! Olabilir yani bunu şimdiden bilemeyiz bir umut! Bizim dünyamız da böyle, hep umutlarda kurulu!

      Ahmet Abi, yazın dini anlatmaya çalıştığım yalnız tiplere yaklaşımlar açısından umut verici. Daha çok güncel örnekle devamını bekliyorum!

  8. Farkındalık şırıngasında gavurluk enjekte etmemen niyetiyle;

    Birincisi Charles Taylor’un “Eskiden Tanrı’ya inanmamak imkânsız iken bugün inanmamak kolay, hatta kaçınılmaz,” ifadesini sanki hakikatli bişeymiş gibi satman tarafgirlik emaresidir. Hayırdır ?
    Çok mu matah bi alıntı ?
    Çoğu zaman iddalar hakikatli değillerdir de o iddalara muhalif ses çıkmadığından hakikatmiş zannedilirler.
    Sizin çürük itikadlı yazılarınız gibi.
    Acaba o adam bu iddasını söylediğinde
    Risale-i Nur’un elmas kılıncı ,küfrünün boğazına dayansa,hakikatlerini yüzüne çarpsa tek kelime tükürük çıkarabilir mi ?
    Bırak o adamı , dünya da küfrün-şirkin delallarından en katmerlilerini topla sonra eline bayrağı al önlerine geç gelin bakalım
    Risale-i Nurların hakikatleri karşısında tek kelime edebiliyo musunuz?
    Üstad biiznillah Risale-i Nurun üzerinden küfrün belinin kırıldığını ve en münkir en muannid gavurların fikir babası şeytanı dahi teslim-i silaha mecbur bıraktığını ifade eder.

    İkincisi ; Mesela Allah ,
    eşşeklerin üzerlerinde
    bu bel kıran -aksi muhal olan
    Tevhid hakikatlerini, bi nevi şifaya muhtaç olan hasta köy halkına merhem misali belde belde dolaştırsa ama
    kimse ehemmiyet vermese,kayle almasa sadece “Ne bu anıra anıra dolaşıyolar” dese nazarını ona verse onun nezdinde etrafda anıran bi eşşekden başka bişey kalmaz.
    Aynı onun gibi de Risale-i nur hakikatlerinden Tevhid derslerini,
    beldelerine kadar getirildiği , raflarına kadar sokulduğu, rahlelerine kadar açıldığı takdirde ders almayıp eşşeğin anırmasıyla upraşıp duran,anıra anıra cehenneme yuvarlansa merhamete layık görülmez.
    Tevhidin keskinliği ve hakikati,
    senin gibi deist özentileri,onu şübehatla nedensellikle-batı taklidiyle temiz damarlara farkındalık merhemi diye küfür enjekte ettiği için hakikatten hali olmaz.

    Üçüncüsü, Evet hakikat sarsılmaz,lekelenemez olabilir ama tebliğ eden o hakikatten bi haber ise burda
    “Acaba hakikat diye tebliğ edilen şey kuvvetsiz mi ki tebliğinde çokları hala gavur kalıyolar ?”diye sorgulanmaz.
    Senin gibi üfürük tebliğciler sorgulanır.
    Kalp biiznillah çok iyi çalışır da onun temiz kanını organlara dolaştıran damarlarda tıkanıklar,toksinler kanda ki harikalığı aynıyla ulaştıramaz.
    Çıkıp şimdi kalp mi bozuk dicez,ulaşımda vazifeliyim diyen damarların toksinlerle tıkanmasını mı konuşucaz?

    Dördüncüsü , Ordan burdan sayılar koyup güya esaslı bi yazı olsun diye argümanını delillendiriceksin.
    Mantıkça, binde bir ihtimalle içinde kötülük barındıran bin kitapdan hususiyetle o birleri toplayıp bi kitap haline getirsen o kitap külliyen şer haline gelir.
    Menfi misallerin kemmiyetini nazara verdiğin kadar neden Risale-i Nur üzerinden cevap vermeye aciz hale getirilen , aksini ispata bacakları titreyen, en münkirlerlerini
    teslim-i Silaha maruz bırakan
    Allahın bu hakikatlerinde ki milyonlarca misali nazara hiç vermiyosun ?
    Neden Allahın yaratmasıyla Üstadın karşısında marurane vaziyet alanların nasıl da hakikatler karşısında taaffün edip çürür hale geldikleri binler örneklerden hiç bahsetmiyosun ?

    Beşincisi; Üstad der ki “Allahın icraatlerindeki hadsiz hikmetine ,ilmine,kudretine ve iradesine sanki basit bişeymiş gibi başlıklar takmak onu basite inkilab ettiremez”
    Cahilliğinden ötürü Allahdan başkasının yapamayacağı icraatlere bilimsel bazı başlık isimlerinin takılmasını, hakikati açıklanmış diye bellemen seni vartaya yuvarlamış.
    Evet günümüzde bilimin bi çok şeye dair açıklama getirme çabasına şahit oluruz,
    fakat mantıkça bişeye açıklama getirmek onu açıklamaya delil sayılsaydı bir mahkemede birbirine zıt müvekkilini savunan iki avukatın da sırf açıklamaları var diye davayı kazanmalarının mecburi olması lazım gelirdi.

    Altıncısı; Gene Risale-i Nurlarda hakikati olmayan bişeyi delil kabul etmek isteyenlerin en ufak, edna bir emare gördüklerinde sanki ona büyük bir hakikatmış gibi yapışmaları nazara verilir.Yani senin bahsettiğin o bilim tarafından izahı yapılmış diye lanse edilen hiç bişey olayın hakikatlerini izah ettiklerine delil olamaz.
    Süreçlerin zincirlerini açıklamak nasıl olduğunu açıklamak manasına gelmez.
    Sanki çoğu şeyi açıklamış gibi pazarlamana gerek yok!
    Ben hala arıyorum ,
    en ufak ,edna emareleri kendi argümanlarına delil yapmak için hakikatmış gibi satmalarından başka bi haltları yok.

    Yedincisi; “Evet, bizler İlahi hitabın tabiatını keşfedip, onun yeniden farkına varıp mesajlarını günümüz insanının idrak seviyesine indirmenin ve izahını yapmanın yollarını bulmak mecburiyetindeyiz.”

    Sanki yolları yokmuş da
    sen bulucaksın ?

    Madem böyle bir derdin var ve madem
    Risale-i Nur gibi bir elmas kılınçdan haberdarsın ,o vakit ona muvaffak olmayı Allahdan talep et , ve yazılarında ehemmiyetle Nurların hakikatlerini
    teşhire kesbet,
    Böyle batıyı da takip ediyorum,çağdaş bi zihniyetim var imajı için itikadı don lasitiği yapmana gerek yok.

    “Devam edecek…” demişsin.

    Elde Kur’ân gibi bir bürhan-ı hakikat varken, münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?

  9. Tarifinize göre, bilimin gelişmesi ile Yaratıcı’ya hissedilen ihtiyaç ortadan kalktığından, dine yöneliş azalıyor diyorsunuz. Esasen, ifade ettiğiniz başdödürücü gelişmelerin, o gelişmelere şahid olan yüzlerce bilim adamının Allah’ı bulmasına vesile olduğunu biliyoruz. Bu gözlemdeki eksiklik, bunların sanki ilk defa yaşanıyor olduğu zannınızdır. Her dönemin modernisti, her dönemin muhafazakarı olagelmiştir ve olmaya devam edecektir. Tapılan batının, huzur, güven, ahlak, akıl sağlığı vs alanlarındaki istatistiklerini de incelerseniz, tuttuğunuz yolun her çağda bir kısım kitleler tarafından takip edildiğini ve neticede insanlığı günümüzdeki gibi buhranlara sürüklediğini girebilirsiniz.
    Aslında insanlar yenilik ya da yeni yorum peşinde değil, gerçek ve gerçeği bulma peşinde…
    Sizin önümüze koyduğunuz örnekler, dünya hayatını bir eğlence olarak görmek isteyen, kural tanımaz, bencil ama bir o kadar da sahte yüzlü yaratıklardır.
    Şu konuda son derece rahat olmalısınız: gerçekten bir kul Yaratıcısını samimiyetle arıyorsa ya da arama yoluna girmeye niyet etmişse, Rahmeti sonsuz o kişiye hidayetini gönderecektir.
    Fakat niyeti, kainatı, kainat kitabını, kainat kitabının sözcüsünü sorgulamak; Yüce Yaratıcı’nın koyduğu kuralları beğenmemek, değiştirmek, işine geldiği ve hoşuna gittiği hale sokmak ise, işte onun akıbeti şimdiki batı ve batının takipçilerinin düştüğü durum olacaktır.
    Cenabı Hak insanı kendisine muhatap etme lütfunu göstermiş, şerefini bahşetmiştir. İnsan ise zalimliğin en zirve noktasını tutarak, Allah’a kafa tutma, emirlerini beğenmeme, kurallarını yaşanılmaz bulma cahilliğini sahiplenmiştir.
    Malesef, donanımlı cahillerin de, populizm uğruna egolarına yenilerek takipçilerini uçurumlara sürüklemesi işin en acı taraflarından birisidir…
    Adili Mutlak CC. kimseye zulmetmez. Her kul hakettiğini burada kazanır…

    • “donanımlı cahillerin de, populizm uğruna egolarına yenilerek takipçilerini uçurumlara sürüklemesi işin en acı taraflarından birisidir…”

      👏👏👏

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin