Cemaat, Türkiye’yi Unutmalı mı? (3)

YORUM | UĞUR TEZCAN

Bir yazıyı okurken, yazılan fikirleri genel ve dar kapsamları ile irdeleyip sindirmeye çalışmak, bunu yaparken de yazarın çıkış noktasını, nihai amacını, hitap ettiği kitleyi ve o kitlenin ihtiyaçlarını anlamaya çalışmak önemlidir ve yazıya serpiştirilen düşüncelerden ne derece istifade edilebileceğini belirleyen önemli bir kriterdir. Hatta bazen öyle olur ki dikkatli ve altyapısı sağlam bir okuyucu yazarın yazdığı bir fikir kırıntısından ilhamla çok daha derinlerde yeni manalar keşfedebilir veya yazarın aklına bile gelmedik aksiyona dönüşebilecek yeni fikirler üretebilir.

Özellikle motivasyon eksenli yazılar bu kategoridedirler. Yazdığım bu son üç yazıda hedef kitlem bugün bir soykırımın ve haksızlıkların mağduru olan, her gün türlü türlü ve son derece ciddi travmalara maruz bırakılan ve bu ağır imtihan dolu yolculuğu da yalnız başına göğüslemek zorunda kalan Müslüman Hizmet Hareketi mensuplarıdır.

Yazılanların bu grubun mensupları dışında kimseyi herhangi bir konuda ikna etmek gibi bir çabası yok. Hatta kimseyi hiçbir konuda ikna etmeye de çalışmıyorum. Adı üzerinde bir motivasyon yazısı ve nasihat amaçlı bile değil. Müslüman insanları, İslami birtakım referanslar da kullanarak motive etmeye çalışıyorum. “Dini referanslar kullanma” diyen insanları da umursamadığımı ifade etmeliyim. Hatta bu insanların dindar olmaları da ayrı bir garabet! Bizler Müslümanız ve yanlış bir çizgide ve bağlamda kullanmadığımız müddetçe dini kaynaklarımızdan referans alırız. Sürecin başında konuştuğum dindar bir kişiyi hatırladım şimdi. Yaşanan ve yaşanacak zorlukları dini birkaç terminoloji ve örnek ile dile getirdiğimde hemen tepki vermişti. “Dini referans kullanma” demişti o da. Oysa vicdanını örtmeye çalıştığını fark edemiyordu. Beş dakika sonra kendisine, sen niye zulme karşı mücadelede köşeye çekilmeyi tercih ediyorsun diye sorduğumda hemen bir hadise sığındı ve fitne zamanında köşeye çekilmek gerektiğini söyledi! Oysa bunu yaparken zalim hükümdara karşı adaleti savunmanın da dini bir vecibe olduğu gerçeğini görmezden geliyor ve “fitne” diyerek aslında kendi vicdanını dağlıyordu.

Bunların dışında mesela liberal, laik veya başka bir mahalleden insanın; hatta süreçten dolayı hareketten ayrılmış insanların da bu yazı serisini anlamalarını bekleyemem. Çünkü yazının hitap ettiği özel bir kitle var ve o kitlenin bir ihtiyacına dönük olarak yazılmış. Zor durumda kalmış Müslüman bazı insanlara, Müslümanlığı çok yanlış boyutlarda algılamaya başlamış, bir sürü suç ve günahın bataklığına batmış zalim bir iktidar tarafından zulmediliyor. Dini referanslarla, hatta fetvalarla yapıyorlar zulümlerini ve direk olarak dini bir hareketi bitirmeye gayret ediyorlar. Onların dini referanslarını, inançlarını, birlikteliklerini yıkmaya dönük söylemler üretiyor ve algı operasyonları yapıyorlar düzenli olarak. Kendi başlarına gelen sıkıntıları anlamakta zorlanan bazı insanlar böyle süreçlerde itikatlarını bile sorgulamaya başlayabilirler. İtikatlarını sorgulamayanlardan da geleceğe dair ümitlerini yitirenler çıkabilir. Bu insanlara, yaşadıkları travmaların detaylarına dair bilgilendirmeler yapmak, onların bazı yan etkilerini idrak etmelerini sağlamak ve onları motive etmeye çalışmak kardeşlik gereğidir.

Yaklaşık iki gün önce, ilahiyatçı Ayhan Tekineş yayınladığı bir videoda zalim hükümdara karşı barışçıl yöntemlerle adaleti dile getirmenin ve onun için çalışmanın “en büyük bir vazife” olduğunu anlattı hadisler ışığında. Ben bu yazı serisinde konuyu bir ileriki noktaya taşıdım ve konuyu daha genel bir bağlama oturtarak bunu İslam-Toplum-Peygamber ilişkisi noktasında ele aldım. Yani İslam gerçekte nedir ve Peygamberlerin asli vazifeleri nelerdir ve bunun günümüz aksiyoner Müslümanına bakan yönleri nelerdir çizgisinde önce nefsime sonra da sizlere birtakım hatırlatmalarda bulundum. Kimseye nasihat etme niyeti taşımadan, sadece hatırlatmak ve motive etmekti amacım. Bu yazıları öncelikli olarak kendi nefsime yazdığımı, kendimi motive etmeye çalıştığımı, kendime esas çizgimi hatırlatma gayreti içinde olduğumu bile itiraf edebilirim. Normal şartlarda aslında bu tür mevzuları konuşmak ve insanımızı bu yönde motive etmek gerekiyor. Travma yaşayan insanlara maddi yardımlarla olduğu kadar fikirlerle de gitmeliyiz. Fakat öyle bir süreçten geçiyoruz ki birçok insan travmaların, ümitsizliklerin ve öfkelerin bataklığına saplanmış vaziyette ve sürekli olarak tartışmalar, atışmalar, dedikodular, ithamlar, genel suçlamalar ve hakaretler ilgi görüyor ve konuşuluyor. İnsanlar kalenin yıkıldığı yerden onarılabileceğini göremiyorlar ve bastıkları yerde sadece etrafa bağırıp çağırıp vakit ve enerji israfında bulunduklarını göremiyorlar.

Asıl konuya tekrar bağlayarak noktalayalım. Halihazırda saldırı altında olmanız, zulüm görüyor olmanız, dağılmış olmanız vs. bir süreçtir; netice değildir. Oysa bazılarımız “her şey bitti” modunda takılıyoruz ki bu yanlış! Kur’an’ın dile getirdiği gibi “sizden öncekiler daha büyük imtihanlar gördüler” ama yılmadılar. Kaldı ki tarih bile yıkılan ama külleri arasından yeniden doğan toplumlar ve kitleler ile doludur. Roma’nın aslanlara attığı ve zulmettiği ilk Hristiyan cemaatler yılmadan organize olmaya devam ettiler ve gün geldi Roma İmparatorluğu bu dini benimsemek durumunda kaldı. Avrupa dibe vurduğunda Rönesans’ı buldu. Tekrar tökezlediğinde de endüstrileşme ve modernleşmeyi keşfetti. Dünya savaşları ile sarsıldığında da birlikte yaşamayı öğrendi. Almanya ve Japonya yıkıntılar üzerinde kısa sürede hatırı sayılır teknoloji devleri haline geldiler. Tarih boyu köleliklerin, kovulmaların ve soykırımların mağduru olmuş olan Yahudiler zamanla travmalarını önemli ölçüde aşıp, bazı yöntemleri yanlış da olsa ve bugün farklı bir noktaya da gelmiş olsalar, kendilerine yeni bir gelecek inşa etmeyi, kendi kimliklerini oluşturmayı başardılar. Hem dünyanın her ülkesinde hem de değer verdikleri topraklarda bir varlık kurabildiler. İran zulmünden kaçan İranlılar, Türkiye’deki tehcirlerden kaçan Ermeniler, Uzakdoğu Asya’daki zulümlerden kaçan insanlar gittikleri ülkelerde çok başarılı diasporalar oluşturdular. Avrupa’daki fakirlik, dini soykırım ve baskılardan kaçan insanlar sığındıkları Yeni Kıta’da demokratik düşünceyi geliştirip, farklılıkları bir potada eritebilmenin gücünü yeniden keşfedip bugün dünyanın süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri’ni kurmayı başardılar. Kimse bizden öyle büyük işler başarmamızı beklemiyor. Ancak, kendimizi toparlayıp Müslüman kimliğimizi ve Müslüman olmanın gereğini yerine getirmemiz, omuzlarımızdaki gerçek ve kutsi vazifeyi hatırlamamız gerekiyor. Netice Allah’a, gayret ve vazife ise bize aittir. Bizim fikri, vicdani ve ameli noktalardaki duruşumuz ve kararlılığımız; yıkıntılar arasında bulunuyor bile olsak, Allah’ın bizler için belirleyeceği geleceğin belirleyicisi olacaktır.

Özetle; zalimin zulmüne karşı sadece buğz etmek yeterli değil. Günün şartlarını ve imkanlarını kullanarak, bu uğurda organize olarak, barışçıl; ama kararlı ve stratejik yöntemlerle adaletin tesis etmesi adına gayret göstermek hem insani hem de İslami bir vazifemizdir. Bunun içine soykırımcı zihniyetlere bir gün, adaletten sapmadan; ama kararlılıkla yine adalet önünde hesap sormak dahildir. Bunu unutmadan bu noktada birbirimizi motive etmek de, hatırlatmalarda bulunmak da “hakkı ve sabrı tavsiye etme” çizgisinde ayrı bir kutsal vazife ve “salih bir amel”dir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Kıymetli yazar, mesleğiniz acaba ilahiyatçı midir? Öyle olsa da, olmasa da dindar bir insan olduğunuz anlaşılıyor.
    Başka bir soru: İslam belli bir milletin dini midir, yoksa evrensel midir? Öyle ise, İslam´ı referans alan biri kendi kavminin hassasiyetleri yerine evrensel kriterler ile düşünmeli değil mi?
    Eğer bu yaklaşım doğru ise: Sizin yaklaşımınız biraz kavmiyetçilik, biraz cahiliye adeti olmuyor mu?
    Yazının başında hizmet hareketi insanlarının bir soykırımın mağduru olduğunu söylüyorsunuz.
    Daha aşağılarda ise Ermeni tehcirinden bahsediyorsunuz. Halbuki orada 300.000 ile 1.5 milyon arasında insanın ölümünden, mallarının yağmalanmasından söz ediyoruz.
    Hizmet insanına yapılanın soykırım olup da Ermenilere yapılanın soykırım olmadığını hangi kriterle açıklarsınız?

  2. Kıymetli yazar, mesleğiniz acaba ilahiyatçı midir? Öyle olsa da, olmasa da dindar bir insan olduğunuz anlaşılıyor.
    Başka bir soru: İslam belli bir milletin dini midir, yoksa evrensel midir? Öyle ise, İslam´ı referans alan biri kendi kavminin hassasiyetleri yerine evrensel kriterler ile düşünmeli değil mi?
    Eğer bu yaklaşım doğru ise: Sizin yaklaşımınız biraz kavmiyetçilik, biraz cahiliye adeti olmuyor mu?
    Yazının başında hizmet hareketi insanlarının bir soykırımın mağduru olduğunu söylüyorsunuz.
    Daha aşağılarda ise Ermeni tehcirinden bahsediyorsunuz. Halbuki orada 300.000 ile 1.5 milyon arasında insanın ölümünden, mallarının yağmalanmasından söz ediyoruz.
    Hizmet insanına yapılanın soykırım olup da Ermenilere yapılanın soykırım olmadığını hangi kriterle açıklarsınız?
    O zamanlar savaş vardı, Ermeniler düşmandı, en azından şüpheli idi, devlet kendini bir iç tehdite karşı korumak istiyordu diyecek olursanız… Bugünkiler de tüm zulümleri devlet kendini iç tehdite karşı korumak istiyor diye yapmıyor mu?

  3. Sayin Tezcan, hakli olabilirsiniz ancak alacaginiz yok. Hatta savundugunuz fikirleri kendi elinizle heba ediyorsunuz. Neden, izah etmeye calisayim:

    Türkiyeyi unutmakla ilgili beklentileriniz net degil. Oradaki mazlumlari unutmamak, Türk insanina, yani bi yerde akrabalarimiza hizmet götürmek, baska ülkelerde yasarken kendi köklerimizi, inanc tarzimizi yasatmaya devam etmek acisindan düsünüyorsaniz, bunu yanlis anlamaya mahal vermeyecek sekilde anlatmaniz gerekiyor.

    Yok eger amaciniz Türkiyedeki haklarinizi almak icin gayret göstermekse, bunu Türkiyede ve uluslararasi arenada gündemde tutmaksa, bunu da net bir bicimde anlatmak ve buna ilaveten cözüm önerileri getirmek, geldigimiz noktayi elestirel olarak ortaya koymak suretiyle bizi güncelleme gibi bir yükümlülügünüz var. Kac yil gecmis aradan sonucta.

    Ücüncü amaciniz su olabilir: Bir gün mutlaka Türkiyeye dönmeli, orayi alcaklardan kurtarmali, kaybettigimiz her seyi geri almali, kadrolarimizi bitamam kurup kaldigimiz yerden devam etmeliyiz.

    Aldiginiz yorumlara bakilirsa insanlar sizin ücüncü düsüncenin pesinde oldugunuzu düsünüyor. Bunda yazilarinizda kullandiginiz üslup da önemli rol oynuyor. Sanki Hizmetin sahin kanadini temsil ediyormus gibi bir edaya sahipsiniz. „Yapacaksiniz“, „Gideceksiniz“, „Ucacaksiniz“, „Kacacaksiniz“, „Sizin idealiniz aha budur“ gibi ifadeler kullaniyorsunuz.

    Yazilarinizda muhatabiniz sizden farkli düsünen bir yazar olsa sorun degil fakat sizin okur kitleniz öncelikle su an düsünce üretmekten ve onu savunmaktan önce magdur kimligine sahipler ve bu magdur kimligi sürekli cilalaniyor. Böylesi bir psikolojiden gecen ve sizin gibi düsünmeyen insanlari maddilesmekle, korkularini rasyonalite, mantik ve analiz pelerinleri altinda gizlemeye calisan, negatif enerji pompalayan insanlar olmakla suclarsaniz sizi kimse anlamayacaktir.

    Bizim elimizdeki kadrolar bellidir ve ortaya koydugumuz icraat de ortadadir. Her seyi de zalimin zulmüne vermeyi bi birakalim artik! Siz Türkiyeye gidip hesap soracaksaniz ya bu kadroyla ya da bu kadroyu olusturan zihin yapisinin olusturdugu baska bir kadroyla yapacaksiniz.

    Zihin yapiniz duruyor, hatalarindan hic bahsetmeyen, kesinlikle elestiri kabul etmeyen ve fikirlerini vaaz edasiyla dile getiren bir zihin yapisi bu.

    Bu yazilarinizdaki amac yukarda saydigim üc ihtimalden hangisi olursa olsun dogrudur, bunlarin hepsi olmalidir, ama sizinle degil anliyor musunuz? Nalina mihina elestiren, Türkiyeyi ve insanini elinden gelse bi kasik suda bogacak Hizmet mensuplarini su an siz ve sizin gibi düsünenler üretiyor. Bunun üzerinde biraz düsünün!

    Ve lütfen evet sürekli dini referans kullanmayin. Arkadasinizin hatali bir sekilde dini referans kullanmasi sizi hakli kilmaz, aksine sizin de haksiz oldugunuza delalet eder. Siz onun bi seyleri örttügünü iddia ederseniz, onun da sizin dini referanslari sözünüzü gecirmek icin istismar ettiginizi iddia etme hakki dogar. En iyisi ikiniz de kullanmayin.

  4. Herşeyden önce şu “ soykırım” lafına takmış durumdayım.
    Soykırım tanımı ve çerçevesi net bir kavramdır ve hali hazırda cemaate ile bağlantılı kabul edilen kişilere yapılanlar bu çerçevede olamaz.
    Daha şık daha genel kabul görecek uluslararası literatürde karşılığı olacak bir söylem üretememiş olması bile bir çok açıdan ayıbıdır kendilerini en entellektüel hareket kabul eden bu cemaatin.
    Cemaat fertlerine yapılanı “ soykırım” olarak niteler iseniz avam tabir ile “ eşeğin aklına karpuz kabuğu” getirmiş olursunuz.
    Ve bu kelime ile yola çıkar iseniz patent adresi belli olan bu kelime dolayısı ile patent davası açılmasa bile konunuza sahip çıkan güçlü ve etkili çevreler bulmakta zorlanırsınız.
    Son paragrafta “ soykırımcı zihniyet” derken acaba yazar kendi tarihimizde ki soykırımcı zihniyet ile en azından bir iki yazı ile hesaplayabilir mi?
    Lafı ile dünyaya nizamat vermek kolay.

    • “Soykirim” lafina ben de taktim ama o acidan degil. Hizmet´e yapilanlar tanim geregi elbette soykirim. Bugün Türkiye´de insanlar sirf Hizmet mensubu oldugundan dolayi en kötü ihtimal ac birakiliyorsa bu tanima giriyorsunuz demektir. Millet artik kavgali oldugu herhangi birini fetöcü diye etiketleyerek sonuca varma yoluna gidiyorsa, kimse sizinle ayni karede görünmek istemiyorsa tanimin icindesiniz demektir. Bakin mesela “KHK magduru” olarak bi sansiniz var ama fetöcüyseniz bittiniz yani.

      Bunun birkac dezavantaji var. Örnegin katledilen milyonlarca insanla ac birakilan milyonlarca insan ayni tanima dahil oluyor. Yahudiler de mesela hic sevmiyorlar bu durumu.

      Bu kavramin böyle bir defosu oldugundan dolayi simdilik sadece hukuki mücadelede kullanilmali ve medyada agza düsmemeli. “Bize soykirim yapiyorlar” diye lafa baslayarak kendinizi anlatamazsiniz. Bu sekilde sanki yaygara kopararak hak elde etmeye calisiyormus gibi oluyoruz. Bu da bizi süpheli durumuna sokuyor

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin