Cemaat, Türkiye’yi Unutmalı mı? (2)

YORUM | UĞUR TEZCAN

Bir önceki yazımızda “Cemaat, Türkiye’yi Unutmalı mı? sorusunu sormuştuk. Bu yazının daha iyi anlaşılabilmesi adına öncelikle o yazının okunmasını tavsiye ederim. Bu yazıda, konunun hacmini biraz daraltarak daha somut bir bakış açısı ile mevzuyu tekrar ele almak istiyorum.

Başlığın kendisi insanları aslında varoluşsal bir tanımlamaya itiyor. Bir Müslüman ve bir din hizmeti hareketi gönüllüsü olarak kendinizi, hayata bakışınızı ve din ile olan irtibatınızı, sürecin sarsıcı etkileri ve yaşattığı travmalar ışığında nasıl görüyorsunuz?

Konu çok geniş bir yelpazede değerlendirilebileceği ve bu yazıda daha dar kapsamlı bir bakış açısı sözü verdiğim için ihtimallere değil, direk olarak; bakış açımızın nasıl olması gerektiği noktasına odaklanacağım.

Evet, bizler Müslümanız ve dine hizmet felsefesi ile yetiştirilmiş insanlarız. Yaşadığımız ihanetler, maddi ve manevi kayıplar, terk edilmişlikler, hırsız münafıkların ve yalakalarının bizlere reva gördükleri ölçüsüz ve aşırıya kaçan saldırılar ve iftiralar bizlerde derin ve tedavisi zor travmalar oluşturdu. Hepimiz yukarıda sıraladığım ve bizi biz yapan kimliklerimize dair artık her şeyi sorgular bir konuma geldik.

Tüm bunlara rağmen değişmeyen tek bir gerçek var. Hayatımızı tekrar düzene sokmak da travmalarımızın üstesinden başarıyla gelebilmek de aidiyet duygularımızı gelişen koşullara ve hicret diyarında bulunduğumuz yeni şartlara göre yeniden inşa etmek de yine bizlere düşüyor.

Ayağa kalkabilmenin ve küllerinden yeniden dirilebilmenin ön şartı öncelikli olarak içine düştüğün durumun bilincinde olmak ve onun sebep olduğu neticeleri kabullenmek, ümidini ve inancını kaybetmemek ve mevcut şartları iyi okuyarak yenilenme yöntemleri geliştirip ayağa tekrar kalkmaktır. Böyle bir dönemde kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik; sizi bu haksız durumların içine sokmuş olan cahil, hırsız ve münafık karakterli, iki yüzlü ve yalan söylemeyi bir ahlak haline getirmiş çirkef insanlar karşısında yenilgiyi kabul edip etmemeniz olacaktır. Mesela; böyle insanlardan oluşan az sayıda ama azgın bir grup karşısında hemen yenik düşüp kendi kimliğinizi sorgulamaya, iç enerjinizi yiyip bitiren üzüntülerin ve hayal kırıklıklarının bataklığında kendinizi nefessiz bırakmaya mantığınız ve gönlünüz razı oluyor mu? Her türlü mücadele imkânı hala elinizde iken, siz, ‘batsın bu dünya’, ‘her şey olacağına varır’, ‘benden bu kadar’, ‘artık hiçbir şey değişmez’ gibi cümleler kurarak köşenize mi çekileceksiniz? Veyahut da, ‘bulunduğum ülkede artık iyi bir yaşama ve gelir düzeyine ulaştım. Arada bir de ihtiyacı olanlara yardım ederim bu bana yeter, gerisi de umurumda değil’ mi diyeceksiniz?

Bunları genel geçer cümleler olarak yazmıyorum. Kendi dünyalarını bu tarz düşünce kalıplarının içine hapsetmeye başlamış çok sayıda insan olduğunu iyi biliyorum.

Namazımı kılarım, yardımımı yaparım, onun dışında da bu nankör millet veya cahil cühela Müslümanlar adına hiçbir şey yapmam, ya da yapılabilecek bir şey artık kalmadı vb. düşünce şekilleri ile düşündükçe hem dininiz ile hem de Allah ile olan irtibatınızı zayıflatacaksınız. Kendinize inşa ettiğiniz bu tarz küskün bir Müslüman kimliğini içinize sindirebiliyor musunuz?

Hem Türkiye dindarlığı hem de dünya Müslümanlığı son yirmi yıldır inanılmaz bir dünyevileşme ve kapitalistleşme yaşıyordu zaten. Geldiğimiz noktada, yaşanan travmaların da etkisiyle en eğitimli ve bilinçli Müslümanlar olarak sizler de kendinizi küskünlük kayığına atıp ümitsizlik nehrinde rafting yapmaya çıkarsanız az sonra hangi şelaleden ne kadar aşağıya düşeceğinizi kestiremezsiniz. İster görün ister görmeyin; kabul edin veya etmeyin ancak mevcut Müslümanlığın sizlerin temsil ettiğiniz İslami bakış açısına ve şimdiye kadar tesis etmeyi başardığınız kimliğe ihtiyacı var. Başkalarının bunu göremiyor olmaları, yalancı ampul ışıklarının peşinde bir sinek gibi anlık çıkarlar uğrunda uçuşup durmaları zaten tabiatları gereği doğal olan, yaşanması gereken bir süreç.

Unutmamamız gereken bir şey var: Bizler çoğu zaman, gerçek bir Müslüman nedir ve nasıl olmalıdır gibi sorular üzerine iyice düşünmüyoruz. “Bulunca yiyoruz, bulamayınca sabrediyoruz” diyen adama karşı “Onu Horasan’ın köpekleri de yapıyor (zaten)” diyen İbrahim Ethem gibi ben de sizlere soruyorum. Bir gün sizlere de “Allah’a nasıl hizmet ediyordunuz?” diye sorulduğunda neler diyeceksiniz? Tüm şartlar müsait iken, tehlikeler yok iken, maddi imkanlarımız varken, o rahat-kurumsallaşma imkanları da var iken dinimize hizmet ediyor; ama zulümler, soykırımlar, fişlenmeler, terörist iftiraları, ihanetler, nankörlükler ve sair korku ve tehlikeler var iken de hicret ettiğimiz rahat beldelerde kendimizi rölantiye alıyor; zalimleri daha da kızdırmamak adına susuyor, kendimizi saklayarak veya sadece niye bu hallere düştük diyerek etrafımızdaki insanları suçlayarak enerjimizi heba ediyor ve şartların tekrar düzeleceği günleri ‘sabırla’ bekliyorduk mu diyeceksiniz?

Evet! İslamiyet niye geldi? Bir Müslüman gerçekte neyin mücadelesini ve kimlere karşı verir? Amacı sadece temel dini vazifelerini yerine getirmek, iyi bir insan olmak ve fakirlere yardım etmek midir? İçinde bulunduğumuz yüzyılda Müslüman olmak ve İslam’a hizmet etmek ne anlama gelmektedir? Kapitalist sistem içinde veya zalim bir Müslüman liderin hüküm sürdüğü bir beldede Müslüman, kendini nasıl tanımlar ve tanımlamalıdır? Bu sorular üzerine hiç düşünüyor musunuz?

Peygamberler, sadece Allah’ı anlatmak ve unutulan bir tanrı kavramını insanlara yeniden hatırlatmak için değil; aynı zamanda yolsuzlaşmış, ahlaksızlaşmış ve zalimleşmiş toplumları yeniden inşa etmek için de gelmişlerdir. İnsanı, aileyi ve toplumu ahlaki temeller zemininde yeniden inşa ederek, dini ve adaleti toplum nezdinde yeniden hayata döndürmeyi asli gayeleri olarak belirlemişlerdir. Bir toplumda İslami bir hayatın yaşanabilmesi için öncelikle zeminin ona uygun olarak hazırlanması gereklidir. Bu da kalbin, nefsin ve vicdanın yetiştirilmesine odaklı; alttan üste bir yeşertme gayreti ile olur. İslamcı anlayışlardaki gibi üstten alta baskı ve zorlama yöntemleri ile olmaz. O nedenle de Peygamberler ve sahabeleri ‘aykırı’ tiplerdir ve hep inşa ediciler, mevcut (zalimleşmiş) sistemleri zorlayıcılar olarak ortaya çıkmışlar veya öyle görülmüşlerdir. Bu uğurda riskler alıp, projeler geliştirip, zamanın ihtiyaçlarına uygun eylemler gerçekleştirmişlerdir. Bugünün birçok Müslümanını alıp o zamanlara götürsek o Peygamberlere, “ya hu oturun oturduğunuz yerde, devlet ricalinize, atalarınızdan gördüğünüz usullere karşı niye bozgunculuk yapıyorsunuz” veya “hayal kuruyorsunuz! Bu, yoldan çıkmış toplumu siz mi düzelteceksiniz” tarzı şeyler söylerler. Oysa hayatları boyunca hep o eskinin cahiliye dönemi hikayelerini okuyarak ve birbirlerine anlatarak yaşamışlardır. Zaten Hz. Muhammed’i bile alıp bugünün Türkiye’sine getirseniz halihazırdaki yolsuz ve arsız Erdoğan rejimine muhalif olarak görüleceğinden, hemen “FETÖ” olarak linç edilmeye çalışılır ve bu halk da aynı sakızı çiğnerdi! Bu hiç değişmeyen insani hasletler o zamanlarda kabilecilik anlayışı ile izdivaç ediyordu. Şimdi ise daha derin bir maddiyatçılık, nefsaniyet ve daha şümullü ve saldırgan bir devletçilik ve ulusçuluk anlayışı ile kaynaşmış durumda. O dönemde itici güç olan örf ve âdet tapıcılığı bu dönemde lider ve ideoloji tapıcılığına büründü. Velhasıl Müslüman insan, sürekli olarak kısır döngü üreten bu zalimce dengeleri değiştirip; ahlak, vicdan ve adalet üreten salih bir döngü mekanizması tesis etmelidir.  

Kendinizi gerçek bir Müslüman olarak tanımlıyorsanız eğer, yaşadığınız soykırımlardan, maddi kayıplardan, hayal kırıklıklarından, küskünlüklerden hele de birtakım korku ve çekincelerden ötürü köşeye çekilmeniz doğru değil. Travmalarınızın üstesinden hızlı bir şekilde gelmeli, tekrar toparlanmalı ve dönemin şartlarını, yeni tekâmül ve terakki etmiş kimlikleriniz ışığında kendi lehinize şekillendirmelisiniz. Ortamı da dinin geleceğini de ülkenizin kaderini de cahil toplumu da o hırsız ve yalancı münafıklara bırakamazsınız ve bırakmamalısınız da.

Bu ülke artık düzelmez’, ‘adalet filan geri gelmez’, ‘bu hırsızlara hiçbir şey olmaz’ gibi faydasız ve gereksiz cümleler kurmamalısınız. Gerçek bir Müslüman olarak yapmanız gereken şey; gerekirse 30 yıllık bir çalışma gerektirecek bile olsa o gerekli şartları oluşturmak, gerçek adaleti tesis etmek ve o hırsız-yolsuz münafıklardan şimdiki zulümlerinin, işledikleri soykırımların ve irtikâp ettikleri tüm suçların hesabını adalet önünde sormaktır. Onları varlığınız ve duruşunuz ile hep korkutmalı, zamanı geldiğinde de onları mezarlarında bile rahat bırakmamalı ve gerekirse gıyaben dahi olsa yargılamalısınız. Gelecek nesilleri de zamanın unutturma özelliğine yenilmeden o uğurda yetiştirmelisiniz. Zaten zalim münafıklar zulümlerini zamana özellikle yayarlar ki mazlumların dirençleri kırılsın, hafızaları kaybolsun, umutları bitap düşsün ve gönülleri mücadeleden vazgeçsin! İşte bu nedenle, eğitimli ve bilinçli gerçek Müslümanlar olarak bu konuda vereceğiniz adalet ve eğitim mücadelesi sizlerin Müslümanlar olarak en temel göreviniz ve amacınız olmalıdır. Bu, “iyiliği emredip, kötülükten sakındırma” şeklinde öğrene geldiğiniz cihat ve “İlayı kelimetullah” metodunun günümüzde aldığı yeni formdur.

Namazımı kılarım’, ‘orucumu tutarım’, ‘yardımımı da yaparım; ama başka da yapacak bir şeyim yok’ derseniz bunun aynısını 1980’li ve 90’lı yılların laikçi zalimleri de sizlere zaten aynıyla söylüyorlardı ve size ancak öyle bir Müslümanlığı ve vatandaşlığı reva görüyorlardı. O tarz bir aşağılanmayı ve geriye gidişi sahiplenmek istiyor musunuz; yoksa yeni Müslümanı tanımlayıp, İslam’ın geleceğine dair ‘şimdi yeni şeyler söylemek’ lazım diyerek yeni projelerle ve bakış açılarıyla yola devam etmek mi istiyorsunuz?

Evet! Hem bulunduğunuz ülkelerde gelişeceksiniz; terakki ve tekâmül ederek serpileceksiniz hem de usulüne ve yöntemine uygun olarak Türkiye’ye dönecek, ardından da münafık zalimlerden adalet kılıcı ile hesap sorup ortada öksüz kalmış olan cahil topluma da sahip çıkarak onlara İslam’ın gerçek ruhunu öğretip yaşatacaksınız.

Siz bu idealler ile hayatınıza yön vermeye çalışırken de önünüze çıkıp size, “Hoca, hayal görüyorsun!” diyen lakayt, ümit ve duygularını yitirmiş, maddileşmiş ve hatta korkularını ‘rasyonalite’, ‘mantık’ ve ‘analiz’ pelerinleri altında gizlemeye çalışan, gönül ve hayal dünyanıza negatif enerji pompalayan o insanlardan da uzak duracaksınız ve sizlere kendi ümitsizlik serumlarından aşılamalarına asla müsaade etmeyeceksiniz.

Cemaat, Türkiye’yi Unutmalı mı?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

12 YORUMLAR

  1. 2014’ün üstünden 8 , 2016’dan ise 6 yıl geçmiş!
    İnsanlar yatarlarını yatıp çıkıyor.

    Ve birbirleri ile tekrar irtibat kurdular diye tekrardan içeri alınıyor.
    Arkadaş masal çağını geçmiş insanlara hala masal anlatıyor.
    Artık gelmeyecek bir geleceği beklemekten vazgeçin asıl işinize odaklanın diyeceğine enkaz kaldırma edebiyatı yapıyor.
    Yazının sonunda da ayarını vermeden de edemiyor.
    “lakayt, ümit ve duygularını yitirmiş, maddileşmiş ve hatta korkularını ‘rasyonalite’, ‘mantık’ ve ‘analiz’ pelerinleri altında gizlemeye çalışan, gönül ve hayal dünyanıza negatif enerji pompalayan o insanlardan da uzak duracaksınız ve sizlere kendi ümitsizlik serumlarından aşılamalarına asla müsaade etmeyeceksiniz.”
    birbirinin kopyası tuzu kuru kurtarıcılık edasından vazgeçin.
    *
    Elimize 300 yıllık bir örgütün içinden geçme fırsat verildi biz ne yaptık?
    Elimize yüzümüze bulaştırdık.
    Fantazi yaptık!

    • Tebrik ederim!
      Bu arkadaşlar hâlâ paralel evrende ve gerçeklerden uzak yaşıyorlar. En çok da “ … Türkiye’ye dönecek, ardından da münafık zalimlerden adalet kılıcı ile hesap sorup ortada öksüz kalmış olan cahil topluma da sahip çıkarak onlara İslam’ın gerçek ruhunu öğretip yaşatacaksınız.” sözüne güldüm.

      Ben gördüğüm manzaradan şunu çıkarıyorum. Doğru ya da yanlış şöyle düşünüyorum.

      Cenab-ı Hak “hizmet” adı altında içimizden bir kısım beyinsizlerin “nehy-i anil münker” adı altında yaptıkları işlerin cezasını verdi ve bizi cebr-i lutfi maddi manevi temizledi. Diğer cihetle de yine cebren hizmetin gitmesi gereken mecrasına ve yatağına çevirdi. Bu yeni dünyada da hizmet kendine layık matiyyeleri de bulacaktır. Allahuâlem bu yeni hadimler de Türkler olmayacaktır. Şimdiki mazlum ve mağdur muhacirler sadece bir dönem bir taşıyıcılık vazifesi görecektir. Çünkü bu millet böyle büyük bir fikrin ve medeniyetin banisi olamayacaklarını halihazırda ispatlamış durumdadır. Allah, dine hizmet için hiçbir millete mecbur değildir.

      Şimdi bu arkadaş tekrar Türkiye dönelim ve bu lağım çukurunu tekrar temizleyelim diyor ya ona güldüm.

      Evet geçmişi unutmayalım, hatalarımızı tespit edelim. Hatalarımız için tövbe edelim ve bunun faillerini de içimizde tutmayalım. Hakkımızın ve hukukunuzun peşinde olalım. Ama gözümüz ileride olsun. Artık arkaya bakmayalım. Hicret ettiğimiz veya kaldığımız yerlerde yerlerde kökleşmeye, adapte olmaya ve hâlimizle kendi rengimizi vermeye çalışalım.Yoksa Türkiye dönmek fikri bütün bu kaderi süreci anlamak demektir.

  2. Hizmet kurumlarının içinde Adalet tahsis ediliyor mu ki? başka yerlerden Adalet tahsisi bekliyorsunuz. O kadar badireler atlatılmış, o kadar sıkıntılar yaşanmış, Türkiye’den binbir zorluklarla kaçılmış…
    Elde olansa sadece;
    Türkiye’deki hataları ,
    Türkiye’deki zihniyeti,
    Türkiye’deki kafa yapısını gurbet diyarlarına taşımak olmuş.
    Bunu genellemek yanlış belki. Ben sadece kendi yaşadıklarım, gördüklerim, bildiklerim hakkında söylüyorum. Hizmet kurumlarında görev yapanlar ADİL, HAKKANİYETLİ,DÜRÜST olmadığı sürece
    ne bu zulüm biter, ne de istenilen kıvam elde edilir. Torpil desen var, adam kayırmacılık var, hak yemek var, gıybet var, yalan var, sadece kendini düşünme var, var oğlu var….

    Akpartililer kendi yandaşlarını doyuruyorlar.
    Hizmetteki kurumlarındaki yetkililerde aynı şeyi yapıyor.
    Akpartililer yalan söylüyor , gıybet ediyor.
    Hizmet içinde de yalan ve gıybettin bini bir para.
    Akpartililerde torpil var liyakatsiz insanlara makam var.
    Yurt dışında hizmet kurumlarında aynı şey var .
    Akpartililer hak yiyor.
    Kusura bakmasınlar ama hizmet içinde de hak yiyen çok insan gördüm, hâlâ da görüyorum.

    Yeni birşeyler söylemek lazım dediğiniz gibi, eskiye alışan kişiler (özellikle hizmet kademelerinde ve kurumlarında görev yapmış yetkililer) hâlâ ; Nato kafa Nato mermer.
    Yeni şeyler söyleyenleri ya anlamıyorlar,
    ya da anlamazlıktan geliyorlar.

  3. Bir süre Türkiye´ye uzaktan bakılmalı. İnsanlar bir tercihte bulundu, bırakın sonuçlarını iliklerine kadar hissederek yaşasınlar. Ayrıca zaten siz bir defa damgayı yemişsiniz, şu an ne sizi dinleyecek kulak, ne de sözlerinizi eleğinden geçirecek akıl var.
    Gerçek İslam, İslam´ın ruhu konusuna gelince. Bu konuda fikir yürütmek güzel de, iş pratiğe gelince değişiyor. Siz sanıyor musunuz ki, AKP´liler ne yaptıklarını bilmiyor? Her şeyi onlar da biliyor. Ama ortadaki para ve nimet o kadar büyük ki, her türlü ölçü, hassasiyet hemen unutuluyor.
    AKP´lileri indirin oradan, hem politikacısı hem yazarı en kısa süre içinde sizin söylediğiniz aynı şeyleri dile getirmeye başlar. İncil´de bir cümle geçer konuyu çok iyi özetleyen: İnsanın ruhu azmeder, ister, ama nefsi zayıftır.
    Peki bunun önüne nasıl geçeceksiniz? Hizmetin bu soruna bir cevabı var mı? “Onlar siyasal İslamcıdır, münafıktır, biz ise gerçek İslam´ı temsil ediyoruz” türü yaklaşımlar sergileniyor. Ama bunlar inandırıcı değil.
    Dünya görüşü noktasında, İslam anlayışı noktasında, Necip Fazıl, Abdülhamit hayranlığı noktasında, geçmişi yüceltme gibi daha birçok konuda hizmetin karşıdakilerden bir farkı yok.
    Demek istiyrum ki, problemin basit bir çözümü yok. Belki iş bir kültür işi, birey olma işi, insanların aklını kullanabilmesi işi, kuru kuru itaatçı bir mentalite ile yetiştirilmemesi işi…

  4. ” Devletin mali deniz…” … ” bana dokunmayan yilan bin yasasin” gibi bencilik kulturu ile yogrulmus bu millet layik oldugu sekilde yonetildi, yonetiliyor.
    Hizmetin en buyuk kerameti Allahin izni ve yardimi ile bu milletten genc yasta herseyi terkedip sibiryada, afrikada hizmet eden bireyler cikarmasiydi.
    Hizmet simdi de hapishaneleri tekkelere cevirerek ikinci bir keramet gosteriyor.
    Allah bir mucize ile insanlarin kalplerini duzeltmezse daha fazlasini beklememek lazim. Zira bu abartili beklentiler hayal kirikligina ve travmalara sebep oluyor.
    Kisaca insanlari once gaza getirip sonradan imanlarini sorgular hale getirmemeli….

  5. Sayın yazar a Ashabı Kehf -fûtüvvet meselesini derinlemesine araştırmasını tavsiye ederim. Her hadisenin hamli var ve reaksiyon verme şekli farklıdır.

  6. Yazar, Türkiye’ye kafayi öyle bir takmis ki, kanimca gözü Türkiye’den baska bir hizmet diyari görmüyor. Yasananlar yasandi ve yasaniyor. Illa Türkiye’ye geri dönmeliyiz ve bize bu acilari yasatanlardan adaletin elmas kiliciyla öcümüzü almaliyiz düsüncesi hakim yazilarinda. Ayrica bu dünyada sanki elinden tutulmasi gereken sadece Türk toplumu varmis gibi yaziyor. Bir de yine siyah-beyaz görüyor sadece: ya yan gelip yatarsin ve arada bir muhtaclara yardim edersin, ya da aslanlar gibi TR ye dönüp hizmet/mücadele edersin. Bu mudur yani? Bu kadar sig bir bakis acisi olamaz. Son paragraf tam bir hezeyan halini gösteriyor. Yazar, kendi fikrine katilmayanlara “lakayd”, “duygularını yitirmiş” ve “maddileşmiş” yaftasi vuruyor. Dünya Tr’den ibaret degil. Cocuklarimizi gercekten Türk toplumunun icine birakmak istiyor muyuz? Asil sorulmasi gereken soru su kanimca: Cocuklarimizi Avrupa toplumlarinda basarili olabilecekleri sekilde yetistirmek icin ne yapmaliyiz?

  7. ‘Peygamberler, sadece Allah’ı anlatmak ve unutulan bir tanrı kavramını insanlara yeniden hatırlatmak için değil; aynı zamanda yolsuzlaşmış, ahlaksızlaşmış ve zalimleşmiş toplumları yeniden inşa etmek için de gelmişlerdir.’ Su cumleyi kuran biri bence Hizmet’te degil Siyasal Islamcilar’in yaninda yer almali; yazar yanlis yere gelmis. Hizmet’i bitiren de bu cumledeki gorusun one cikmasiydi. Okul ac, imanli ahlakli insan yetistir; sana ne yolsuzluktan tiranliktan. Devlet miyiz biz. NGO sun sen, egitim hareketisin. Cemaatin mission description ini degistireceksen ben yokum tir mir arastiran bir dini harekette. Sonra neden 70 yasinda sarma saran teyzeyi iceri aldilar diye aglama. Sark kurnazi seni. Icimizdeki ahmaklar yuzunden basimiza gelmedik kalmadi hala bunlarin sacma ve tehlikeli tavsiyeleri promote ediliyor. Haykirmak lazim bunlarin suratina; iman ve Kuran hizmeti burasi, musbet hareket felsefesi.

      • Polis, savci, asker gibi mesleklerin cemaatlerle iltisaki buyuk problem. Devlet icinde devletlesmenin onu acilir. Anadolu insaninin kendi devletinde yer almasi tezi yanlisti ve coktu. Her okuldan heryere yerlesen olabilir bunda sikinti yok sikinti bu kisilerin haftalik takip edilmesi. Imanlari takviye ediliyordu demeyin gundemlerinin ne oldugunu bilen biliyor. Bunu hala savunmanin yasananlardan hic ders alinmadigini gosteriyor.
        Bana tirlarin abilerin talimatiyla aranmadigini ispatla ben de sana bu yolda devam edin diyeyim

  8. Burda hepsi birbirinden değerli ve acı gerçekleri ifade eden okurların yazılarını dikkate alarak yeni bir yazı kaleme alabilirsini… mesela bu kadar akıllı zeki kapasiteli bir cemaat yurt dışında neden organize olamiyor, önünde hangi engeller var, problemler neler ve çözüm yolları hakkında bilgilendirme yapmanızı tavsiye ederim

    Önce herkes bulunduğu yerden sorumludur, sonra uzaklara doğru yayılabiliriz. Türkiye Amerikadakiler ve Avrupadakiler için artık bam başka bir dünya. Hiç kimse çocuğunu Türkiyeye götürmeyeceği gibi Türkiyeden biriyle de evlendirmek istemez(yol arkadaşlarımız hariç)…
    Üstelik herkesin Türkiyeyi terk etme arzusununu her geçen gün şiddetli bir şekilde arttığı bir zamanda… Türkiye herşeçen gün daha da Lübnanlaşıyor, Lübnanlaşmak demek; içsavaş demek, terör demek, kaos demek..

    Allah bana Türkiyenin bekçiliğini vermedi, öyle bir vazifem yok.. 7/24 Türkiye yatıp Türkiye kalkanlar, Mekkeli müşrikler gibi vatanlarını tanrılaştırmış kişilerin durumu gibidir. başka tarifi yok….
    ilerde Eğer ortada bir devlet kalmışsa ki; ihtimal her geçen gün sıfıra yaklaşıyor, bir avukat tutarım düşüncesi kadar bir alaka yeterli Türkiye için.

    Esas vazifemiz organize olmak, bu güne kadar bu organizasyonsuzluk kaosuna sebep olan ve hiç üzerine bile almayan idareci arkaşlara Allah akıl fikir versin, öbür dünyada bunun nasıl hesabını ödeyecekler bilemiyorum, Bu kadar donanımlı bir cemaate bu kadar amatörlük yakışmıyor… Kamptan başlayarak bir yenilenmeye acil ihtiyaç var

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin