Ağlama, değmez bu gözyaşlarına

YORUM | AHMET KURUCAN 

Türk sanat müziğine aşina olanlar başlığı okur okumaz Zeki Müren’in sesinden dinlemeye doyamadığımız “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” nakaratı ile biten “Rüya gibi her hatıra her yaşantı bana, Ne bulduysa kaybetti gönül aşktan yana, Ömür çiçek kadar narin bir gün kadar kısa, Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına…” şarkısını hatırına getirmiş olabilir. Şairin güftesinde ifade ettiği mana ve muhteva ile benim okumaya başladığınız bu yazıya konu edeceğim mesele arasında dağlar kadar fark var. Söz konusu güfte ile kesiştiğimiz tek nokta belki “Her damla yaş oyuk oyuk iz bırakır kalbimde, Hayat şarap gibidir keder de var neşe de” beyti ile irtibatlandırılabilir. Zira biraz sonra yazacağım telefon konuşmasında muhatabımın söylediği hemen her cümle ve her damla yaş benim kalbimde oyuk oyuk iz bıraktı ve akıttığı gözyaşları bana bu yazıyı yazdırttı.

15 Temmuz cehenneminin alevinden ilk etkilenen ve saçma sapan gerekçelerle 6 ila 8 yıl hapis cezası alan insanlar artık çıkmaya başladı. Hemen her gün tam bir cinnet mustatili olan ülkemin değişik yerlerinden tanıdığım tanımadığım birçok insanın tahliye haberiyle uyanıyorum. Çok ama çok sevindirici olan bu gelişme aslında hala devam eden yeni gözaltı ve tutuklama haberleriyle üzüntüye dönüşüyor. Zira intikam hırsıyla yanıp tutuşan, tıpkı şeytan gibi varlığını kendisine muhalif olan insanımıza düşmanlık üzerine kurmuş ve onunla nefes alan bir canavar var karşımızda. Paralel bir evrende değil gerçeklerle yüzleşerek yaşayan hemen herkesin bildiği bu vakıayı şimdilik bir kenara bırakıp ben o telefon konuşmasına döneyim.

Özgürlüğüne kavuştuğu, eşi ve çocukları ile sarmaş dolaş olduğu ilk gün görüşmüştüm kendisi ile. Salahat ufkunun salih insanı diye nitelendirebileceğim o arkadaşım ile maziye doğru uzanan uzun hem de çok uzun bir birlikteliğimiz var. O gün kısaca konuştuk. Mütebessim çehresiyle arz-ı didâr etmiş ekranın öte yüzünde duran o arkadaşıma sadece “Geçmiş olsun!” sözüm ve gözyaşlarımla mukabele edebilmiştim. “Daha sonra konuşalım,” deyip kapattık.

Bir iki gün önce de işte o daha sonra dediğimiz gün gelmişti. Hayatından çalınan 6 yıl boyunca o dört duvar arasında neler yaptığını konuştuk. Vaktini nasıl geçirdiğini, insanlarla olan ilişkisini, okuduğu kitapları, yediği yemekleri. “Aklınıza ne gelirse!” denir ya halkımız arasında bu türlü durumlarda, evet işte o, aklınıza ne gelirse konuştuk.

Sıra günlük yaşamına gelmişti. En çok merak ettiğim kendisinin sokakta nasıl karşılandığı, o toplumda yaşayan ve hapis hayatı öncesinde yollarının kesiştiği insanlarla münasebeti nasıl oluyordu. En çok onu merak ediyordum. Evine geçmiş olsun dileğiyle gelen gidenlerden bahsetti önce. Gerçi kendisinin beklentisi ölçüsünde gelen giden olmadıysa da gelenlerin çokluğundan bahsetti. Bu kadarını bile beklemiyordum şahsen. Doğrudur yanlıştır bilemem ama demek ki korku dağları aşılmış izlenimi edindim. Zira ben bu kadar kalabalık bir grubun cadı avının bütün hızıyla devam ettiği günümüzde velev ki geçmiş olsun dileğiyle de olsa ziyarete geleceğine ihtimal vermemiştim. Sonra sokakları konuştuk. Alnı ak ve açık bir biçimde dolaştığı sokakları. Kimilerinin kendisi ile yüz yüze gelmemek için yolunu değiştirdiğini anlattı. Bakışlarını kaçıranlardan bahsetti. Yazık demekten öte bir şey diyemedim. Onlar namına ve insanlık namına utandım.

Sırada yazıya başlık yaptığım noktaya gelmiştik. Benim de tanıdığım insanları sordum ona. Hele birisinin adından bahsederken “Tükürdün mü suratına!” dedim. Durakladı önce. Ne demek istediğimi anlamadı ya da öyle bir planı olmadığı ya da hiç aklına gelmediği için şaşırdı ve duraksadı birkaç saniye. Ardından cevap verdi: “Hayır henüz görüşmedim. Eve de gelmedi. Ama görsem tükürmem herhalde.”

Kendisinin bileceği şey. Ama ben ömrümün geri kalan safahatında onunla nerede karşılaşırsam karşılaşayım yüzüne tüküreceğim. Beni benden daha iyi tanıyan o insana bu süreçte başkaları ile beraber olup arkamızdan her türlü iftirayı atan, yalanı bile bile söyleyen o kişinin süratine gerçekten tüküreceğim.

Fakat burada tuhaf bir şey oldu. Bana “Görsem de tükürmem” dedikten sonra ağlamaya başladı muhatabım. Şaşırdım. Bazı isimler vererek “şunlar” dedi. Gerisini getirmesine gerek yoktu. Anlamıştım. Yıllarca hemen her atmosferde beraber oldukları bu kişiler “Görsem de tükürmem” dediği şahsa nispetle kendisine daha yakın hissettiği insanlardı ve onlardan bir ses seda yoktu. Hatta aleyhte beyanları vardı bu 6 yıllık süreç içinde. Halbuki o, “Ben içeride iken onlar benim geride bıraktığım çoluk çocuğuma bakar. Onlar dışarıda ise ne gam ne de keder duyarım,” dediği dostları, arkadaşlarıydı. Fakat tam tersi olmuş. Gözyaşlarının sebebi de buydu. Ama o gözyaşlarının her bir damlası benim kalbimde şarkı güftesinde denildiği gibi oyuk oyuk iz bırakıyordu. Dayanamadım. “Değmez!” dedim.

Arkadaşım, kardeşim, dostum! Değmez. Değil yüzünün yanaklarını abdest almışçasına ıslatan o gözyaşlarının toplamına, bir tek tanesine bile değmez. Allah’ın ifadesiyle, “herkes kendi karakterine göre amel eder”. Sal engine gitsin. Bak bugünden sonra yeni bir hayata başlıyorsun. Mazinin kirini, pasını üzerinden silip geleceği planlayarak bugününü yaşayacaksın. Hayat geçmişe değil geleceğe doğru yaşanıyor malum. Bugününe ve geleceğine bak. Daha seçici ol bugünden sonra. Hayatını senden çalacak değil aksine hayatına anlam katacak, hayat enerjini tüketecek değil aksine artıracak kişilerle beraber ol vesselam.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Teselli verirken bile magduriyet edebiyatı, mağdurluğu övme! Bakalım daha kaç sene böyle devam edeceğiz. Birkaç sene önce yazarımızın da konuştuğu bir programa katılmıştım. Programdan sonra bir muhacir evet dedi ya biz gerçekten travma yaşadık, psikologluk halimiz varmış. Belki gerçekten öyledir fakat bu genelleme beni rahatsız ediyor.

    Bu bitmek tükenmek bilmeyen mağduriyet edebiyatı, insanımızı motive etmekten uzak. Evet diyor adam ya, mağdurum, travma geçiriyorum, velhasıl hizmet bekliyorum, hizmet vermeye hazır değilim.

    Bu sonsuz ve hem de ilahiyatçı eliyle yapılan mağduriyet edebiyatı bizi manipüle ediyor. Mağdur psikolojisindeki bi adam zalimle yatar, zalimle kalkar. Ben nerede yanlış yapmıştım, artık nasıl yapmalıyım demez.

    Bu alternatifi yokmuş gibi lanse edilen mağduriyet edebiyatı yeni şartlara adapte olmayı veya entegre olmayı engelliyor. İnsanlar yeni bir hayata başlamak için ihtiyaç duydukları enerjiyi bulamıyorlar, en kötüsü aktör olamıyorlar, inisiyatif alamıyorlar, geleceğin kurucuları arasında yer alamıyorlar.

    Bu mağduriyet edebiyatı ‘Hicret’ kavramını hayat felsefemizden sürüyor. İnsanlar ismen-cismen ‘muhacir’ ama fikren-manen ‘mağdur’. Nerede adını bilmedikleri diyarlara öğretmenlik yapmaya giden bıyıkları yeni terlemiş çiçeği burnunda öğretmenler, nerede yıllardır öğretmenlik yapmış muhacir öğretmenler.

    Bu mağduriyet edebiyatı insanımızı Alevileştiriyor. Adam cumayı unutuyor, mağdurum benim bayram neyime diye bayram namazını sallıyor, kimi cemaat fikrinde radikalleşiyor, kimi bundan böyle iyi bi insan olayım yeter diyor. Bu mağduriyet edebiyatı bitmezse şöyle bir 30 sene sonra Avrupa’da ışık evlerin ibadethane olarak kabul edilmesi için uğraş verirsek hiç şaşırmam.

  2. Sayın Hocam
    Dün evlilik anlaşmasından bahsederken bugün böyle bir konuyu yazmanız büyük başarı.
    Lütfen yanlış anlamayın ama acizane tavsiyem “haftada bir’ yazmanız. Çok yazmak sizin gibi kıymetleri sıradan hale getiriyor.
    Bence TR 724 yönetimi de “gazeteci” haricindeki kıymetli yazarlara sadece haftada bir yazdırmalı.
    Keşke yönetim demeden sevgili yazar büyüklerimiz de kendiliğinden bunu yapsalar.
    Uzaklardan selam ve dualarla
    Selamlar uzak diyarlardan.

  3. Her ne kadar teselli amacıyla, değmez deseniz de bunların hepsi birer travma ve hiçbir zaman gitmeyecek. Dolayısıyla konuşmak, ağlamak, bağırmak bu süreçte herkese iyi gelir. Mümkünse psikolojik destek almasını herkese tavsiye ederim. İmtihan evet ahirete bakan yönüyle ama bizim iç dünyamıza, sosyal hayatımıza bakan yönüyle bir soykırım yaşanıyor. Hayalkırıklığı, öfke, tükenmişlik gibi pek çok depresif duyguyu kokteyl yapıp yaşıyoruz. Dolayısıyla gerçeği kabullenmek lazım. Ağlama, değmez değil bence gel beraber ağlayalım demek sonra o duygularını yaşadıktan sonra geleceği kurmak en güzeli diye düşünüyorum.

  4. Düsünüyorum:
    Hemen hemen tamami her hafta sohbete katilip iman tazeleyen insanlar, baslarina bir musibet geldiginde senelerce kendilerine gelemiyorlarsa, dünyanin dört bir yaninda musibetlerin en dehsetlisini yasamakla birlikte hicbir zaman metafizik gerilime gecememis yüzbinlerce mülteci ne yapsin?

    Hemen hemen hepsi egitimli olan insanlar, Bati ülkelerine gelip de bedavadan dil dersi almalarina ve is-güc sahibi olana kadar gecim derdi yasamamalarina ragmen kendilerini toparlayamiyorlarsa, cehaletin kol gezdigi bir ülkeden fakirligin kol gezdigi baska bir ülkeye siginanlar ne yapsin?

    Birkac yil hapis yatip cikmis, parasi oldugu icin Yunanistana kacmayi basarmis, orada kendisi gibi düsünen insanlarla bir araya gelebilmis ve ardindan gelismis bir Avrupa ülkesine gelebilmis insanlar hala daha tükenmislikten bahsediyorsa, daah bomba sesleri duyulurken dünyaya gelmis, terörün icinde büyümüs, hayatini teneke evlerde gecirmis, icmeye dogru düzgün su bulamamis insanlar depresyonun hangi katmanlarinda yasiyordur, hangi öfke nöbetlerinde nefes aliyordur, su dünyayi yaksa yeri midir?

    Soykirim, peki tamam soykirim, nasisa o kavramin icine dahiliz. Iyi de biz soykirima ugruyorsak, Uygurlar neye ugruyor, Gazzedekiler neye ugruyor, bence onlar icin cok daha kuvvetli bir kavram kullanmaliyiz. Yoksa adamlarin ahi yutar bizi. Bu sükürsüzlük, bu atalet, bu sürekli beklenti icinde olma, bu oyuncagi elinden alinmis cocuk sizlanislari…
    Kimsenin magduriyetini kücümsemek degil amacim. Insan vardir, ince ruhludur, bi kelimede bütün bir ruhu soykirima ugrar, insan vardir, bütün dünyanin yükünü sirtina tasir. Peki öyleyse bu genelleme, yasadiklarimizin üzerine zevkle “magduruz” etiketi yapistirma, bunlar ne ola ki?

    Biz derdimizi sevmiyoruz, magduriyetimizi seviyoruz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin