Bir Pax Erdoğana mümkün mü?

Suriye Afrin | Fotoğraf: AFP

Yorum | Bülent Keneş

Galiba Türkiye’nin sadece kaos ve kargaşanın eksik olmadığı Ortadoğu’da değil, kendisini çevreleyen tüm bölgede ve hatta dünyada “düzen kurucu” olduğunu söyleyen ilk kişi, uydurduğu bu tarz afili ifadelere dönüp önce kendisinin inanmasıyla ve kendi havalı sözlerine mutlak gerçek muamelesi yapmasıyla meşhur Ahmet Davutoğlu’ydu.

Lübnan’daki BM Barış Gücü (UNIFIL) kapsamında kapasitesi artırılarak görev süresi uzatılacak Türk askeri gücü ile alakalı çıkarılacak bir tezkere vesilesiyle, 23 Haziran 2009 günü, dışişleri bakanı sıfatıyla Meclis’te yaptığı bir konuşmada, Davutoğlu küresel ve bölgesel barışa katkıda bulunmak amacı güden o dönemin Türk dış politikasının 3 ana stratejisini şöyle özetlemişti: 1) Krizlerin çıkmasını engellemek. 2) Kriz çıktığında ise olumsuz etkilerini hızla ortadan kaldırmak. 3) Krizlerle bağlantısız olarak düzen kurucu ve bölgede genel çerçeve içinde düzeni sağlayıcı misyonlar üstlenmek.

Davutoğlu “düzen kurucu” kavramını çok sevmiş olmalı ki, bu sözü aynı konuşmada tekrar be tekrar kullanmakla kalmamış, devam eden dışişleri bakanlığı döneminde ve takip eden başbakanlığı döneminde de sıklıkla gündeme getirmişti. 2011 yılına kadarki Türk dış politikasına bakıldığında, bölgesel istikrar ve uluslararası barışın tesisi konusunda Türkiye’nin yapıcı rolü elbette ki yadsınamaz. O dönemde Türkiye, birkaç istisna dışında, ya başkaları tarafından başlatılmış bölgesel ya da uluslararası barış ve istikrar çabalarını destekleyen ya da kendisi bizzat bu tür girişimler başlatarak, Davutoğlu’nun dediği gibi bir “düzen kurucu” olmasa da krizlerin ve sorunların çözümünde “kolaylaştırıcı” bir rol üstlenmiştir. 2011’den sonra ise, bir süreliğine daha hedefler ve söylemler aynı şekilde devam etmekle birlikte sahadaki eylemler tam tersi bir istikamete evrilmiştir.

IŞİD’ÇİLERE ÜNİFORMALAR GİYDİRİP TSK’YA SİLAH ARKADAŞI YAPTILAR

Peki, başlangıçta Davutoğlu’nun giderek kabaran ihtiraslarını da kapsayan, ama zamanla hoyratça kullanılmış adi bir peçete gibi buruşturulup kenara atılmasına yol açan, bugün ise tüm görünürlükleri itibariyle İslamofaşist bir karaktere bürünen despotik Erdoğan rejimi bu “düzen kurucu”luğun neresinde?

Dillerinden düşürmedikleri hamasete bakılacak olursa bölgeyi aşan bir “Pax Erdoğana” kurma havasındaki Erdoğan rejiminin eylem ve politikalarının bölgedeki ve dünya siyasetindeki karşılığı tam olarak neye tekabül ediyor?

Dünün IŞİDçilerine, el-Kaidecilerine, eli kanlı türlü yobaz sürülerine uyduruktan bir üniforma giydirip bin yıllık Türk ordusuna silah arkadaşı yapmasına rağmen, ancak aylar süren bir askeri harekattan sonra Afrin’in ele geçirilebilmesi zihin dünyalarındaki “Pax Erdoğana”ya giden yolun hangi durağıdır?

Bu soruların cevabına geçmeden önce “Pax” kelimesinin kaynağını ve bugüne kadar kimler için kullanıldığını şöyle bir hatırlatalım. Latince “barış” anlamına gelen bu kavram, ilk olarak Roma İmparatorluğu’nun aşağı yukarı 200 yıllık (MÖ 27 – MS 180) bir dönemi için kullanılmıştır. Roma İmparatorluğu’nun uzun soluklu istikrar dönemine “Roma Barışı” anlamında “Pax Romana” denilmiştir. Ancak bu kavram, mutlak anlamda barışı ifadeden ziyade izafi bir düzen kuruculuğu ifade etmektedir. Öyle ki, Roma yönetimi içerisinde kendi aralarında kavga eden rakip liderlerin ve eyaletlerin bazen zor kullanılarak barıştırılmasını da kapsamaktadır. Kavram daha ziyade, Romalıların komşu devletler ve kabilelerle savaşmaya devam etmelerine rağmen savaşın etkilemediği imparatorluğun iç eyaletlerindeki sükunet ve barış görüntüsünü tanımlamaktadır.

“Pax” kavramının sıfat olarak kullanıldığı ikinci büyük gücü ise Osmanlılar oluşturmuştur. Osmanlılar kendi devirlerini aşan savaş, hukuk ve yönetim tarzlarıyla geniş bir coğrafyada hakikaten bir “düzen kurucu” rolünü başarıyla oynamışlar ve “Pax Ottomana – Osmanlı Barışı” şeklinde adlandırılmayı bileklerinin hakkıyla kazanmışlardır. 16-17. yüzyıllarda geniş Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, dünyanın diğer bölgeleriyle mukayese edilmeyecek ölçüde bir istikrar, huzur ve düzen hakimdi. Osmanlı, gücünün doruğunda olduğu bu dönemde bütün Balkanlar’ı, Orta Doğu’yu, Kuzey Afrika’yı ve kısmen Kafkaslar’ı barış ve istikrar içerisinde bir arada tutmayı başarmıştır. “Pax Ottomana”, Fransız İhtilali’ni takip eden dönemde, özellikle de Balkan ve dünya savaşları esnasında büyük yıkımlar yaşayan söz konusu bölgelerde Osmanlı’nın tarihi geçmişini müspet hatıralarla anmayı amaçlayan tarihçilerin sıklıkla kullandıkları bir ifadedir.

PAX AMERICANA, PAX OTTOMANA’DAN FARKLI ANLAMLAR İÇERİYOR

Daha sonraları, özellikle denizlere hakimiyeti ile yükselen ve yine bu sayede sanayi devriminin ihtiyaçlarına cevap verebilmek üzere öncülüğünü üstlendiği sömürgeciliğiyle iyice güçlenerek üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluk haline gelen İngiltere için de kullanılmıştı bu ifade. İngiltere, 1815 Napolyon Savaşları’nın sonundan 1. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar dünyanın çok büyük bir coğrafyasında ifa ettiği “düzen kurucu(!)” rolüyle “Pax Brittannica – İngiliz Barışı” unvanını hak etmişti. Tüm zamanların en büyük imparatorluğu haline gelen İngiltere, özellikle donanma konusunda rakip tanımıyordu. Deniz hakimiyeti üzerinden tartışmasız bir dünya hakimiyeti kurmuştu. İleriki yıllarda ise, İngiltere’nin bu rolü ABD’ye miras kalacaktı.

Konunun uzmanları “Pax Americana – Amerikan Barışı”nın kısmen çöken “Pax Britannica”nın parçaları üzerine oturduğunu söylerler. Neticede tıpkı İngiltere gibi ABD de, kendisine etkinlik alanı olarak Kuzey Amerika, Orta Doğu ve Asya ülkelerini seçmişti. “Pax Americana,” II. Dünya Savaşı’nın bitiminden günümüze kadar geçen sürede Batı dünyasında süre gelen görece barış dönemini tanımlamak için kullanılmaktadır. ABD’nin dünyanın en büyük askeri ve diplomatik gücü haline geldiği döneme rastlayan bu rol, bir yönüyle, modern zamanların Roma İmparatorluğu rolü olarak da tanımlanmaktadır.

Osmanlı için kullanılma amacının aksine “Pax Americana” hem ABD’nin küresel siyasetini destekleyenler hem de bu siyasete hasım olanlar tarafından kullanıldığı için Roma, Osmanlı ve hatta İngiltere için kullandığı gibi tamamen pozitif çağrışımları olan bir kavram değildir. ABD’nin küresel alanda izlediği politikalara karşı olanlar, bir süper güç olarak ABD’nin tahakküm kurma siyasetini ve emperyalizmini eleştirmek için de bu kavrama sarkastik bir üslupla sıklıkla başvurmaktadırlar.

Öte yandan, “Pax Americana” da “Pax Romana” gibi görece bir barış dönemine karşılık gelmektedir. Her iki “barış” döneminde de savaşlar olmakla birlikte şartlar medeniyetin devamı ve tekamülü için nispi elverişliliğini hala sürdürmekteydi.

“DÜZEN KURUCU” DEVLETLERİN ORTAK ÖZELLİĞİ “BÜYÜK GÜÇ” OLMALARI

“Pax” sıfatıyla anılan güçlere bakıldığında hepsinin tek bir ortak özellikleri olduğu görülür. Evet düzen kurucu olmaya düzen kurucudurlar ama düzen kurucu olmadan önce dönemlerinin en baskın siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel güçleridirler de… Bir sanı veya kof hamasetle o ünvanı elde etmiş değillerdir. Tam tersine söz konusu ünvan, bu güçlerin eylem ve edimlerinin sonuçlarını tanımlamak için kullanılmıştır. Meseleyi, bu çerçevede, Erdoğan rejimi bakımından ele alacak olursak, aklımıza ilk gelecek olan “Pax Erdoğana” ya da “düzen kurucu” kavramları değil, “aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış” sözü olacaktır.

Pula dönen parasıyla; fırsatınI bulduğunda ülkeden kaçan işadamlarıyla; İstanbul başta olmak üzere tarihi ve tabii zenginliklerini yağmayla; gaspla, talanla, sat-savla, yalanla, kırk hokkabazlıkla ayakta tutmaya çalıştıkları ekonomisiyle; her fraksiyonu bir ötekisinin gözünü oymak için fırsat kollayan paramparça ordusuyla; en basit askeri araçları ve silahları işler halde tutabilmek için bile sabah akşam küfrettiklerine muhtaç bir savunma sanayiiyle; bin parçaya bölünmüş ve her bir parçası ötekilerinden nefret eden toplumuyla; kendi halkının bin yıllık şehirlerini bombalayarak yerle bir edecek, kendi insanlarından yüzbinlercesini açlığa mahkum edecek kadar insanlıktan çıkmış haliyle mi İslamofaşist Erdoğan rejimi en azından bölgede bir “Pax Erdoğana” kuracak?

Erdoğan rejiminin Türkiye’yi güçlendirmekte ve en azından bölgesinde “düzen kurucu” olma konusunda değil belki ama ülkenin siyasi, sosyal, hukuki ve ahlaki düzenini tarumar ettikçe aleme nizam verme hamasetini artırmada ve bu hamasete yandaş bulmakta son derece başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu maharetli ahmak avcılığına tav olanları, Erdoğan’ın yarattığı bu hayal aleminden uyandırmaya ne ceplerindeki paralarından olmaları, ne evlatlarının canlarından olmaları, ne de gün be gün emareleri beliren huzur ve istikrarlarından olmaları yetmeyecek gibi görünüyor.

LÜBNAN’DAKİ HİZBULLAH NEYSE ORTADOĞU’DAKİ ERDOĞAN REJİMİ DE O

Türkiye’nin, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) eş başkanlığı örneğinde olduğu gibi devletler oyununda kullanışlı bir maşalık rolü üstlenmiş Erdoğan’ın, görmemişlere has bir hevesle bu rolünü abartarak kendisini dev aynasında görmesinin elinden çekeceği daha çok şey var. Ülkedeki iyi kötü işleyen müesses nizamı tarumar edip yerine ancak ayrıştırdığı, hasımlaştırdığı kitlelerin birbirlerine karşı nefretlerini koyabilen Erdoğan mı başka beldelere barış ve huzur getirecekmiş? Fanatizmlerini iyice bileyerek silahlandırdığı radikal İslamcı güruhların üniformalı ya da üniformasız, resmi ya da sivil serseriliklerini düzen kurmak gibi sunarak “kurucu baba” rolleri kesen bir şarlatanın tüm müesseseleri ve bütün değerleriyle birlikte kendi ülkesini yerle bir ederken başka ya da daha geniş bir coğrafyada düzen kurucu olmasını beklemek abesle iştigal ya da su katılmamış bir ahmaklık değil midir?

Elbette ki, şöyle ya da böyle bir “Pax Erdoğana” mümkün değildir. Görgüsü, tecrübesi, gücü ve kapasitesi kendi ülkesinde bile iyi kötü bir düzen kurmaya ve hatta var olan bir düzeni sürdürmeye yetmezken (burada elbette ki en zayıf, en paçoz rejimlerin bile kolayca gerçekleştirebileceği kendi halkına zorbalıkları ve katliamaları kastetmiyorum) daha geniş bir coğrafyada “düzen kurucu” olmaya girişmek şayet tescilli bir yalan ya da palavra değilse, emin olun ki boş bir hevestir, kof bir hamasettir.

Bu şartlar altında Erdoğan rejiminin mevcut ulusal, bölgesel ve uluslararası pozisyonunun neye benzediğine dair bir örnek vermek gerekirse, bu örneği farklı bir maslahatla da olsa girişte bahsettiğimiz Lübnan’dan verebiliriz. Tüm müktesebatını masaya yatırdığımızda İslamofaşist Erdoğan rejiminin, bölgesel ve uluslararası alanda olsa olsa ancak Hizbullah’ın Lübnan’da oynadığına benzer bir rolü oynayabileceğini söyleyebiliriz.

Malumunuz İran’ın Suriye’den destek alarak 1980’lerden itibaren Lübnan’da semirttiği Hizbullah, zaman içerisinde ülkede hatırı sayılır bir siyasi, ekonomik ve askeri güce erişmeyi başardı. Ancak bu başarısına rağmen, Lübnan’ın demografik ve sosyo-politik karakterinden ötürü, Hizbullah’ın dış destekli bu güç temerküzü hiçbir zaman ülke siyasetinde “düzen kurucu” olabilme düzeyine ulaşamadı. Aynı sebeplerle bundan sonra da ulaşamayacaktır.

PAX ERDOĞANA DEĞİL, ŞER ODAĞI YA DA ŞER REJİMİ

Ancak, yine de bu durum Hizbullah’ın Lübnan’ın kaderindeki belirleyici rolünü hafife almamızı gerektirmemektedir. Çünkü Hizbullah, Lübnan’da kendi tercihleri çerçevesinde bir düzen ve istikrar kurma kapasitesinden mahrum olsa da kendi iradesi ve tercihleri hilafına oluşacak herhangi bir düzeni ve istikrarı bozmaya yetecek bir kapasiteye de fazlasıyla sahiptir. Yani Hizbullah’ın Lübnan’da istikrar kuracak bir gücü yoktur ama lehine olmayan her istikrarı bozabilecek kapasitesi fazlasıyla vardır. Bu bakımdan Hizbullah’ı hesaba katmayan ve onu tatmin etmeyen herhangi bir planın orta ve uzun vadede Lübnan’da hiçbir işe yaramayacağını o ülkenin realitelerine vakıf olanlar iyi bilir.

Dünyanın herhangi bir yerinde işe yarar ve sürdürülebilir bir istikrar ve düzen kurma kapasitesi veya kabiliyeti bulunmayan Erdoğan rejimi de aynen Hizbullah gibi yapıcı özellikleri ile değil, ancak yıkıcı özellikleriyle varlığını hissettirebilen ve bu yolla kendisinin de hesaba katılmasını sağlamaya çalışan, yani herkesin şerrinden emin olmaya çaba harcamak zorunda kaldığı bir güç haline gelmiştir.

Bu rejime, bölgedeki ve uluslararası alandaki yıkıcı yansımaları itibariyle, isterseniniz ülkemizdeki klasik ifadesiyle “şer odağı” diyebilirsiniz. Ya da uluslararası ilişkiler literatüründe bu tür rejimleri tasvirde kullanılan “evil state – şer devleti” olarak da tanımlayabilirsiniz.

Burada, başına musallat olduğu kendi ülkesini yaşanmaz hale getiren, son olarak Kosova örneğinde gördüğümüz gibi el attığı her yerde huzuru kaçıran, hemen yanıbaşında alevlendirdiği yangınla dünyanın iki dev gücünü savaşa tutuşacak noktaya taşıyan, düzen ve istikrar bozuculuğu, huzur kaçırıcılığı Ortadoğu’dan Balkanlara, Afrika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Amerika’ya uzanan korkunç bir kötülük rejiminden bahsediyoruz.

Ama ne yazık ki, şeytandan rol çalmak şöyle dursun şeytanın pabucunu ters giydirme mahareti olan Erdoğan rejimininin nelere mal olacağını başta Türk halkı olmak üzere dünya kamuoyunun önemlice bir kısmı hala anlayabilmiş değil ya da anlamak istemiyor. Öyle görünüyor ki, Erdoğan rejiminin kendileri, dünya ve insanlık için nelere mal olacağını çok acı tecrübeleri bizzat yaşamadan da anlamayacaklar gibi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Boyle bir ideali onlar icin tartismak bile onlara kiymet vermek olur. Dertleri kendileri, dertleri pacayi kurtarmak (bu dunyada), kapali bir toplumda olabildigince yasamak, mumkun olmadigi anda kacmak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin