Demirtaş’ın savunması ve strateji hatası

Demirtaş | Foto: AFP

Yorum | Erhan Başyurt

Selahattin Demirtaş, Türkiye’de siyaset yapan isimler arasında kıvrak zekası ve hitabet kabiliyetiyle takdir ettiğim bir isim.

Cumhurbaşkanı adayı olarak aldığı yüzde 13, onun oy potansiyelinin HDP’de olduğu için sınırlı kaldığının delili.

Genel kanaat, ‘CHP’de lider olsaydı, iktidar alternatifi olabilirdi’ şeklinde. Kişisel kanaatim de bu yönde…

***

Seçilmiş bir milletvekili olarak tutuklanmasını, siyaset yapmasının önünün kesilmesini yanlış buluyorum.

HDP Eş Başkanı olduğu halde tutuklanması, dokunulmazlığın kaldırılmasına ‘şuursuz’ destek veren CHP’nin eseri.

Ki bu hata bizzat CHP’yi de vurdu ve Enis Berberoğlu düzmece iddialarla, üst mahkemenin bozma kararına rağmen halen tutuklu.

Diğer CHP vekilleri üzerinde de bu hatalı karar ‘Demokles’in kılıcı’ gibi bir baskı unsuru olarak dolanıyor.

***

Demirtaş, farklı ve azimli bir siyasetçi olduğunu, tutuklu bulunduğu cezaevinde resim yaparak ve şiir, hikâye yazarak da gösterdi.

Saz çalıp, türkü de söyleyen kabiliyetli bir isim…

***

Demirtaş’ın duruşması nihayet başladı.

Savunması, haksız ithamlara karşı dik duran bir mağdur portresi ortaya koyuyor.

***

Demirtaş, hakkında nasıl bir siyasi infaz kararı olduğunu savunmasındaki ‘fezleke birleştirme’ oyunuyla ortaya koyuyor:

‘23 no’lu fezleke dahil olmak üzere 31 no’lu fezlekeye kadar 9 fezleke; gözaltı ve tutuklama tarihim 04/11/2016.

9 fezleke 9 ayrı şehir veya bölgede; kimi 4 yıl, kimi 5 yıl, kimi 3 yıl, kimi 1 yıldır soruşturmaları devam eden fezlekeler bunlar. Hiçbiri yetkisizlik kararı vermemiş.

Çünkü konuşmanın yapıldığı yer örneğin Kızıltepe, örneğin Bingöl, Batman. Dolayısıyla oranın Cumhuriyet Savcıları yetkili oldukları için soruşturma açmışlar. Hepsi de ağır ceza bölgeleri. Ağır ceza mahkemeleri de var. Ağır ceza soruşturması yürüten cumhuriyet başsavcılıkları da var.

Fakat soruşturmalar tutuklanmama 4 gün kala, 2 gün kala, 3 gün kala ve 1 gün kala yetkisizlik kararlarıyla Diyarbakır’a gönderilmiş…’

***

Demirtaş, siyasi yargı tuzağını şu tespitleriyle daha da net ortaya koyuyor:

“Şimdi, 6‐8 Ekim olayları olarak bilinen 31 no’lu fezleke, onun hikayesi bu kadar basit değil. Kısa birkaç şey var. Okuyayım neler yapılmış bir görelim:

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/500 sayılı soruşturması ile soruşturma başlatıyor, yıl 2014. 6‐8 Ekim’den yaklaşık bir ay sonra soruşturmayı başlatıyor. Bizimle ilgili fezleke 2016 yılının üçüncü ayında düzenleniyor. Bu arada Türkiye’nin değişik şehirlerinde 6‐8 Ekim ile ilgili soruşturmalar sürüyor. Bizim hakkımızda değil olaylar hakkında, başta failler hakkında. Batman, Trabzon, İstanbul ve daha birçok şehir. Buralarda mahkemeler ve savcılar, özellikle savcılıklar yetkisizlik kararı alarak dosyayı Ankara’ya gönderiyor ve bütün Türkiye genelinde gerçekleşmiş 6‐8 Ekim olayları ile ilgili Ankara’da toplanması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına dosyalar gönderiliyor.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, ‘ben yetkili değilim’ diyor, ‘herkes kendisi yürütsün soruşturmasını’ diyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğu kesin olmak üzere Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesi karar alıyor. Diyor ki Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, gelecek bütün 6‐8 Ekim dosyalarını ‐ bizim dosyamız değil dikkatinizi çekerim, başka zanlılar hakkındaki dosyaları‐ Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı birleştirecek, soruşturma tek elden yürütülecek diyor.

Bu arada Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da bir 6‐8 Ekim soruşturması yürütüyor, kendisi de bir yetkisizlik kararı verip Ankara’ya gönderiyor. Ankara kabul etmiyor. Bakın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 6‐8 Ekim ile ilgili ‘ben yetkili değilim’ dediği dosyayı Ankara’ya gönderiyor, Ankara kabul etmiyor, Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi kesin olmak üzere Ankara’nın yetkili olduğuna karar veriyor. Dolayısıyla Diyarbakır’daki 6‐ 8 Ekim dosyası Ankara’ya geliyor. Orada biz de zanlıyız.

Daha sonra ne oluyor bakın, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tutuklanmamıza dört gün kala yetkisizlik kararı veriyor. Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin kesin kararı var ‘yetkili sensin’ diyor. Başsavcılık buna rağmen yetkisizlik kararı veriyor, Diyarbakır’a gönderiyor. Tutuklanmama dört gün var. Normalde yetki meselesi çözülmüş, iki tane ağır ceza mahkemesi kararı var ortada. Boğazlıyan ve Ankara Batı Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı var. Ankara geri gönderiyor Diyarbakır’a, diyor ki ‘yetki sendedir, sen soruşturacaksın’.

Tuhaflığa bakın. İddianamemi hazırlayan Savcı Kurtça Eker diyor ki tutuklanmama üç gün kala, ‘hayır ben yetkili değilim, daha önce verilmiş bir karar var sen yetkilisin’. Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını hatırlatarak, geri gönderiyor. Aynı gün yani Diyarbakır’ın karar verdiği gün savcılığı yeniden karar veriyor, ‘hayır sen yetkilisin anlamıyor musun’ diyor. Bu kez ‘ha anladım’ diyor. Kabul ediyor, iki tane ağır ceza mahkemesinin kararına rağmen dosya bu kadar gidip geliyor, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 6‐8 Ekim dosyasını bu iddianameye koyuyor ve soruşturmayı yürütüyor.

Bu şekilde 9 fezleke. Bariz bir şekilde siyasi iradenin iktidarın müdahalesi, çünkü başka şekilde koordine edilemez. Başsavcılık nasıl işliyor biz de biliyoruz. Koordinatör başsavcı diye bir şey yok ki. Dolayısıyla herhangi bir savcı da ‘ben koordinatörüm’ diye görev üstlenemeyeceğine göre birileri tek tek bu savcıları arayıp dosya Diyarbakır’da birleşecek, hepiniz yetkisizlik kararı verip Demirtaş’ın dosyalarını Diyarbakır’da tutuklamaya etkili olabilecek şekilde birleştireceksiniz. Bu kadar net…”

***

Harika şekilde, nasıl bir kumpasla karşı karşıya olduğunu somut delillerle ortaya koyuyor, Demirtaş.

Demirtaş bununla da yetinmiyor. İlgi çekici bir ayrıntı daha veriyor savunmasında, diyor ki:

“4 Kasım akşamı benimle birlikte 15 milletvekili arkadaşımız, Eş Genel Başkanımız Sayın Figen Yüksekdağ da dahil olmak üzere evimiz basılıp, adeta kaçırılarak alınırken, plan zaten yapılıyordu. BİZ BUNLARI BİLMİYOR DA DEĞİLİZ. Ben 12 yıllık milletvekiliyim, 8 yılım eş genel başkanlıkla geçti. Devlette, hükümette ne oluyor, neler koşuluyor iyi biliyoruz.

BANA YÖNELİK OPERASYON 6 EKİM AKŞAMI (Kobani olaylarının yıldönümünde). Ama benim bir yurt dışı programım vardı, 5’inde yurt dışındaydım, operasyon ertelendi. Hatta operasyonu planlayanların fırça yediğini de biliyorum, ‘niye yurtdışı yasağı koymadınız’ diye. Ben bile bile, CEZAEVİNDE GİYECEĞİM ORTOPEDİK AYAKKABIYI DA SATIN ALARAK TÜRKİYE’YE DÖNDÜM, bir süre sonra evim basıldı, milletvekili arkadaşlarımla birlikte gözaltına alındım.

Şimdi, bu aşamaya geldik tabii. Mahkemeniz bu yetkisizlik konusundaki hukuk skandallarıyla ilgili dosyaları birleştirebilirdi. Suçun alt ve üst limitini artırmak, kaçma şüphesi oluşturmak kendince ve işte ifadeye de gelmedin deyip, 150 yıl istenen biriyle ilgili tutuklama yapılması normaldir algısı oluşturmak. Buydu. Bu bir siyasi operasyondu. Ve savcılıklar bunların parçası oldular…”

***

Demirtaş, adil bir yargılama yapılmadığını, savunma hakkına saygı gösterilmediğini de aynı şekilde net ifadelerle ortaya koyuyor.

“Geçen celse iddianame eklerine dair bana bir CD tebliğ ettiniz ve bunu cezaevinde incelemem üzerine cezaevine yazı yazdınız. Cezaevinde de karar alındı. Haftada iki gün ikişer saatten 4 saat bilgisayar kullanma izni verildi.

Fakat CD’yi açtığımda şöyle bir şeyle karşılaştım: 11772 sayfa ek belge var. Sadece bana tebliğ edilen. O günden bu yana dosyaya dahil olanları belirtmiyorum. Haftada 4 saat cezaevinde bilgisayarla evrakları okuma hakkım var. Ortalama bir hızla okursam, sadece okursam; inceleme değil, birbiriyle ilişkilendirme, bağlantı kurma değil; sadece haftada 4 saat bu belgeleri okursam ortalama bir hızla 5 yıl 4 ayda okumayı bitirebiliyorum. Bana tutuklandığımdan 15 ay sonra tebliğe edilmiş belgeleri cezaevinde bu koşullarda okumam tam 5 yıl 4 ay sürüyor.

Benim okumam için de 5 yıl 4 aylık süreye ihtiyacım var. Doğrusu bu aşamada içimden şu talepte bulunmak geliyor: Tutukluluğumun devamına karar verilsin, 5 yıl 4 ay sonraya da gün verilsin, okuyayım, geleyim savunmamı yapayım. Çünkü iddia makamı sonuçta beni o delillerle suçluyor. Hangi delil hangi olayla bağlantılı, hangi fezlekenin veya hangi suçlamanın delili hangi klasörde, hangi sayfada? Bütün bunlar kapsamlı bir çalışma gerektiriyor. Tutanak’a geçsin diye söylüyorum. Şu konuda da samimiyim; mahkemeniz bana 5 yıl 4 ay süre veriyorsa tutukluluğumun devamına da karar verip 5 yıl 4 ay sonraya gün verirse hiçbir gün tutukluluğuma itiraz etmeden geleceğim, burada savunmamı da yapacağım. Bu konuda samimiyim, tutanaklara geçsin…”

Demirtaş, 8 saat okunsa 6 ayda bitecek bu delileri, hakkında 3 ayda iddianame hazırlayan savcılık makamının da mahkeme heyetinin de okumamış olduğuna dikkat çekiyor…

***

Demirtaş bir hukukçu olmasının verdiği birikimle, akla ve mantığa hitap eden harika bir savunma yapıyor.

***

Ancak savunmasının ilerleyen kısımlarında, yukarıdaki dik duruşa yakışmayan bir ‘strateji hatası’ yapıyor.

Şöyle ki, tüm bu fezlekelerin ‘FETÖ kumpası’ olduğunu, hazırlayan savcı ve dinlemeleri yapanların tutuklu olmasıyla izah etmeye çalışıyor.

Benzer bir izahı, Güneydoğu’da sivillere yönelik ağır insan hakları ihlalleri yapılan ‘hendek operasyonları’ ile ilgili de öne sürüyor.

Demirtaş’a göre, hendek operasyonlarını yapan komutanların hepsi de tutuklu ve hatta Semih Terzi öldürüldü…

Demirtaş’a göre, FETÖ’nün amacı ‘Çözüm Süreci’ni baltalamaktı…

***

Bu savunma akla yatkın mı?

Diyelim ki, gerçekten o fezlekeler ‘FETÖ kumpasıydı’… Peki o fezlekeleri bugün birleştirenler, hakkında tutuklama kararı verenler ve hatta kendisini hücreye mahkum edenler de mi FETÖ’cü?

İşin gerçeği şu, o dönem siyasi talimatla hareket edenlerin yerini bugün tam siyasi bağımlılar almış durumda.

Demirtaş, o gün siyasi olarak gözaltına alınamadı ama bugün yine aynı siyasi irade tarafından alınıyor.

Her iki dönemde de siyasi irade aynı olduğu halde, geçmiş hukuksuzluklar için siyasileri sorumlu görmemek, ancak bugün için görmek tam bir tutarsızlık.

***

Aynı şekilde, ‘hendek operasyonu’ için ‘güvenlikçi FETÖ’cüler’ suçlaması yöneltip, bugün Afrin’e yapılan operasyonu siyasi iradeye bağlamak da tutarsız.

İktidar, söz konusu dönemde Çözüm Süreci’ni her şeye rağmen sürdürdü. Hatta Çözüm Süreci ile ilgili koruyucu yasalar çıkardı.

Güvenlik bürokrasisinde de o zamanlar istediği gibi değişiklik yaptı.

Siyasi iradenin o dönem izin vermediği hiçbir şey, bugün olduğu gibi yapılamazdı, yapılmıyordu.

Şimdi, geçmişte yaşananlar için aynı iktidarı aklayıp, şimdiki yaşananlar için iktidarı suçlamak da tutarsız.

***

Gelelim gerçeğe, Demirtaş neden tutuklandı?

3 net sebebi var.

Birincisi, PKK’nın sürece rağmen silahı bırakma yönünde irade göstermemesi.

İkincisi,  Demirtaş’ın da savunmasında ‘yanıldığını itiraf’ ettiği ‘hendekler’… PKK’nın bir taraftan silah bırakmazken diğer taraftan da şehir yapılanmaları ile Çözüm Süreci’ni istismar ederek, kurtarılmış bölgeler oluşturma girişimi…

Üçüncüsü, belki de en önemlisi, Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ açıklamasıdır. Unutmayın ki, Çözüm Süreci’nin bitirilmesi 7 Haziran’da iktidarın aldığı yenilginin ardından gerçekleşti ve oyları artırdığı için de şiddeti artırılarak devam edildi.

***

Demirtaş’ın, adı gibi bildiği bir gerçeği, iktidarın Kürt hareketi gibi tamamen hukuksuz zulmüne maruz kalan bir gruba yüklemeyi tercih etmesi ve rüzgarı arkasına almaya çalışması kanaatimce hatalı bir stratejidir ve bu yolla sonuç alınması da hayaldir.

Bu yaklaşım, gerçek failleri aklamakta onlara daha fazla zulüm yapma imkanı sağlamaktadır.

***

Takdir ettiğim bir siyasetçi olarak Demirtaş’ın, dik duruşu ve zekası ile de ters düşen ‘mağdurlara bir tekme de benden’ tarzı bir savunma girişimi hatalı olmuştur.

Demirtaş’ın, tutuklu tüm vekillerin ve siyasi talimatla hapse atılan tüm diğer tutukluların mümkün olan en kısa sürede serbest kalmasını temenni ediyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Demirtasin bu f..o salvosuna girmesinin, zeka ve idrakiyle bagdasmadigi acik.
    Muhtemelen icerden cikabilmenin bir yolu olarak gordu veya onerildi; cikinca cemaate saldirmada ittifak sartiyla yakinda salabilirler.

  2. ERHAN BEY TESPİTLERİNİZE AYNEN KATILIYORUZ….
    Her şeyden önce şu cemaatı dört yıldır araştırmama rağmen tam manası ile düşmanlarını/mühaliflerini ÇÖZEBİLMİŞ değilim.
    Neden mi?
    Birincisi düşman olmayan yok….
    Böyle bir garabet görmedim.
    MHP lisinden tutunda, yeni korulan ve evvela fetöcü ittihamına maruz kalan sonra düşman kesilen Meral AKŞener`in Yeni Partisine kadar tümü cemaate düşman. Selahattin Demirtaş`ın muhalif ve suçlaması, duruşu/konumu itibari ile en hafifidir.
    Çünkü ne diyor?
    -Hendek operasyonlarını yapan komutanların hepsi tutuklu ve hatta Semih Terzi öldürüldü…
    Sırf bu yüzden cemaatı suçlaması normal fakat yersiz ve eksik.
    Cemaat ideolojisinden dolayı hdp`yi, bu duruma düşmeden zaten sevmiyordu ve ak parti ile birlikte ve hatta bir adım önde hareket ediyordu.
    Bunu kabul etmek lazım.
    Fakat bugün tüm yaşananlardan sonra cemaat beş yıl öncesinin gücüne de ulaşsa gene Kürt`lere ve Kürt hareketlerine hiç karışmaz ve özerklik hatta bağımsızlıklarına dahi RIZA gösterecek. Yani çözüm sürecine karşı yada karşı gibi gözüken cemaat YEDİĞİ HAKSIZ TOKATLARDAN dolayı, ideolojisine dahi bakmadan kürtlerin tüm HAK TALEBLERİNE olumlu bakar artık.
    İlahi adalet, (hendek gibi saçma-sapan yollara başvursada) kürtlere yapılan zülümleri kabul etmedi ve bu zülmü yapanları yada rıza gösterenleri (cezaevlerindeki askerlerin tümünün cemaatçı olduğuna inanmıyorum) cezaevine gönderdi, dışarıda kalan siyası iradeninde bundan sonra ne yapacam diye uykularını kaçırdı.
    Parantez içi söylüyorum: zülme uğramaları bende çok büyük üzüntüye sebep olan cemaate gönül üyesi olan veya olmayan tüm mazlumlar, başlarına bu müsibetler gelmeseydi kürtlere AKP eliyle yapılan bugünkü zülümleri destekliyor olacaklardı. Tıpkı ifade etttiğiniz gibi hendek meselesinde siyası iradenin talimatı ile cemaat mensubları o operasyonları yaptığı gibi bugünde Afrin operasyonuna destek olacaklardı.
    Ama başlarına bu zülümler geldiği için bundan sonra
    bir kısım cemaatın ne milliyetçilikden gelen taasubu,
    nede dine dayandırdığı kürt fobisi kalmadı artık.
    Kısacası kendi türkçü ve dindaşlarından gördüğü zülüm ile KÜRTLERİN NE KADAR ZÜLME uğradığını artık fark etti.
    Bugün cemaat mensublarının malları ve özgürlükleri dinci, tarikatçı, nurcu, adnancı, faşist, köminist, kemalist, ulusalcı, ergenekoncu ve daha ne varsa tümü tarafından gasbedildi ve yağmalandı.
    Bakın büyük harflerle yazıyorum: AKP NIN HAZİRAN SEÇİM YENİLGİSİNDEN SONRA AFRİN OPERASYONU DAHİL 20.000 DEN ÇOK KÜRT TERÖRİST ADIYLA ÖLDÜRÜLDÜ. ŞEHİRLERİ YANİ MALLARI YERLE BİR EDİLDİ. İşte kaçabilen bir avuç cemaat mensupları kürtlerin maruz kaldığı bu zülmü görmüyorlar….
    Halbuki Cenab-ı Allah böyle bir SOSYAL DEPREMLE kürtlerin yüz yıldır maruz kaldığı zülmü göstermek istedi. Hatta Türkiyede yaşayan insanları cezalandırdı.
    Ve aralarına ASLA TAMİR EDİLEMEYECEK ayrılıklar, kinler soktu. Tabiki Türkiye halkının yıllardır ELLERİ İLE YAPTIKLARININ neticesidir. Yoksa Allah kimsenin arasına ayrılık sokacak değil.
    Bu günden sonra kürt, türk, cemaatçı, dindar, dinsiz herkese adalet ve eşitlik istemeliyiz.
    Bakın nasıl ki, birinci dünya savaşı ile müslümanlara zülmedildi ve bu zülmedenler yirmi yıl sonra ikinci dünya savaşı ile birbirlerini yediler, aynen öylede bu AKP ve yandaşları ilahi adalet gereği çok kısa bir süre sonra birbirlerini YİYECEKLER.
    Yaşayıp göreceğiz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin