Anayasa Mahkemesi kapatılacak mı?

YORUM | NEVİN ERDEM

Süleyman Soylu’nun Anayasa Mahkemesi’ne yönelik tehdit ve eleştirilerine, önce Devlet Bahçeli’den ardından da Erdoğan’dan destek geldi. Bahçeli, Anayasa Mahkemesi’nin son dönemlerdeki kararlarının “sancılı ve sakat” olduğunu, bu mahkemenin darbe dönemlerinden kalmış “küflü pranga”lardan biri olduğunu iddia etti. “Yeni baştan yapılandırılmalıdır” dedi.

Erdoğan da Bahçeli’nin sözlerine atfen, “Parlamento bu konuda AYM ile ilgili yeni yapılanmaya giderse yeni adım atarsa seve seve ben de buna katılırım,” dedi. 

Soylu’nun ilk anda bireysel çıkış gibi gözüken sözleri, Bahçeli ve Erdoğan’ın da dahil olmasıyla sistematik bir operasyonun başlangıcı haline dönüştü.

Anayasa Mahkemesi’nin 1962 yılında kuruluşu, Türk hukuk tarihinin önemli kilometre taşlarından biridir. 

Mahkemenin temel görevi, Anayasa’ya uygunluğun yargısal denetimini yapmaktır. 

58 yıllık tarihi boyunca oldukça kritik konularda, önemli kararlar vermiş; 25 siyasi partiyi kapatmış, çok sayıda kanunu iptal etmiştir. Bazı kararları sert şekilde eleştirilmiş, bazı kararları alkışlanmış; bazen özgürlük alanlarını genişletmiş, bazen daraltılmasını onaylamıştır.

2010 yılındaki referandum sonucunda bireysel başvuru hakkının getirilmesiyle birlikte, Anayasa Mahkemesi bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunup, standartlarının yükseltilmesinde çok daha önemli, hayati bir konuma yerleşti.

Mahkeme, kendisini hızla geliştirerek bu yeni konuma ciddi ölçüde adapte etti. Bireysel başvuru yoluyla birçok hak ihlalini tespit ederek, bu ihlallerin giderilmesine yönelik kararlar verdi.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne 1999 yılında resmen aday ülke olarak kabul edilmesi, 2004 yılında Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin başlamasına karar verilmesi, 2010 yılında bireysel başvurunun kabulü, hem bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması hem de mahkemenin etkinliğinin artması noktasında önemli olaylardır.

Anayasa Mahkemesinin bireysel hak ve özgürlüklerin korunması ve standartlarının yükseltilmesine katkısı artarak devam ederken, halkın bir anda geldiğini düşündüğü, iktidarın ise oldukça hazırlıklı olduğu anlaşılan 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı. Darbe bahanesiyle Türkiye’de, Anayasa Mahkemesi dahil tüm kurumların temel kodlarıyla oynandı.

Bu öyle bir kodla oynamaydı ki adaletin temsilcisi Themis, adeta paralı bir askere dönüştü.

Anayasa Mahkemesi bir anda varlık gayesini, bağımsızlığını, tarafsızlığını, hukukun üstünlüğünü unutarak, iktidarın politikaları doğrultusunda hareket etmeye başladı. İktidarın fişleme listelerinde isimleri bulunan mahkeme üyelerini, Prof. Dr. Erdal Tercan ve Dr. Alparslan Altan’ı, ihraç etti.

Ne Tercan’ın ne de Altan’ın dosyalarında suç işlediklerine dair en küçük bir delil vardı: “Sosyal çevre bilgisi” gibi absürt bir gerekçeyle, Tercan ve Altan’ın suçlu olduklarına karar verdiklerini ilan ettiler!

Hukuksuzluğun bir sınırı var mı? Bu karara bakılırsa, yok gibi!

AİHM, Alparslan Altan’ın dosyasını inceledi ve tutuklandığı sırada dosyasında en küçük bir delil olmadığını 16 Nisan 2019’da tespit etti.  Ama Altan hala bir cezaevi hücresinde!

Anayasa Mahkemesi’nin iki üyesinin, diğer üyeler tarafından hukuka açıkça aykırı şekilde ihraçları, darbe teşebbüsüyle başlayan, halen devam eden, ne zaman biteceği de belli olmayan bu kapkaranlık hukuksuzluk döneminde, Anayasa Mahkemesi’nin yeni fonksiyonunun iktidarın politikalarını meşrulaştırma olduğunu göstermektedir.

Kendi üyelerine acımasız bir hukuksuzlukla saldıran bir heyet, başkaları için hukukun üstünlüğünün nasıl güvencesi olabilir?

Nitekim, mahkeme bu kararından yaklaşık iki ay kadar sonra, milyonlarca kişinin hak ve özgürlüklerini ihlal eden düzenlemeler içeren OHAL KHK’larının iptali istemiyle CHP tarafından açılan davada, OHAL KHK’larını inceleme yetkisinin bulunmadığı yönünde karar verdi.

Bu kararın kabaca anlamı şudur: İktidar bir OHAL KHK’sı ile isterse Anayasa’nın tüm hükümlerini değiştirebilir. Vatandaşların her türlü hak ve özgürlüklerine müdahale edebilir, TBMM’yi kaldırabilir, rejimi değiştirebilir!

Peki öyleyse, Anayasa Mahkemesi’nin varlık gayesi nedir?

Mahkeme, iktidarın hukuksuzluklarına meşruiyet yaratmak kaygısıyla daha da ileri gidiyor: 4 Haziran 2020 tarihli, Hakim Yıldırım Turan’la ilgili kararında, AİHM kararlarının Türk mahkemeleri açısından bağlayıcı olmadığını ifade ediyor.

Ulusal yasalar, Anayasa ve AİHS’deki açık hükümler karşısında, AİHM kararlarının bağlayıcılığı konusunda en küçük tereddüt bulunmamaktadır. Ancak tarihinde ilk kez, yarısı hukuk fakültesi mezunu olmayan üyelerden oluşan Anayasa Mahkemesi, AİHM kararlarını tanımıyor.

AİHM’nin kararlarından istediğime uyarım, istediğime uymam diyor!

Paşa gönlüm nasıl isterse yani!

Gelinen aşamada artık ne AYM için AİHM ne de AİHM için AYM vardır aslında.

Bundan sonra AİHM’nin yapması gereken, Anayasa Mahkemesi’nin AİHM’ye başvurmak için tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olmadığına karar vermektir.

Bu açıkça gözüken, kaçınılmaz bir sondur.

Nitekim Avrupa yargı birlikleri başkanları da Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olmadığını açıklayarak AİHM’ye çağrıda bulunmuşlardır.

Anayasa Mahkemesi’nin çok nadir olarak iktidarın taraf olduğu davalarda verdiği hak ihlali kararları, bu kaçınılmaz sondan kaçma hamlesidir.

Karşılaştırma yapmak tartışılabilir; ancak, iktidar tarafından, AİHM’ye yapılacak başvuruları geciktirmek amacıyla kurulduğu açık olan OHAL Komisyonu dahi her yüz başvurunun sekizinde olumlu karar vererek, görüntüyü kurtarmaya, etkin bir mekanizma olduğunu göstermeye çalışmaktadır.

Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği birkaç hak ihlali kararına bakıp da sanki bağımsız, tarafsız, bireysel hak ve özgürlüklerin güvencesi bir mahkeme varmış ve bu mahkeme kaldırılmaya çalışılıyormuş gibi bir algıya kapılmamak gerekir.

Soylu, Bahçeli ve Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’ne yönelik saldırılarını, herkesin gördüğü yukarıda sözü edilen kaçınılmaz sonu geciktirmeye, engellemeye yönelik taktiksel sözler olarak değerlendirmek akla daha yatkındır.

Hukuku çiğneyerek iki üyesini ihraç eden, 4 yıldan daha uzun bir süre hücrede tek başlarına kalmalarını izleyen, AİHM kararlarını açıkça yok sayan, temel olarak iktidarın politikalarını meşrulaştırıcı kararlar vermeye odaklanan bir mahkeme olan Anayasa Mahkemesi, bugün itibariyle, üzerinde Anayasa Mahkemesi tabelası asılı olan bir binadan ibarettir.

Bundan dolayı Soylu, Bahçeli ve Erdoğan’ın tartıştığı şey, içinden adalet çıkarılmak suretiyle boşaltılmış olan bir binanın yenilenmesi tartışması olarak da görülebilir. Oysa Anayasa Mahkemesi binası zaten yenidir.

İhtiyaç olan şey, bina değil adalettir; bağımsız ve tarafsız bir şekilde hukukun üstünlüğünü sağlamayı varlık gayesi edinen hakimlerdir, mahkemelerdir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. AHM, “OHAL KHK’larını inceleme yetkisinin bulunmadığı yönünde karar verdi. Bu kararın kabaca anlamı şudur: İktidar bir OHAL KHK’sı ile isterse Anayasa’nın tüm hükümlerini değiştirebilir. Vatandaşların her türlü hak ve özgürlüklerine müdahale edebilir, TBMM’yi kaldırabilir, rejimi değiştirebilir!”
    Kamuoyunun, yıllardır uyutulduğu uykudan uyanması, kendisine oynanan oyundan kurtulması için çok iyi anlaşılması gereken müthiş bir tespit.
    Çok teşekkürler hakime hanım…

  2. Aym işte o verdiği karar ile kendi kendini kapattı zaten. Daha da kapatmaya gerek yok. Onlar da ‘demokrasi’cilik oyunu oynuyorlar. Hakimmis gibi davranıp hele cüppe giymeleri yok mu? Trajikomik…

  3. ihraç olduğum ilk gün aihm e dava açamazmıyım diye sorduğum bi tanıdığım “avrupa, iktidar güçlüyse iktidarı, iktidar zayıfsa vatandaşı tutar, ordan birşey çıkmaz” demişti. 4 yıl sonra gelinen nokta ortada. Aym – aihm aynı pisliğin farklı renkleri.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin