Amaç ganimet miydi?

YORUM | VEYSEL AYHAN

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları- 23) 

Hz. Ayşe’nin Medine’ye hicretle ilgili şöyle bir ifadesi vardı: “Evs ve Hazreç arasında 120 yıldır süren savaş, Allah’ın, Rasulullah’a (sas) bir armağanıydı. Rasulullah geldiğinde (Yesrib ahalisi) gruplara bölünmüş, ileri gelenleri öldürülmüş veya yaralanmışlardı. Allah, onların İslam’a girmesiyle Elçisine lütufta bulunmuş oldu.”

Bu tür tevafuğa Hz. Bedüzzaman, “iktiran” diyor. Antroplolojik bir tespit de denebilir. Benzer bir “iktiran”ı erken dönem fetihler için de diyebiliriz.

“7. yüzyılın başında Sasani (2. Hüsrev) ve Bizans (Heraklius) orduları birbirlerine korkunç darbeler indirerek zayıfladılar ve böylece Müslümanların işini kolaylaştırdılar. Ayrıca her iki imparatorlukta, iç zorluklar zayıflamalarını artırdı. Heraklius için dini güçlükler, Sasaniler’de idari karmaşa vardı… Birkaç yenilgiden sonra tehlikenin büyüklüğünü anladıklarında vakit çok geçti.

Mezopotamya’da yaşayan Arami halk, Bizanslılar tarafından eziyet görmekte idi. Araplar buraya yerleşmek için gelmişlerdi. Bu yüzden Müslüman fatihler düşmanlık görmeden karşılandılar. Bir yıldan biraz fazla süre içinde İyaz bin Ganem Kufe’den Musul’a kadar Müslüman hakimiyetini kurdu.” (İslam’ın Yayılış Tarihi, Prof. Dr. Robert Mantran)

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Prof. Dr. Suat Yıldırım, Arap dünyasında yayınlanan Hira Dergisi’nden çok önemli bir değerlendirme aktarıyor, dikkatle okuyalım:

“Roma İmparatorluğunun sekiz asırda aldığı kadar toprağı Müslümanlar seksen yılda aldı. Avrupalılar M.Ö. 4. asırdan M.S. 7. asra kadar Doğuyu köleleştirdiler. Bu siyasi, ekonomik, dini, kültürel istiladan o ülke halklarını Müslümanlar kurtarırken, onlar hiçbir zaman Müslümanlara karşı savaşmadılar. Bilakis Müslümanlarla beraber olup işgalci Sasani veya Bizans ordularına karşı savaştılar. O süper güçlerle aynı dine inanmalarına rağmen Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta hep aynı şey cereyan etti…

Bu ülkeler hürriyetlerine kavuştuktan sonra Müslümanlar onları dinlerinde serbest bıraktılar. Öyle ki fütuhattan bir asır sonra o halklardan İslâm’a girenlerin nisbeti yüzde 20’yi geçmedi. Daha sonraki asırlarda İslâm, din özgürlüğü yaşatırken, istilacı Avrupa kuvvetleri, Müslümanlara karşı ordular harekete geçirmiş, oralarda yaşayan gayrimüslimleri aleyhte kışkırtmaya çalışmışlardır. Bu hususta Müslümanlardan başka gayrimüslim tarihçilerin de tanıklıkları vardır. Mesela, Mısır patriği Bünyamin, Bizanslılardan kaçıp 13 sene saklanmıştı. Mısır fatihi Amr İbnu’l As onu hürriyetine kavuşturdu, halkına iade etti. Onu karşıladığında kendisine kiliseleri ve cemaati hakkında teminat verdi, hatta kendisi için dua etmesini istedi. Hıristiyan ahali onu istikbal ederken, Müslümanların fütühatının, Mısır Hıristiyanlarına zulmeden Bizanslılara ilahi bir ceza olduğunu terennüm ediyorlardı. Mısır kiliselerini ve manastırlarını Rumların istilasından kurtardı. Fakat o binaları cami yapmadı, Hıristiyan cemaatlerine geri verdi.

“Şunu söylemekte hiçbir mübalağa yoktur: Doğu Hıristiyanlığının bekası, Müslümanların müsamahası ile mümkün olmuştur.” (Prof. Dr. Muhammed İmare’nin makalesinden özetlenmiştir. Hangi hoşgörü? Yeni Ümit, Prof. Dr. Suat Yıldırım)

“Müslüman fatihler tarihin bu vetiresinde ve karşılarındaki düşmanın içinde bulunduğu bu toplumsal, dinî ve siyasî şartlarda birer kurtarıcı gibi çölün derinliklerinden kadim ve büyük medeniyet ve kültürlerin hüküm sürdüğü İran, Bizans ve Afrika üzerinden İspanya’ya geçme başarısını gösterdiler. Batılı tarihçiler de zaman zaman itiraf eder ki, çoğunlukla feodal beylerin ve dinî sınıfların baskısı altında bunalan bölge halkları adeta Müslüman fatihleri davet etmiş, şehirleri ve fethedildiğinde ciddi bir mukavemet göstermeksizin teslim olmuşlardır.

Müslümanlar da bir ülkeye girdikleri zaman, ilk olarak oranın maddi ve ekonomik hayatını yeniden düzenlemekle işe başlarlardı. Hz. Ömer’in Irak’ı ele geçirdikten sonra (636) savaş sonucu alınan toprakları ‘fey’ statüsüne sokup eski sahipleri elinde bırakması ve toprağı işlemeleri karşılığında yerli halktan makul bir vergi olan ‘harac’ almakla yetinmesi, sonraları bütün fetihlerde izlenen temel bir politika durumuna geçti. Bu uygulama, gerçekten, yüzyıllar boyu soyluları ve toprak sahiplerinin mülkünde neredeyse karın tokluğuna çalışan kadim dünyanın köylülerinin hayatında köklü bir devrimdi. Toprağın mülkiyetini (rakebe) devlete, ondan işleme karşılığında yararlanma (intifa) hakkını köylülere devreden bu yeni toprak siyaseti kolayca tahmin edileceği gibi feodaliteyi temelden yıkmaya yetiyordu.

Geçmişte Sasani ve Bizans soylu sınıfların ağır baskısı altında yaşayan bölge halkları ve din müntesipleri bu yeni devletin haklı, adil ve yerinde taleplerini seve seve kabul ediyorlardı.” (Din ve Siyaset, Ali Bulaç)

“Erken dönem Fetih hareketleri” Hz. Ebu Bekir dönemiyle birlikte iki ayrı cepheye ayrıldı, genişledi, Hz. Ömer döneminde inanılmaz hız kazandı. Suriye, Irak, İran ve Mısır fethedildi. Horasan aşıldı, Maveraünnehr’e varıldı.

“Aslında İslâm, müntesiplerine, şunu-bunu kendi inanç sistemlerini kabul etmeye zorlamak veya ikrahta bulunmak için değil, aksine insanları böyle bir baskıdan kurtarıp, onların akıl ve mantıklarına seslenerek, hür iradeleriyle yeni bir seçimde bulunmaya uyarma esprisiyle gelmiştir.” (Ruhumuzun heykelini dikerken, Fethullah Gülen)

Cihadın esprisi buydu. “Erken dönem Fetih hareketleri” bu amaçla yapılıyordu. Amaç ganimet elde etmek, gidilen toprakları işgal değildi.

Peki niye böyleydi ve böyle olmalıydı?

“Ganimet için fetih ve savaş haramdır, ama haklı ve adil bir savaşın sonunda elde edilen ganimet helaldir. Sonuç sahih amacın yerine ikame edildiğinde hükümlerde içkin bulunan maksatlar ve hikmetler tersine döner; Allah’ın muradı ve rızasının yerini, insanların -bunlar Müslüman olsa da- iktidar hırsları, güç gösterileri, şan ve şöhret tutkuları, teşhirci hastalıkları alır…

Kur’an-ı Kerim, cihada çağrı yaptığında ‘Allah için (fi sebili’llah)’ kaydını koyar. (Saf, 10-12) Yani herhangi bir durumdan dolayı savaşılacaksa, bu sadece ‘Allah yolunda’ ve O’nun koyduğu ‘hudutları gözeterek’ olmalıdır. Böyle olunca ganimet için cihad olmaz; inanmayanlara dini zorla kabul ettirmek, kişileri ve toplumları dinlerinden vazgeçirmek, ülkeleri işgal etmek, toplumların yer altı ve yerüstü kaynaklarına el koymak, bir hanedanın, bir devletin, bir kişi veya zümrenin şan ve şerefi, iktidarı, cihan hakimiyeti için yapılan bütün savaşlar cihad değildir. Cihad, Allah yolunda ve Allah’ın rızası için yapılacaksa, adaleti tesis etmek, baskıları sona erdirmek, mazlumları korumak için yapılır ki, bu gaye ile yapılan cihadların sembol cümlesi Allah’ın isminin yüceltilmesidir (İ’lây-ı kelimetullah): ‘Kim Allah’ın kelimesinin yücelmesi için savaşırsa o, Allah yolundadır’.” (Ebu Davud, Cihad, 24) (Medine Sözleşmesi, Ali Bulaç)

Peki fetihler bu saffetini devam ettirebildi mi?

Sonraki yazı: Ganimet için fethe ‘dur’ diyen halife…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. İlk fetihlerde niyetlerin ne kadar düzgün olduğu tartışmasız. Ama bir yeri fethettikten sonra, orayı adalet ile yönetecek kadar bilgi sahibi ve devamlılığı sağlayacak kadar tecrübe sahibi nasıl olunmuştu. İnandığı değerlerden taviz vermeden çalışan bir topluluk inşa etmek zorlardan zor.

  2. Super bir baslik super icerik . Evet amac ilay i kelimetullah bunun yontemi adalet i mutlaka olmus. Muslumanlarin idrakini cenabi hak arttirsin elindeki hazinenin farkina vardirsin insallah.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin