Savcılar 12 yıldır dosyanın etrafında dolaşıyor (12. Yılında Dink Cinayeti-6)

YAZI DİZİSİ | ADEM YAVUZ ARSLAN

Dink Cinayeti’nin hukuki süreci ve iddianame safahatına dair gelişmeleri irdeleyeceğim bu bölümü yazarken Yargıtay’ın Malatya Zirve Cinayeti ile ilgili kararı geldi. Yargıtay’a göre Malatya Zirve Cinayeti’nde ‘terör’ ve ‘örgüt’ yokmuş. Yani ‘internet kafe de oyun oynayan liseli gençler, din elden gidiyor gidip iki misyoner öldürelim’ demiş ve gidip üç Hristiyan misyoneri vahşice katletmişler!

Dink Cinayeti ile Malatya Zirve Cinayeti aynı projenin parçalarıydı. Tıpkı Dink Cinayeti’nde olduğu gibi Zirve Cinayeti’nde de ortamı ısıtmak için ‘azınlık ve misyonerlik karşıtı’ söylem şişirildi. Zaten muhafazakar bir kent olan Malatya’da misyonerlik karşıtı konferanslar, mitingler, programlar yapıldı. Hatta Türkiye’yi adım adım gezip misyonerlik karşıtı mitingler yapan BTP Genel Başkanı Haydar Baş cinayetten bir hafta önce Malatya’da konferans vermişti. Cinayetin faillerinden Emre Günaydın ifadesinde “misyonerlik tartışmalarından etkilendiğini, ders vermek gerektiğini” söylemişti.

Böylece Ergenekon-Erdoğan ittifakı bir cinayetin daha üstünü kapattı. Oysa ki Dink Cinayeti gibi Malatya Zirve Cinayeti’de, planlaması Ankara’da yapılan, çok iyi kurgulanmış, içinde jandarmanın MİT’in aktif olarak rol aldığı örgütlü bir yapının işiydi. Mesela Zirve Cinayeti’nin azmettiricisi olarak tutuklanan Varol Bülent Aral’ın MİT’in haber elemanı olduğunun resmi belgesi bile vardı. Fakat Dink Soruşturmalarında olduğu gibi burada da asıl bakılması gereken yerlere bakılmadı ve konu bir kaç liseli gencin üzerine yıkılarak kapatıldı. Bu yazı dizisinden sonra bu konuya dair bir özet yapmayı düşünüyorum.

Gelelim Dink Cinayeti’nin hukuki serüvenine. 12 yıllık süreç ‘bir cinayet nasıl aydınlatılmaz’a göre yürütüldü. İlk iddianame sadece tetikçilerle sınırlı kaldı. Politik gündeme göre ‘üst akıl’ ve ‘hedef’ değişti. Gelinen noktada iş ‘Cemaat’e yıkıldı’.

SEDAT PEKER’İN MAHKEMEDEKİ TARİHİ TANIMI

Son dönemin popüler isimlerinden, iktidar muhalifi herkesi ölümle tehdit eden, ‘kan banyosu’ yapmaktan bahseden ve bizzat Erdoğan tarafından sırtı sıvazlanan Sedat Peker, faili meçhul cinayetlerle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında Kasım 2011’de savcı Hakan Yüksel’e 4.5 saat ifade verdi. Sedat Peker ifadesinde 1990’lı yıllarda Kürt işadamlarının ölüm emrinin MGK tarafından verildiğini duyduğunu söyledi. Peker ayrıca “ “Zaten o dönem herkes bu cinayetlerin kimler tarafından işlendiğini de çok açık biliyordu” dedi. Yani Kürt işadamları cinayetlerinin arkasında MGK’nın bulunduğunu ‘işin içinden birisi’ olarak açıkça söylüyor Sedat Peker. Üstelik ‘bu herkesin bildiği bir gerçek’ diyerek savcılara ‘siz bilmiyor muydunuz?’ demeye getiriyor.

Bu ifadeyi hatırlatmamın nedeni şu;

Türkiye’de bazı husumetlerin, projelerin MGK eliyle yapıldığı bilinmesine rağmen Dink Cinayeti’nde soruşturmalar bu konulara hiç eğilmedi. İçişleri Bakanlığı müfettişleri, Başbakanlık Müfettişleri, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurumu müfettişleri ve savcılar.. ‘Diş geçirebildikleri’ yere yoğunlaştılar. Oysa ki Rakel Dink daha ilk gün ‘bir bebekten katil yaratan karanlık zihniyet’ derken ‘husumeti üreten, Dink’i hedef yapan kurumları’ işaret ediyordu. 12 yıl geçti ama hala oralara hiç bakılmadı.

DİNK GÖSTERE GÖSTERE HEDEF YAPILIYOR

Önceki bölümlerde Ankara ve Trabzon’da yapılan ‘hazırlık’ sürecine dair detaylı bilgi vermiştim. Bu aşamada İstanbul’da yaşananları özetleyeceğim çünkü cevabını aradığımız bir çok sorunun cevabı aslında önümüzde duruyor.

Malum olduğu üzere Hrant Dink’in yayın yönetmeni olduğu Agos Gazeesi 6 Şubat 2004’te Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni olduğuna ilişkin iddiayı manşet yaptı. 15 gün sonra Hürriyet Gazetesi, 21 Şubat 2004’te bu iddiayı manşete taşıdı ve ortalık karıştı. Ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı sert bir açıklama yaptı. Hrant Dink’i doğrudan hedef alan açıklama işaret fişeği etkisi yaptı. Dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun MİT İstanbul Bölge Başkanı’na Hrant Dink’in uyarılması talimatını verdi. ( Bir haber üzerine MİT ve Genelkurmay devreye giriyor. Yani ‘devlet’ işi üzerine almış oldu)

İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör, MİT’in ‘terörden sorumlu daire başkanı’ Özel Yılmaz ve memur HS, Dink’i valiliğe çağırıp ‘uyardı’. Dink’in 13 Şubat 2004 tarihli yazısından bir bölüm Mehmet Soykan ve Recep Taner isimli vatandaşlarca suç duyurusuna dönüştürüldü. Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan başvuruda “Türklüğe ve aziz Türk milletine hakaret, isyana ve teröre teşvik, kışkırtma ve bölücülük” suçlaması yapıldı. Hemen akabinde Türk Ortodoks Kilisesi tarafından Dink hakkında “Ermeni Kimliği Üzerine – Türk’ten Kurtulmak” ve “Ermeni Kimliği Üzerine – Ermenistan’la Tanışmak” başlıklı yazıları nedeni ile ayrıca suç duyurusunda bulunuldu.

Bir takım kişi ve kuruluşlar ‘tek tip dilekçelerle’ Hrant Dink hakkında suç duyurularında bulunmaya başladılar.

26 Şubat’ta Levent Temiz önderliğinde bir grup Agos önünde protesto yaptı. Bir hafta sonra da “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran bir grup Agos’un önündeydi. Normalde çok yavaş olan yargı Dink olayında inanılmaz hızlı davrandı. 16 Nisan 2004’te Hrant Dink ve Karin Karakaşlı hakkında “Türklüğü aşağılama” suçlaması ile iddianamede düzenlendi.  7 Ekim 2005’te Şişli Dink Hakkında mahkumiyet kararı çıktı. Karar temyize gitti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 1 Mayıs 2006’da kararı onadı. Onama kararına yapılan itiraz da 11 Temmuz’da jet hızıyla reddedildi.

Dink’in afişe edilip hedef yapılması projesi tam gaz sürüyordu. Dink’e ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ten ayrıca dava açıldı. 14 Temmuz’da Reuters’e verdiği bir demçten sonra “Türklüğü aşağılama” suçlamasıyla yeni bir dava açıldı. Yargılamının yapıldığı Şişli Adliyesi protestolara sahne oldu. Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz gibi isimler mahkemeye gelip tehditler savurdu. Hatta Adliye binası içinde Dink’e yönelik fiziki saldırı girişimleri bile oldu. Dink’e yönelik medya da yoğun bir eleştiri furyası başladı.

Agos Gazetesi’de tepkilerin hedefindeydi. Bursa’dan Ahmet Demir (Bu arada Ahmet Demir, Yeşil’i istihdam eden emniyet müdürünün adıydı. İlginç bir mesaj verme şekli) mektup gönderdi. Mektupda “Açık ilandır: Hrant Dink, oğlunu, seni ve Sarkis Seropyan’ı bir daha hiç konuşamamak üzere susturacağız. Önce oğlunu. Cesedini Ankara çıkışındaki jandarma bölgelerinin birinden alacaksın. Gestapo Türk.” denilmiştir. Bu mektup üzerine Dink’in avukatları savcılığa başvurdular.

İstanbul’da herkesin gözü önünde yaşanan bu olaylara rağmen Dink’e koruma verilmedi.

Hrant Dink “Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum”  diye sonlandırdığı 12 Ocak 2007 tarihli yazısından bir hafta sonra 19 Ocak 2007’de Agos Gazetesi’nin önünde öldürüldü.

GARİP BİR YARGILAMA SÜRECİ

Cinayete ilişkin ilk iddianame Ogün Samast, Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in de aralarında bulunuduğu 12 tutuklu, 18 sanık hakkında düzenlendi. Yargılama 14.Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2 Temmuz 2007’de başladı. Beşiktaş’taki yargılama olaylara sahne oldu. Yasin Hayal duruşmaya getirilirken Orhan Pamuk başta olmak üzere birçok ismi tehdit etti. Bu dava Ocak 2012’de hükme bağlandı.

Yasin Hayal “tasarlayarak adam öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet alırken Erhan Tuncel 10 yıl 6 ay hapis cezası aldı ve tahliye edildi. Samast olay tarihinde 17 yaşında olduğu için çocuk mahkemesine yollandı.  Onun davası da Temmuz 2011’de bitti ve 22 yıl 10 ay hapis cezası aldı. Sanıkların tamamı ‘silahlı terör örgütü üyeliği’nden beraat ettiler.

Savcılar ‘örgüt’ nedeniyle temyize gittiler. Yargıtay Cumhuriyet savcılığı örgüt suçundan ceza verilmemesi nedeniyle bozma talep etti. Yargıtay 9.Ceza Dairesi’de örgüt yönünden verilen beraat kararını bozdu.  Dava 17 Eylül 2013’te tekrar başladı. Erhan Tuncel tekrar tutuklandı. Bir süre sonra tekrar tahliye edildi. 17/25 sonrası özel yetkili mahkemeler kapatılınca dosya İstanbul 5.Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Heyet Yargıtayın kararına uydu.

Cinayette ihmali olan kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmaması üzerine Dink ailesi AİHM’e başvurdu. AİHM dosya kapsamında Türkiye’den savunma istedi ve yeni bir skandal patladı. Türkiye gönderdiği savunmada ‘Dink’in halkı kışkırttığını’ iddia etti. AİHM yargılama sonunda Türkiye’nin etkili soruşturma yürütmemesi nedeniyle mahkum etti. Kamu görevlilerine yönelik soruşturmalar uzun süre takipsizlik verilerek kapatıldı. 17 /25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrasında Adalet Bakanlığı kamu görevlileri için yargı yolunu açtı.

4 Aralık 2015’te ikinci iddianame hazırlandı. Savcı Gökalp Kökçü’nün iddianamesi ‘dönemin ruhuna’ uygun olarak Dink Cinayeti’ni Gülen Cemaatine fatura etti. Eski Trabzon Emniyet Müdürü ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer, Ercan Demir, Muhittin Zenit gibi isimler tutuklandı. İddianame başta Dink ailesi olmak üzere birçok kesimin tepkisini çekti. Çünkü Dink ailesi Dink’in hedef haline getirilmesi ve korunmamasına yönelik sürecin de soruşuturulmasını, MİT, Jandarma, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ve Oktay Yıldırım’ın da aralarında bulunduğu 43 kişinin daha yargılanmasını istedi. Fakat bu kişiler hakkında takipsizlik kararı verildi. Bu takipsizlik kararına yapılan itiraz da reddedildi.

Savcı Gökalp Kökçü Mayıs 2017’de üçüncü iddianameyi mahkemeye sundu. Aralarında Fethullah Gülen, savcı Zekeriya Öz, Tuğgeneral Hamza Celepoğlu, gazeteciler Ekrem Dumanlı, Faruk Mercan, Ercan Gün ve benimde bulunduğum 50 şüphelinin ‘cinayetin planlanması ve icrası noktasında müşterek hareket ettikleri’ iddiasında bulundu. Dosyada sanık sayısı 85’e ulaştı. Halen 4 sanık tutuklu bulunuyor. İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi savcı Gökalp Kökçü’nün iddianamesini eksikler bulunduğu gerekçesiyle 3 kez iade etti.

GÖKALP KÖKÇÜ’NÜN İDDİAANEMESİ KİMİ NEYLE SUÇLUYOR?

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Gökalp Kökçü’nün Dink cinayetine dair hazırladığı, üç kez mahkeme ile savcılık arasında gidip gelen iddianamesi cinayeti aydınlatmaktan çok ‘önceden belirlenen hedefe’ göre kurgulanmış ‘politik bir metin’ denebilir. Zira hukuki bir metinde olması gereken temel kurallar olmadığı gibi çok büyük mantık yanlışları da var. Dahası Savcı Kökçü hiç bir iddiasını delillendirmiyor. ‘Anlaşılmıştır’ yada ‘görülmüştür’ diyerek iddialarını sıralamış. Bu haliyle Havuz medyasında çıkan haberlerin yada Nedim Şener’in yazılarının derlemesi denebilir.

Yarınki bölümde detaylı bir şekilde iddianamenin argümanlarını analiz edeceğim. Ama şu kadarını söyleyeyim, bunca yıldır iddianame okurum, bu kadar delilsiz mantıksız bir metin görmedim. Savcı Kökçü dönemin ruhuna göre hareket etmiş. Soruşturmaya başlamadan kendisine verilen direktif üzerine odaklanmış ve kurguyu öyle kurmuş. İktidarın hoşuna gitmeyecek ne varsa hepsinden Cemaat’i sorumlu tutmuş. İddiaları için de delil sunmamış. Savcı Kökçü’ye göre Dink Cinayeti “15 Temmuz askeri darbe kalkışmasının önünü açmak, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının zeminini hazırlamak amacıyla planlandı” Böyle bir iddiayı yani ‘15 Temmuz’un önünü açmak’ gibi sıradışı bir iddiayı neyle destekliyor diye iddianameye bakıyorsunuz ama bir şey yok. Savcı, Havuz yazarları gibi ‘yazıp geçmiş’.

Savcı Kökçü’ye göre “Dink Cinayeti Fethullah Gülen’in bilgi ve onayı dışında gerçekleştirilmesi mümkün değil”. Bu tespitin hangi delile dayandığı da iddianameye konmamış.  İddianameye göre ‘FETÖcü jandarmalar’ tetikçi Ogün Samast’ın cinayeti işlediği sırada olay yerindeydi. HTS analizleri ve güvenlik kameralarından derlenen kayıtlar bu iddiayı destekliyordu. (Bu iddia günlerce manşetlerde işlendi. Fakat adli tıp ve bilirkişi raporları bu iddiayı çürüttü ve ogün olay yerinde olduğu iddia edilen jandarmaların aslında orada olmadığı ortaya çıktı ve bu jandarmalar tahliye oldu)

Savcının diğer bir iddiasına göre Ogün Samast’ın büyük infial uyandıran ‘Bayraklı fotoğrafı’ FETÖ’den alındı. Savcının bu iddiası da diğer iddialar gibi delilsiz. O görüntüyü yayınladığı için FOX TV Haber Müdürü Ercan Gün halen tutuklu. Ercan Gün duruşmalarda hakkındaki iddiayı delilleri ile tek tek çürüttü ama sesini mahkeme heyetine bile duyuramadı. Mesela savcı Kökçü’ye göre ben, Ercan  Gün, Ekrem Dumanlı, Faruk Mercan ve Av.Halil İbrahim Koca toplantı yapmışız, Ercan’a bu görüntüleri biz vermişiz. Oysa ki ne böyle bir toplantı var ne de bu beşli bir araya geldi. Savcıya göre aramızda yoğun telefon trafiği varmış. Ercan Gün mahkemede HTS kayıtlarını gösterdi. Bırakın yoğun trafiği, bir tek Ercan ile benim aramda sadece 44 saniyelik tek görüşme var, diğer 4 kişi arasında hiç irtibat yok. Bir gazetecinin diğer bir gazeteciyle 44 saniyelik telefon görüşmesi savcıya göre müebbetlik suç olmuş.

Yarın iddianamenin detaylarına daha yakından bakacağız.

YARIN: SAVCIYA GÖRE İLKER BAŞBUĞ DA CEMAATÇİ!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin