Konforlardan vazgeçmenin zorluğu ve Hücumât-ı Sitte

YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN

Konfor problemleri tabi ki sadece karar alma süreçleri ile ilgili bir problem değildir. Hepimiz kendimizi yokladığımızda konfor bölgesi problemlerinin bizde de var olduğunu görebiliriz. Önemli olan bunların farkında olarak bunlarla mücadele içerisinde olmamızdır.

Hicret edilen ülkelere adaptasyon sürecinde de en büyük engellerden birisi olarak vazgeçmek istemediğimiz alışkanlıklarımız, kendimizi güvende hissettiğimiz, herhangi bir stres ve endişenin bulunmadığı eski konfor bölgelerini oluşturma arzusu, bunların etkisiyle hep geçmişte yaşama ve dolayısıyla yeni hayatın gereklerini yerine getirmede bir isteksizlik ve bütün bunlardan kaynaklanan bir ümitsizlik problem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hücumât-ı Sitte’de ele alınan konfor problemleri…

Konfor bölgesi altında işlediğimiz konular, ayrıca Bediüzzaman Hazretlerinin Hücumât-ı Sitte risalesindeki yaklaşımları ile birlikte ele alınması, mevzunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Üstad Hazretleri, bunları hubb-u câh (makam sevgisi), hiss-i havf (korku damarı), tamâ (bir şeyi hırsla istemek, açgözlülük ve doymazlık), menf-i milliyetçilik (ırkçılık), enaniyet (benlik)  başlıkları altında açıkladıktan sonra altıncısını tembellik ve ten-perverlik (rahata düşkünlük) ve vazifedarlık damarı olarak ele almışlardır. Bu altı başlık altında bu konfor problemlerine dokunmuş ve dolayısıyla nefis ve Şeytan’ın bu altı yönden insana hücum edeceğine dikkat çekmişlerdir.

Fethullah Gülen Hocaefendi Hücumât-ı Sitte’de yer alan bu tehlikeleri ele aldığı bir Bamteli’nde insanın, Allah’ın rızasına ve ahiret saadetine yürüdüğü yol güzergâhını emniyete alabilmek için bu boşluklarının farkında olmasının  ve her adımını dikkatle atması gerektiğini ifade ettikten sonra bunlar sebebiyle insanların nasıl alınıp satılabileceklerine dikkat çekmektedirler: “Bugün peylenen kimseler de söz konusu marazlardan bir ya da birkaçına müptela olduklarından dolayı bir meta gibi alınıp satılmaktadırlar. Meselâ, bohemlik, makam tutkusu, açgözlülük, başkasının malına göz dikme, görünme hissi, bencillik duygusu, şöhret tutkusu ve para/mal düşkünlüğü tehlikeli birer marazdır; bunların yalnızca biri bile insanın iradesini felce uğratabilir.”

Başkalarından üstün olduğunu düşünme duygusu…

Aslında burada ele alınan her bir madde insanlara konfor alanları oluşturmaktadırlar. Menfi milliyetçilik (ırkçılık) ve enaniyet damarları da insanlara başkalarından üstün oldukları düşüncesini aşılamaktadırlar. Dolayısıyla bu insanların diğerlerine göre daha fazla imkanlara sahip olması en doğal haklarıdır. Üstad Hazretleri bunu unsuriyet (menfi milliyetçilik) üzerinden şöyle ifade etmektedirler: “Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür.” Başkalarına ait imkanları sahiplenmeleri, kendilerine ait olmayan haklardan istifade etmeleri ve menfaatlerine çalışmaları onları rahatsız etmeyecektir. Bu karakteri taşıyanların “insanlardan bir insan olma” düsturunu anlamaları, ona göre hareket etmeleri ve davranışlarında hakperest olabilmeleri mümkün değildir.

Makam sevgisi…

Sahip olunan makamlar insanlara şöhret sağlamanın yanı sıra aynı zamanda, o makamdan kaynaklanan bir takım imkanlar ve konforlar da sunmaktadır.  Bundan dolayı şeytanın kullanacağı çok önemli bir araç olmaktadır. Çokları bu makamlar uğruna manevi değerlerini ve belki de ahiretlerini satmışlardır. Hz. Hüseyin(ra) karşısında, meşhur bir sahabenin de evladı olmasına rağmen elde edeceği makam uğruna Yezid’in safında yer alanlar olmuştur. Çok etkili olmasından dolayı, Üstad Hazretlerinin İslam’a ve maneviyata sadakatını ve bundan vaz geçirilemeyeceğini anladıklarında, O’nu da kendi saflarına çekebilmek için şarkın umum-i vaizi olması makamını O’na teklif etmişlerdir.

Hocaefendi hubb-u câhı bir kere tadınca, artık onun tiryakisi olmuş ve ne pahasına olursa olsun, onsuz bir hayat düşünemez hale gelmiş zayıf karakterli insanların makamlarını korumak ve her şey kabul ettikleri bir mevkiye yükselebilmek için çok önemli tavizlerde bulunacaklarına dikkat çekmektedirler: “Evet, hubb-u câh çok tehlikelidir; öyle ki, bazı zayıf karakterli kimseler ondan dolayı pek çok hileye başvurur, haksızlıklar irtikap eder ve zulme girerler. Önce makam-mansıp sahibi olmak sonra da yerlerini ve itibarlarını korumak için olmadık sebeplere tutunur, bir sürü cürümlere bulaşır ve pek çok günah işlerler. Bundan dolayıdır ki, Allah Rasûlü bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyurmuştur: “Şöhret ve makam sevgisinin insana verdiği zarar, koyun sürüsüne saldıran bir kurdun o sürüye verdiği zarardan daha çoktur!”

Tûl-i emel, tama’, mal mülk arzusu ve para hırsı vs…

Hocaefendi, hücumât-ı Sitte içerisinde yer alan tama’nın yol açabileceği tehlikelere de vurgu yapmaktadırlar: “Mal mülk arzusu ve para hırsı tarih boyu insanların büyük çoğunluğunun en büyük zaaflarından biri olmuştur. Evet, doyma bilmeyen bir hırsla sürekli daha fazlasını isteme ve her şeyi ele geçirme gayreti içine girme çoğunluğun zaafı olan bir husustur. Esasında toplumdaki pek çok kavga ve çatışmanın arkasında da böyle bir menfaat yarışı yer almaktadır.

İnsanın zaafa açık noktalarından birisi de “tûl-i emel” duygusudur. Tûl-i emel; hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmak; sonu gelmez isteklerin, bitmez tükenmez arzuların, önü alınamaz hırsların ve tamahın peşine düşmek demektir. Tûl-i emelin menşei ise tevehhüm-ü ebediyettir. Tevehhüm-ü ebediyet, insanın kendisini ebedî ve lâyemût (ölmeyecek) zannetmesi, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanması, peşin zevk-safa ve ücretlerle avunarak sadece hâlihazırı yaşaması, geçmiş ve geleceği umursamaması demektir.”

Bahreyn’den gelen ganimetlerin çokluğu karşısında Allah Rasûlü (sav) “Ben şu düşmandan, bu düşmandan, şundan bundan endişe duymuyorum; fakat bir gün bunun karşısında tenafüse girip birbirinizle rekabet etmenizden korkuyorum.” demişlerdi. Hocaefendi bu olayı nazara verdikten sonra Hizmet insanları için de aynı tehlikenin varlığına dikkat çekmişlerdir: “Evet, bu mübarek hareketin gönüllüleri, bu Peygamber yolunda yürüyenler, bu sahabe yolunda hizmet edenler, peylenemeyen bu insanlar peylenememeyi devam ettirirlerse, Allah’ın izni ve inayetiyle, bu iş de devam eder gider. Ama birileri dünyaya meylederlerse, dökülür yollarda kalırlar hafizanallah!..”

Konfor alanlarından vazgeçememe kaderi kabul etmeme ve isyan problemlerine de yol açmaktadır…

Diğer taraftan bu süreçte yaşadıklarımız, yolun kaderi olarak ifade edilen, Kur’an’da, Hadiste, Allah dostlarının beyanlarında ısrarla haber verilen hadiseler olmalarına rağmen, bir mü’mine yakışmayacak tarzda verilen tepkilerin arkasında da bu konfor bölgelerinin kaybedilmesinden kaynaklanan şoklar vardır.  Daha önce sahip olduğumuz çevremiz, evlerimiz, arabalarımız, makamlarımız, sigortalar ile garanti altına alınmış geleceğimiz, şöhretlerimiz,  çocuklarımız için hazırladığımız istikbal va’d eden şartlar gibi imkanları bir anda kaybetmenin meydana getirdiği şok tesirler çok fazla olmuştur.

Sürece kadar Hizmet hareketini ve başındaki insanı göklere çıkaran insanlar, bu kayıplarının etkisiyle birden bire her şeyi tenkit eden insanlar haline gelmişlerdir. O kadar ki yaşanan hadiselerin perde arkasına dikkatlerini çekmek istediğinizde, yaşananların hikmet boyutunu nazara verdiğinizde bunlar bir şey ifade etmemektedir. Bu o kadar ileri seviyeye varmaktadır ki bazen Allah’a (cc) isyan manası taşıyan, kader hakikatını inkar etmeye kadar giden iman problemlerine yol açmaktadır.

Gerçek mü’minler yaşanan hadiseler karşısında; “Bunları zaten Allah (cc) Kur’an’da  ve Rasûlü (sav) beyanlarında ve onları temsil eden Allah dostları da sözlerinde zaten haber vermişlerdi” derler ve bütün bu olanlar onların imanlarını arttırır. Gerçek bu iken hadiselerin şokuyla cephe değiştirmeler, Kader’e taş atmalar, yapıcı olma amacı taşımayan yıkıcı tenkitler, Hizmet hareketine ve başındaki Zât’a karşı  düşman olmaların arkasında imanda oturaklaşamama ve ahireti bildikleri halde dünyayı ahirete tercih ederler ile ifade edilen konforlarından vazgeçmek istememelerinin büyük bir etkisi vardır.

 “İşte bu, Allah ve Rasûlü’nün bize vâd ettiği!.. Allah da, Rasûlü de elbette doğru söylemişlerdir.”

Fethullah Gülen Hocaefendi, bir Bamteli’nde bu hususları ne güzel ifade etmektedirler: “Allah Rasûlü’nün ashabı, başka insanların telaşa kapılıp paniklemesi beklenen şartlarda dahi paniklememiş, aksine Peygamber efendimizin haber verdiği musibetler cereyan ettikçe onların imanları ve teslimiyetleri ziyadeleşmiştir. Şu ayet-i kerime onlardaki bu iman, cesaret, metanet ve teslimiyeti destanlaştırmaktadır:“Mü’minler saldıran o birleşik kuvvetleri karşılarında görünce, ‘İşte bu, Allah ve Rasûlü’nün bize vâd ettiği (zafer)! Allah da, Rasûlü de elbette doğru söylemişlerdir.’ dediler. Mü’minlerin, düşman birliklerini görmeleri onların sadece iman ve teslimiyetlerini artırdı.” (Ahzâb, 33/22)

Mü’minler biliyorlardı ki; tarihî tekerrürler devr-i daimi mülahazasına bağlı olarak, ayniyet şeklinde olmasa bile misliyet çizgisinde bir kısım musibetlerle karşı karşıya kalacaklar. Öteden beri “Eğer ben kuvvetliysem, güçlüysem, imkânlar elimdeyse, herkes bana biat etmek mecburiyetindedir!” düşüncesine sahip mütemerritlerin hakkı kuvvette görmeleri esprisine bağlı olarak yaptıkları gibi, bir gün birileri de bir ahzab (birleşik gruplar) halinde bir araya gelecek ve onların üzerine yürüyecekler. Bu realiteyi bildikleri için, Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali (r. anhüm) ve o çizgide olanlar, Hendek’te de “İşte bu, Allah ve Rasûlü’nün bize vâd ettiği!.. Allah da, Rasûlü de elbette doğru söylemişlerdir.” dediler. Diğer taraftan, onlar, gelip çarpan her şeyin Allah’ın izni ve

inayetiyle darmaduman olup sağa-sola savrulacağı hakikatine de kalbleri gibi inanıyorlardı:

Savrulacaklar Allah’ın izniyle!..”

Süreçte dava arkadaşlarını suçlama, iftiralarda bulunmaya kadar götüren konfor problemleri…

Yine süreçte yaşanan dava arkadaşlarını suçlama, iftiralarda bulunma ve hatta hizmet ve elemanları aleyhlerinde gerçek olmasa da ifadeler vererek hizmeti karalama ve hizmet bireylerinin  tutuklanmalarına sebebiyet verme gibi hallerin arkasında da bu konfor bölgelerinden vaz geçememe ve  bunları kaybetme korkusunun çok büyük bir payı vardır.

Bazıları da daha iyi imkanlara kavuşmak için yani konforlarının teminini süreç öncesinde hizmet hareketi içinde gördüklerinden Hizmet içerisinde yer almışlardır. Süreçte konforlarının devamı Hizmet içerisinde artık mümkün olmadığından ve bilâkis Hizmet’e muhalif tarafta bu mümkün görüldüğünden dolayı bu insanlar Hizmet Hareketine karşı cephe almışlardır.

Bu yazıda ele aldığımız hastalıkların tedavisi için Hücumât-ı Sitte risalesi ve Hocaefendi’nin bunları açarak şerh ettiği Bamtellerine ve diğer yazılarına başvurarak detaylı müzakerelerinin yapılması çok faydalı olacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin