Zeytin çekirdeği

YORUM | FATMA BETÜL MERİÇ

Bir keşiş, yedi yüz yıldır mağarasında konaklayan bir bilgeyle karşılaşmış dağda.

“Güzel insan” demiş ona. “Neden şuraya bir ev yapıp da rahat etmiyorsun?”.

“Hayat çok kısa”, demiş bilge. “Yerleşmeye değmez.”

Mağlupların bir bilgeliği vardır. Dünyanın mağlupları, dünyayı yerleşmeye değer bir yer olarak görmeyenlerdir, diyor Yavaşla isimli kitabında Kemal Sayar.

‘Dünyanın mağlupları’ ne hoş bir ifade! Dünyayı yenemeyenler, dünya karşısında dize gelmeyenler. El etek öpmeyen, müdaana etmeyenler.

Şimdilerde çoğaldıkça çoğalıyor sayıları. Bir bir artıyor modern zamanlarda dünyanın mağlupları. İsimsiz ve resimsiz olabilirler. Fakat tanırsınız onları sözlerinden. Ne ki hallerinden. Kimi büyük ufuklarını sığdırdıkları minik bir valiz ellerinde. Kimi zaman biri sırtında üç çocukla bir sınır ülkesinin balçıktan toprağına adım attığı yerde görüverirsiniz. Tanırsınız onları. “İşte bunlar, onlar” dersiniz. Dünyaya dair ellerinde ne varsa bir bavula sığdıranlar. “Ateş, nereye düşerse düşsün, beni yakar” cümlesindeki gizli kahramanlar.

Tanırsınız onları. Yokluk ve çaresizlik yoktur lügatlerinde. Ya bir yol bulur  onlar, ya da bir yol açandırlar. Zulüm görseler boyun eğmeyen, elem görse “hoş amedi” diyen yiğitlerdir çünkü onlar. Kışın zemheri ayazlarında, gecenin en koyu karanlığında, şafağa en yakın noktada. Birdenbire kendilerini soğuk ve rutubetli nezarette bulsalar da, vazgeçmedikleri sevdalarından tanırsınız onları. Nezaretlerde dağıtılan ince bir battaniyenin artık iyice eskimiş kısmından çözülen bir ip ile, gelen ayran bardaklarının üstündeki kağıtlardan sevdiceğine bileklik yapan adamlardır onlar. Bu yüzyılda aşkın tanımını yeniden yapanlardır. Sevdiklerine en zor şartlar altında bile bir ömürlük hatıra ve temiz bir isim bırakanlardır geriye. Varlıklarına şükreder, iyi ki dersiniz. İyi ki sevmişim seni, ne iyi etmiş de sevmişsin beni. Kolay değildir, kuşatma altındaki bir şehirde yaşamak ve kolay değildir kuşatma altındaki şehre dönen bir coğrafyada aşık olmak.

Tanırsınız onları. En çok temiz nasiyelerinden, ve ellerinden tanırsınız. Bir de gözlerinden. Hüzünlü baksa da bazen, ümitlidir hemen hepsi. Bir hablül metine dayanmışlardır. Budur ümitlerinin sebebi. Minicik bebeği ile adliyede koridorlarında ifade vermek üzere gelip, ani bir kararla tutuklanınca  sıkı sıkıya tuttuğu yavrusuyla. Görmüşsünüzdür belki. Başı hafifçe omzuna dönük. Daha 5 aylık süt bebeği ile, bu kış kıyamette tutuklanan, ellerine kelepçe vurulan bir anne. Bir taze bahar. Bir ıtır, mis kokusuyla. Bir yuva, en sıcağıyla. Sesini duymadınız belki. Tek karelik bir resmi vardı. Vakur duruşu ile kaderine razı oluşu.

O da bir sayı olarak eklendi cezaevindeki annelere, cezaevinden büyüyen bebeklere bir cennet bülbülü daha eklendi. Şimdi hatırladınız mı?

Onları tanıyorsunuz. Kimseyi ötelemeden sevenler hani. Hani bir kuru ekmekleri varsa evlerinde, bölüşenler. Evvel üst düzey hakimken, savcı, öğretmenken şimdi sarılıp gayretlerine; önlük dikenler, bebek örenler, inşaatta çalışıp da  bir helal lokmanın bir hırkanın varlığı ile yetinenler. Dünyayı iyilerin kurtaracağının canlı şahitleri. Elinden, dilinden emin olunanlar hani. Gıpta edilesi her biri.

Tanırsınız onları. Kalabalık, havasız, soğuk ve betondan başka bir şeyin görünmediği cezaevlerinde; kağıt der, kalem der. Yazar, çizerler. Çoğaltırlar iyiliği. Bir zeytin onlar için sadece bir zeytinden ibaret değildir ki. Ne çok şeydir. Önce temizlenir çekirdekler tek tek. İyi olanları ve iri olanları -belli büyüklüktekileri yani ki- ayıklanır. Sonra bekletilir, imkan varsa yağlanır. Ellerin ve tırnakların acımasına aldırmadan, duvara sürtülüp şekil verilmeye çalışılır. Bir zeytin çekirdeği için dakikalarca uğraşılır. Sonra kantinden alınan şeffaf lastik ipe dizilir bir bir. Sevilenin bileğinde ne de hoş duracağı hayal edilir. İki damla gözyaşı da dökülür göz nuruyla birlikte Allah şahittir. Tek tek oluşturulur bileklik. Koğuş arkadaşının bileğine şöyle bir bakılıp hesap edilir, takan kişinin bileğine uyup uymayacağı. “Ah, denir. Şimdi özgür olsaydım, ona bu bileklik yerine gerçek bir bileklik alsaydım ne güzel olurdu.”

Olmazdı ey Yusuf! Sevdiğine ömrünce çalışıp dünyanın en gösterişli en kıymetli en iri mücevherlerinden, pırlantalarından, zebercetlerinden, zümrütlerinden ve ne ki elmaslarından daha kıymetlidir. Ellerinle soğuk gecelerde, dert ortağı duvarlarla şekil verip de, gözünün yaşını gönlünün heyecanını, aşkının saflığını işlediğin bu bileklik senin. Dünyanın en pahalı bilekliklerinden daha sahicidir. Daha varlıklıdır. Değerlidir. Değil mi ki senin elin değmiştir Ey Yusuf, öyleyse senden çıkıp sevdiğinin eline ulaşan bu bileklik artık sadece bir bileklik değil; senin ömrümün onun ömrüne yazılışının, yoluna feda edilişinin, aranızdaki kördüğümün ilk günkü gibi oluşunun bağıdır, düğümüdür.

Sancılı bir özlemle beklediğimiz günlerin tuluunu, yakın eylesin Rabbim, dilerim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin