ABD’nin Suriye’den çekilmesi Erdoğan’ın zaferi mi?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Suriye’den askeri varlığını çekme planı geçen haftanın gündemi sarsan haberiydi. Türkiye’de havuz medyasında – siz bunu Saray’da diye de okuyabilirsiniz – büyük bir memnuniyet, hatta bir coşkuyla karşılandı bu yeni durum. Kararın mimarı ABD başkanı Trump ve Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen telefon görüşmesine önemli Amerikan haber mecralarında yer verilmesi, Türkiye’deki bu coşkuyu bir zafer sarhoşluğuna dönüştürdü. ABD geri adım atmıştı. Türkiye, “Başkan Erdoğan’ın” ileri görüşlü ve dâhiyane politikaları sayesinde ABD’yi Suriye’den çıkartıyor, uzun yıllardır süren belirsizliğe Türkiye damga vurarak tarihin akışını değiştiriyordu. Türk ordusu Fırat’ın doğusuna girecek, oradaki “terörist PKK varlığına” son verecekti. Bölgenin Kürtlerden arındırılması ve Arap egemenliğine geçmesi, en başından beri Türkiye’deki İslamcıların en önemli hedeflerinden biriydi. ABD ile yapılan (ya da yapılmak zorunda kalınan!) işbirliği, Türkiye’de adeta “şeytanla yapılan bir mutabakat” gibi algılanıyordu. Bu konuda maalesef MHP liderliği kadar CHP liderliği de aynı hatalı yaklaşıma sahip – ABD’nin düşman olarak lanse edildiği, bu çerçevede NATO’nun da ABD’nin bir enstrümanı olarak görüldüğü bir algıdan bahsediyorum. Suriye’den ABD askeri varlığının çekilmesini bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.

Türkiye, Suriye krizinin ortaya çıktığı ilk günlerden itibaren, tıpkı diğer Arap coğrafyasındaki kalkışmalarda olduğu gibi, Suriye baharının da Arap baharının genelindeki beklentilere tekabül eden şekilde Türkiye’nin yararına olacağına inandı. Esasında bu düşüncenin temeli rasyonel beklentilerden ziyade, çok daha dar bir kültürel-tarihsel okumaya dayanıyordu. Türkiye, bu beklentilerinde bölgenin demokratikleşmesi, insan haklarının bölgede kök salması, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi gibi akılcı beklentilerden çok, bölgede “Sünnilerin iktidara taşınması” ya da “Müslüman kardeşler türevi kardeş İslamcı ideolojilerin” liderliğinde yeni devlet yapılanmalarının ortaya çıkması gibi “fantastik” projelerin hayalini kuruyordu. Buna göre, Türkiye Suriye’de (tıpkı Mısır’da ve Mağrip ülkelerinde olduğu gibi) İslamcıları destekledi, onları “özgürlük savaşçıları” olarak algıladı.

Türkiye, bu grupları el altından desteklemeye devam etti

Fakat şöyle bir sorun vardı: Suriye’deki İslamcılar insan hakları ve demokrasi mücadelesi vermiyordu. İslamcıların hepsi (tümü!) cihatçı paramiliter İslamcı fanatiklerden oluşuyordu. İçlerindeki orta yol ya da mülayim çizgide olan (haydi bunlara kısmen demokratik güçler diyelim!) gruplar, hızla kahir ekseriyetteki fanatikler tarafından ekarte edildi. El-Kaide ve IŞİD türevi ideoloji tüm İslamcı gruplarda egemen oldu. Türkiye başından beri bu gruplara her türlü desteği vermeyi birincil politika olarak benimsedi. İlk başlarda ABD ve diğer Batılı müttefikler de, eğit-donat türü projelerde olduğu gibi, Suriye’de İslamcı da olsa muhalif çizgideki “ılımlılara” destek olma gibi bir tutum izledi. Ancak ABD ve müttefikleri, kısa zamanda bu grupların ılımlı olmadığını, aksine sahada düşman olarak kategorize ettikleri IŞİD ile aynı ideolojiye sahip olduklarını anladı ve desteği çekti. Dahası, Türkiye’ye El-Nusra konusunda olduğu gibi, açıktan baskı yaparak, “bu fanatiklerden uzak durması” konusunda Ankara’yı uyardı. Oysa Türkiye, bu grupları el altından desteklemeye devam etti. Bunlara silah, mühimmat, tıbbi malzeme, lojistik, hatta ve hatta kendi hastanelerinde sağlık hizmeti sundu! Başlarda IŞİD’e karşı bile oldukça “toleranslı” ve ağırdan alan bir direniş gösteren Ankara, İslamcı kadroların kafa yapısında bu tür fanatikleri “bizim çocuklar” olarak algılamaktan vazgeçmedi.

Ankara’nın bu yanlış ve habis politikalarının sonucunda, ABD Suriye’de kuzeyde varlık gösteren Kürtlere destek olmaya ve onları sahada ortak olarak görmeye başladı. Rusya ise Suriye sorununun iç savaşa dönüşmesinden beri daima katıksız olarak Nusayri Esad ve onun devletini destekledi. ABD ve Rusya, her ne kadar sahada farklı çıkarlara da sahip olsalar, her ikisi de a- rasyonel çıkarlarına uygun hareket etti, b- her ikisi de seküler ve öngörülebilir siyasi güçlerle işbirliğine girme yolunu seçti. Hem ABD hem de Rusya, Suriye’deki cihatçı kuvvetlerle aralarına sadece mesafe koymadılar, aynı zamanda onları düşman olarak gördüler ve Suriye’deki cihatçılarla mücadeleyi, Suriye’deki varlıklarının rasyonel gerekçesi olarak açıkladılar. Gerçekten de hem PYD’li Kürt hareketi, hem de Esad güçleri, cihatçıları ezeli ve ebedi düşmanları olarak algılıyordu. Bu bakımdan Esad güçleri ve PYD güçleri, birbirlerini sahada “rahatsız etmemeyi” seçti. Tıpkı ABD ve Rusya arasında olduğu gibi, Suriye Kürtleri de Esad güçleri de, fanatik İslamcı cihatçıları en büyük tehlike olarak algılıyordu.

Avrasyacı derin yapı, Türkiye’nin Batı ittifakından fiilen kopmasından memnundu

Türkiye ise, yukarıda değindiğim düşünce yapısındaki sakatlıktan dolayı, cihatçı yapılanmalara her zaman “müspet” yaklaştı. IŞİD’le mücadelede gayet isteksiz hareket etti. Adet yerini bulsun türünden bir yaklaşım sergiledi. Kapalı kapılar ardında, “gaza ve cihat” yapan ideolojik kardeşlerine karşı bonkör, âlicenap ve tilki gibi saman altından su yürüten şekilde yaklaştı. Saray çevresinin Sünnicilik ideolojisinin afyonu etkisinde telkin ettiği ve uygulattığı bu tehlikeli politika sonunda, Türkiye Batı’dan koptu ve Rusya ile işbirliğine mecbur kaldı. Avrasyacı derin yapı, Türkiye’nin Batı ittifakından fiilen kopmasından ve Suriye Kürtlerine yönelik politikadan çok memnundu. Bu nedenle, Sünnici İslamcı fanatizme göz yumdular. “Alık İslamcılar hayal kursunlar, biz işimize bakalım” dediler. Derin yapı, sahada Erdoğan’ın popülerlik kazanmasının sınırlı olacağını, kimsenin Erdoğan’ı halife-malife olarak benimsemeyeceğini biliyordu. Türkiye’de İslamcıların bir kısmı da bu saçma sapan politik “düş-politikanın” gerçeklerle alakası olmadığını, sonucun hüsran olacağını görüyorlar, ama salt kendi bilgisiz ve fanatik tabanlarının oyalanması için ses çıkarmıyorlardı. Gerçekten de, seçim dönemlerinde ordunun Suriye’ye girmesi ve orada boy göstermesi, seçmenin hoşuna gidiyor, “başkomutan Erdoğan” retoriğinin altını dolduruyordu. Cihatçılarla işbirliği, zaten bu kesimleri hiç rahatsız etmiyordu. Bilakis, Müslüman kardeşlerine yardım eden ve Batı’ya “haddini bildiren” reis miti, sadece AKP tabanında değil, MHP tabanında da “güçlü lider Erdoğan” imajını yaratıyordu. Bu işlerden anlayan kimse, Suriye’de istediği yapıyı kurduran ve Türkiye çıkarlarına hizmet eden bir Suriye politikası falan olmadığının farkındaydı. Ama bunun bir önemi yoktu. CHP bile, aşırı İslamo-nasyonalist ortamda HDP seviyesine düşmemek adına, yapılan kepazeliğe ve tehlikeli kumara ses çıkartmıyordu.

Hâlbuki aynı Saray, Rusya ile işbirliği yapmanın, sahada Esad’a destekten başka bir anlam taşımadığını bal gibi biliyordu. Bu nedenle Rusya ile stratejik işbirliği derinleştirildi, ki sizler bunu Rusya’nın dümen suyuna girildi diye okuyun )daha amiyane tabirler var, kullanmıyorum!). Rusya’nın sahadaki ciddi partneri İran da tümüyle Esad ve devletine destek veren bir politika güdüyordu. Türkiye’nin kendi pozisyonlarına gelmesinden Rusya da İran da fazlasıyla memnundu. Türkiye’nin iç kamuoyuna (tribünlere) oynadığının farkında olan bu iki devlet, Suriye’de tek derdi imaj çalışması yapmak olan Ankara’nın evcil ve Batıdan kopuk “düş politikasından” dolayı çok rahatlamışlardı.

Derin yapı daha ne istesin

Diğer taraftan, ABD’nin Suriye Kürtlerine destek veren politikalarının Ankara ile ABD arasında meydana getirdiği derin uçurumdan da çok ama çok memnundu Rusya ve İran. Türkiye her fırsatta Kürtlerle işbirliği yapan “düşman ABD” imajını pompalarken, kamuoyunda ciddi bir anti-Batı ve ABD aleyhtarlığı, “anti emperyalist politikalar” gibi bir solcu terimle iç kamuoyuna pompalanıyor, İslamofaşist tabanın nasyonalizme yamanması, sol nasyonalistleri (CHP ve ulusalcılar) ve sağ nasyonalistleri (MHP ve türevleri) memnun ediyordu. Derin yapı daha ne istesindi!  İslamcı tabanla nasyonalist tabanın mutabakatı, harika bir olaydı rejim için. Bu uğurda Suriye’deki güvenlik sorunlarının önemi devede kulaktı onlar için. Nasılsa güvenlik sorunları uzun vadeli sorunlar arasındaydı. Kısa vadedeki siyasi hedefler için, tıpkı dış kredilerle günü kurtaran Türkiye ekonomisi gibi, bu tür şeyler olağandı! Nasılsa bedeli onlar ödemeyecek, Türkiye insanı ödeyecekti. E canım o zaman onlara neydi!

Suriye’den ABD’nin çekilmesi, ABD’nin ricat etmesi değildir. Yani ABD Suriye’den kaçmıyor. Esasında, sahadaki mevcut şartlarda, sadece Kürtlere dayalı bir ABD varlığının orta ve uzun vadede başarı şansı bulunmadığı aşikârdır. Pentagon’daki çekilmeye karşıt tutum ve diğer çekilme muhaliflerinin tek beklentisi, bir süre daha dayanmaktır. Onlar bir şeylerin değişeceğini ve sonuçta Türkiye ile bir normalleşmenin ardından sahada yeniden ABD ile işbirliği yapan bir Ankara ortaya çıkabileceğini uman “idealistler”. Realistler ise, Türkiye üzerine ABD askeri varlığını devam ettirmenin, sahada Rusya (ve İran) karşısında çok daha utanç verici bir “ricat” kararını beraberinde getireceğinden korkuyor. Çünkü Türkiye ABD için artık güvenilir bir müttefik falan değildir. Türkiye alenen Rusya ve İran yararına bölgede onun bunun kullandığı bir tür minik partnere dönüşmüş, içerisindeki zafiyetler nedeniyle Rusya ve İran tarafından kendi amaçları için kullanılan bir tür Truva atıdır. Bu nedenle Trump, topu Erdoğan’a atarak bölgeden çekilmek ve bir tür “Amerikan zafiyeti” imajından kurtulmak istiyor. IŞİD’le mücadelede Erdoğan’a topu atması, ileride bölgedeki cihatçı yangınının kontrol dışına çıkması ihtimaline karşı bir sorumluyu işaret etmek istemesinden kaynaklanıyor. IŞİD ile Ankara’nın mücadele etmeyeceği aşikâr. Ankara’nın hedefinde sadece Kürtler var. Çünkü iç politikada en çok prim yapan şey Kürt karşıtlığı. Türkiye eğer Suriye’ye girebilirse, ilk işi oradaki YPG güçlerini yok etmek olacak. Bunun kimin işine yarayacağı, Saray’ın ve Ergenekoncu derin devletin umurunda bile değil. Kamuoyu öyle bir efsunlandı ki, YPG’nin Türkiye’ye saldırmadığını, defalarca Ankara’yı hedef almayacağını açıkladığını, hatta Salih Müslim’in vakti zamanında Ankara’nın önemli partnerlerinden biri olduğunu falan bilmiyor. Dahası, Erdoğan’ın Afrin meselesinde Peşmerge güçlerini Türkiye toprakları üzerinden Suriye’ye geçirdiğinin de farkında değil. Bunları haber yapacak ya da kısmen eleştirecek tek bir eleştirel kalem yok Türkiye’de. Yani, Kürt karşıtlığı ve Batı karşıtlığı, İslamcı fanatizm ve Türk nasyonalizminin en çok prim yapan ideolojik dayanak noktaları!

Cihatçı fanatiklerin hamisi Erdoğan rejimi

Şimdi buna bir de “Trump’a ve ABD’ye haddini bildiren” reis mitini ekleyin. Hipnozdan uyanmak mümkün mü bu durumda? Hiç sanmıyorum. ABD’nin bölgeden çıkması, oysa Türkiye için son derece somut riskleri beraberinde getirebilir. Rusya ve İran, Türkiye’nin bölgede yalnız kalmasından çok memnun! İleride herhangi bir fırsat ellerine geçtiğinde, yalnız (ABD ve NATO şemsiyesinden uzaklaşan) bir Türkiye’nin çok daha kolay taviz verebilen bir bölgesel etkisiz aktör olması, başta Rusya, İran ve diğer bölgesel devletlerin işine geliyor. Bunların başında, Türkiye’den intikam almak için fırsat kollayan Esat Suriye’si geliyor. Çünkü Esad, Suriye’nin bu hale düşmesinde, cihatçı fanatiklerin hamisi Erdoğan rejimi olduğunu biliyor. Baba Esad döneminde Hatay sorunu, GAP projesi ve bunlarla ilintili olarak inatla Öcalan’ı koruma yolunu seçen Suriye’nin, bugün itibarıyla Türkiye’yi düşman bellemek için çok daha fazla nedeni var. Üstüne üstlük, hâlihazırda Şam’ın arkasında Moskova ve Tahran da var! Ve Türkiye’nin arkasında ABD yok! Bu olumsuzlukların dışında, Suriye Kürtleri’nin Şam tarafından korunmaya alınacağı ve bunun üç vakte kadar Ankara’nın kâbusu haline geleceğini tahmin etmek zor değil. Dahası, Suriye Kürtlerinin Esad (ve Rusya artı İran) tarafından korunmasının ardından, Türkiye’de sıfırlanan ve siyaseten komple sistem dışına itilmiş bulunan Kürt siyasi hareketinin radikalleşerek bundan PKK’nın istifade etmeye çalışacağı muhakkak. Kaldı ki, Batı’da Kürtlerin kendilerini Türkiye siyaseti içinde meşru olarak ifade etme şanslarının kalmaması, Batı’yı PKK konusunda yeniden değerlendirme yapmaya itebilir. Çünkü ABD, Kürtlerin seküler, anti cihatçı ve ABD yanlısı bir güç olduklarını düşünüyor. ABD’nin bu algısı haksız mı? Bölgede Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de ABD ile yakın ilişki içinde. Türkiye’nin 90’lara kadarki müttefiklik rolü Ortadoğu’daki ABD için ne idiyse, bugün itibarıyla bu rolü üstlenen Irak ve Suriye Kürtleri. Bunun ABD’nin en yakın müttefiki ve İran’ın azılı düşmanı İsrail tarafından da ilgiyle izlendiğini görmemek için kör olmak lazım. Yani esasında İslamcılar ve Avrasyacılar, ABD’yle ortaklığı reddederek, Kürt hareketine ciddi bir uluslararası destek sağlamış oldular. Kısa vadede tribünler “Trump’ı alt eden reis” söylemiyle coşturulsalar da, orta ve uzun vadede 1920’den beri en ciddi bölünme tehlikesiyle baş başa kalan, güçsüzleşmiş ve yalnızlaşmış bir Türkiye var! İslamcılar haydi anladık, sadece kendi bekalarını düşünen bir üst kadroyla, Osmanlı hayalleri kuran bir düşük eğitimli bilgisiz ama kalabalık alt kadrodan oluşuyor da, peki Avrasyacı askerler ve ulusalcı beyaz Türkler yaklaşan fırtınayı görmüyor mu?

Suriye politikaları – Ortadoğu denen bataklık dâhilinde – Türkiye’yi tarihinin en zayıf döneminde çok büyük, hayati tehlikelerle baş başa bırakıyor. Elden bir şey gelmiyor – uyarmak ve tarihe her zamanki gibi bir not düşmek dışında!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin