Yeni

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bazen eskiyi devam ettiremezsiniz. Bazılarının anlamadığı sanki bu gibi geliyor bana. Hani eski bir pantolonun yama tutmaması gibi… Tamirin mümkün olmaması durumundan bahsediyorum. Çok sevseniz de, alışmış olsanız da, olmuyorsa olmuyordur artık. Türkiye’de bugünkü devlet artık böyle bir noktaya gelmiş bulunuyor. 

Durun, hemen üzülmeyin! İlle de olumsuz bir şey olmak zorunda değil bu. Bazen bir yeni başlangıç yapmak gerekir. İnsanlar yeni bir iş bulur, girer çalışır. Eskisinden daha mutlu olabilirler. Bazen evlilikler yürümez, tüm acılara rağmen bir nokta konmak ister. Başlangıçta zor olsa da bazen her iki taraf da daha mutlu olur. Veya eski arabanızı tamirciye götürdüğünüzde, usta size aracın artık öldüğünü söyler. Arada duygusal bir bağ kurduğunuz, belki çocuklarınızın büyümesine tanıklık etmiş olan o külüstürden kopmak zor gelir. Fakat mantık ağır basmaz mı? Tamiri mümkün olmayanda ısrar etmek rasyonel midir?

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Devletler de böyledir. Bazen ufak tamirler (reformlar) sayesinde ömrünü uzatırsınız. Anayasa maddeleri değişir, yeni kurumlar oluşturulur, hatta politik liderler taze kan verir. Bazen de bir savaş, bir uluslararası oldu veya bir tarihsel dönem kapanır ya da başlar ve devletlerin dönüşmesi gerekir. Soğuk Savaş sonunda Avrupa’nın doğusunda bu oldu. Sistemsel dönüşümler sayesinde, örneğin piyasa ekonomisi ile ilgili deneyimleri fazla olmayan toplumlar Türkiye’den çok geride başladıkları reform süreçlerini durmak bilmeden ilerlettiler. Mükemmel olmasa da, bugün çoğu Türkiye’den daha şeffaf ve güven veren ekonomilere sahip oldu. Halklarının refah düzeyleri yükseldi. Ez cümle, devletlerini tamir etmeyi başardılar. 

Ama bazı devletler tamir edilmeye çalışılsa da dikiş tutmadı. Sovyetler Birliği’nde Mihail Gorbaçov işlemez hale gelen Sovyet sistemini reforme etmeye çalıştı. Ancak bu süreç (Glasnost ve Perestroyka) Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını engelleyemedi. 1917’de kurulan büyük bir komünist rüya, tüm yapısıyla beraber paramparça oldu ve içinden 15 yeni devlet doğdu. Onun yerine kurulan yeni devletler de, belirli genetik hastalıklarla doğdular. Rusya Federasyonu, Ukrayna, Belarus, Orta Asya Sovyet Cumhuriyetleri, hep yolsuzluk ve otoriter rejimler arasına bir yerlere sıkıştı. Hala da oralarda debelenip duruyorlar. 

Oysa Türkiye zaten Yirminci Yüzyıl’a yeni bir devletle ve rejimle girmişti. Temiz bir sayfa açma olanağı bulmuştu. Yepyeni bir toplum inşa edilebilirdi. Çoğulcu ve siyasal liberalizmin değerleri, çok kültürlülüğün çiçek açmasına olanak tanıyacak bir yönetim felsefesi ve sistemi, federalizm, ademi merkeziyetçilik, hesap verebilir ve gücü sınırlandırılmış bir iktidar, “civic” ve ırka/etnisiteye değil, coğrafi aidiyete atıf yapan bir milliyetçilik, yerel tarihiyle barışık bir cumhuriyet, değerlere saygılı ama seküler bir toplum gibi hedefler yönünde ilerlenebilirdi. Soğuk Savaş’ın askeri ve jeopolitik koşulları, bu tür bir projeye daha da ivme katabilir, Türkiye tümüyle AB sistemine entegre olmuş, istikrarlı, zengin ve üretken bir ülke olabilirdi. Kendi bölgesinde bir üretim üssü, bilimin, teknolojinin, eğitimin, sağlığın, altyapının çevresine güven verdiği, insanı mutlu bir ülkeden bahsediyorum! Evet, belki bir rüya bu! Bir hayal! Ama bu hayali kurmamak, söyler misiniz bana, nasıl haklı çıkartılabilir? Türkiye’de neden bu hayali kuran partiler, yönetim felsefeleri, ideolojiler, dünya görüşleri asla prim yapmadı?

Bugün AKP’den artık Babacan ve Davutoğlu gibi isimlerin yeni kurulan partilerinden medet umanlar var! Sanki bir haftalık yemeğin üzerine biraz daha sebze doğrayıp, azıcık et ve peynir yatarak fırına vermekle yeni yemek yapmaya çalışan lokantacı gibi, denenmiş ve karakter olarak da icraat olarak da çok kötü bir sınav vermiş politikacıları karşımıza “yeni” alternatifler olarak çıkartıyorlar! Siz o lokantada o bir haftalık yemeğin üzerine atılan bir tutam rendelenmiş peynire fit olur musunuz? “İyi de hoca, ortada başka yemek yoksa, karnımız da açsa, ne yapalım!” diyorlar. Ben de diyorum ki, kardeşim biraz beklentilerinizi yüksek tutun. En azından talep edin! Nedir bu “nasılsa bir şey değişmez!” mantalitesi?

Bakın size bir hatırlatmada bulunayım. 1980 askeri darbesinden sonra tüm siyasal partiler darbeci generallerin faşist rejimi tarafından kapatıldı. Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gibi o güne dek yerleşik partilerin liderliğini yapmış politikacılar yasaklı ilan edildiler. General Evren, hangi partinin kurulacağına izin veren merci idi. Turgut Özal parti kurma talebiyle karşısına çıktığında, onun ANAP’ını iki buçukuncu parti olarak seçimlere soktu. Kimse Özal’ın partisine önem vermiyordu. Herkes darbecilerin ön plana çıkardığı partilerden biri seçimi kazanır sanıyordu. Fakat beklenen olmadı. ANAP ve Özal seçimlerden bir zaferle çıktı. 

Demem odur ki, siyaset biliminde her zaman iki kere iki dört etmez. Bazen beş eder! Ve bazen de buçukluk partiler diğerlerini ezer geçer! Liderlik de böyle bir şey! Yeniye şans vermek biraz risk almak, biraz da hayal kurmaktır. Ama unutmayın ki, ilerleme yalnızca kurulan hayaller üzerine inşa edilir. 

Bugün iki sorun var. 

Biri, bu rejimin 1982 anayasasının kurmuş olduğu politik sistemi sona erdirmiş olmasıdır. Artık bu sistem dikiş tutmaz. 2013’ten sonra 1982 anayasasının politik koşulları rafa kalktı. Fiilen yapıldı bu. Herkesin gözleri önünde oldu! Anayasanın ne kadar kırmızı çizgisi varsa, devletin niteliklerine dair, neredeyse tümü ihlal edildi. Bir sivil darbe sonucunda, yürütme erki yargı ve yasamanın yetkilerini gasp etti. Basın ve medyayı susturdu. Kanunsuz ve keyfiyete dayalı bir rejim kurarak, yetkileri kısıtlanmış ve sınırlandırılmış iktidarı adeta sınırsız ve fiili yetkilerle donattı. Tayyip Erdoğan, reis unvanını alarak kendi tek adam sistemini inşa etti. Bunu yaparken, arkasına Türk derin devletini aldı. Kısacası bugün 1982 anayasasına dayalı olarak inşa edilen devlet artık yok.

İkincisi, bugün bu çöken devletin yerine yeni bir devlet kuracak iradede ve bilinçte bir veya birkaç politik hareket veya lider de yok. Ali Babacan veya Ahmet Davutoğlu gibi figürler, bir lider değil. Bu insanların siyasal kariyerlerinde kime tabi oldukları ve nasıl bir tutum ve pozisyon aldıkları belli! Karşılarındaki otoritenin güdümünde, ona kuyruk olan, kul köle gibi davranan, höt deyince tırsıp geri çekilen bu tür figürlerden Türkiye’nin önünde bir gereklilik olarak durmakta olan sistem sorununa bir reçete gelmez. Bu eşyanın tabiatına aykırı! Onlardan medet umanlar şunu dikkate almıyor. Davutoğlu ve Babacan suç ortağıdır. Bakın hala 17 Aralık’a ilişkin bile konuşamıyorlar! Onların görevi, bugünkülerin pisliklerini her ne pahasına olursa olsun örtbas etmek! Siyasi misyonları, gücü ellerine almanın ötesinde bir vizyona dayanmıyor! Sadece kendi kişisel makamları için yola çıkmış durumdalar. Bir türlü anlatamadığım, sağdan bir türlü bir misyonu olan lider çıkmıyor! En çok da AKP kadroları için geçerli bu. Size bir sır vereyim mi? Her kim ki Erdoğan’a kafa tutmadan, 17 Aralık ve 15 Temmuz’a ilişkin iki laf etmeden piyasaya çıkmışsa, bilin ki amacı bugünkü koşulları iyileştirmek falan değil! Ve asla başarılı olamaz! Ne zaman ki biri çıkar, yolsuzlukların üzerinin nasıl kapatıldığını, basının nasıl susturulduğunu, mahkemelerin nasıl kontrol altına alındığını dillendirmeye başlar, o zaman bilin ki o liderde ve siyasal harekette umut vardır! 

Üstelik bugün yaşadığımız dönem, Özal’ın ve ANAP’ın çıktığı dönemden çok daha berbat! Özal’ın önünde hazır bir anayasa ve onun oyun kuralları vardı. Dahası bir devlet bürokrasisi, yargı, askeriye, istihbarat, diplomasi vs. halen mevcuttu. Devlet bir kabile devleti değildi. Tüm eksik ve kusurlarına rağmen, bu devlet henüz reforme edilebilecek kadar dikiş tutar vaziyetteydi. Bakın darbeci generaller partileri kapattı ama mahkemeler ve bürokrasi darmadağın edilmedi. Üniversitelerden attıkları birkaç yüz hocanın emekliliklerini vererek onları akademiden kopardılar. Ailelere zulüm yapılmadı. Sippenhaft (aile boyu takibat) gibi NAZİ uygulamalarına başvurulmadı. Devleti kimse soymadı. Diplomasi yönelimi ve ittifak politikaları sıfırlanmadı! Daha sayabilirim! Devlet devam etmekteydi!

Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sadece adı kaldı! Bu devlet bir otoriter yarı diktatoryal muz cumhuriyetidir artık! Bir Ortadoğu Baas veya Muhaberat türü mafyatik yapı kurdular! Anayasasız bir rejimdir! Bu çok ciddi bir sorun. Ve ancak bir yeni devlet kurmakla aşılır. Adını değiştirmek falan gibi duygusal projelerden bahsetmiyorum. Ama Fransa’nın birbiri ardına gelen anayasal rejimleri gibi, bu mevcut cumhuriyet miadını doldurmuştur. Yeni bir “cumhuriyet” kurmak gerekiyor. Bu cumhuriyetin liberal demokrasi olması, mümkünse ademi merkeziyetçi bir felsefeye dayanması lazım! Bu, Ali’lerle, Ahmet’lerle falan olacak iş değil. AKP ile hiçbir kurumsal ilişkisi olmayan birkaç iyi insanın ön plana çıkması gerekiyor.

Ha bir de şunu söyleyeyim: bu rejim testi kırılmadan değişmeyecek. Nasıl ki “su testisi suyolunda…” derler, bu rejimi kuranlar, kendi hukuksuzluklarının getireceği karanlığı yaşayacaklar. Ve “yeni” öyle ortaya çıkacak! Yeter ki anayasal ve hukuksal, şiddeti tümüyle reddeden, liberal demokrasi ve ileri insan haklarını programının merkezine alan inandırıcı bir siyasal kadro ve hareket çıksın. Her insanın çocuğunu insanca yaşatma özlemini küçümsemeyin! 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Duygusal diye mi adını Aliya olarak değiştirmekten bahsetmek istemiyorsun?
    Duygusal olduğumuz için biz biziz.
    Aliya tüm Dünya’yı kapsayan bir vatan. İçinde Türkiye diye bir il bulunabilir. Hak Heyetine bu teklif sunulabilir. Çorum Çankırı civarlarına Türkiye denilebilir. Anadolu tüm yarımada, Güneydoğusu Mezopotamya ve Kuzeybatısında Trakya, Kıbrıs ve Kos…
    Dileyenin şeriat dileyenin modern hukuk ile yaşayabileceği bir beraberlik. Biri şeriatla biri modern hukukla yargılanmak isteyen iki kişinin mahkemesi nasıl varır sonuca o zaman? Cevap bulalım…
    Ne Ahmet ne Ali çözebilir bu işi! Bize yeni buluşları ile çözüm önerisi sunabilecek fikir üretici insanlar gerek.
    83 milyona aylık temelli maaş bağlasak yoksulluk sınırında, 8 bin lra. Fakat aynı ay tüm parayı harcaması koşuluyla. 640 milyar lira ediyor. Pazarın canlanmasıyla ve sanılanın aksine insanların üretime başlaması sürpriz sonuçlar doğurabilir. İnsanlar üretir o zaman çünkü ekonomik endişesi olmaz ve psikolojik olarak rahatlar. Böylece aklını kaygılı düşünceler değil güzel fikirler sarar. Neyse, iyi günler.
    Sevgiyle,

  2. Hapiste birbirini yemeden 4 yıldır 40 kişi yaşabilen insanlar uzman olmuştur. Yani “beraber yaşama uzmanı”.. bunlar çıkınca fikirlerine değer vermeli..Yeni cumhuriyetin ismini de “Anadolu ” koyabiliriz. Bu bizden teklif

  3. Sekiz köşeli bir yıldız misali masanın köşeleri. Baş Hak Heyeti, kollar yasama yargı, eller yürütme ve barış ordusu, bacaklar eğitim ve sağlık, ayaklar üretim ve eğlence.
    Anadolu hep Annadolu’ydu onca millet gelip onca devlet kurdu
    Hepsi birer birer yok oldu Anadolu hala Anadolu
    Var olanı değiştirmektense ona tâbi olmaya çalışırsak Dünyaya razı olabiliriz. Tabiattan bahsediyorum, zaten hali hazırdaki mevcut yaşam. Kötü gören insanlar, büyük balık küçük balığı yemiyor her zaman. Bak Korona görünmeyecek kadar küçük olsa da hiç kimsenin hayalinde bile deviremediği modern kapitalist sistemi felç etti. Bir iki daha vursa knock out…
    Buluşsak abi, yeniyi kursak… Adı önemli değil, herşeyin adı ilahi kaderdir, yalansa fanidir doğruysa baki.
    Sevgiyle kalın, tebrikler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin