Yargı darbesinde HSK nasıl rol oynadı?

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Bir önceki yazımızda; devletin tasfiyesinde öncelikle yargıdan başlanmasında yapılan ön hazırlıklara ve fişlemeleri bazı örnekler üzerinden işlemeye çalışmıştık. Bu yazıda ise yargı dünyasıyla ilgili darbe ve sonrasında yaşanan kirli sürece bakalım.

Ülke ve hukuk tarihi açısından yüz karası bu sürecin iyi anlaşılması gerekiyor, zira adil ve özgürlükçü yeni bir gelecek kurulacaksa bu yaşanmışların çok iyi bilinmesi ve analiz edilmesi gerekiyor.

VE DÜĞMEYE BASILIYOR!

16.07.2016 tarihinde aynı gün bu kez Ankara Savcısı Serdar Coşkun Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazdığı yazıda ise, “Türkiye genelindeki Fetullahçı terör örgütlenmesine mensup hâkim ve savcıların listesi ilişikte gönderilmiştir” denilip, bir dizi talimatlar verilmişti.

Yazıdaki üslup felaket… Zira henüz haklarında hiçbir hukuki işlem yapılmamış 2745 hâkim ve savcının -ki, bazıları yazıdan aylar önce vefat etmiş, emeklilik, istifa veya ihraç gibi nedenlerle o sırada hâkim savcı dahi değiller iken- darbeci ve terörist olarak kabul edildikleri ifade edilmekte idi.

Savcı Coşkun’un bu talimatlarında gözaltına alma, ev, işyeri ve araçlarında arama yapılması, bilgisayarlarına el konulması, yurt dışına çıkışlarının engellenmesi istenmişti. Talimatın 3. Maddesi oldukça dikkat çekici idi: “Gözaltına alınan hâkim ve savcıların Cumhuriyet Başsavcılıklarına sevklerinin sağlanıp TCK’nın 309/2 maddesi gereğince tutuklanmalarının sağlanması”.

Hukuki olarak Anayasa ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda yer alan teminatlar ve soruşturma usulüne ilişkin düzenlemelere göre Ankara Başsavcılığı’nın bu şekilde bir soruşturma başlatmaya, diğer Başsavcılıklara talimat ve emir vermeye hiçbir şekilde yetkisi yoktur.  Zaten soruşturmayı başlatmasından 6 ay sonra 12.01.2017 tarihinde kendisinin yetkisiz olduğuna dair karar vermiştir.

Savcı Coşkun’un bu işlemlerinin hepsinin önceden, birilerince kurgulandığı ve masasına konduğu çok aşikâr idi. Zaten Coşkun tutanağının tarih ve saatine bakıldığında da darbe günü daha olmamış hadiselerin olmuş gibi yazılmasının da her şeyin önceden kurgulandığının, aylar öncesinden hazırlanmış listelerin bir anda işleme sorulduğunun kanıtı!.. (Konuyla ilgili gazeteci Ahmet Dönmez’in yazı ve araştırmalarına da bakılabilir.)

HSYK YİNE DEVREYE GİRİYOR

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2. Dairesi toplanmış ve 2016/4 Tedbir, 2016/345 sayılı kararı ile hakkında soruşturma başlatılan hâkim ve savcıların, “darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan askerler ile birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli delil ve şüphenin bulunduğu gerekçesi ile görevden uzaklaştırılmalarına” karar vermişti.

Ankara Savcısı Yücel’in Başsavcılıklara yazdığı yazısında “değerlendirilen” kelimesini tercih edilirken 2. Daire kararında “kuvvetli delil ve şüphenin bulunduğu” ifadesine yer verilmişti. Kararda yer alan bu ifade; tüm soruşturma işlemlerinin, tutuklama ve arama, malvarlığına el koyma ve diğer koruma tedbirlerinin temel dayanağı olmuştu. Çünkü Ceza Muhakemesi Kanunu 100. Maddesinde yer alan “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller” ibaresi yer almakta olup, HSYK’nın görevden uzaklaştırma kararında bilerek ve istenilerek bu ifadeye karşılık gelecek bir tümce tercih edilmişti… Bu, tesadüf değildir!

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu, HSYK 2. Dairesi’nin bu kararından bir aydan uzunca bir süre sonra 24.07.2016 tarihinde verdiği toplu meslekten çıkarma kararında ve 29.11.2016 tarihindeki itirazın reddine ilişkin kararlarında, “ihraç edilen hâkim ve savcıların darbe girişiminde bulunan askerlerle birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiklerine” dair hiçbir delil, bilgi ve belge ortaya konulmamıştı.

Yargılamalar esnasında tartışılan temel mesele; “Yargıda Birlik Platformu’na oy verip vermediği”, “Bağımsız adaylara destek verip vermediği”. Hepsi bu!

Buna dair bir itirafçı tanık beyanı, buyurun:

Bu durum;

– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Alparslan Altan kararında ve

– Birleşmiş Milletler Haksız Tutuklama Çalışma Grubunun hâkim ve savcılar hakkında verdiği kararlarda da net bir şekilde ifade edilmişti.

HSYK 2. Dairesi tarafından konuyla ilgili önce kısa bir karar alınmış, aylar sonra da gerekçeli açığa alma kararı yazılıp açıklanmıştı… Gerekçede, kısa kararın yukarıda belirtilen kısmının tamamı metinden çıkarılmıştı. Açıklamak gerekirse, kısa karada yer alan “15/07/2016 tarihli darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan askerler ile birlikte, fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli delil ve şüphenin bulunduğuna” ibaresi, 669 sayfalık gerekçeli kararın hiçbir yerinde yer almamaktadır.

Sorulması gereken ancak bir türlü sorulmayan bazı sorular var:  

Anayasa ve 2802 sayılı yasada yer alan teminatların yok sayılmasına ve hakkında yapılan soruşturmanın ilk işlemlerinin tamamının gerekçesi olarak kullanılan, hâkim ve savcılar hakkında verilen kimi tutuklama kararlarına HSYK ad çekme suretiyle açığa alma karar veremez… Ve kararda “kuvvetli delil ve şüphe”den bahsediliyor. Nitekim İstanbul Anadolu Adliyesinde hâkim ve savcılar hakkında tutuklama kararı veren Hâkim Hasan Akdemir tutuklama gerekçelerine bu ifadeleri derç etmişti. Bunu yaparken de ilgili hâkim savcıları suçlama mahiyetinde “Yahudi uşağı olmaları” ile itham ederek… (Kaderin cilvesi ki “Menzilci” olduğu ifade edilen bu hâkim, bir rüşvet operasyonu ile sonradan açığa alınmıştı.)

Tüm hâkim savcılar hakkında yazılan iddianamelerde delil olarak gösterilen HSYK 2. Dairesinin bu iki kararı arasındaki fark ve çelişkinin sorgulanması çok önemlidir.

– Bu karar, acaba soruşturmanın başlatılması, tutuklama ve diğer koruma tedbirlerine karar veren hâkim ve savcıların manipülasyonu amacıyla mı verildi?

– Peki, bu kararlara itibar eden hâkim ve savcılar kısa kararda yer alan hakkında soruşturma başlatılan hâkim ve savcıların, “darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan askerler ile birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli delil ve şüphenin bulunduğu” cümlesinin gerekçeli kararda neden bulunmadığını hiç sormadılar mı, hala sormuyorlar mı?..

Görüldüğü üzere, suç üstüne gerekçe yapılarak Anayasa ve 2802 sayılı yasadaki teminatların yok sayılmasına sebebiyet veren bu kararda yer alan bu temel çelişki ortada…

Tutuklanan o hâkim savcılar hakkında -bırakın kuvvetli delil ve şüpheyi- bir tek cümlelik dahi tespit ve değerlendirmenin yer almaması, yapılan tüm soruşturma ve kovuşturmaların temelden yoksun olduğunu, yok hükmünde ve Anayasa’yı ihlal eder mahiyette olduğunu, açık net ve tereddütsüz olarak ortaya koymaktadır.

HASILI…

Görüldüğü gibi 15 Temmuz’un asıl ve öncelikli hedefi yargıdır, adalettir. Çok önceden hazırlanmış fişleme listeleri üzerinden yapılan bu operasyon ile “devletin temeli” olan adalet ve yargı, dinamitlenmiş ve devlet binası sabote edilmiştir. Temeli yok edilmiş bu devlet binasının her katı (mülkiyesi, askeriyesi, emniyeti, eğitimi…) sırayla çökertilmiş ve sorgusuz sualsiz yüz binlerce kamu çalışanı KHK’larla işinden edilmiş, tasfiye edilmişlerdir.

Avrupa’nın bundan 50 yıl kadar önce yaşadığı faşizm felaketlerinden sonra öğrendiği hukuk ve demokrasinin önemini biz de ileride görebilecek miyiz?! Evet, 50 yıl öncesinin Avrupa’sının benzer süreçlerinden geçiyoruz. Benzer bir faşist yapı, yargıdan başlayarak bütün devleti buduyor. Bu badire atlatıldığında elde kalan en önemli tecrübelerden birisi de adaletine ve yargısına sahip çıkma zarureti. Gerisi zamanla gelir.

Sözü, gazeteci Mustafa Ünal’ın darbe günü paylaşmasından dolayı 2 müebbet ile yargılanmasına sebep olan o ayet ile bitirelim:

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; 

Hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. 

O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl Suresi, 90. Ayet)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin