Vicdanlara ne oldu?

YORUM | NUMAN YİĞİT

Şimdilerde dünya gündemi koronavirüs. Her musibet aslında bir mektep gibidir.İnsanlık o mektebe gider dersini alır , ilim,irfan ve tecrübe adına bir kısım kazanımlar elde eder sonra da bir başka musibet mektebine kaydolur ve böyle devam eder gider. Dolayısıyla da hem  musibetler hem de güzellikler  insanlık ve bilim medeniyet için birer ilerleme,terakki vesilesi olur.

Bizler tabi ki inancımız gereği bu koronavirüsün tesadüfi olmadığına inanıyoruz.

Küçücük bir virüsün muvakkaten de olsa böylesine dünyaya kafa tutması insana acziyetini hatırlatması, çaresizliğini göstermesi bakımından her zaman ibretamiz olacaktır. Ümit ederiz en kısa zamanda tedavisi mümkün olur, olacaktır da…

Bu tür umumi musibetlerin insanlarda ,insani duyguları tetiklemesi açısından oldukça önemi vardır.Şu anda bütün insanların kalplerinde bu hastalığa yakalananlara veya yakalanma ihtimali olanlara karşı bir incelik, bir merhamet bir şefkat oluştu. Bütün dinler mabedlerine koşuyor hatta bazen değişik dinlere mensup din adamları tüm insanlık için bir araya geliyor, dua dua yalvarıyorlar.Bütün insanlığın koronavirüs gibi bir musibet karşısında “insanlık” paydasında bir araya gelerek farklılıklarını bir kenara bırakmaları, problemlerini şimdilik dahi olsa unutmaları bile insanlık için bir fırsat güzel bir kazanımdır.Belki de bu   musibet mektebinin  insanlığa verdiği /vereceği ilk derslerden biri olacaktır,olmalıdır.Birbirlerinizi yok etmek için değil, yaşatmak ideali ile yaşamak dersi. 

Böyle bir dönemde herkesin kin nefret, öfke inat gibi nefsi ve şeytani duygularla değilde şefkat, merhamet, af gibi insani  duygularla hareket etmesi vicdani olmanında, vicdan sahibi olduğunun da önemli bir göstergesidir.

Bütün dünya bu umumi musibeti fırsat bilerek toplumun yaralarını sarmayı,problemlerini çözmeyi hedefliyor. Gerek hastalığın yayılmasının önlenmesi, gerekse de toplumsal barışa katkı sağlamak amaçlı  tüm dünya da hapishanelerde  tahliye işlemleri devam ederken maalesef ülkemizde insanlığı utandıracak gelişmeler yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor. Az da olsa kısım samimi insanların hukuki zemindeki mücadeleleri olmadı değil fakat bütün bunlar iktidar tarafından  görmezlikten gelinerek vicdanları parçalayan bir taslağa imza atıldı. Dileriz bu taslak yüksek yargı organlarından umumun vicdanını rahatlatacak bir şekilde geri döner.  

Hayatın söz konusu olduğu bir yerde suçu ne olursa olsun herkesin eşit ve adilane kanunlardan istifade etmesi adına bu tasarının herkesi ve her kesimi kuşatıcı bir şekilde çıkarılması hukuka karşı  kamuoyunda ve vicdanlarda yeni bir gedik daha açıldı. Gazeteci, düşünce adamı, yazar,sivil toplum veya hiçbir zaman terörist tanımına konulamayacak eline silah almamış şiddet nedir bilmeyen sivil toplum yada cemaat üyelerinin, annelerin ve masum çocukları görmezden gelindi. Buna sebeb olanların   “mümin,müslüman” sıfatlarını her fırsatta bir rozet gibi gözlere sokmaya çalışan islami olduklarını iddia eden bir partinin olması ise en acısı. Bu durum akıl, vicdan, hukuk, hak, insanlık kavramlarını altüst ediyor ve etti de.

Acaba bu insanlar nasıl oldu da böyle bir halete evrildiler?Acaba kendilerini nasıl teskin ediyorlar? Vicdanen nasıl ”müsterih” olabiliyorlar? Bu kadar hukuksuzluğun, günahın vebalini nasıl taşıyabiliyorlar?

Vicdan insan tabiatında sığınılacak en son kaledir.Vicdanı salim olan bir kişi haklıyı, haksızlığı, iyiyi ve iyiliği kötüyü, kötülüğü hisseder, sezebilir. Fakat vicdan kalesini  yıkar veya yok ederseniz o   zaman da o insanı asgari  insani değerlerden yoksun bırakmış,bir bakıma angutlaştırmış olursunuz.

Neticeye tesir etmesi veya çözüm açısından ne kadar önemli onu bilmiyorum ama ibtal-i his manasına gelen böyle bir durumun altında yatan sebepleri insan merak etmiyor da değil. 

Bunlardan birincisi, yüzde yüz suçluluk psikolojisidir. Çünkü suçlu olmayan biri rahat, sakin ve kendinden emindir, tutarlıdır. Fakat burada sürekli bir şüphe, tereddüt, telaş ve bir şeyleri kapatma, unutturma çabası görülmektedir. Sözlerde ve davranışlarda sürekli bir tutarsızlık çelişkiler sözkonusudur. Tam da ”Doğruluk (insanda) itminandır (sakin ,kendinden emin soğukkkanlılık tavrı). Yalan ise (insanda) şüphedir (tereddüd ve telaş hali)” (Tirmizi, Kıyamet, 60) hadisinin ifade ettiği gibi. Objektif hukuk karşısında suçlu duruma düşeceğini (olduğunu) bilen bu zihniyet kendilerini bu haksızlık ve zulümler işlemeye mecbur hissediyorlar.Ardı arkası kesilmeyen plan ve bağışlayın ayak oyunları ile.Bisikletle  giden birinin pedalı çevirmediğinde düşeceğini bildiği gibi.Böyle davranmadıklarında birgün kendilerinin de  aynı şeyleri yaşayacakları paranoyası, içine düştükleri hukuki siyasi çıkmazlar ,mecburiyetler vicdanı ikinci hatta daha geri plana atmalarına sebebiyet veriyor.

İkinci olarak -her ne kadar geçici ve asılsız bir teselli olsa da -yaptıklarına dini bir kılıf, şeri bir meşruiyet kazandırmak, işledikleri zulüm ve hukuksuzlukları güya “İslam” için yaptıklarını düşünmek/düşündürmekle yalancı bir teselli elde ederek vicdanlarını susturmayı yeğliyorlar.. Yine maalesef bunun içinde diyanet ve ilahiyat çevrelerini, bir kısım farklı tarikat erbabını kullanıyorlar. Onlar dan binbir türlü tevil ve yorumlarla aldıkları fetvalarla işledikleri günahlara meşruiyet kazandırarak “işte bakın yaptıklarımız dine ters değil” demeye getirerek hem kendilerini hem de insanları aldatıyorlar. Bununla kendilerini koruma altına aldıkları gibi aynı dini argüman ve bahaneler ile binlerce yetkili insanı halkı ve teşkilatları motive ediyor ,onları”Allah rızası için”bir şey yaptıklarına inandırmaya çalışıyorlar.

İslami   görünen bir yapının bu derecedeki bir vicdansızlığa düşmesinin  altında yatan manevi sebeplerden biri de bir önceki sebebe bağlı olarak gelişmektedir.İçine düşülen hata, günah, zulüm, haksızlık, hukuksuzluk ve bunların hasıl ettiği kalb kasveti, kalbin taşlaşmasıdır. İnsanda vicdan mekanizmasının fonksiyonunu  eda edememesinin en önemli sebeplerinden biri budur.Eğer bir kul günah işlediğini bilip anlayıp, Allah’a karşı hatasını itiraf etme manasında tövbe etmez/edemesse dönüşü olmayan bir yola girmiş imanın mahalli dolayısıyla da insani tüm duyguların merkezi olan kalbini günahlarla kirletmiş olur. ”Herbir günah kalpte siyah bir nokta bırakır.Eğer tevbe ve istiğfarla hemen o siyah nokta silinmez temizlenmezse zamanla siyah noktalar kalbi tamamen kaplar(iman etkisiz ve işlevsiz kalır) Sonra onların kalbinde “Rân”meydana gelir.Allah onların kalbine mühür vurmuştur” (Tirmizi,Tefsir`ül Kur’an, 83)hadisinin de ifade edildiği gibi kalpler günahlarla kirlenince insan bir kısım insani ,kalbi,vicdani duygularını kaybeder. Hislenmez, duygulanmaz umursamaz, şefkatsiz merhametsiz bir insan haline gelir. Hele bir de yaptıklarının  müslümanlığın gereği zannettirecek bir zemin oluşturulmuşsa.. Allah korusun…

Bu vicdansızca icraatlara zemin hazırlayan bir diğeri de büyük ihtimal, pek çok insanın aynı hukuksuz,haksız kirli icraatlara ortak edilmesi,bu hataları irtikab edenlerin sayısının artırılması… Maalesef bir çok çevreler dinen günah hukuken suç sayılabilecek fiillere meşru kılıflar adı altında iştirak ettirilerek kirlilik umumileştirilmiştir. Psikolojik olarak temizliğini kaybeden bu insanlar musibette başkalarıyla beraber olmak tesellisi ile avunmaktadırlar. Diğer taraftan da bu türden  insanlara dolaylı olarak “çalışın, eğer çalışmazsanız bir gün siz de görürsünüz gününüzü” denilerek safları sıklaştırma taktiği güdülmektedir. Pek Çok insan malesef güya kendini ailesini ve geleceğini korumak için yanlışta, haksızlık ve hukuksuzlukta ısrar etmekte, vicdanını bunlarla  bastırmaya çalışmaktadır.   

Bir kısım çevrelerin vicdanlarını susturmak için kullanılan en önemli argüman biri de maalesef meş’um 15 Temmuz tertibidir. Menemen’de, Yassıada’da, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta bu millete tertip düzenleyen zihniyet aynı şekilde 15 Temmuz’da da tam da böyle bir tertibe ihtiyaç duyan  bu zihniyetin imdadına yetişti. Bütün çalışmalarında devletten ve milletinden yana hukuki ve kanuni olmaya  özen gösteren bir cemaati bitirmek  ve onları hukuksuz, haksız duruma düşürmekten başka  çaresi olmayanlar 15 Temmuz tertibi ile bu fırsatı yakalamışlar ve bunu bir tabu gibi milletin zihnine nakşetmeye çalışmışlardır.. Maalesef en akıllı görünen insanlar bile yapılan haksızlık ve hukuksuzluk karşısındaki tepkisizliklerini savunmak ve vicdanlarını susturmak için “devlet bir şey diyorsa doğrudur, demek ki bilmediğimiz şeyler var, ve onlarında hataları olmuş..” söylemlerine sığınarak vicdanlarını susturmaya kendilerini teselliye çalışmaktadırlar.           

15 Temmuz tertibinde mağdur olanların hapisten çıktıkları vakit intikam alma peşinde olacakları korkusu da bu vicdansızlığı körüklüyen hususların başında geliyor maalesef. Evet belki o insanlar hukuki yollarla haklarını arayacak masumiyetlerini ispat etmek için demokratik haklarını kullanmaktan asla vazgeçmeyeceklerdir. Haksızlık ve suçluluk psikolojisi ile objektif hukuktan korkan şimdiki muktedirlerin bu tavırları bile yaptıklarının hukuksuz olduğu gerçeğini  bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. 

Bir diğer taraftan da insanların vicdaniliğini bertaraf etmek için “korku damar”ları tahrik ediliyor. ”Siz onların hakkından gelmezseniz onlar sizin hakkınızdan gelecek.17 Şubat da başarılı olsalardı onlar size bundan daha kötüsünü yapacaklardı.” fitnesi  hem bir su-i zan hemde hukuksuz işler içinde olanların halet-i ruhiyesini ifade etme açısından oldukça önemlidir.  

Bu malum zihniyete bakıldığı zaman İslam ahlakına ters bir kısım tutum davranışlar içinde debelendikleri fakat her nasılsa bunları ya farkedemedikleri veya alıştıklarından terkedemedikleri anlaşılıyor. Bunlardan en önemlisi maalesef kibir ve gurur. Bu kibir ve gururda onların hakk’ı görmelerine,yanlış kararlarından geri dönmeye mani olan en önemli hususlardan bir. Onlardan önemli bir kesimin “ne yani şimdiye kadar yaptıklarımızın hata olduğunu mu kabul edeceğiz, bütün bu olanları inkar mı edeceğiz?” inadı ile vicdansızlığa pirim vermektedirler.

İnsanların ekserisinin  kim haklı kim haksız meselesine girmemelerinin sebeplerinden biride tabi ki “aman bana bir şey olmasın” korkusudur. ”Ben ne yapabilirim ki” tesellisidir. Bunlar gibi pek çok nedenlerde bahsedilebilir. Herkes vicdanının sesini bastıracak bir bahane bulabiliyor.İnsanımızın üzerindeki baskı kalktığında onların daha akl-ı selimle düşünebileceği ihtimali oldukça güçlüdür. Fakat er ya da geç hakikat tecelli edeceğine ihmali  olanların  hem hukuk hem de Allah huzurunda hesaplarını vereceklerine inanıyoruz.

Dinen herkesin mümin olmasının bir gereği olarak  imkanı varsa yani yetkisi varsa eliyle,ona gücü yetmiyorsa diliyle o na da gücü yetmiyorsa imanın en zayıf belirtisi olan kalbiyle, Allah’ın hoşgörmediği zulüm, haksızlık, yalan iftira gibi meseleler karşısında durması gerekmektedir. Allah’ın bir adeti bir sünneti vardır.Allah bunu hiçbir zaman hiçbir kimse için değiştirmez. ”İnsanlar zalimin zulmünü gördükleri halde ona mani olmazlarsa Allah’ın umumi bir musibeti göndermesi çok yakındır.” (Tirmizi, Fiten, 9) hadisi hem bizi korkutmalı hem de bizi hatalarımızı görerek Allah ilticaya yönlendirmelidir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin