#ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum etiketini açanlara: Doğru mu yapıyorsunuz acep?

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Acılar, kayıplar, mesnetsiz iddialarla hayatları karartılan yüzbinlerce insanın sessiz çığlıkları, bu ortamı terk etmeye Meriçler’den geçmeye çalışırken yiten canlar, gittikleri yerlerde tutunmaya çalışan insanlarımızın anlattıkları… Böyle iç yaralayan anlarla geçti 2018! Yeni yıla girerken de yine Noel ile yılbaşının farkını ortaya koyma, yılbaşı kutlamak haram mı değil mi tartışmaları yaşandı. Bunlara bir de “Yılbaşında eğlenen Suriyeliler” tartışması eklendi…

Sosyal medyada hemen her gün Türkiye’deki Suriyelilere dair nefret söylemi paylaşımları var…

Kendim de şu an bulunduğum ülkede mülteciden hallice olduğum için oradaki yaşananlara empati yapıyorum. Bana tuhaf gelen, Suriyelilere dair nefret paylaşımlarının bazılarını, benzer zulmü ülkesinde yaşayıp başka ülkelere iltica etmiş kişilerde de görmek: Şaşkınlık mı, farkındalık eksikliği mi, bilemedim gitti.

Evet, bakıyorum bazen sahilde bir Suriyelinin elinde nargile içmesinin fotoğrafını paylaşanlar oluyor. Altında yorumlar: “Senin ülkende savaş var, oraya gitmiyorsun, gelmiş burada keyif çatıyorsun, utan” filan…

Şimdi de, Taksim Meydanı’nında bir grup Suriyelinin ellerinde ÖSO bayraklarıyla “Suriya!” diye sloganları atması olay olmuş. Hatta ülkemdeSuriyeliİstemiyorum diye etiketler açılmış Tweter aleminde ve de Türkiye gündeminde birinci sıraya oturmuş.

Videoyu açıp izlediğinizde, eğlenen bir grup genç görüyorsunuz. Videoyu çeken genç, görüntünün sonunda, “Ülkeyi bu hale getirenlere lanet” ediyordu.

NE EKERSEN…

Bu tür paylaşımların içeriğine bakıyorum bir hukukçu olarak; bir suç unsuru göremiyorum. Sahilde nargile içen, meydanda eğlenen adamlar; burda hukuken bir problem yok, eğer bir başkasını taciz etmiyorsa, o bölgenin kurallarına riayet ediyorsa, kullandıkları şeyler suç teşkil etmiyorsa… (Ama bunları böyle paylaşanlar ise en azından bir “nefret suçu” işliyorlar.)

Nargile tamam, AK gençliğin yerli ve milli içeceğine dönüştü zaten, onu geçiyoruz. Bayrak mesele diyorsanız, ÖSO bu hükümetin büyüttüğü, desteklediği bir Suriyeli muhalif örgüt, Türkiye’de de Suriye resmi hükümetinden daha legal muamele görüyor.

Ne o zaman? Bu kadar çok Suriyeli olmasına, bu kadar gözünüze batmasına mı kızıyorsunuz?

Bu mesele çok girift; işin milletlerarası siyaset, sosyoloji boyutu olduğu kadar uluslararası hukuk, hatta ceza hukuku tarafı bile var. Her bir konusuna dair de ciltlerle kitaplar yazılır. İleride de işin uzmanları uzun uzun yazar. Ama bu süreçleri kısmen görmüş ve yurtdışında yansımalarını gören birisi olarak kendi izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Şöyle ki:

-Zorla adamların ülkesine girmişsiniz, karıştırmışsınız, içerisindeki ayrılıkçı grupları kışkırtmışsınız, iç savaşın çıkmasına sebep olmuşsunuz, bu kargaşadan dolayı da milyonlarca insan evinden ve yurdundan olmuş ve yollara düşmüş. Nereye gitsin, İslam ülkelerine mi? İran mı, Irak mı, Suudi Arabistan mı, Katar mı? Siz hiç bunlar başta olmak üzere bir İslam ülkesinin bir mağdura, bir müslümana sahip çıktığını gördünüz mü? Sahip çıkmayı geçtim, yeni mağduriyetler üretme derdindeler; Yemen’de bombalanan ve açlıktan ölmeye mahkum  edilen yüzbinler gibi!

– Bu yurtsuz insanlar da gözünü Türkiye’ye dikmişti haliyle. Bunun saikleri var:

En yakın sınır olması, oradan davet olması, oranın da bu savaşın tarafı olması ve aynı zamanda Avrupa’ya/ Batı’ya geçiş için Türkiye’nin mecburi bir ara geçit olması.

– Türkiye’deki iktidar, hükümet neden böyle bir akıma sebep oldu derseniz:

– Sayıları 4 milyonu bulan ve her geçen gün hızla artan bu Suriyeli mültecileri hızla vatandaşlığa geçirerek onları birer oy deposuna dönüştürmek,

– Ülkeden sürdüğü ve yok saydığı yüzbinlerce ve hatta milyonlarca yerli halk yerine yeni bir kitle oluşturmak, toplumun demografik yapısını kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek,

– Bu mülteciler üzerinden BM ve AB’den yardımlar koparmak,

– AB ve Batı dünyasına karşı bu insanları bazen koz, tehdit, bazen de kalkan olarak kullanmak. “Biz ensarız, onlar da muhacir” söylemleri üretilse de fiilen yapılan, o insanları batıya karşı bir sopa olarak kullanmak.

– Aynı zamanda bu insanları, Suriye savaşında kullanmak üzere lojistik bir depoya dönüştürmek. Buradan devşirilen bazı insanların, Avrupa ülkelerindeki bazı terör eylemlerinde de kullanıldığı Avrupalı yayınlarda sık sık dile getiriliyor.

DİNLEDİNİZ Mİ?

Suriye’deki iç savaş baş göstermeye başladığında aklıselim insanların hemen hepsi uyarmıştı: “Ateşle oynuyorsunuz, yapmayın, provokasyonlardan ve boş hayallerden uzak durun, meselelerin diyalogla ve uzlaşıyla çözümüne bakın” şeklinde tavsiyelerle…

Bu işlerin merkezinde Ahmet Davutoğlu ve ekibi vardı, hepsinin arkasında da “İslam aleminin lideri, halifesi” hayallerindeki Erdoğan vardı. Ezoterik, ahirzaman senaryoları da üretiyorlar, kendilerini seçilmiş insanlar olarak görüyorlardı, çevresindekiler de 7/24 bunu pompalıyorlardı. (İlginçtir ki, Ahirzaman hadislerinde de Şam/ Suriye merkezli bir çok hadisler bulunmaktaydı, evet. Burada doğacak büyük fitne ve savaşa sebep olacaklara dokunacak büyük ateşe de işaret ediliyordu halbuki!.. Bu konu da çok uzun, başlı başına bir kitap konusu, es geçelim şimdilik.)

Evet, böyle histerik bir havada bir ülkede iç savaş çıkarıldı, “Saatler içinde  Şam’da Cuma namazında olma” hayalleriyle Türkiye de bu savaşın bir parçası edildi. Bundan yaklaşık bir asır önce, o dönemin AKP’si olan İttihat ve Terakki Partisi’nin yaptığı gibi, megaloidealler kurulurken şimdi eldekilerden de olma noktasındayız, “Dimyata pirince gitme” hesabı…

Bu sürece fren koymak isteyen insanlar da olduydu. Türkiye üzerinden Suriye’deki muhalif silahlı gruplara “bin tır dolusu ağır silahlar” nakledildiği konuşuluyordu. O ara bir avuç kamu görevlisi (bir kaç hakim, savcı ve kolluk güçleri) bir tırı durdurmuştu. Bir ihbara dayalı idi bu müdahale ve ”o tırda yasadışı mühimmat olduğu” bilgisi vardı. O tır, bütün engellemelere rağmen durdurulduğunda içinde iki ülke arasında savaş çıkaracak kadar ağır silah bulunmuştu. (İttihatçıların marifetiyle Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşına sokulmasına sebep olan mühimmat da bundan hallice değildir sanırım.)

Ve sonra Can Dündar gibi cesur, sorumluluk sahibi gazeteciler bu hadisenin üzerine gidip haberleştirmişti. O dönem, bu habere imza atan Dündar ve Cumhuriyet Gazetesi’nin başına neler geldiğini hep birlikte görmüştük. (Aslında onlardan önce Perinçek’in Aydınlık gazetesi de bu olayı haberleştirmiş, manşetten duyurmuş ama kimseden çıt çıkmamıştı. “Yargının tam istedikleri gibi ellerinde olduğunu” söyleyenlere kim ne yapabilirdi ki?!)

O habere imza atan Can Dündar, can güvenliği gerekçesiyle şimdi yurtdışında, Almanya’da sürgün yaşamak zorunda. O tırı durdurulmasında etkin olmuş savcısından polisine, askerine herkes şu an hapiste ve çok ağır ithamlarla yargılanıyorlar.

Aslında o gazeteciler ve bir avuç kamu görevlisi bu ülkenin onurunu, namusunu kurtarmışlardı. Yaşanan bu kanunsuzluklara herkesin de evet demediğini, karşı duranların da olduğunu ilan ediyorlardı.Hani fıkıhta “farz-ı kifaye” diye bir kavram var ya; yani birilerinin bir sorumluluğu yerine getirmesinin diğerlerinin üzerindeki vebali kaldırması. Ortada kalmış cenazeyi bir avuç insanın kaldırması ile mahallenin mesuliyetten kurtulması gibi.

Halk, insanımız ne dedi peki? Yurtdışına ilk çıktığım zamanlarda arabasına bindiğim yakınımın bana dediğini: “Senin kalkıp da bizim reise ters gelecek kararlar vermeni geçtim de.. O savcılar ne demeye kalkıp MİT tırlarını durduruyor ki, ihanet değil mi bu?!” Cevabım şu olmuştu:

“Şimdi senle böyle giderken, bu yabancı ülkenin emniyetine bir ihbar gelse ve şu plakalı aracın torpido gözünde kırık da olsa bir tabanca olduğu söylense ne yapardı emniyet? Amaan bana ne, başım ağrımasın mı der, yoksa savcıya meseleyi iletip ne yapalım diye mi sorar?”

“Ee, tabii ki sorar.”

“Peki o savcı da, kim bilir kimin aracı, siyasilerden birine ucu dokunabilir, en iyisi hiç ellemeyin, mi der?”

“Tabii ki demez. Polise, gidin bir bakın der.”

“Demezse ne olur: Görevi suistimal olur azizim. Hatta bu olayda ihanet bile olur. Bir tır dolusu silah karşısında işini yapmazsa…”

Evet, bu olayda da, benzer yanlışlarda da insanımız ilkesel hareket etmedi, nemelazım deyip meseleyi örttü, bu işin faillerini kolladı, hatta seçerek zımmen destek de verdi.

“Ama ben aslında karşıydım, onlara oy da vermedim, destek filan da olmadım” diyenler çıkacaktır. İyi de kardeşim buna mukabil ne yaptın sen;

Bu kötülüğe dur demeye çalışanlara bir kez olsun omuz verdiniz mi? “Ne yapıyorsunuz siz, o adamlar işini yapıyor, yapması gerekeni yapıyorlar!” dediniz mi?

Ben duymadım, bir etkinizi de görmedim. Bu onurlu tavır da zaten herkese nasip de olmaz, böylesi baskıcı rejimlerde. Diyebilenleri de tarih yazmıştır, çok istisnai oldukları için; Hitler Almanyası döneminde August Landmesser ya da Kuran’da destansı bir şekilde bahsedilen Habib-i Neccar gibi! Neccar: marangoz, Landmesser ise bir bir tersane işçisi idi…

UZAKLARDA YILBAŞI

Türkiye’de insanlar yılbaşını geçirirken, bir kısım Suriyeliler Taksim’de eğlenirken, yurdundan binlerce kilometre uzakta ben evimde oturmuş çayımı yudumluyor, başladığım heyecanlı romanı bitirmeye çalışıyordum. Dışarıda gülüp eğlenme sesleri, havai fişekler ortalığı yıkıyordu adeta.

Muhtemelen, o eğlenenlere, o coşkuya katılanlar arasında yabancılar, mülteciler ve hatta Suriyeliler de vardır. Ben de olabilirdim, ama soğukta evde olmayı tercih etmiştik ailemle… Şimdi ben de katılsaydım o etkinliğe, hatta bayrak filan da açsaydım, orada ırkçı birisi gelip: “Eğlenmek senin ne hakkına, defol git memleketine, orada insanlar savaşıyor, ölüyor” filan deseydi… ne dersiniz? Ne derdim ya da?

Burada aksine devlet ve toplum bu tür katılımları teşvik ediyor. Göçmen ve mültecilerin topluma entegresi adına bu tür sosyalleşmelere katılımın çok faydalı olduğunu söylüyorlar. Gelenlerin kendi bayram ve özel günlerini yaşamalarını cesaretlendiriyor, dahil de oluyorlar.

Siz orada Suriyelilerle birlikte yaşamaya çalışırken, ben de gittiğim kurslarda başta Suriyeliler, Iraklılar, Afganlılar olmak üzere, zulmün olduğu her yerden sayısız insanlarla aynı sınıflarda eğitim görmekteyim.

Ben ve benim gibi bir çok insan da Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştı, hayat hakkı tanınmadığı, potansiyel tehlike görüldüğü, muhalif addedildiği için… Şimdi o gönderilenlerin yerine Suriye’den vs milyonlarca insan getirtiliyor, yerleştiriliyor. Bizden aldıkları vatandaşlıkları da onlara veriyorlar. Olsun. O adamların hakkı, hayrını da görsünler yani. Vatandaşı olduğu ülkenin de her yerinde istediği gibi eğlenirler, kanunlara da riayet etmek kaydıyla…

Ülkenin bu kadar raydan çıkmasına ses çıkarabilirler diye bu kadar yetişmiş insanın sürülmesine ses çıkarmayanlar, hatta “onların boşalttıkları makamlara bizim akrabalar, yandaşlar girer ya, ne güzel!” diye ellerini oğuşturanlar, ya da “bırakalım birbirini yesinler, bize ne” diyenler. Kazın ayağı öyle değildi kardeşim, nasıl olduğunu zamanla anlarsınız.

Şu an geride bıraktığımız ülkede 4 milyon civarında Suriyeli varmış. Onların içinden de imkanı olabilenler buralara, Avrupa’ya gelmeye çalışıyorlar.  Gelebilenler, burada da tartışma konusu oluyor, hatta buradaki ülkelerin siyasi dengeleri bile değişiyor. O mültecilere el uzatmaya çalışan iktidarlar oy kaybediyor, eriyor. Onlara karşı sert söylemler getiren sağ partiler, ırkçı ve yabancı karşıtı partiler oy devşiriyorlar. Bazı göçmenlerin yapmış oldukları münferit olaylar büyütülerek yabancı karşıtı politikalara malzeme yapılıyor. Bunların kaynağı, yine sizlerin o savaşın olduğu ülkelere gerekli hassasiyeti göstermemeniz.

Koyu Hristiyan bir ahbabım, aramızdaki samimiyete güvenerek bu yabancılara tolerans gösterilmemesi gerektiğini, onların haksızca devletten yardım aldıklarını, dolayısıyla da yabancı karşıtı ve ırkçı denilen partilere desteğe saygı duyulması gerektiğini söylediğinde, ilk defa kendisine çok sert bir tepki göstermiştim:

“Saygı duymuyorum kardeşim yahu! Her fikre, her tercihe saygım var ama faşistlere, insanlara ayrım yapan kimselere asla saygı duymuyorum da. Böylelerinden kaçarak geldim buraya. Burada da tahammülüm yok bunlara. Dünya, bir global köy artık. Bir yerde acı, zulüm var ve sen tavır almıyorsan, “kelebek etkisi” döner seni de vurur! Türkiye’de hukuksuzluklar ivme kazanmaya başladığında atıldım ben. Şimdi buradayım. Keyfime değil. Bir rahatım, düzenim vardı. Bozdular. Ve Avrupa’ya çıktığımda insiyatif sahiplerini Türkiye’deki hukuksuzluklara tepki vermeye, dalga dalga yayılacak zulümlere dur demeye çağırmıştım. Ama göç meselesinden korktuklarından Erdoğan ve rejimine ses etmemişlerdi. Şimdi de konuşmaya hakkınız yok” demiştim. Aynı sözleri de buradan ülkemdekilere yolluyorum. O tanıdığım bana hak vermiş, hatta özürlenmişti. Ülkemdekilerden de “Yahu, hak payı var gibi mi ne?” diyen çıkar mı ki…

E O ZAMAN..?

Bir tanıdığım, Alman bir yetkiliye: “Buradaki yabancılardan menmun musunuz?” diye sormuş. O da “Tabii ki, iyiyiz hoşuz” diye maslahat gereği bir şeyler demiş. O tanıdığım ise:

“Biliyorum hazzetmiyorsunuz. Biz de sizin bir çok yönlerinizi hazzetmiyoruz. E ne yapacaksınız? Bir zamanlar Yahudilere yaptığınız gibi gaz odalarına, fırınlara mı dolduracaksınız? Hitler denedi, bir neticeye varamadı, daha kötüsü oldu. O yüzden gelin, karşılıklı anlayış göstererek ortak yaşamanın yollarına bakalım” demiş. Bunun üzerine Alman yetkili, önce aradaki resmi duvarların böyle tuz buz olmasından şok olmuş ama sonra daha samimi ve gerçekçi diyalog içinde anlatılanlara hak vermiş.

Şimdi, Türkiye’de 4 miyon Suriyeli ve daha nice mülteci gruplar var. İleride her 4 vatandaşın birisi Suriyeli olacakmış. Türk insanı, binlerce yıldır birlikte yaşadığı Kürtleri daha hazmedebilmiş değil, şimdi Suriyeliler gelmiş, nasıl olacak bilmiyorum. Ama buradaki ülke çalışmalarından gördüğüm kadarıyla; bir arada yaşamın bir yolunu bulmak zorundasınız.

Öncelikle de nerede aldıysanız oraya bırakmak mecburiyetindesiniz:

– Ölümcül politik hatalarıyla Türkiye’yi ve Suriye’yi bu hale getirenlerden siyaseten ve hukuken hesap soracaksınız,

– Yaşananlardan ders çıkarıp yapılmış yanlış icraatları geri alacaksınız, KHK çılgınlıklarını geri alıp ülkeyi fabrika ayarlarına döndürüp tansiyonu düşüreceksiniz,

– Suriye’yi dönülebilir hale getirilmesi için gereken her türlü özveride bulunulmalı, en azından eski halini alması için gerekli girişimler yapılmalı,

– Ülkedeki Suriyelilerin topluma entegresi için çok hızlı ve köklü eğitim, uyum çalışmaları başlatılmalı, o insanların kriminal ve terör unsurlarına karşı yalıtılması sağlanmalı…

Bu ve buna benzer söylenecek çok şey var. Ama fazlasının demeye de artık gerek görmüyorum. Zira biliyorum ki tavsiyelerin hiç birisinin bu ortamda alıcısı olmayacak, faydası hiç olmayacak. Çünkü şu anki mevcut iktidar tamamen toplumsal kamplaşmadan besleniyor, her geçen gün de tansiyonu yükselterek buradan saflarını sıklaştırma, oylarını konselide etme derdinde. Ağzı kapalı düdüklü tencere gibi sürekli altı ısıtılıyor ve emniyet sibopları ısrarla kapalı tutuluyor. Neticesinin ne olacağını söylemeye gerek yok.

Böyle bir ivme kazanmış baskıcı rejimlerinin akibetini, duracağı son noktayı hatırlatmaya da gerek yok sanırım, az bir tarih okuduysanız, modelledikleri Hitler Almanyasının nereye vardığını biliyorsanız.

Şimdilik sadece kemerlerini iyi bağlayıp, bir tarafa sıkıca tutunuz diyorum, uzakta bir dost olarak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Suriyelilerin TC halkında hoşgörü sıfır olduğu için istenmemesini anlayabiliyorum. TC halkı aynı zmnda ırkçı. Anlamak istemediğim Hizmetten insanların suriyelilere olan önyargısı. Hele bir de yurtdışına gitmiş cemaatçiler kendileri de mülteci olmasına rağmen suriyeliler neden geldiler gitsinler savaşsınlar demiyor mu. Faşistlik hepimizin içine girmiş Allah akıl fikir izan versin.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin