Avrupa ülkelerinde sığınmacılık şöyle işliyor:
Diyelim bir şekilde Avrupa’nın herhangi bir ülkesine ayak bastınız, o ülkedeki sığınma merkezine gidip kayıt yaptırıyorsunuz. Sizi, hemen bir kampa gönderiyorlar. Bu kampta yeme içme, sağlık vs. gibi ihtiyaçlarınız karşılanıyor. Bazı ülkelerde çocuklarınız hemen eğitime başlayabiliyor. Kampta vakit geçirirken, işlemleriniz sürüyor. Sizinle çeşitli kişiler görüşüyor ve hikâyenizi dinliyor. Gerçekten de ‘sığınmacılık kriterlerine’ uygun musunuz, değil misiniz anlaşılmaya çalışılıyor.
Sonrasında oturum ve çalışma hakkınız oluyor. Ülkeden ülkeye değişen farklılıklarla tabi. Resmi evrakınızla, ülkede size tanınan haklarla sorunsuz bir biçimde, neredeyse bir vatandaş gibi yaşayabiliyorsunuz. Bu yol sizi, vatandaşlığa götürecek yolun da ilk adımı denebilir. Tıpkı çalışmak için bir Avrupa ülkesine gittiğinizde olduğu gibi, 5-10 yıl arasında değişen sürelerin sonunda, vatandaşlık hakkı da alabiliyorsunuz. Bu arada siz o ülkenin dilini öğrenene, geçindirebilecek kadar iş bulana kadar bazı ülkeler size maddi yardımda bulunmaya devam ediyor. Sağlık ve eğitim hizmetlerinden neredeyse sınırsız faydalanabiliyorsunuz.
Mülteciler için Avrupa’nın tercih edilir olmasında, bu tarz bir sistemin varlığı en önemli kriter. Asya’dan, Afrika’dan hatta Latin Amerika’dan gelen sığınmacılar, Avrupa’da sıfırdan bir gelecek inşa etme imkânına sahipler.
2011’de başlayan Suriyeli mülteciler dalgası, pek çok ülkede olduğu gibi Avrupa’da da ciddi bir yoğunluk oluşturmuş. Sistem, yukarıda anlattığım şekliyle kusursuz işlemiyor artık. Ancak yine de pek çok ülke elinden geleni fazlasıyla yapıyor. ‘Kayıtsız sığınmacı’ bırakmamaya, her sığınmacıya hayatlarını idame ettirebilecek şekilde yardım etmeye çalışıyor.
Dahası, her ülke gelenlere dillerini öğretmek ve onları toplumsal normlara hazırlamak için çabalıyor. Bunun için açılmış kurslar, merkezler var.
Elbette, bu arada, Avrupa’da göçmen karşıtı hareketlerin yükselmesinde, Suriyeli göçmen krizinin önemli bir payı var. Zira uluslararası anlaşmalarla sağlanan bu yardımlar, sığınmacıların ülkelere yerleştirilmesi, Avrupalı vergi mükelleflerinin katkıları üzerinden olabiliyor. Pek çok Avrupalı bugün, daha fazla sığınmacı kabul edilmemesi için ‘ses çıkarıyor’. Bunun için de göçmenlerle ilgili efsanelere sığınıyorlar. Suç oranlarını arttırdıklarını, çalışmak istemediklerini, topluma uyumsuz olduklarını ve benzeri argümanları kullanıyorlar.
TÜRKİYE BU KONUDA ACEMİ
Gelelim Türkiye örneğine. 2011’den bu yana, sınır komşusu Suriye’deki iç savaşa aktif olarak müdahale eden Türkiye, bunun yanı sıra kapılarını Suriyeli sığınmacılara açtı. Bunun sonucu olarak şu an Türkiye’de 3 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı yaşıyor.
Türkiye’de, Avrupa’daki gibi bir ‘kayıt sistemi’ yok maalesef. İktidar, sürecin başından bu yana AFAD’ı tek yetkili kılmaya ve süreci sadece ‘devlet eliyle’ yürütmeye çalıştığı için, Suriyeli mültecilere yönelik sivil toplum inisiyatifleri sahada aktif olamıyor. Yine de özellikle büyük şehirlerde ve Suriye’ye sınır bölgelerde sivil toplum kendince bir şeyler yapmaya, Suriyelilere dil öğretmeye, ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyor.
“Suriyeliler de bizim gibi Müslüman, kültürümüz ne kadar farklı olabilir ki?” diye düşünüyorsanız, yanılırsınız. Her coğrafya, diline ve dinine bakmaksızın, farklı kültür üretiyor. Ancak maalesef Türkiye’de henüz Suriyeli mülteciler için eğitim bile halledilebilmiş değil. Kaldı ki, Türkiye’ye dair bir oryantasyon yapılabilsin.
Mültecilerin neredeyse sadece 10’da 1’i kamplarda kalıyor. Hani şu çok övündüğümüz kamplar… Gerçekten de bazı kamplar, hem yeni olmaları hem de konforuyla dünyada tek. Ancak hâlâ çadır kamplar da var. Üstelik birçok kampta ailecek yaşamak, kişisel mahremiyet alanı bulmak zor. Bu kamplara da basın ya da gözlemci alınmadığı için, şeffaflık hak getire!
Toplumda Suriyeli mültecilerle ilgili çelişkili hâller mevcut ve bunun ileride ne gibi problemlere yol açacağına dair adamakıllı politika üreten kimse yok. Sözcü yazarı Yılmaz Özdil gibi, ‘ultra-ulusalcı’ bazı kimseler, “El-Bab’da Suriyeli gençler savaşsın” diyerek, evrensel ırkçı tutumları Türkiye’ye getiriyor. Ancak sokakta bunun karşılık bulmadığını da söylemek zor. Referandumda bile Suriyelilerin ‘oy vereceği’ söylenerek yabancı-karşıtlığı körükleniyor.
Şimdilerde nihayet, Suriyeli mültecilerden 5 yılını dolduranlar için vatandaşlık yolu açılıyor. Böylece belki, asgari ücretin altında ve sigortasız çalıştırılmaktan, birilerinin ikinci, üçüncü eşi olmaktan kurtulup Türkiye’yi kendi evleri gibi hissedebilir ve bir gelecek kurabilirler.
AVRUPA KAPASİTESİNİ ZORLUYOR
Bu iki tabloyu kıyasladığımızda, “Avrupa neden daha çok Suriyeliye kapılarını açmıyor?” sorusunu daha sağlıklı bir düzleme oturtabiliyoruz.
Türkiye, 2011’den bu yana sayıları 3 milyona varan mülteciler için toplamda 9 milyar Dolar harcadığını duyurdu. Bunun önemli bir kısmı kamplardaki ‘misafirler’ için harcanıyor. Yani bu 9 milyar Dolar’ın içinde Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki hayatın bir parçası olmasını sağlayacak çalışmalara ayrılmış bir bütçe ya yok, ya da çok çok az.
Avrupa’da en fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Almanya’da 2020’ye kadar 94 milyar Dolar harcanmış olacak. Sadece 1 milyon Suriyeliye kapılarını açan Almanya, bu insanları toplumsal hayatın ve ekonominin bir parçası kılmaya çalışıyor. Üstelik bu paranın nerelere harcanacağı, yetkililer tarafından kalem kalem anlatıldı. Yaklaşık üçte biri, işsizler için verilecek maaşlara ayrılmış durumda.
Angela Merkel ülkesinde iki ateş arasında: Aşırı sağcı muhalifler, kapıları mültecilere açtığı için onu suçlarken, demokrasi yanlıları Erdoğan’la mülteci anlaşması yaptığı ve bu anlaşma sebebiyle Türkiye’nin otoriterliğine sessiz kaldığı için kızgın. Aslında Avrupa’da bu ikinci tavır daha yaygın durumda. Ancak ilk tavrın, yani göçmen karşıtlığının da yükselmekte olduğunu ve bunun sadece ‘ırkçılıkla’ açıklanmaması gerektiğini görmek gerekiyor.
Yine de, geçtiğimiz günlerde, 2008’deki ekonomik krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelen İspanya’da bile 160 bin kişinin katılımıyla ‘sınırları mültecilere açın’ gösterisi yapıldı. Türkiye kapısı kapansa bile, özellikle yaz aylarında Libya üzerinden İtalya kapılarına göçmenlerin geleceği aşikâr. Şimdiden belki de bunun hazırlıklarını yapanlar var.
Avrupa daha fazlasını yapamaz mı? Elbette yapabilir. Ancak dünyadaki başka ülkelerin de elini taşın altına koyması gerek. Hele Türkiye, bu konuda övünmekten fazlasını yapmalı ve ülkedeki 3 milyon Suriyelinin geleceğine dair projeler üretmeli.