Türkiye köprüden önceki son çıkışta!..

YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL

Büyük felaketler büyük insani değerleri, aşkları, sevgileri ortaya çıkarmakla kalmaz, bastırılmış kötülük duygularını da gözler önüne serer. Bu noktada en vurucu argüman salgın hastalıklardır! Salgın günlerinde ortaya çıkan insani duygu savrulmalarını çok güzel betimlemiş Nobel başta olmak üzere önemli ödüller kazanmış eserler var. Mesela bunlardan en dikkat çekeni Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” romanıdır. Kolera günlerinde, “kolera gibi” insanın yakasını bırakmayan acılı bir aşk hikayesini anlatan Nobel ödüllü Marquez’in eseri Hollywood tarafından oldukça ilgi görmüş ve yapımcı Scott Steindorff tarafından 2007 yılında sinemaya uyarlanmıştı.

Yine Nobel Ödüllü başka bir yazar Albert Camus’un “Veba”sı da başka bir salgın günleri eseri… Hümanist ve Nihilist bir doktorun (Dr. Rieux), cehalet, veba salgını ve bağnazlığı temsil eden Rahip Paneloux ile savaşması konusu üzerine kurgulanmış olan roman, aynı zamanda Fransız asıllı yazar Camus’un Fransızların Cezayir’in işgaline de edebi ve keskin bir eleştiridir!

Salgınlar geçer gider ama eserler, yazılar kalır geriye; bir de o dönemlerde çıkış yapan iyi ve kötü insanların yaptıkları… Dr. Rieux ve Rahip Paneloux gibi… Ya da işgalci Fransa ile buna etik ve ilkesel olarak karşı çıkmış ve tarihe geçmiş olan Camus zıt kutupları gibi…

Şimdilerde ise dünyayı kasıp kavuran başka bir salgın var: Koronavirüs.

Bu kritik zamanda ortaya çıkan insani zaaflar ve kötülükler var. Diğer tarafta da yine bunlara karşı savaş ve insaniyet mücadelesi veren kimseler… Bunların da ibret olsun diye kayıt altına alınması ve gelecek nesillere aktarılması gerekiyor zannımca…

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

ESERLERİN TÜRKİYE VERSİYONU!

Felaketlere ve salgınlara dair şahsen beni en çok etkileyen eserlerin başında Camus’un Veba’sı olmuştu. Siz de okurken sık sık, “Bu kadarı da olur mu, insanlar bu kadar bağnaz olabilir mi, körü körüne kötülüğe ve felakete gider mi?!” vs. demişsinizdir. Kitaplarda okuduğumuz “bu kadarı da olmaz!” dediğimiz ne kadar hadise varsa hemen hemen aynısını, hatta mislini yaşamaktayız bugünlerde…

Mesela en çarpıcı örnek, 15 Temmuz sonrasında KHK kıyımı dalgaları ile mesleğini ve kariyerini kaybeden bir araştırmacının, bir akademisyenin yaşadıkları! Camus’un eserlerinden çıkma gibi olan onun hayatı, bir bakıma şu son 5 yılın da özeti gibi!

Bahsettiğim kişi yurt dışında 7 yıl koronavirüs üzerine çalışmış olan Genetik Uzmanı Doçent Mustafa Ulaşlı… Bu değerli bilim insanı ABD’nin Princeton Üniversitesi’nde moleküler biyoloji ve genetik anabilim dalında araştırma görevlisi olarak çalışmış, ardından Hollanda Utrecht Üniversitesi’nde doktora yapmış. Sonra, ülkesine katkı sağlama adına yürüttüğü bilimsel çalışmalarını Türkiye’de devam ettirme kararı almış, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim dalında öğretim görevlisi olarak çalışmış. O üniversitede doçentlik yaparken, 1 Eylül 2016 tarihli KHK ile ihraç edilmiş. Üstüne üstlük bir de Gülen Hareketi’ne mensubiyet suçlaması ile soruşturma geçirmiş. Neyse ki soruşturma neticesinde hakkındaki takipsizlik kararı verilmiş ama bu karar onun üniversiteye dönmesi için yeterli olmamış!

Biz kendisinden sosyal medya hesabından Adalet Bakanı’na hitaben yazdığı şu paylaşımından sonra haberdar olduk: “Türkiye de Coronavirus üzerine doktora yapmış belki de tek kişiyim. Hukuki olarak aklanmama rağmen 3,5 yıldır KHK mağduru olarak âtıl bir kenarda tutulmam ülke adına insanlık adına bir kayıp değil mi sizce? Bu yanlıştan ne zaman dönülecek acaba?”

AYNANIN SIRLI YÜZÜ GİBİ!

Doç. Dr. Ulaşlı, Koronavirüs konusunda uzmanlığı olan Türkiye’de tek, dünyada ender bilim insanlarından… Birikimlerini ülkesine aktarmak istediğinde başına gelenler özetle bunlar.

Aşının Türkiye’de bulunabileceği inancında olan ve bu konuda yetkililere çağrıda bulunan Ulaşlı’ya halen olumlu yanıt veren kimse yok! Her şeye rağmen pes etmeyen bu bilim insanı, günlerdir sesini duyurmaya çalışıyor. Bu talep Sağlık Bakanı olacak şahsa soruluyor, başından savıp geçiyor…

Diğer yandan 15 Temmuz sonrası kurulan yeni rejimin işbirlikçileri olan Avrasyacı ortaklar sahneye fırlıyor. Bu bilim insanının mesleğini yapmasına karşı çıkıyorlar. Belli ki yaptıkları zulmün ve kıyımın boyutlarının anlaşılmasını, sorgulanmasını istemiyorlar…

Örnekleri çok, sosyal medyada kin ve nefret kusuyorlar! En ibretlik olanlardan birisi 15 Temmuz İşkencecilerinden biri olarak bilinin eski asker/ İYİ Parti kurucusu Ali Türkşen’in, “Fetö ile suçlanmış birisinin tedavisindense virüsü tercih ederim” şeklindeki cinnet boyutundaki açıklaması idi!

Diğer ibretlik bir paylaşım da bir diplomattan. Dr. Ulaşlı ile ilgili bir haberi paylaşıp o araştırmacıyı adeta virüse benzetip ötekileştirdikten sonra devamında aynen şunu ekliyordu: “Bu adam FETÖnün yetiştirmesiyse, hukuken bir suç işlememiş ise de devletin yanına uğramasın-sadakatinden şüphe duyulanın bilgisi, bilimi hiçbirseyi kimseye yaramaz. Bence verdiği mülakatı niye verdiği bile belli. Bu ülkede bunlardan başka bilim insanı yoksa, kapatalım daha iyi.

Bir asker, bir de bürokrat kesimden örnek sundum ki mevcut zihniyet özetlensin diye…

Albert Camus’un “Veba”sındaki idealist doktorun (Dr. Rieux), cehalet salgını ve bağnazlıkla uğraşırken, onun karşısında duran Rahip Paneloux’nun hikayesine ne çok benziyor değil mi?

ÇÖKÜŞÜN SON NOKTASINDA…

Evet, şimdilerde af, infaz yasasında değişiklik ile salgın riski altındaki cezaevlerinin boşaltılması tartışılıyor… Ülkede sistematik bir sosyal soykırım yaşanırken, dışarıdaki Genetik uzmanı Doçent Mustafa Ulaşlı gibi niceleri yokluğa ve açlığa terk edilmiş durumda… Bu kayıtsızlıkla da içeridekilerin salgın ile toplu katliam tehlikesi an meselesi!

Yüz binlerce ihraç ve sürgünden sonra ülkenin şimdilerde genel manzarası da şu artık:

– Ülkenin saygın üniversiteleri kapatılmış, araştırma görevlileri atılmış, araştırma yapacak, derde derman olacak bilim insanı kalmamış,

– Ordu resmen hadım edilmiş, en başarılı kurmay zekalar görevinden edilmiş, savaşacak asker yok,

– Az gerçekleri söyleyecek, muhalif/ alternatif bir şeyler ifade edebilecek bütün medya organları işgal edilmiş, ortada sağlıklı bilgi ve haber yok,

– Hükümetin gizli ortağı Perinçek’in tabiri ile “son 50 yılın altın çağını yaşamakta olan”, “siyasetin/ iktidarın köpeği” haline getirilmiş yargı, artık en basit bir konuda bile bağımsız kararlar veremez durumda…

En başta devletin temeli adaletin ortadan kalktığından ülke genel bir yıkım yaşıyor! Tamamen yıkılmasını önlemek için de hırsı ve öfkesi aklının önüne geçmiş olan devleti idare edenler artık bir yerde durmalı. Atılacak en hayati adım da cezaevlerinin boşaltılması, KHK yıkım dalgalarının sonuçlarını da sistematik olarak ortadan kaldırmak!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin