Tehcir edilen Ermeniler’in mallarına ne oldu?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Ermeni tehcirinin bir başka önemli boyutu da sürgüne gönderilen insanların geride bıraktıkları malları meselesidir. Bu mallar arasında evler, köşkler, tarlalar, çiftlikler, hanlar, fabrikalar yanında para, altın ve hisse senetleri gibi menkul değerler de bulunmaktaydı. 

Doğal olarak insani boyutun öne çıkmasından dolayı tehcirin bu boyutu Türkiye kamuoyunda çok fazla bilinmemekte, sadece zaman zaman basına yansıyan sansasyonel haberler nedeniyle gündeme gelmektedir. Halbuki tehcirin bu yönü, bugünkü Türkiye’nin devlet ve toplumsal zihniyetinin şekillenmesinde ve sermaye yapısının ortaya çıkmasında önemli aşamalardan birisini oluşturmuştur.

Tehcirin başından itibaren Ermenilerin geride bıraktıkları mallara dair Osmanlı Devleti’nin müttefikleri Almanya ve Avusturya’nın da baskılarıyla pek çok düzenleme yapılmışsa da süreç mevzuatın çok gerisinde kalmış, bu mallar haksız ve hukuksuz bir şekilde el değiştirmiştir. Cumhuriyet döneminde de aynı anlayış devam etmiş ve bir kitap hacmine ulaşan yasal düzenlemelere rağmen mallar sahiplerine iade edilmeyerek devlet, memurlar ve sivil vatandaşlar tarafından “ganimet” olarak değerlendirilmiştir. 

Emval-i Metrûke

İttihatçılar (İTC) yaptıkları düzenlemelerde Ermenilerden kalan mallar için “emval-i metrûke” kavramını kullandılar ve bu ifade bugüne kadar da aynı kapsamda devam etti. 

1858 Arazi Kanunnamesinde “emval-i metrûke”, kamuya terkedilmiş arazi olup iki kısımdan oluşmaktadır. Birincisi herkesin faydalanması için terkedilmiş olan yerler yani yollar, sokaklarda oturulacak yerler, caddelerde boş bırakılan mahaller, yolculara mahsus konak yerleri ve benzeri mahallerdir. İkincisi belli bir köy, köyler yahut kasabaların ahalisine ayrılan yerler yani mera, yaylak ve kışlaklardır.

M. Zeki Pakalın ise emval-i metrûkeyi Hükümetçe siyasi veya idari nedenlerle başka bir yere nakil olan veya bulundukları yeri kendiliklerinden terk ederek başka memleketlere veya düşman işgali altındaki yerlere kaçan “gayrimüslimlerin bıraktıkları mallar” olarak tanımlamaktadır.

İki tanım birlikte düşünüldüğünde İttihatçıların “emval-i metrûke” terimini seçmelerinin tesadüf olmadığı, asıl amacın bu malları terkedilmiş gibi gösterip el koyma gerekçesi yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu da İttihatçıların başlangıçtan itibaren Ermeni mallarını iade etmemeyi hedeflediklerinin bir kanıtıdır. 

Hedef: Sermayenin Türkleşmesi 

1915 Mayıs’ında alınan tehcir kararı sonrasında Ermenilerin geride kalan varlıklarıyla ilgili düzenleme yapma ihtiyacı doğmuş ve işlemlere yasal bir görünüm verilmiştir. “Emval-i metrûke”, Ermenilerden ibaret kalmamış; Rum, Musevi, Bulgar ve Süryani azınlıkları kapsayacak şekilde uygulanmıştır. 

Hükümet, Tehcir Kanunu’ndan üç gün sonra bir düzenleme yaparak Ermenilerin geride kalan varlıklarının kayıt altına alınmasını kararlaştırmıştır. Düzenlemede bu malların veya değerinin sahiplerine iade edileceği ifadesine yer verilmişse de emval-i metrûkenin muhacirlere dağıtılacağı belirtilerek asıl amaç ortaya konulmuştur. Ayrıca satılacak dutluk, portakal bahçeleri, han ve fabrikaların paralarının emanet sandıklarında tutulacağı kararı yer almıştır.

Sonraki düzenlemelerde ise belirlenecek yerlerde “Emval-i Metrûke Komisyonu” kurulması kararlaştırıldı. Hükümet Ermeni mallarının tasfiyesini ve buralara muhacirlerin iskanını doğrudan ve ayrıntılı bir şekilde takip ediyordu. Nitekim bu ev ve arazilere daha çok Balkanlardan gelen muhacirler iskân edildi. 

Emval-i metrûke, İTC’nin bir süre önce benimsediği “milli ekonomi” ilkesi için de bir fırsat oluşturdu. İttihatçılar “Müslüman-Türk burjuvazisi” oluşturmak istiyorlar ve sermayeye ihtiyaç duyuyorlardı. Bunun için tehcirden kalan mallar önemli bir kaynak oluşturdu. 

Bu doğrultuda ticarethaneler, emlak ve fabrikaların tespiti yapıldı. Talat Paşa da 1916 yılı başında gönderdiği bir talimatnamede bunların “erbab-ı namus ve genç” Müslüman kişilere dağıtılacağını ilan etti. Bu yolla birçok şirket, fabrika, dükkân ve arazi düşük bedellerle veya ücretsiz bir şekilde “uygun görülen” Müslüman girişimcilere devredildi. Örneğin Kayseri’de Müslüman müteşebbislerin yeni kurduğu bir şirket, 200 liraya aldığı Ermenilere ait dükkân ve içindeki malları kısa bir süre sonra 10.000 liraya satarak fahiş bir kâr elde etmişti. 

İttihatçılar bu yolla bir sermaye değişimi gerçekleştirdikleri gibi “yeni zenginlerin” kendilerine yakın kişilerden olmasını da sağladılar. Tehcirde olduğu gibi emval-i metrûkenin yağmasında da en büyük suçlamalar İttihatçı yerel yöneticiler, subaylar, polis ve sivil memurlara yöneltilmekte, mal, para ve mücevherlere el koydukları iddia edilmektedir. Özellikle Emval-i Metrûke komisyonlarında görevli memurların birçok vurguna karıştıkları anlaşılmaktadır. 

Emval-i Metrûke’nin kullanıldığı bir başka alan devletin ihtiyaçları oldu. Bazı binalar doğrudan orduya tahsis edildiği gibi tarla, bağ ve bahçelerin satışından elde edilen paralar da ordunun ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanıldı. Bazı yerlerde de tehcirin masrafları ve sürgünlerin iaşeleri bu yolla karşılandı. Bazen de Ermenilere ait binalar okul, hapishane, hastane ve karakola çevrildi. 

Sonuçta Ermeni malları, yasal bir görünüm altında el değiştiriyor ve Ermeni toplumu bu yolla her şeyini kaybediyordu. Bu alandaki çalışmalarıyla tanınan Ümit Kurt, bu süreci “ekonomik şiddet” olarak tanımlamıştır. Ayrıca tehcirde olduğu gibi emval-i metrûkede de Sünni kesimin aktif olarak yer aldığı ve bir kısmının İTC ile iş birliği yaparak zenginleştiği anlaşılmaktadır. 

Ermenilerin Geri Dönüşü 

Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle biteceğinin anlaşılması üzerine Talat Paşa Hükümeti istifa eti ve yeni hükümet 11 Ekim 1918’de A. İzzet Paşa tarafından kuruldu. Yeni hükümetin ilk icraatlarından birisi de sürgüne gönderilen Ermenilerin geri dönmelerine izin vermek oldu. 

İzzet Paşa’nın ifadesiyle “büyük ıstıraplara maruz kalan vatan evlatlarının” emval-i menkule ve gayrimenkulleri iade olunacak, satılan mallarının bedelleri de ödenecekti. 4 Kasım 1918’de de binlerce insanın felaketine yol açan Tehcir Kanunu Anayasaya aykırı bulunarak iptal edildi ve Ermeniler geri dönmeye çalıştılar. Ancak Hükümet bir taraftan da geri dönmeleri engellemek için düzenlemeler yapmakta ve çeşitli bahanelerle sayıyı azaltmaya çalışmaktaydı.  1919 Mart’ında Dahiliye Nezareti’nin bir raporunda geri dönen Ermenilerin sayısı 232.679 olarak açıklanmıştı. 

1919 yılı içinde Ermenilerin mallarının iadesi için birçok çalışma yapıldı. Hatta taşınır malların satışına dair kararlar iptal edildi. Bir çalışmaya göre Cebelibereket vilayetinde Fransızların işgali sürecinde “alıkonulan” Ermeni kadın ve çocukların iadesi tamamlanmış, Ermeni mallarının kimin eline geçtiğine dair tespit de yapılmıştır. Ermeni mallarını ele geçirenler arasında Hacı Ökkeş Efendi ve Müderris Hasan Efendi gibi isimlerin yer alması, İttihatçıların Sünni eşrafla iş birliklerinin kanıtı olarak gösterilebilir. Bu da uygulamaların Talat Paşa’nın “Osmanlı ekonomisinin bundan sonra Müslüman bir ekonomi olacağı” sözüne uygun olarak gerçekleştiğini göstermektedir. 

Ülke genelinde bu malların ne kadarının iade edildiğine dair bir bilgi yoktur. Ancak Meclis-i Mebusan’ın 12 Ocak 1920 tarihli oturumunda söz alan Dahiliye Nazırı Hasan Fehmi Bey, kanunun onda bir oranında tatbik edildiğini söylemiştir. Sonuçta geri dönen Ermeniler içinde geride bıraktıkları mallarına kavuşanlar veya bedelini alanlar %10 civarında kalmıştır. Bu oran ekonomik şiddetin korkunç boyutunu ortaya koymaktadır. 

Bir Devlet Geleneği mi? 

İTC’den sonra iktidara gelen İstanbul hükümetleri İngilizlerin de baskısıyla göreceli olarak tehcir uygulamalarının zararlarını telafiye çalışsa da 23 Nisan 1920’de kurulan Ankara Hükümeti, yeniden İTC’nin uygulamalarına geri dönmüş ve bugüne kadar gelen emval-i metrûkenin iade edilmemesi prensibini benimsemiştir. 1922 Nisan’ında çıkarılan bir kanunda bu tür malların Hükümet tarafından kontrol edileceği hükmü yer almış; TBMM İstanbul Hükümetinin iadeyle ilgili düzenlemelerini de kaldırmış ve böylece İTC’nin emval-i metrûke düzenlemeleri yeniden benimsenmiştir. 

Lozan Antlaşması’nda ise emval-i metrûkenin iadesi için kararlar yer alsa da Ankara, malların iadesini engellemek için her yola başvurmayı tercih etmiştir. İTC döneminde olduğu gibi bu arazilere muhacir ve mübadil iskanı devam etmiş, mevcut malların bir kısmının dağıtılmasıyla da Türk müteşebbislere sermaye oluşturma süreci de yeniden ivme kazanmıştır. 

Devlet de emval-i metrûkeyi kullanma uygulamasını sürdürmüş, 6-7 Ağustos 1921’de çıkarılan Tekâlif-i Milliye Emirleri’nde de ordunun ihtiyaç duyduğu eşya ve malların bunlardan karşılanmasına olanak sağlanmıştır. Ayrıca birçok devlet kurumu Ermenilere ait binalara yerleştirilmiş, bazı yerlerde terk edilen evler memurlara verilmiştir. 

1926’da çıkarılan bir kanun da yeni rejimin tavrını net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu kanunla Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen Talat Paşa, Cemal Paşa, Dr. Bahattin Şakir, Sait Halim Paşa gibi kişilerin ailelerine Ermenilerin emval-i metrûkesinden mal ve emlak verildiği görülmektedir. Böylece Türkiye, İTC’nin politikalarını devam ettirdiğini bütün dünyaya ilan etmiştir. 

Sonuç olarak gerek İTC gerekse Cumhuriyetin emval-i metrûke uygulamaları, devletin istediği kişilerin malına el koyabileceğini, yasal düzenlemelerin ve uluslararası antlaşmaların hiçbir şey ifade etmeyeceğini göstermesi bakımından ibret verici örneklerdir. 

Bu uygulamalar bir taraftan da kişilerin zenginleşmesinde devletin ne kadar aktif bir rol üstlendiğini göstermektedir. Önce İTC sonra da Cumhuriyet idaresiyle ile iş birliği yapan yerel eşraf, Ermeni malları sayesinde zenginleşmiş ve devletin sağladığı imkanlarla 1950’lerde taşra burjuvazisini, 1970’lerden itibaren de şehir burjuvazisini oluşturmuştur. Bu kitlenin 2000’li yıllarda da yine devlet eliyle çok daha zenginleştiğini tahmin etmek zor değildir. 

Kaynaklar: M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, MEB, 1971, C.1; H. Cin, “Arazi”, TDV İA; C. 3; M. Polatel, “İttihatçılardan Kemalist Döneme Ermeni Malları”, Toplum ve Kuram, S. 3, 2010; Ü. Kurt, “I. Cihan Harbi Sonrası Emval-i Metrûke’nin İadesi Süreci: Cebel-i Bereket Sancağı Örneği”, Talandan Sonra, 2015; “Lozan Mübadelesinin Ekonomik Sonuçlarını Emval-i Metruke Üzerinden Okumak”, Kebikeç, 2015, S. 40; “Emval-i Metrûke ve Tasfiye Komisyonlarının Yapısı ve İşlevi”, Toplumsal Tarih,  2015, S. 259; H. Kaiser, 1915-1916 Ermeni Soykırımı Sırasında Ermeni Mülkleri, Osmanlı Hukuku ve Milliyet Politikaları”, Türkiye’de Etnik Çatışma, İstanbul, İletişim, 2017. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Bu topraklarda değişen hiç bir şey yok. Sadece mazlumun adı değişiyor . Buz gibi de “sokırım “ yapıldı . Müslüman be Türk olarak bana bınları yapan devlet, gayrimüslüm ve Türk olmayana neler yapmaz. Ne devlete ne millete hakkımı helal ediyorum . Bu topraklar “mübarek “ değil, bu millet de “Necip” felan değil!! Ben şahsen her önüme gelen Ermeni’den “bireysel” Olarak Ozgur diliyorum. Çoğu boynuma sarılıp ağlıyor . Onları o kadar iyi anlıyorum ki!! 3 manyağın ihtirasları, kinleri ve salaklıkları yüzünden Yapılan yanlış politikaları ben neden savunayım. Öldürdünüz, öldürüyorsunuz ve daha da öldüreceksiniz. Bu topraklarda sadece mazlumun adı değişiyor . O yüzden… elveda güzel memleketim ..

  2. Tüm sorunları hallettiniz de tehcir edilen ermenilerin malları mı kaldı! Tr724 yazarları… Birkaç defadır Ermeni deyip duruyorsunuz. Mallar, ölenler vs. Anladık ermeniler de zor günler geçirmiş. ermeni çeteler tarafındn basılan Türk ve Kürt köyleri ve yapılan zalimliklerini de bir ara yazıverseniz?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin