Tarikatlar ve gerçeklerle yüzleşme 

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 36)

YORUM | AHMET KURUCAN

Son iki yazı tarikatların tarihsel serüveni içinde günümüze nasıl geldiğini kısaca izah etmiş ve günümüz dünyasında tarikatlar özelinde yeni nesillerin dinden uzaklaşmalarına vesile olan yozlaşma gerekçelerinden üç tanesini yazmış ama örnek vermemiştim.

Önce şunu ifade edeyim, değişen ve gelişen hayat şartlarının tarikat yapılanmalarına etki edeceğini ben de kabulleniyorum. Ama bu etkinin İslam’ın temel değerleri ile çatışma noktasına gelmemesi gerektiğinin inancı içindeyim. Ne yazık ki yeni neslin sözünü ettiğim dine mesafe koymasında örnek olarak gösterdiği şeyler de hep bu noktalarda temerküz ediyor.

İlk örnek holdinglere kadar uzayan ticari şirket yapılanmaları. Milyonluk nüfuslara ulaşan büyük şehirlerde yaşama, sosyal devletin olmadığı bir zemin, maddi imkansızlıkların kol gezmesi, toplumsal dayanışmada tarikatların oynadığı rol, ticari hayata hakim bilgili ve tecrübeli mensupların varlığı ve benzeri birçok sebep kurumsal yapı olarak tarikatların ticaret yapmalarını zorunlu kıldı diyelim. Fakat bu zorunlulukta sınır neresi? Adı üzerinde zorunluluktan, usulde geçen ifadesiyle zaruretten bahsediyoruz. Pekala söz konusu faaliyetler zaruret çerçevesi içinde mi kalmıştır yoksa sınırlar aşılmış ve helal-haram hassasiyetine dokunacak kadar ileri noktalara mı taşınmıştır? Hergün basına ve sosyal medyaya yansıyan örnekler maalesef iç açıcı değil. 

Yanlış anlaşılmasın tarikat mensubu insanların şahsi ticaretleri, şirketleri, holdingleri değil söz konusu olan. Aksine bizatihi tarikatların tüzel kişiliği altında yapılan ticaretler. Ticari hayatın çarpıcı gerçekleri ile söylemler çarpışıyor ve gün geliyor o söylemlerde yer alan, vaazlarda, sohbetlerde, ikili ortamlarda yapılan tavsiyelerde yer alan değerlerden taviz veriliyor. Benim altını çizmek istediğim husus bu. Şahıs bu tavizleri verdiğinde normal kabul edilen şeyler, tarikatın ticari tüzel kişiliği olan holding yaptığında fatura dine kesiliyor.

Günümüzde çok sık karşılaştığımız bir başka örnek siyasete eklemlenme. Dini cemaatleri anlatırken de değinmiştim bu hususa. Tarikatlarda da durum bundan farklı değil. Siyasetin arka bahçesi olmuş durumdalar bir çokları. Partilerin bu yapıları oy deposu olarak görmesi gayet doğal. Onlar bir zamanların meşhur tabiriyle “adam ütme” peşindeler. Anormal olan bu yapıların buna izin vermesi. Daha da ötesi kendi iradeleri ile buna katkı sağlamaları. Başka bir ifadeyle iktidar ya da muhalefetten bağımsız olarak kendi ideolojik bakış açılarına, dünya görüşlerine muvafık olarak gördükleri partilerin her türlü politikalarını desteklemeleri. 

Hele böylesi bir parti günümüzde olduğu gibi iktidardaysa, iktidarın maddi nimetlerinden istifade etme düşüncesiyle ya da ötekileştirilirim, düşmanlaştırılırım, şeytanlaştırılırım korkusuyla iktidarın yaptığı gayri islami, gayri insani, gayri ahlaki ve gayri hukuki zulümlere bile evet demeleri. Mehmet Akif’in İslam öncesi Arap toplumunun vahşetini anlatırken yaptığı benzetme içinde “Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!” sözünün güncel versiyonları olarak arzı didar etmeleri. 

17/25 Aralık hırsızlık soruşturmaları ve 15 Temmuz sahte askeri darbe kalkışması ya da kurgu darbe sonrası Hizmet hareketi ve mensuplarına karşı yapılanlar karşısında bu tarikatların nerede durduğu bunu ispat etmiyor mu? Ben aklı eren kendi çocuklarımızın: “İyi ama baba bunlar Müslüman değil mi?” dediğini nice defalar duydum. Anlam veremiyorlar hamile kadınlara, bebeklere kadar uzayan zulüm zinciri karşısında sus-pus olmalarına? Hani “Mazluma kimlik sorulmazdı” diyorlar. Hani nerede “Zalimin zulüm yapmasını engelleyin” diye tercüme edebileceğimiz Hz. Peygamber beyanına uyma diyorlar. Onlar  bu duruşları ile kendileri adına belki dünyevi menfaatler elde ediyorlar ama bir çokların dine mesafe koymasının nedeni oluyorlar.

Üçüncü husus, eleştirel yaklaşım, sorgulayıcı düşünce, akli melekeleri kullanmama. Başka bir ifadeyle Hakka ve halka karşı sorumluluğun şahsi olduğu gerçeğini unutma. Bunlar İslam dininin hem Kur’an ayetleri hem Hz. Peygamber söz ve eylemleri ile ispatlanması mümkün olan aksi kabul edilemez değerlerdir. Kur’an’ın onlarca ayeti ile “atalar kültü” diye tercüme edebileceğimiz konuya yapmış olduğu menfi vurgular bunu gösterir. Fakat tarikatların temel umdelerinden bir tanesi müridin iradesini şeyhin iradesi içinde eritmesidir. Onun söylediklerinin dışına çıkmamasıdır. Aklını fikrini öldürmesidir. Necip Fazıl’ın mülhem çöle sırf şeyhi göl dediği için göl demesi ve o çölün göl olduğunu ispat etmeye gayret etmesidir. Meşhur deyimle “gassalin elinde meyyit gibi” olmasıdır. Bilindiği üzere sadakat şeyh-mürit ilişkisinde yeri başka bir şeyle doldurulamayacak özelliktir ve sadakatin en önemli nişanesi de işte budur.

Ama günümüz gençleri bunları kabullenmiyor. “Allah bana akıl fikir vermiş” diyor. “Çok absürd şeylerden bahsediyor” diyor. “Şu vaaz üslubuna bak, tam anlamıyla nefret ve öfke dili” diyor. “Şunun ileri sürdüğü düşüncelere bak, somut ilmi gerçeklerle çatışıyor anlattıkları” diyor. “Eğer din buysa ben bu dine tabii olamam” diyerek üzerinde yürüyeceği yeni kulvarlar arayışı içine giriyor.

Bu faslı bitirirken, verdiğim örnekler üzerinden düşünecek olursanız cemaatler ve tarikatlarda var olan bu gerçekler yeni neslin dine karşı mesafe koymasının ana nedenidir, tek sebebidir demiyorum. Fakat bu örnekler surda delik açıyor diyorum. Her bir örnek din duvarının üzerinden bir tuğlayı yere düşürüyor diyorum. İşte bu gerçekliklerin farkına varmak, ardından kabullenip önleyici tedbirler almak bizim işimizdir. Unutmayın “En iyi çıkış yolu yüzleşmektir.” Yüzleşmek ise farkındalıkla başlar, kabul ile ilerler ve önleyici, koruyucu ve tedavi edici tedbirlerle bir yere varır.

Tahmin ediyorum ki bu yazıma gerçek tarikat bu değil denilerek itirazlar gelecek. Ben de aynı kanaatteyim. Onun içindir ki önce tarikatın, onun özünü teşkil eden tasavvufun ne olduğunu ve tarihsel serüvenini iki yazı ile anlatmaya çalıştım. Fakat örneklerden de görüleceği üzere bu da bugünün gerçeği. Bu bağlamda bazı Müslümanların yaptığı terörist faaliyetlere karşı “Gerçek İslam bu değil” savunması ne kadar geçerli ise bahse medar örnekler karşısında da “Gerçek tarikat bu değil” savunması da o kadar geçerli. Belki bir sonraki yazıda buna değinirim.

Devam edecek.

4 YORUMLAR

  1. Sonucta her Tarikat bir Cemaattir. Gunumuz tarzi Cemaatlesme, otekilestirmeyi de icinde barindiriyor ve insanlarin hep farkli mahallelerde ice kapali, bir fanusun icinde yasamalarina neden oluyor. Dolayisiyla farkli dusunce ve yasayista olan insanlarin birbirleri ile daha rahat diyalog kurabilmelerinin onunu de tikiyor. Kendi cemaatinda konfor icinde yasayan taraftarlar toplumun diger kesimleri ile biraraya gelemedigi icin insanlar birbirlerinden ciddi cekiniyor, birbirlerini bilmediklerinden korkuyor ve bu da catisma,kavga, anlasmazliklara ve cekememezliklere sebebiyet veriyor. Sadece Turkiyede degil, Misir, Pakistan gibi onemli Musluman ulkelerde ne yazik ki Bati Ulkelerindeki gibi “ortak bir millet olma” ideali bir turlu oturmuyor. Kendi ulkeleri icinde Birbirlerini dusman olarak goren insanlarin bilhassa Musluman ulkelerde cok olmasi bir raslanti mi?! Ustadin, 1920’lerde ortaya koydugu “Bu zaman, cemaat zamanidir” acilimi gecerliligini yitirdi mi acaba? Gunumuzde degisik bir format ile yenilenmesi mi gerekiyor? Mesela acaba sadece “taraftar” olanlarin katilabildigi ve yer bulabildigi gunumuz cemaat/tarikat yapilanmalari herkesin katilabildigi “cemiyet” e mi donusmesi gerekiyor?

  2. Değerli Hocam,

    Bu nedenle tarikat-cemaat analizinde, “gerçek tarikat” “gerçek cemaat” kavramlarının ne olduğu da ortaya konmalı. Sosyolojik yapı olarak, sivil bürokrasi, askeri bürokrasi ve yargı da olgusal gerçeklikler neler bunlara varana kadar değerlendirilmeli.

    Ayrıca, meseleye yeni bir bakış getirsin diye, şu eklemeyi de yapmak istiyorum.

    1- Bildiğiniz üzere, Osmanlının son dönemlerinde yeni bir anlayış ile ortaya çıkan Nakşibendilerin Halidiye kolu, o devrin Saray üzerinde nüfuz sahibi o devrin tarikatlarınca yoğun şekilde eleştirilip,hatta din dışılıkla suçlanıp, bu suçlama bir zulüm ile neticelendi.

    2- Ancak, zamanla, zulme uğramış Halidiye kolu, bir çeşit devlet yöneticileri üzerinde nüfuza sahip olup, bu seferde onlar, o devirde çıkan, Bediüzzamanı eleştirmişler, hatta bir çeşit zulme giden yolu da açmışlardır.

    3- Bir zulm sistemine maruz kalan Bediüzzamandan ilham eden Nurcu gruplar, Bediüzzamanın benzer bir şekilde zulme uğradığını unutmuşçasına, yine eski örnekler gibi, yönetimdeki kişilere nüfuz edebilmişler, Hizmet Hareketine, Fethullah Gülene uzanan bir zulumden paylarını almışlardır.
    ——————————————————————————————————
    Medya da da gündem olmuştu, Türkiyede tarikat mensupları, dar tanımla toplumun yüzde 5 i ediyor. Hinterlandı genişletirsek, yüzde 10 u ancak buluyorlar.

    Olaya birde şuradan bakılmalı:

    Toplumun yüzde 95 i, bir tarikat cemaat ile ilişkili değil. Kaldı ki, “gerçek tarikat-cemaat” kurumsal olarak var olsun, toplumun yüzde 95 i mesafeli duruyor ve bu mesafenin haklı gerekçeleri var.

    Realite böyleyse, “gerçek tarikat-cemaat” in var olduğu durumlarda bile, toplum ile tarikat-cemaatler arasında bir çeşit kan uyuşmazlığı olacağının bir sosyolojik kesinlik içinde kabul edilmesi rasyoneldir.

    Daha açık yazarsam;

    Sosyolojisi gereği, ki bunu, az da olmayan bir ömrü yaşayarak da yaşadık,

    üniversitelerde, iş hayatında, kurumsal kimlikle temsil edilen her yerde, bir çeşit dualite var.

    Tarikat-cemaat mensupları, bulundukları sosyal sistemin içinde bir başka kimlikle yer alıp, bir çeşit dual yaşamı da ortaya çıkarıyor. Müntesipler kabul etmese de, dışardan bakıldığında, “kendi tarikat-cemaatlerini önceleyen” bir sistem ortaya çıkıyor. Kendini muhafaza etmek bir amaç gibi görünse de, tarikat cemaatlerin de kendi aralarında bir iletişimin olmaması, bu durumu sosyolojik araştırmaların merkezine koyuyor.

    Demokratik sistem içerisinde, din-vicdan-ifade hürriyeti çerçevesinde, tarikat-cemaatlere elbette kimse karışamaz,

    Ama meseleye “toplumu irşad etme” cephesinden bakıldığında, o bu yapılara katılmayan yüzde 95 in, yine sosyolojik gerçeklerin ışığında, bu yapılara karşı olumsuz duygular beslemesi.. yönü unutulmamalı.

    Toplumun yüzde 95 inin böyle bakmasının kendi sorunu olduğu, yahut kendilerinin suçu olmadığı tarikatlarca söylenebilir elbette, ama bu durum olguyu değiştirmiyor.

    Bütüncül bakıldığında, din müessesi çatısı altında bir toplum irdelendiğinde, toplumun kalan devasa kısmı mesafeli bir duruş sergiliyor, bir kısmı itibariyle rahatsızlık duyuyor.

    Bir zamanlar Ergenekon vari, ultra laik kesimin kendi çocuklarını-fikirdaşlarını öncelemesi, kamu başta olmak üzere, kamusal nitelikli pek çok yerde bir çeşit pozitif ayrımcılığa tabi tutmasının bir benzeri, tarikatlar-cemaatler üzerinden yapıldığı da bir olgu.

    Uzmanı olanlar elbette daha güzel açıklayacak, geniş bilgi verebilecektir, ancak okumalarımdan fark ettiğim, Osmanlının son dönemi ve kuruluşu hariç, yükselme ve hatta duraklama dönemlerini içeren koca bir Osmanlı tarihinde ve Selçuklu-Büyükselçuklu tarihinde, tarikatların, yoğun bir şekilde devlet yönetimi talebi, müntesiplerini kamuya yönlendirmesi gibi bir uygulamanın yoğunca yaşanmadığıdır.

    Bu nedenle, cemaat olgusunu kenara koyarak, “gerçek tarikat” kavramına bir de bu kamuda yer alma, bu amaçla nüfuzunu kullanma cephesinden tartışmaya eklemek gerekir.

    Toplumun büyük bir kısmının negatif algıya sahip olmasının ardındaki sebepte bu, bir tarikat olarak sosyal hayatında kendilerini “din” alanında gösteren bu yapıların, bir paydaş olarak KAMU da olma çabaları ve müntesiplerini haksız rekabetle nüfuzlarını kullandırarak kamu da yerleştirebilmeleri.

    Nezaketle referans olarak söylenilen şeyin “Ademden beri torpil var” olarak algılandığı, memleketin evlatlarının buna mecbur bırakıldığı bir sistemin içinde, ultralaik kesimin yaptığı ideolojik taraf tutmalara, kadrolaşmalara, tarikatların da katılmasıyla, toplumun bu yapılar dışıda kalan büyük bir kesiminde bir tepki olması da aslında son derece rasyonel.

    Yani herkes bunu yapıyor, tarikatlarda yapmak zorunda kalıyor şeklideki bir açıklama yerine, tüm kurumsal-aidiyet grupları bunu yapıyor, tarikatlarda buna dahil demek daha mantıklı.
    Bir çeşit haklı bir tepki gibi görülse de, bütüncül bakıldığında, bu yapılara dahil olmayan kalan büyük çoğunluk cephesinden bu dikkat çekiyor ve yanlış bulunuyor. Zira, bu yapıların dışınd akalanların şanslarının olmadığı bir sistem, gerçek anlamda toplumsal barışı da zedeliyor.

    Tarikat-cemaat algısının negatif olmasının gerekçelerinin haklı nedenleri olduğunu düşünüyorum, bu nedenle.

    Tekrar edersem, nasıl ki, kendilerini bu devletin sahibi sanan ultralaik kesim ülke çocukları arasında rekabeti haksız bir şekilde yapıyorsa, tarikatlarda bir diğerleri nispetinde bu haksızlığa katkı sağlıyor ve bu iki yapıya mensup olmayanlar cephesinden de durum net görülüyor.

    Bu nedenle, “gerçek tarikat” nedir, tartışmasını daha geniş perspektifle ele almak zorundayız. Nepotizm, şehirdaşçılık, ırkdaşçılık, mezhepçilik ayrımlarının olduğu günümüz Türkiyesinde, bu konu çok konuşulacağı benzer.

    ———————–

    Peki çözüm nedir?

    Sorunun, bir çeşit paylaşma sorunu olduğunu düşünüyorum. İdeolojik, yahut dini gerekçelerle Kamu da olma bir “idea” olarak var olsa da, bu ideolojik veya dini çatıların altında bulunanlarca, sorun daha çok aslında bir çeşit paylaşma sorunu.

    Bir ticari teşebbüse girişim zorluğu, özel sektörün darlığı, ister bir aidiyetle bir yere bağlı yapıların çocukları olsun, isterse toplumun geri kalan kısmının çocukları cephesinden, herkesi Kamu ya itiyor.

    Kısaca sorunun sosyoekonomik yani bir gerçek. Serbest piyasa ekonomisinin sağlıklı işlediği, milli gelirin, büyümenin, pozitif dış ticaretin sürekli arttığı bir ekonomik ortamda, gençlerin kamu tercihi de yok denecek kadar azalıyor.

    Dolayısıyla, en azından, belirli ideolojik gerekçelerle, kamu da var olmak istense bile, toplumun büyük bir kısmı ilgisiz olduğu bir alanla ilgili tartışmaları da önemsemeyeceğini değerledirmekteyim.

    “Pasta” azaldıkça, paydaşlar çoğaldıkça, herkes birbirinin lokmasını saydığından, tarikatlar bu nedenle günümüzde çok dikkat çekmeye başlamıştır, toplum tarafından da. Toplumsal eleştirinin özünün bu nedenle “din temelli” olmadığını da değerledirmekteyim. Sadece, paylaşımda, hakkı olanı nispeten alamayan ve kamu dışında da kendine bir alan bırakılmayan insanların, ekonomik paylaşımda geri plana itilmesinin bir eleştirisi olarak görüyorum ayrıca.

    Refah diyorum bu nedenle, Refah ile tarikat tartışmaları arasında bir korelasyon olduğunu, toplumun serveti, refahı arttıkça tarikat eleştirilerinin de azaldığını bir tez olarak öne sürüyorum ben. Nitekim, böyle zamanlada, tarikat vb yapıların çocuklarının da kamuya girme eğilimlerinin de, tıpkı tüm diğerlerinin çocuklar gibi düştüğünü de ayrıca bu tezime eklemek istiyorum.

  3. Yorumunuz guzel ve bana lise yıllarımı hatirlattı, bir yazar konferans vermek için şehrimize gelmişti. Konferansın sunucusu genç bir arkadaş açılış konuşması yapmıştı, açılış konuşması konferanstan uzun sürmüştü.
    Biz de abi hatırlarsanız falanca ile beraber konferans yapmıştınız…diye şaka yapardık.

  4. Camaatlesme, ozellikle geri kalmis toplumlarda zorunluluklardan dogmustur. Baski ve zulum gormus tioplumlar varliklarini ve haklarini koruyabilmek icin; ila nihayetinde mevcut duzenin degismesine katkida bulunmak icin cemaatleserek varliklarini surdurme surecine girmislerdir. Butun antidemokratik, baskici doplumlarda kendini azinlik hisseden, irk veya dusunce bazinda, guruplar cemaatlesmistir. Boyle bir olusumu insan haklarinin paydaslarinca daha adil bolusuldugu ve yasandigi demokratik bati toplumlarinda goremezsiniz. Gorebileceginiz dini ve dusunce guruplari varliklarini koruma endisesi gutmedikleri icin kapali yapilar haline donuserek iclerine kapanma ihtiyaci da gutmemislerdir.
    Turkiye ve demokratik surecini tamamlayamamis ucuncu dunya ulkelerinde gorulen bu patolojik durum, o ulkelerdeki siyasi ve sosyolojik gercegin bir yansimasidir. Cozum olarak, daha demokratik bir yapiyi savunarak toplumda insanhaklari bilincin gelistirilmesi konulari uzerinde calismak gerektigi kanaatindeyim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin