Şeriat; rejim mi, hukuk mu?

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Geçen yazımızda son dönemlerde “Şeriat geliyor! Şeriat ilan edilecek!” tarzı haber ve yorumların arttığını ifade etmiştik. Bu durum seküler kesimleri tedirgin ederken, İslamcılarda ve bazı dindarlarda heyecan oluşturuyor. İslamcılar Şeriatı mucizevi bir iksir, uygulandığında her derda deva olacak bir formül, her problemi çözebilecek ideal bir “rejim” olarak görüyorlar. Öte yandan İslamcı ve otoriter yönetimler/kişiler Şeriatı otoriter yönetimlerini dokunulmaz kılma yöntemi, meşruiyet aracı olarak görüyor.

Öncelikle Şeriattan maksadın ne olduğunu ortaya koymak lazım diye düşünüyorum. Kemalistler, laikçiler yıllarca Şeriat kavramını öcü olarak kullandı ve topluma öyle servis ettiler. Şeriata yükledikleri olumsuz anlamlarla ve kendi ürettikleri, hiçbir zaman hukuki tanımı yapılmamış “irtica” kavramıyla yıllarca milletin inançlarını aşağıladı, dindarları hırpaladılar. “Şeriat devleti kuracaklar! Şeriatçılar!” diye diye korku atmosferi oluşturdular ve iktidarlarını tahkim ettiler. Şu sıralar, bu defa dini istismar edenler “Şeriat”ı dindarları avutmak ve uyutmak için kullanma eğiliminde.

Türk Dil Kurumu, şeriatı, “Kur’an’daki ayetlere, Hz. Muhammed’in sözlerine dayanan İslam kanunu, İslam hukuku.” olarak tanımlıyor. Hz Peygamber Müslümanlara hayatta neyi nasıl uygulayacaklarına, dini nasıl yaşayacaklarına dair ölçüler, ilkeler ortaya koydu. Ama biz gerek Kur’anı Kerimde, gerek Hz peygamberin uygulamalarında/sözlerinde devlet sistemine dair bir tanımlama görmüyoruz. Hz Peygamber vefat edeceğini anladı ve birkaç ay önce bütün Müslümanları toplayarak onlara Veda Hutbesi’ni okudu. Burada da bir rejim, yönetim formu önermedi. Yoğun beklentiye rağmen sağlığında kendisinden sonra yönetimin nasıl olması, kimin Halife olması gerektiğine dair bir şey söylemedi. Ama hukukun temel ilkeleriyle, sosyal yaşamla, insanların temel haklarıyla ilgili pek çok şey söyledi. Bu yönüyle Veda Hutbesi ilk insan hakları beyannamesi olarak görülür.

Veda Hutbesinde Hz. Muhammed Ey müminler! Ey Müslümanlar! şeklinde değil “Ey insanlar!” diye hitap etmiş, insanların canlarının, mallarının, yaşama haklarının, namuslarının, şeref ve haysiyetlerinin kutsal ve dokunulmaz olduğunu ısrarla ve tekrar vurgulamıştır. Zulme boyun eğmeyin, kimsey zulmetmeyin, haksızlık etmeyin haksızlığıa rıza göstermeyin! Irkçılık yapmayın, soyunuzla sopunuzla övünmeyin! demiştir. “Ey İnsanlar! Sizi uyarıyorum, herkes yal­nızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlattan dolayı baba sorumlu tutula­maz, suçlu babadan dolayı evlat da sorum­lu tutulamaz.” demiştir. “Çalışanlarınıza hayırla muamele edin”, “işçilerinize yediğinizden yedirin giydiğinizden giydirin”, “Arabın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur” diyerek insanların eşitliğine dikkati çekmiştir.

Adalet kavramının tevhid, nübüvvet haşir ile birlikte Kur’an’ın dört temel esasından birisi olduğunu görüyoruz. Allah, adil olmanın takvaya en yakın durum olduğunu (Nahl, 90) belirtiyor. İslam zulüm etmemeyi, merhametli olmayı, insanların malına, emeğine, kişiliğine saygı göstermeyi emrediyor. Kur’an-ı Kerim çok açık ve net şekilde suçun şahsiliğine vurgu yapıyor (Zümer:7). İslam hukukunun referans eseri Mecelle Ahkami Adliye İslamın esaslarına dayanarak: “Beraati zimmet asıldır, aksi ispat edilmedikçe insanlar masumdur” diyor. İslam her fırsatta yardımlaşmadan, paylaşmadan, fakirlerin, zayıfların, komşuların gözetilmesinden bahsediyor.

Kanaatimizce Şeriat bir rejimden, yönetim formundan öte hukuk devletini ifade etmektedir. Yönetenlerin keyfi uygulamalardan uzak durmasıdır. Kanunilik ilkesidir. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” deyimi hukukun hükmüne uymayı, adalete teslim olmayı ifade eder. Dünyada monarkların yaygın olduğu, ülkelerin keyfi yönetildiği bir zaman diliminde Kur’an ve Hz Peygamber bir rejim değil, ama ilkelere, hukuka uygun bir yönetim önermiştir. Daha sonraki uygulamalarda Müslümanlar bu ilkelerden yola çıkarak kanunlar, yasal metinler üretmişlerdir. Ahmet Cevdet Paşa gibi güçlü ve yetkin bir hukukçu, İslam alimi, dilci, tarihçinin başkanlığında bir heyetle hazırlanan Mecelle, İslami esasları, Kur’an’ın temel ilkelerini esas alan, batı tarzı bir kodifikasyon çalışmasıdır. İslamcı rejimler Mecelle’den esinlense de Mecelle gerçekte Hukuk devleti inşası için önemli bir adım, başarılı bir çalışmadır.

Ne var ki İslamcılar Şeriatı hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, yasalara uygun, keyfilikten uzak yönetim olarak anlamıyorlar. Şeriatı muhalefette iken ve söylemlerinde sihirli bir rejim, “her şeyi bir anda düzeltecek yönetim biçimi” olarak takdim ediyorlar. Ama iktidarı ele geçirdikten, güce kavuştuktan sonra Şeriatı keyfi yönetimin zarfı, otoriterliğin kılıfı yapıyorlar. Siyasal İslamcılar İzmler çağının etkisiyle İslamı sosyalizm, komünizm, kapitalizm vd gibi “kurtarıcı” bir rejim olarak ele alırlar. Batıdan esinlenerek fakat batıya karşı bir tepkisellik içinde kendi kabullerini, “İslam’ın esasları”, “Kur’anın, hükümleri” şeklinde ve ideoloji haline getirerek dayatma eğilimindedirler. Maalesef pek çok Müslüman da İslam’ı insanların dünyasını ve ahiretini imar etmeye çalışan, topluma güzel ahlakı, kamil insan olma yolunu gösteren inanç ve ahlak sistemi ve din olarak görmekten öte, onu bir ideoloji, bir rejim gibi kabullenmeye yatkındır. Şeriat bu anlamda diğer izmler gibi İslamistlerin ideolojisinin, rejiminin adı, ünvanı olarak takdim edilmektedir.  Bu rejimin mümkünse rızayla, olmazsa zorla getirilmesi halinde mükemmel bir İslami toplumun ortaya çıkacağına, adaletin gelip, haksızlıkların, suçların, günahların yok olacağına dair tevatürler anlatılır.

Peki öyle mi? Uygulama nasıl? 

Şu anda yeryüzünde kendisini “İslami rejim” olarak tanımlayan ve sözde Şeriatla yönetilen İran, Suudi Arabistan ve Sudan gibi ülkeler var. Ama bu ülkeler Kur’anın esas aldığı hukukun üstünlüğü, insan hakları, mal ve can emniyeti, sosyal adalet, dengeli gelir dağılımı, adaletin tarafsızlığı ve bağımsızlığı, işçi hakları, kadın hakları, şeffaf ve hesap verebilir yönetimler gibi konularda bırakın ön sıralarda olmayı hep en sonlarda yer alıyorlar. Bu yönetimler vatandaşlarına huzur, güvenlik, adalet, can ve mal güvenliği sağlamadığı gibi dünyada zulmün, yozlaşmanın, baskının, otoriterleşmenin, yolsuzluğun, denetimsizliğin en önemli merkezleri halindeler.

Öte yandan bir grup Müslüman akademisyenin her yıl Kur’an esaslarına göre hazırladığı devletlerin-toplumların İslamilik endeksine hep demokratik batılı ülkeler, iskandinav ülkeleri giriyor. Bir ülkenin adını İslam cumhuriyeti koyunca o ülke islami olmuyor, şeriatla yönetildiğini iddia edince de İslami olmuyor. Murat 124’e Mercedes arması takıp satmaya çalışmaktan farkı olmuyor yapılanın. Bu araştırma belirli periyodalarla tekrarlanıyor ve İslamilik kriterlerine göre en iyi müslüman ülke 153 ülke arasında ancak 40’lı sıralarda yer bulabiliyor kendisine. Şeriatla yönetilme iddiasında İran, Suudi arabistan ve Suudi arabistan ise diplerde sürünüyor. 

Dünya Şeffaflık Örgütü 2018 raporuna göre yozlaşma ve yolsuluk indeksinde Sudan 180 ülke arasında 172. Suudi Arabistan 58., İran 138. Türkiye 78. Somali 180. sıra ile en kütüsü. En  iyi ülkeler: Danimarka, Yeni Zellanda, İsveç, Norveç. Hemen bütün insan hakları raporlarında işkence, kötü muamele, azınlık hakları, mülkiyet hakları, din ve vicdan özgürlüğü, basın ve ifade özgürlüğü, özürlü hakları, adil yargılama gibi konularda genelde Müslüman ülkeler ama özellikle şeriatla yönetilen ülkeler çok kötü durumdalar.

Erdoğan’ın ucube başkanlık sistemi giderek sözde İslami bu otoriter ülkelere dönüşüyor. bazı noktalarda onları geride bırakmış durumda. Mesela 2019 yılında yapılan dünya adalet araştırmasında hukukun üstünlüğü endeksinde İran 102. olurken Türkiye 126 ülke arasında 109.  İlk üç sırada yine “gavur”lar var: Danimarka, Norveç, Finlandiya.

Bu tablodan da net olarak anlaşılıyor ki eğer İslamı bir rejim, bir ideoloji haline getirir ve yolsuzlukları, otoriterleşmeyi örtecek urba yaparsanız Şeriatla yönetilen ülkeler Kur’an ilkelerine, İslamın temel esaslarına göre sıralamaya giremedikleri gibi, son sıraları kimseye kaptırmıyorlar. Şeriatı hukukun üstünlüğü, yasalara uygun yönetim olarak anlamaz, herşeyi düzeltecek sihirli değnek olarak görür ve ne olursa olsun gelsin derseniz, Şeriat yöneticilerin otoriterleşmesine, yolsuzlukların, hırsızlıkların, zulümlerin örtülmesine yarar. Çalan memura, bürokrata, siyasetçiye “hırsız” dediğinizde o açıklama yapmaz; ama sizi “rejim düşmanı” hatta “din düşmanı” ilan eder. Yöneticiye diktatör, zorba, adaletsiz derseniz, “rejimi yıkmaya çalışan dış güçlerin maşası” olarak yaftalanırsınız. Her eleştiriye din kullanılarak, vatan-millet edebiyatıyla cevaplar alırsınız; ama doğru cevabı hiçbir zaman alamazsınız.

Böyle bir rejim kurulduktan sonra ondan kurtulmak çok zordur. Ortalama 30 yılınızı alır. Sudan’da güya şeriatla yönetilen İslamcıların kontrolünde bir rejim vardı. Halka zulüm, fakirlik, yozlaşma dışında bir şey getirmedi. İran’da 40 yıldır İslami rejim var. Son dönemde dindar Şiiler dahil halk molla rejiminden kurtulmak için çabalıyor. Ama rejim herşeyi kontrol ettiği için halkın kurtulması kolay değil. Suudi Arabistan’ı yakından bilenler üst yönetimin hiçbir ahlak, ilke tanımadığını söylüyorlar. Otoriter Suud rejimi petrol paralarını dağıtarak ayakta kalmaya çalışıyor.

İlahiyatçıların şeriatın hukukun üstünlüğü anlamına gelip gelmeyeceği konusunda yorumlarına ihtiyaç var. Şeriat İslamcılar tarafından fetişleştirilmiş ve yıpratılmış bir kavram. O nedenle seküler kesimlere itici, korkutucu geliyor. Hukukun üstünlüğüne, kuvvetler ayrılığına dayalı ama İslamın, Kur’anın temel ilkelerine de bağlı şeffaf, denetlenebilir yönetimler talep etmek daha çok karşılık bulabilir.

AKP’nin son dönemlerde sıkça Şeriattan bahsetmesi İran, Suudi Arabistan gibi otoriter ve sorgulanmaz, kutsallık katılmış bir yönetim tesis etme niyetini gösteriyor. Zira iktidar ülkeyi adaletten hukuktan hızla uzaklaştırırken dini söylemlerdeki dozajı artırıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. İlahi Mahmut hocam, Murat 124 deyince nasıl güldüm bilemezsin. Aynı kuşağız çünkü…bari Fiat deseydin de bütün kuşaklar anlasaydı. Muhteşem değerlendirmeler kaleminize sağlık. Kısaca, İslam devlet modeli değil devlet ahlakı önermiştir. Devleti yönetecek kimselerin temel vasıflarını dile getirmiştir.

  2. Şeriatı istememenin günah olduğu ile ilgili bilinçaltı bir korkum var.
    Allah rızası için istiyorum, fakat İran – Suudi Arabistan gibi oluruz diye samimi olarakda taraftar olamıyorum…şeriatın
    Hukukun üstünlüğü manasına gelmesi gönlümüzde bir rahatlama oluşturuyor…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin