Savaşın ağır siyasi maliyeti

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Savaşın en ciddi zararı, şüphesiz ki yarattığı jeopolitik etki olacak. Suriye’de ABD’nin neden olduğu domino etkisi sonunda, daha önceki yazılarımda vurguladığım üzere, güç boşluğunu kademeli olarak Rusya doldurmaya başladı. Türkiye’nin tümüyle iç siyasi dengelere yönelik olarak gerçekleştirdiği irrasyonel ve plansız işgal, sonunda Kürtlerin Moskova (ve Şam) güdümüne girmeyi kabul etmeleri sonucunu beraberinde getirdi.

Bir diğer önemli sonuç, Ankara’nın küresel ve bölgesel uluslararası güvenliği hiçe sayarak sorumsuzca hareket etmesi, çünkü bu işgalin sahada yarattığı en tehlikeli etki, cihatçı fanatik teröristlerin yeniden toparlanmaya başlaması. Türkiye müdahalesiyle beraber IŞİD’in yeniden canlanmasına neden oldu. IŞİD’in hapishanedeki birçok tehlikeli militanı Kürtlerin denetimi kaybetmesi sonucu hapisten kaçtı – veya bırakıldı! Orta ve uzun vadede küresel güvenlik bakımından bu durum ciddi problemlere neden olabilir. Uygar dünya ve uluslararası toplum, Avrupa ve diğer coğrafyalarda IŞİD veya diğer cihatçı teröristlerin kanlı eylemleriyle yüzyüze kalabilir. Bu durumun tüm sorumluluğu Türkiye’deki hukuksuz rejimin üzerindedir. Elbette Türkiye bunun bedelini ödeyecek. En basitinden dünya Ankara’yı artık tüm dünyada güvenilmez ve cihatçıları destekleyen bir rejim olarak algılamakta.

Kuzeydoğu Suriye’deki işgal girişimi, Türkiye’yi ABD’nin yaptırımlarının hedefi haline getirdi. Türkiye tıpkı İran ve Kuzey Kore gibi artık ABD tarafından istikrarsızlaştırıcı bir aktör olarak algılanıyor. Trump’ın 14 Ekim’de açıkladığı yaptırımlar, Senato tarafından yetersiz bulunabilir. Yaptırımlar muhtemelen artarak ve ağırlaştırılarak devam edecek. Türkiye, son derece kırılgan bir ekonomi. Zaten bu kriz olmasa da yapısal sorunları nedeniyle ağır ekonomik sorunlarla boğuşmakta olan Türkiye halkı, bu anlamsız savaşın yol açtığı ekonomik olumsuzlukların üzerine bir de ABD ve diğer Batılı ülkelerin ambargo ve ekonomik yaptırımları sonucu, tarihinin en derin ve onarılması güç ekonomik kriziyle karşılaşabilir.

Elbette diğer bir etki, Türkiye-Rusya ilişkileri bağlamında gerçekleşiyor. Bu stratejik planlama özürlü olduğu anlaşılan uluslararası hukuka aykırı işgalin akabinde, Türkiye Rusya’ya daha fazla bağımlı hale geldi. Kürtler, bölgenin demografisini değiştirmeyi ve etnik temizlik yapmayı hedefleyen saldırı sonrasında, mecburen Moskova-Şam güdümüne girmeyi seçti. Türkiye’nin kontrolsüzce güneye doğru cepheyi genişletme girişimi, böylece başlamadan sönülmendi. Ankara’da bu askeri saldırıyı planlayan Genelkurmay, acaba nasıl bir sonuç hayal ediyordu? Rusya’nın ABD’nin bölgeden çıkmasından sonra oluşan güç boşluğunu Ankara’nın doldurmasına göz yumacağını mı hesaplamışlardı? Bu paçoz ve sığ temenni üzerine mi kurdular yani tüm denklemi? Öyleyse zaten çok yazık! Şu an gelinen noktadan görüldüğü kadarıyla, Türkiye muhtemelen Rusya’nın direktifi veya baskısıyla sahayı onursuzca terk etmek durumunda kalacak.

Ankara’daki “stratejik akıl” (!) yaptığı inanılmaz hesap hatasıyla, Esad rejimine can suyu oldu. İşgal girişimi olmasaydı Esad’ın bu bölgeyi kontrol etmesi yıllar alacaktı. Çünkü Kürtler ve ABD, Esad-Rusya ikilisinin karşısında bir denge unsuruydu. Eğer Türkiye ABD ile anlaştığı gibi, ABD askerleri ile beraber 30 kilometrelik bir hat boyunca Kürt birliklerinden arındırılmış bir güvenlik kuşağına razı olsaydı, daha rasyonel hareket etmiş olurdu. Fakat bu anlaşmayı bir “zafer” olarak iç politikada pazarlamak mümkün değildi. ABD ile anlaşmak, Avrasyacıların da razı gelmedikleri bir durumdu zaten. Dolayısıyla TSK’daki ve bürokratik aparattaki şahinler, Erdoğan’ın yakın çevresinin ideolojik zafiyetlerini de kullanarak Türkiye’yi bir maceraya sürüklediler. Sonunda Şam yönetiminin güdümüne girmeyi kabul eden Kürtler, Esad’a Suriye’yi topyekûn kontrol etme olanağını verdi. Tüm bunlara neden olan, Türkiye’nin işgal girişimiydi. Türkiye bindiği dalı kesti!

Dahası, Türkiye, sahada Cihatçı fanatik teröristlerle işbirliği yaptığını dünyanın gözleri önünde göstermiş oldu. TSK ve cihatçı terörist müttefikleri Suriye’de insan hakları ihlalleri ve savaş suçları işlediler. Bu durum Türkiye’deki rejimin karar alıcıları bakımından uzun vadede ciddi sorunlara yol açacak. Zaten IŞİD’le mücadele etmediği gayet iyi bilinen Ankara rejimi, bir de zaten Özgür Suriye Ordusu denilen cihatçı hırpani teröristleri desteklemekten geriş durmadı. En barbarca suçları işleyen bu güruhla yan yana bir TSK ve Türkiye imajı, on yıllarca Türkiye’nin peşini bırakmayacak. Türkiye bu işgal girişiminden sonra dünyadaki imajını tümüyle sıfırladı. Zaten içeride dünyanın en anti demokratik rejimlerinden biri haline gelen, anayasasız yönetilen, hapishanede en fazla gazeteci olan ülke konumunda bulunan Türkiye, uluslararası kamuoyu nezdinde Suriye’yi işgale kalkan, neo-Osmanlıcı, pro-faşist ve savaş suçları işleyen bir aktör konumuna gerilemiş durumda. Seküler ve Batılı Türkiye imajını yerle bir eden bu rezalet, Türkiye’ye çok ağır bedeller ödetecek.

Bir diğer önemli etki, Türkiye’deki Kürtler ile rejime sadakat korelasyonu bağlamında ön plana çıkıyor. Türkiye Kürtleri, Suriye’deki soydaşlarına yönelik izlenen tutumdan dolayı Türkiye devletine olan bağlılıklarını daha da azaltacak. Kürtlerin Türkiye’deki durumu, Suriye’deki politikalarla birleşince, orta ve uzun vadede ayrılıkçı Kürt hareketinin çok daha ciddi bir sorun haline gelmesi kaçınılmaz.

Önemli sonuçlardan biri de Türk ordusunun çürümüşlüğünün iyice ortaya saçılması oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Suriye’de çizdiği profille “seküler ve sorumluluk sahibi” bir aktör olma konumuna onarılması çok zor bir zarar verdi. Bu durum Türkiye’de devlet mimarisinin nasıl tahrip edildiğini bir kez daha gözler önüne serdi. General ve amirallerinin yüzde ellisini terörist olarak görevden alan bir ordunun, aslında kimlerin eline kaldığını bundan daha güzel ne ortaya koyabilirdi? Yapılan korkunç tasfiyenin en büyük artçı şoku, şüphesiz ki profesyonellikten uzak, sahada teröristlerle yan yana, sivil katliamlarına neden olan, askerleri Ülkücü kurt selamı veren ve İslami-milliyetçi fütuhat referanslarıyla demeçler veren bir ordu ile karşı karşıya kalınmış olması durumudur. Camilerinde Fetih Suresi okutulan, adeta Yeniçeri’lerin sefere çıkması gibi bir hava estirilen, işgal edilen bölgeleri “alınan,”, yani fethedilen bir toprak olarak algılayan bir Türkiye var! Bu ülke halen bir NATO üyesi! Bu bir fiyaskodur! Ayrıca bu fiyaskoya destek çıkan muhalefet (CHP ve İYİ Parti), Türkiye rejiminin sadece Erdoğan ve AKP’den ibaret olarak anlaşılmaması gerektiğini somut olarak gösteriyor. İktidarı ve muhalefetiyle, bir otoriter rejim inşa edilmek istendi. Bu rejimin içeride yaptığı tahribatı yıllardır yazıyorum. Fakat dışarıdaki tahribat, rejimin tüm karakteristiğini ortaya koydu! Şu an için Türkiye’yi düzlüğe çıkartacak, çürümeyi durduracak, normalleşmeyi sağlayacak bir siyasi alternatif yok.

Bu özetlediğim şartlar altında, TSK geri çekilse bile, artık bu rejim sertleşmeden ve daha çok otoriterleşme eğilimine girmeden varlığını sürdüremez. İç dinamikler, otoriterleşmeyi durdurmuyor. Çünkü çok zayıflar. Dış dinamikler, her biri Türkiye üzerinde ayrı öncelik ve stratejilere sahip olarak, hasta adamın yere düşmesini bekliyor. Ekonomik tahribattan sonra, Türkiye topraklarının bütünlüğünü tartışmaya açmak da dâhil, uluslararası toplum bu “doğu sorununu” çözmeye girişecek. Yaşanan son yüzyılın en zayıf anında, Türkiye en büyük travmayla, en korkutucu kâbusuyla karşı karşıya kalacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin