Sanal protesto

YORUM | AHMET KURUCAN 

Benim yaşımda olanlar bilir; eski tabirle nüfus kağıdınızı veya cüzdanınızı kaybettiğiniz zaman “zayiinden” kaydıyla yeniden çıkartmak için gazeteye ilan vermek zorundaydınız. Bir satırlık ilan şöyleydi: “Nüfus kağıdımı kaybettim, hükümsüzdür.” Bu yazıyı yazmak için bilgisayarın karşısına oturduğumda aklıma bu geldi. Vicdanım sızlasa da şöyle demek geliyor içimden: “İnsanlığımızı kaybettik, hükümsüzdür.” Ben insan olarak hepimizi birleştiren üst kimlik üzerinden bu ilanı yazdım. Siz alt kimliklerimizi nazara alarak, “Müslümanlığımızı kaybettik, hükümsüzdür. Ahlakımızı kaybettik, hükümsüzdür. Türklüğümüzü kaybettik, hükümsüzdür. Erkekliğimizi, yiğitliğimizi, mertliğimizi kaybettik hükümsüzdür. Kadınlığımızı, analığımızı, şefkatimizi kaybettik hükümsüzdür,” diyebilirsiniz.

Yeni bir dine inandığı, hayat tarzını o dinin gereklerine göre sil baştan düzenlemek istedikleri için, Mekke müşrikleri ana-baba, oğul, akraba dinlememiş eski inanç ve hayat tarzları üzerinde sabit kalmayan insanlara Mekke’yi dar etmişti. Onlar da işkencelerin artık tahammül edilemediği bir zeminde Efendimizin, “Şüphesiz ki Habeşistan topraklarında, yanında hiçbir kimsenin zulme uğramadığı bir kral vardır,” cümlesiyle anlattığı Ashame’nin yanına sığınmışlardı. Zulümden kaçıyorlardı. İstedikleri tek şey temel insan hak ve özgürlüklerine sahip olarak insan gibi yaşamaktı. Allah vermişti o hak ve özgürlükleri yarattığı andan itibaren. Hukuki dilde “negatif statü hakları” denen şey. Devletin, kralın, yönetim erkinin bu haklar üzerinde yapacağı tek bir şey vardır; gölge etmemek. Hani denir ya: “Gölge etme, başka ihsan istemem.” İşte buraya tam anlamıyla oturuyor bu deyim. Devlet, insanın yaratılıştan getirdiği bu haklara karışamaz, aksine karışmak isteyen zorbalar olursa onlara engel olur, korur, muhafaza eder.

Birbirinden ayrı iki konuyu ele alıyor gibi gözüken iki paragrafı birleştireyim şimdi; ders alınamamış olacak ki tarih tekerrür ediyor. Dün Mekke müşriklerinin Müslümanlara yaptığını bugün zalim sistemler, idareler, idareciler, siyaset bilimlerinin diliyle ifade edecek olursak “haydut devletler” vatandaşlarına yapıyor. Hatta bu zulümlerinde o kadar ileri gidiyorlar ki “haydut devlet” sınırlarını da aşıyor “terör devleti” nitelemesine hak kazanacak bir seviyesizliğe alçalıyor. Güzelim ülkemiz Türkiye de maalesef yıllardan beri bu çizgide ilerliyor ve gün geçtikçe seviye kaybedip alçaldıkça alçalıyor; düştükçe düşüyor. Bunun karşısında aidiyetleri ne olursa olsun sırf Erdoğan’ın adıyla anılan bu yeni rejimin destekçisi olmayan herkes o zulümlerden nasibini alıyor ve insan gibi yaşayabilecekleri zeminin arayışı içine giriyor. 14 asır öncesinin Habeşistan’ı sayılabilecek hak ve adaleti gözeten, mazlum insanlara kimlik sormadan sahip çıkan ülkelere hicret etmeye duruyor.

Herkes mi? Elbette hayır. Çok az bir kesim. İmkânı olanlar. Yeni bir hayata başlangıç yapmayı göze alabilenler. Gençler. Sağlık durumu itibariyle böylesi zorlu bir geleceği kaldırabilecekler. Geriye kalan büyük çoğunluk ise maalesef devletin bu zulmü karşısında sesini çıkarmayan insanlığını, Müslümanlığını, ahlakîliğini, erkekliğini, kadınlığını kaybetmiş insanların hâkim olduğu coğrafyada hayatlarını sürdürmeye devam ediyor. Kimisi bebek ve çocukları ile hapishanelerde, kimisi elektronik kelepçelerle evlerde, kimisi karakola imza vermek şartıyla dışarıda, kimisi de bavulunu hazırlayıp koridora koymuş ha bugün ha yarın diyerek her gün kapısını çalacak polis beklentileri ile evlerinde.

Sadece bir örnek vereyim. 8 Mart kadınlar gününde yapılan protestoların etkisi ile olsa gerek ondan hemen bir gün sonra 9 Mart 2021 tarihinde Adalet Bakanlığı yaptığı açıklamada diyor ki, “Şu an 0-6 yaş arası hapishanede olan çocuk sayısı 345.” Ne yazık ki bu açıklamayı sözde “Adalet” bakanlığı “Kamuoyunda 3 bin çocuk deniyor, hayır 3 bin değil 345,” diyerek yapıyor. Bir tek bebek ve çocuğun bile olmaması gerektiği o zeminde “Niye bunlar hapishanede, ne suç işlemişler, delilleri ne, masumiyet karinesini ihlal değil mi, 6 yaşındaki çocuk, kundaktaki bebek nasıl terörist olur?” sorularının cevabı vereceği yerde 345 rakamı ile güya övünüyor. Adaletiniz batsın.

Sözü uzatmanın bir manası yok. Türkiye’yi yakından takip edenler özellikle “Allah’ın lütfu” sahte askeri darbe kalkışmasından bu yana neler olup bittiğini yakından biliyor. İşte Türkiye’deki bu gidişatın karşısında sessiz yığınların sesi olmayı kendine misyon edinen insanlığı ölmemiş insanların kurduğu Advocates of Silenced Turkey (AST) kurumu, 8 Mart kadınlar günü dolayısıyla büyük bir aktiviteye imza attı. Dünyanın 5 ülkesinde 42 ayrı şehirde özellikle kadın ve çocukların durumunu, farkındalık uyarma amacıyla, pandemiye rağmen yaptığı protestolarla anlatmaya çalıştı.

Bu hafta 21 Mart Pazar günü ise daha büyük ve belki de dünyada ilk defa gerçekleşecek bir başka protestoya imza atacak. YouTube üzerinden 50 bin insanın katılmasını ümit ettikleri sanal bir protesto olacak bu. New York saati ile öğleden sonra 2, Londra’da 6, Atina’da akşam 9, Orta Avrupa’da 7, İstanbul’da 9, Kenya’da 7, Nijerya’da 7, Brazilya’da 3’te gerçekleşecek bu protesto ile AST ismiyle özdeş biçimde inşallah “Sessiz Türkiye’nin Sesi” olacak ve yanlarında yer alacak insani, ahlaki değerlerini kaybetmemiş başka din, dil, ırk mensupları ile birlikte Türkiye’de yaşayan haydut devletin zulmüne maruz kalan mazlum ve mağdurların sesini duyurmaya çalışacak.

Siz de bu sanal protestoya elinizin altında bulunan, sizi dünyaya bağlayan telefonlarınız, tabletleriniz veya bilgisayarlarınız ile katılın demeyeceğim. Katılıp katılmama, mazlumun sesi olup olmama, bir hadisin ifadesiyle imanın derecesine belirleyen el, dil ve kalp noktasında alacağınız yeri belirleyip belirlememe, en büyük cihat sayılan zulmü zalim sultanın yüzüne haykırıp haykırmama herkesin kendisinin vereceği bir karar. Sadece şunu söyleyeceğim, zamanın ruhuna uygun olarak dünya çapında bir sanal protesto yapılacak, haberiniz olsun. Gelişmeleri Twitter’da @silencedturkey hesabından takip edebilirsiniz.

Bu programı düzenleyen AST yetkililerine ve dünyanın her yerinde buna destek veren insan oğlu insanlara teşekkür ediyorum. “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Özellikle sözü dinlenen yazarların, ifadelerinde çok dikkatli olmaları gerekir.

    Sizin yazınızın özeti: “bu sanal protestoya katılmazsanız, mazlumun sesi olmazsınız ve hadisin ifadesiyle “el, dil, en zayıfı kalp” değerlendirmesindeki dereceniz de ona göre olur” mu?

    Bir taraftan İslamı siyasete alet edenlere kızıp, diğer taraftan onların kullandıkları yöntemle, -yani bize katılmazsanız şöylesiniz vb.- sanal bir protestoya katılmaya davet etmeyi tutarlı bulmuyorum.

    Pandemi döneminde, her kıtada, her ülkede hatta her bölgede bu ve benzeri bir çok program düzenleniyor.
    Yalnızca Hizmet Hareketi mensuplarının çektiklerine yönelik olarak da değil, dünyadaki bütün mazlumlar için bu ve benzeri programların tamamına katılamasak, hatta kimisiyle hiç ilgimiz bile olmasa, imanımızın zayıflığıyla mı suçlanacağız.?

    Bu çalışmadaki: “belki de dünyada ilk defa gerçekleşecek bir başka protestoya imza atacak” olması iddiasına karşın katılmazsak, “iman derecesinin düşüklüğü” ile tehdit ediliyoruz.

    Ben de ailem de sanal protestoya katılacağız. Çevremizdeki arkadaşları da katılmaya teşvik ediyoruz. “Eğer katılmazsanız el, dil, kalp…” şeklinde ölçülendirmeden.

    Belki ben yanlış anlamış da olabilirim. Öyleyse şimdiden özür dilerim ama Dr. Ahmet Kurucan Abinin ifadelerinde daha dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Alimin sürçmesi -Allah muhafaza- alemin sürçmesi gibidir.

  2. Istisare heyetlerinin halis cabalarina cok saygi duymakla beraber Twitter, Youtube vs sanal ortamlardaki katilimlarin niceliginin gonullerde ve goruslerde ne anlam ifade ettiginin bilimsel bir karsiligi var mi, getirisi goturusu ne olur bunlarin kritigi yapiliyor mu? Yoksa kitlelere tuna baliklari gibi ordan oraya manevra yaptirmanin kitlesel ego tatmininden oteye gecmeme riski var. Milyonlarin statlarda toplandigi bir turkce olimpiyatlari tecrubesi var bu cemaatin. Niceliksel (kalabalik protestolar) ve niteliksel (Enes Kanter’in konumunu istimal etmesi) avantajlari kullanmak dunyevi islerde zaruri olsa da gonulluluk hareketinde yeri olmadigi; gonullerde makes olusturmadigi ve uzun vadede nefrete donusme tehlikesi oldugu kanaatindeyim. Polarizasyon riski olan her tavir ve hareketten uzak olmaliyiz.

  3. Hizmet hareketinin bir zaafı halka dayılık yapma yok imandır derecedir sayın kurucan hizmeti içerde duvara toslyanlardan hesab sormama acaba imanla alakası varmı varsa o yünde imanınızın yüksek seviyesini ortaya koyun misal faşo Ekrem dumanlıdan hesab sorma yoksa siz ondan hesab sorarsanız biride sizden hesab sorma korkusumu var

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin