Reuters raporu, Habertürk vakası ve medyanın hâlleri

HABER-ANALİZ | YAVUZ ALTUN

Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü, her yıl bir Dijital Haber Raporu yayınlıyor. Bu raporun amacı farklı ülkelerde toplumun medyaya bakışının yıllar içinde nasıl değiştiğini gözlemek ve dijitalleşmeyle birlikte medya sahasında nelerin ön plana çıktığını saptamak.

40 ülkeyi kapsayan 112 sayfalık raporun her sayfası, özellikle gazeteciler için önemli meslekî bilgiler barındırıyor. Fakat imkânı olan okurların, seyircilerin de bu raporu okumasını isterdim. O yüzden kabaca size rapordaki bilgilerden bahsedeceğim.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Bu yılın en önemli gündemi, malumunuz koronavirüs salgınıydı. Dünyayı kasıp kavuran salgın, insanların haber alma ihtiyaçlarını da arttırdı haliyle. Üstelik ana akım medyaya rağbet de bu süreçte yükseldi. Ama Reuters araştırmacılarına göre, bu artış geçici. Hastalık hayatımızdan çıktığında, medyayla ilişkilerimizi gözden geçireceğiz. 

Rapor son yıllarda en çok “fake news” (yalan haber) tartışmalarına yaptığı katkıyla gündeme geliyor. 

Haber medyasına güven, dünya genelinde yüzde 38 civarında. Geçen yıla oranla 4 puanlık düşüş var. Özellikle kutuplaşmanın arttığı ABD ve İngiltere gibi ülkelerde, ya da yakın zamanda toplumsal gerilimler yaşayan yerlerde, mesela Hong Kong’da ve Şili’de, haberler büyük kuşkuyla takip ediliyor. İngiltere’de medyaya güven yüzde 28’e kadar gerilemiş.

Bu sebeple de, “takip edilen haber kanallarına güven” şeklinde bir başka gösterge var raporda. Burada güven, yüzde 46’ya yaklaşıyor.

Buna mukabil, Türkiye’de inanılmaz bir şey olmuş ve 9 puanlık artışla toplumun yüzde 55’i haber medyasına güvendiğini söylemiş. Türkiye bu iyimserliğiyle 40 ülke arasında 3. sırada. İnsanlar sık takip ettikleri haber platformlarına ise yüzde 61 oranında güveniyor.

Kutuplaşmayla medya ilişkisi biraz tavuk-yumurta ilişkisine benziyor. Politikacılar ülkeyi kutuplaştırdıkça, fay hatlarına yüklendikçe, medya da bunun borazanı hâline geliyor. Medyanın oyuna dâhil olmasıysa, kutuplaşmayı geri dönülmez bir noktaya taşıyor.

Dünya genelinde yükselen bir trend de şu: İnsanlar git gide kendi düşündüklerini onaylayan medya platformlarına yöneliyorlar. Kutuplaşmanın yarattığı sosyal gerilim, insanları “güvenli limanlar” arayışına sürüklüyor.

Bu da, “yankı odası” dediğimiz, farklı görüşlerden azade, güvenli, konforlu medya alanlarının oluşmasına yol açıyor. Bu yöntem, daha çok “müşteri” kazandırdığı için de, yeni medyada özellikle bu tarafgirlik hissedilir oranda artmış durumda.

“Yalan haber” tartışmalarına dönersek, Reuters’in araştırmasına göre 40 ülkedeki medya tüketicilerinin yüzde 40’ı, yalan ve yanlış bilgilerin politikacılar tarafından yayıldığını düşünüyor. Özellikle Donald Trump fenomeninden sonra, ABD’de bu oran daha da yüksek.

Ancak burada ilginç bir bilgi de var. Çalışmaya katılanlara şu soru sorulmuş: “Eğer bir siyasetçi, yalan bilgiler içeren bir reklamı sosyal medya platformlarında yayınlamak istese, sosyal medya platformu bu reklama müdahale etmeli midir?”

Hemen her ülke ezici çoğunlukla, “Evet, sosyal medya platformu o reklamı kaldırmalı” derken, sadece Türkiye’de yüzde 50’den fazlası, “Karışmamalı” cevabını vermiş.

Ülkemizde sadece yolsuzluk değil, yalan da politikanın “olmazsa olmazı” görülüyor herhalde.

Bunların yanı sıra rapor, dünya genelindeki yeni trendlere, mesela Podcast yayınlarının artmasına ve dijital yayınların kendi iş modellerini oluşturma konusundaki başarılarına da değiniyor. Dediğim gibi, medya okuryazarlığını geliştirmek isteyenlerin de istifade edebileceği bilgilerle dolu rapor.

İsterseniz Türkiye özeline biraz daha yakından bakalım.

Reuters araştırmasında, “Haberi nereden alıyorsunuz?” sorusuna yüzde 85 oranında online mecralar cevabı verilmiş. Mobil teknolojilerin ve sosyal medyanın yaygınlaşması, artık insanların her şeyi cep telefonlarından takip etmelerine sebep oldu.

İnterneti, yüzde 68’le televizyon, yüzde 58’le sosyal medya, yüzde 42’yle basılı gazete takip ediyor.

2018’de yine Reuters Enstitüsü’nden yayınlanan Servet Yanatma’nın hazırladığı Türkiye özel raporunda, insanlara şu soru da sorulmuştu: “Peki asıl haber kaynağınız hangisi?” Yani hangi haber kaynağı sizin görüşlerinizi belirlemede  daha etkin? Bu soruya, yüzde 48 televizyon cevabını vermişti. Bu oran, merkez ya da sağ politik partilere oy verenler arasında yüzde 50 ile yüzde 59’a kadar çıkıyor.

Yani Türkiye’de haber alma hususunda televizyonun liderliği sürüyor diyebiliriz. Yine de internetin bu alandaki yükselişi sürüyor.

En çok takip edilen televizyonsa son iki senedir Fox TV. Onu CNN Türk takip ediyor. Yazılı basındaysa Hürriyet ve Sözcü arasında bir rekabet var. İnternette CNN Türk ve NTV’nin haber siteleri zirvede.

Çok takip edilen medyaya duyulan güven de o oranda yüksek. Fox TV’ye güvenenler yüzde 77’deyken, NTV’ye güven yüzde 74’te. Sözcü, Habertürk, Cumhuriyet ve CNN Türk de yüzde 70’in üzerinde güvene sahip medya organları.

OdaTV çok takip edilen yayınlardan biri değil ama güven sıralamasında yüzde 61’le aşağılarda kendine yer bulmuş. Ondan daha aşağıda olanlar Sabah ve Ahaber. Yandaş medya olarak adlandırılan bu iki yayın, 2018’deki raporda da diplerdeydi.

Diğer pek çok ülkede devlet televizyonlarına güven en üst sıralarda yer alırken, Türkiye’de TRT kendine ancak ortalarda yer bulabilmiş. 2018’de daha da aşağılardaydı üstelik.

Ancak dediğim gibi, Türkiye’de son yıllarda haber medyasına olan güven sürpriz şekilde tazelenmiş. 2018’deki çalışmada Türkiye’nin haberlere güven ortalaması yüzde 38’deydi. Açıkçası bu iki senede ne değişti pek çözebilmiş değilim. Nitekim Reuters raporu da bu yükseliş için, “görünür bir sebep olmadığı” notunu düşmüş.

Tabi rapora, çalışmanın doğasından ötürü, yansımayanlar da var. Mesela önceki gün başlayan ana akım televizyonlara HDP’li konuk çağırmama meselesi.

Habertürk’teki bir programda, Avukat Salim Şen, HDP’nin demokrasi yürüyüşü konuşulurken hiç HDP’li siyasetçi çağrılmamasını eleştirince, moderatör Didem Arslan Yılmaz ilginç ama bir o kadar da kendini ele veren bir çıkış yaptı ve şöyle dedi: 

“Salim bey burası bir kamu televizyonu değil. Özel bir sektörüz. Bu bir tercihtir.”

Yine Habertürk’ten Veysi Ateş, AKP taraftarlarının çok sevdiği bir argümanla konuya yaklaştı: “Terör örgütleriyle araya mesafe koymayanları, kanlı eylemleri kına(ya)mayanları Habertürk ekranlarına davet etmiyoruz, etmeyeceğiz de…”

Bu açıklamalardan ikincisi, parti tarafgirliğini açık ettiği için önemli. “Terör örgütleriyle araya mesafe” meselesi, tıpkı pek çok siyasî yargılamada görülen “iltisak” meselesi gibi sübjektif ve anlamsız bir ifade. O mesafeyi kim nasıl ölçecek? HDP’yi Meclis’e kabul etmekte sorun yoksa, neden evlerimize de konuk etmeyelim?

Bu tür yeni gazeteciliğin bir diğer yanı, “ya bizdensin ya onlardan” retoriğini her durumda hâkim kılmaya çalışmaları. “Devlet mi, teröristler mi?” Soruyu böyle sorduğunuzda, aslında soru sormuyor, bir cevap dayatıyorsunuz fakat bunun idraki de uzun sürüyor. En son ana akım medyada, CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programında, “PKK’ya terör örgütü der misiniz?” sorusuna muhatap olan Tahir Elçi’nin suikasta kurban gittiğini hatırlatalım.

Didem Yılmaz’ın açıklamasıysa, Türkiye’deki medya düzenini bir kez daha deşifre ettiği için anlamlı.

Ana akım medya, bir başka deyişle “patron medyası,” hükümetle bağlarını koparmayı ekonomik olarak göze alamadığı için hep “dikkatli bir dil” tercih eder. Bunun, objektiflikle karıştırılması, insanların mesela NTV’yi ya da CNN Türk’ü “çok objektif kanal” diye algılamalarına sebep oluyor.

Haberlerin sadece dili değil, seçkisi de önemli. Hangi haberi yayınlamadığınız, kime sağır olduğunuz, hangi yorumculara ağırlık verdiğiniz, sizin yayın politikanızı belirliyor. Hele ki, TV’ye çıkacak ve çıkmayacakların Ankara’dan belirlendiği bir dönemde, “Özel sektörüz, bu bir tercihtir” açıklaması yapmak, tercihin gazetecilikle değil de “sektörle” ilgili olduğunu gösteriyor.

Bu konuyla ilgili akademisyen Burak Bilgehan Özpek, TV’de çok iyi bir yorum getirdi: Medyanın asıl müşterisi toplum değil de devlet olduğu için, ona göre yayın yapmak zorunda hissediyor.

Öte yandan, Habertürk’ün yayına HDP’li çıkarmama tavrının, sadece Habertürk ve HDP’yle sınırlı olmadığı da Türkiye medyasının bir gerçeği. Habertürk’ü eleştiren gazetecilerin pek çoğu, ele aldığı konularla ilgili aktörlere hiç ulaşmadan tonlarca haber yayınlıyor, en ufak iddiaları bile muhataplarına sormadan haberleştirmekten çekinmiyor.

Nitekim “patron medyası” değil de daha çok okura, reklam gelirine ve bir takım uluslararası fonlara dayanarak gazetecilik yapıyorsanız, daha özgür oluyorsunuz. Ancak bu sefer de ideolojik kısıtlar ya da iyi medya okuryazarlığı olmayan ve daha kaliteli gazetecilik talep etmeyen okura hitap etmenin rahatlığı gibi etkenler gazeteciliğinizi baltalıyor.

Son yıllarda az çok eli yüzü düzgün haber için Deutsche Welle ya da BBC gibi yayınların Türkiye şubelerine mecbur olmak, Reuters gibi küresel medya organlarının Erdoğan ve çevresinden daha iyi haber alabiliyor olması, aslında medyanın mecbur bırakıldığı hâli de özetliyor.

İktidarın ana akıma uyguladığı sansür, can yakıcı boyutlarda. Sebebi de, seçmeninin en çok TV’ye güvenmesi. Sansürden bir şekilde muaf olanların bir kısmı da, tıpkı ülkedeki muhalefet partileri gibi, ezberleri tekrar etmekten öteye gitmiyor.

Bu tabloda, Erdoğan ve AKP’nin tesis etmeye çalıştığı muhalefet etme biçiminin de alıcısı var ne yazık ki. AKP’liler 2010’ların başında karikatürize edilen “endişeli laik” ya da “ulusalcı” tiplemesinden hoşnutlar. Seçmenlerine, “Bakın bu CHP’liler hep aynı” dedirtebildikleri sürece CHP’lilerden de şikayetleri yok. 

HDP’nin terörle anılmasının ana akımda, üstelik Sözcü ve Cumhuriyet gibi gazeteler eliyle gerçekleşmesine de bayılıyorlar.

Son yıllarda otoriter rejimler üzerine yapılan çalışmalar, otoriter yönetimler kadar onların otoriterleşmesine çanak tutanlara da yoğunlaşıyor. Türkiye’de medyayı bu gözle yeniden okumanın zamanıdır belki de.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin