Yabancı medyanın Türkiye’ye ilgisinden çıkarılacak dersler

YORUM | YAVUZ ALTUN

Duymuşsunuzdur, Alman medya kuruluşu Deutsche Welle’nin öncülüğünde, dört yabancı basın organı, +90 isminde bir YouTube haber kanalı açtı geçen hafta. Dünyada sanırım başka örneği yok. Hâlihazırda Türkçe yayın yapan Deutsche Welle, BBC ve Voice of America’nın yanına France 24 de eklendi. Türkiye, gittikçe daha fazla yabancının ilgisini çeken bir ülke olmasının yanı sıra, bu türlü ilginç deneylerin de merkez üssü olmaya başladı. Ama Türkiye medyası açısından bu girişimin başka ilginç çağrışımları da var, isterseniz biraz onun üzerine konuşalım.

DW’nin kanalın kuruluşu için yaptığı basın toplantısında da öne çıkan görüş, kanalın Türkiye’de baskı altındaki ifade özgürlüğüne bir katkı sunması yönündeydi.

Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) verilerine göre, mevcut medyanın yüzde 95’i Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kontrolünde. Çoğunluğu şehirli yüzde 50’ye yakın bir kesimin Erdoğan’ın politikalarının karşısında olduğu düşünüldüğünde, bu durumun alternatiflere imkân sağladığı açık.

İktidarın açtığı büyük boşluk

Ancak Türkiye’deki mevcut muhalif basın, çeşitli sebeplerden ötürü, bu boşluğu dolduramıyor. İlk sebep, elbette ülkedeki adı konulmamış “iç savaş hâli”. Tabi burada eşit güçlerden bahsetmek olmaz. İktidar, yüzde 50’nin biraz üzerinde bir halk desteğiyle, ülkedeki her şeyi o yüzde 50’ye göre dizayn etmeye kararlı. Muhalefet ise, bir şekilde çırpınmak zorunda. Kutuplaşma tabiri mevcut durumu tam karşılamıyor fakat eskiden beri farklı mahallelere bölünmüş Türkiye coğrafyasında, bütün ülkeye hitap eden “ana akım” bir yayıncılık yapabilmek neredeyse imkânsız. İktidar, muhalif medyayı akreditasyon ve benzeri araçlarla olan biteni “uzaktan izlemeye” mahkûm etti. Mahalleler arası kalın duvarlar örüldü. Yabancı medya, bu bariyeri aşabilecek tek alternatif olarak öne çıkıyor. Muhalif medya, mesela BBC Türkçe gibi Bağcılar’da AKP seçmeniyle görüşerek haber yapamayacak durumda. Yandaş medya da bu tarafa ilgi göstermiyor.

İkinci sebep, finansal problemler. Birçok muhalif yayın mali açıdan erime sürecinde. Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, Sözcü gibi gazeteler, yeteri kadar okuyucu çekemediği gibi, iktidar baskısı yüzünden doğru düzgün reklam da alamıyor. Hâliyle tırpan yiyen haber bütçeleri, nitelikli haberciliğin de önünü kapatıyor. TV’de ise durum daha da vahim. Halk TV, KRT TV, Tele 1 ve Cem TV gibi küçük çaplı kanallar, belki görsel medyadaki boşluktan ötürü çok izleniyor fakat reklam pastasından hak ettikleri payları alamıyorlar. Yerel dijital yayıncılar da kan ağlıyor. Hem yatırımcı, hem reklam veren hem de para verecek okuyucu bulmak, mevcut ekonomik ve politik şartlarda, zor.

Sahada yeterince muhabir istihdam edemeyince, uzun süreli emek isteyen haberlere yatırım yapamıyorsunuz, hele ki dijital medyanın gereklerini (video içerik, hayata dokunan işler, kişisel tecrübeler) hiç yerine getiremiyorsunuz. Dijitalleşen medya alanı, geleneksel haberciliğin ötesinde işler yapmanızı gerektiriyor. Haber değil “içerik” üretmelisiniz. Eskilerin “haftasonu ya da ek haberciliği” dediği şey, giderek merkeze yaklaşıyor. Görsellik ve ses, yazılı metinlerin yerini alıyor. Bu da tüketici açısından ciddi bir boşluk. Son seçim döneminin en çok reyting alan yapımlarının amatörce yapılan halk röportajları olduğunu hatırlayalım.

Geleneksel medyaya yer yok

Haliyle bu boşluğu yabancı basın kuruluşlarının Türkiye ofisleri dolduruyor. DW’nin ve BBC’nin Türkçe servisleri sadece maddi açıdan avantajlı değil, politik baskıya da, diğerlerinden daha fazla direnebiliyorlar. Muhtemelen şu an Türkiye’nin en çok takip edilen kanalı FOX TV de benzer avantajlara sahip. Bunların yanına Rusya merkezli Sputnik’in web sitesi ve radyosunu ekleyebiliriz. Çin haber ajansı Xinhua bile ufak çaplı da olsa Türkçe yayın yapmaya başladı. Bu türlü uluslararası platformların karşısında, Türkiye’deki şartlara mahkûm olan Gazete Duvar, Diken, T24 gibi markaların kısıtlı bütçelerle iş yapmaya çalıştığı görülüyor. Habere fazla bütçe ayıramayanlar, daha fazla yorum analizle yoluna devam etmeyi seçiyor. Ama bu, gazetecilik açısından uzun vadede problemli bir durum.

Yeni nesil dijital platformlar ise, kısa süreli hızlı koşularla dikkat çekiyorlar, ancak toplumdan yeterli destek bulamadıkları anlaşılıyor. 140journos gibi kaliteli içeriklerle adından söz ettiren bir oluşum bile, içeriklerinden para kazanmak için YouTube dışında alternatiflere yönelmek zorunda kaldı. İnternette tükettiği haber içeriğine para vermek, henüz Türkiyeli okurun alışkanlıkları arasında yer bulamadı. ABD’de New York Times’ın başardığı “dijital devrim” hâliyle Türkiye için henüz uzak ihtimal. Şimdilik Türkiyeli okur için Twitter, haber takibi için yeterli ve üstelik ücretsiz!

Yine de bu ilgi bile yabancı yatırımcı için bulunmaz fırsat. Hâli hazırdaki devasa haber ordularına, küçük bir ekleme yaparak bir Türkiye masası oluşturabiliyorlar. Bilhassa şehirli, genç, muhalif kesimin dijital dünyaya olan ilgisi, sürekli büyüyen bir pazarı işaret ediyor. Ortadoğu pazarı içinde, Türkiye bir hayli önde. Bunun yanında, AKP’ye oy veren genç kuşak için “yandaş medya” düzeni yeteri kadar cazip değil. Alternatiflerin onlara da hitap etmesi durumunda, Türkiye’de geleneksel medyanın beyin ölümünün gerçekleştiğini ilân edebiliriz. Nitekim +90’ın YouTube kanalında kısa bir gezinti, ya da The Independent’ın Türkiye ofisi için kurduğu kadro, bu yönde çalışmalar da olduğu izlenimi uyandırıyor.

Uluslararası pazarlarda müşteri avı

Son olarak meselenin bir de DW’nin ve diğer uluslararası medya kuruluşlarının kendi gelecek hedeflerine bakan yönü var. Önceki gün İngiliz The Guardian gazetesi, 20 yıl sonra ilk kez kâr ettiklerini açıkladı. Uzun süredir finansal darboğazdan çıkmaya çalışan gazete, dijitalleşmeyle birlikte uluslararası arenaya yöneldi ve dijital gelirlerini kat be kat arttırdı. Şu anda dijital abonelerinin üçte ikisi İngiltere dışından. Amerikan New York Times da 2018 sonunda 4 milyondan fazla dijital aboneye sahip olduğunu duyurmuştu. NYT’nin şu an 193 ülkede abonesi var. Gazeteler reklama güvenerek habercilik yapmanın gelecekte daha da zor olduğunu görerek, okurdan yardım isteme yolunu seçtiler. Bu da, meyvesini verdi.

DW’nin Türkiye gibi pazarlara açılması, bu yönüyle hayli kârlı bir yatırım gibi duruyor. Çeşitli Batılı medya kuruluşları da benzer açılımlar yapacaktır. Gelgelelim, bu imkân yalnızca dünya üzerinde az sayıda marka için geçerli. Yerelde kalan geleneksel medya için işler hiç de iyi değil. Güçlü bir yerellik kültürü olan ABD’de bile yerel yayın organları ya kapatılıyor ya da tekellerin eline geçiyor. Ulusal yayın organları bile bu türlü açılımlar yapamayınca kapıya kilit vurmak zorunda kalıyor. Tıpkı matbaanın icadı gibi, dijitalleşmeyle birlikte yeni bir eşikte duruyoruz. Bu yolun başında öngörülen pek çok şeyin gerçekleşmediğini, yolun kendisinin dayattığı yeni durumlarla başa çıkmak zorunda kaldığımızı akıldan çıkarmamak gerek.

Bakalım daha neler göreceğiz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin