Reform kim için?

YORUM | YAVUZ ALTUN

Şimdi alıntılayacağım cümleler, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün birkaç gün önce Ceza Hukukunda Alternatif Çözüm Yolları Sempozyumu’nda yaptığı bir konuşmadan alıntı:

“Bir dosyada verilen kararla ilgili ister kazanan, ister kaybeden ‘kim olsa aynı kararı verirdi’ dedirtebiliyorsak işte orada hakikat ortaya çıkmıştır ve adalet tecelli etmiştir.

“Şu ne der bu ne der, adliyeye gelen insan şöyle telkinde bulundu, şu nasıl bakar, nasıl değerlendirir, bu konjonktüre uygun mu? Arkadaş, yargı konjonktüre bakmaz, yargı hatıra bakmaz, yargı birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka Anayasa’ya bakar.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

“İster yerli ister yabancı yatırımcı olsun, uzun vadeli yatırımlar, öngörülebilir, sonuçları kestirilebilir bir hukuk pratiği ile yakından ilgilidir.

“Anayasa Mahkemesi bir karar verip, ‘Mahkeme buna uyar mı uymaz mı’ gibi bir öngörülebilirliğin olmadığı bir yerde yatırımda hukuk öngörülebilirliğinden bahsetmek mümkün değil.

“Aslolan tutuksuz yargılamadır. Tutukluluk istisnadır. Deliler toplanmış, kaçma şüphesi yok, yeri yurdu belli, seneler geçmiş, ‘Hadi tutuklayalım…’ Bu konuda yargının kamuoyuna değil, dosyaya bakarak adaleti ve hakkı tecelli etmesi hepimizin ortak beklentisidir.”

Şaşırdınız değil mi?

O hâlde biraz daha şaşıralım. Şimdi de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Tekirdağ toplantısına uzanıyoruz:

“Bakanlıklarımız ve kurumlarımız yanında ilgili tüm kesimlerle yakın diyalog ve işbirliği halinde ülkemizde ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi başlatıyoruz. … Amacımızın dünyanın siyasi ve ekonomik bakımdan tarihi bir değişim sürecinden geçtiği şu dönemde ülkemizi hedeflerimiz doğrultusunda geliştirmek ve kalkındırmak olduğunun altını tekrar çiziyorum.

“Buradan bir kez daha yerli ve uluslararası yatırımcılara ülkemize güvenmeleri ve süratle yeni yatırımlara başlamaları çağrısında bulunuyorum. Yatırımları yeşerten ve bereketlendiren iklimi tesis etmenin ekonomik büyümeyi, kalkınmayı, refahı ve istikrarı sağlamanın en önemli yollarından birinin hukuk devleti ilkesi olduğunu biliyoruz.

“Ekonomideki yeni dönemin ruhuna uygun şekilde temel hakların korunmasından mülkiyet hakkının geliştirilmesine kadar pek çok ilave hükümleri ilgili tüm taraflarla istişare ederek bu eylem planına derz edeceğiz.”

Uzun uzun alıntı yaptığım için mazur görün, şaşkınlığımı başka türlü ifade edemezdim çünkü.

Bu konuşmaların, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifa ettiği (ya da ettirildiği) ve Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirildiği bir döneme gelmesi tesadüf değil muhakkak.

İşin uzmanları, ABD’de Joe Biden’ın seçilmesiyle ilişkilendiriyor ve ABD-Türkiye ilişkilerinde “yeni dönem” vurgusu yapıyor.

Nitekim alıntıladığım kısımlarda özellikle “yatırımcı ve hukuk” ilişkisinin üzerinde durulması manidar. Önceliğin Türkiye’ye yatırım çekmek ve ekonomiyi rayına oturtmak olduğu okuma yazma bilen herkese malum.

Buradan, konuşmaların muhatabının vatandaş değil yatırımcılar olduğu sonucu da çıkarılabilir pekâlâ.

Vatandaşa bakan tarafı ise, Erdoğan’ın bir başka konuşmasında saklı. Şöyle diyor:

“[Y]aşadığımız kritik dönemin ruhuna uygun şekilde, gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakarlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız.”

Hakkını verelim, Covid-19 pandemisinin piyasalara etkisi, nereden baksanız, “teğet geçti” denilen 2008 krizine yakın bir hasar bıraktı. Aşı çalışmalarından gelen müjdeli haberler çabuk toparlanma için ümit verse de, kapitalin hangi yönde akıtılacağı konusunda politikacıların, piyasalardan daha belirleyici olacağı bir döneme giriyoruz.

Biraz da bu sebeple, dünyanın geri kalanı için ABD başkanlık seçimleri her zamankinden daha fazla anlam ifade ediyordu. Hele ki ülke ekonomilerinin bu kadar iç içe geçtiği bir dünyada şimdi herkes Biden’ın neler yapacağını merak ediyor. Çin’e karşı tereddütlü müttefiklerini yeniden yanına çekmek ve pandemi sonrası ekonomik canlanma için para musluklarını açması, en alıcısı yüksek senaryo.

Peki, Erdoğan ne yapacak?

Damadının istifası sürecinde şöyle bir hikâye sızdırıldı dışarı. Meğerse Erdoğan, ekonominin idaresini Albayrak’a bırakmış, tıpkı damadının “ben dolara hiç bakmıyorum” demesi gibi, o tarafa hiç bakmamış.

Gel zaman git zaman, parti içinde bile rahatsızlıklar ayyuka çıkınca, ekonomi yönetiminin “eskileriyle” oturup konuşmuşlar. Burada anlamış ki, Albayrak yanlış yolda. Hemen biletini kesmiş!

Tabi yabancı yatırımcı için bu hikâye yeterli olmayacaktır. İcraata bakacaklar. Öncelikleri de uluslararası piyasaya uygun adımların atılması. İlk etapta 19 Kasım tarihli Merkez Bankası toplantısından ikna edici bir faiz artışı bekliyorlar.

Erdoğan reform müjdesi verirken bile “faiz düşerse, enflasyon da düşer” şeklindeki kendinden menkul formülünü tekrar etmeyi sürdürdü ama “yeni ekonomi yönetimi” belirli bir noktaya kadar faizi arttırma sözünü almış görünüyor.

Ancak faiz artışının inşaat sektörü üzerindeki olumsuz etkilerine karşı neler yapılacağını henüz bilmiyoruz. Belki de, “acı reçete” bununla ilgilidir.

Geriye kaldı, hukuk…

Adalet Bakanı, Erdoğan’la aynı çizgide açıklamalar yaptığına göre, onu koltuğundan etmek zorlaştı. Burada da beklenti, faturanın hâkim ve savcılara kesileceği yönünde.

İyi de, hangi birine?

Kamuoyunda ve dış dünyada özellikle dikkati çeken bazı davalarla ilgili adım atılsa işe yarar mı? Mesela Osman Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş… (Kabul edelim ki, geniş toplum tabanına sirayet etmiş diğer hukuksuzluklar, KHK’lılar, siyasi mahkumiyetler, HDP’li belediyelere atanan kayyumlar, Cemaat davaları, seçmen davranışını pek de etkilemiyor.)

Kavala ve Altan’ı serbest bırakmak nispeten kolay ama Demirtaş’ın salıverilmesi demek, MHP ile uzlaşılan mutabakatın da zorlanması anlamına gelebilir.

Nitekim Devlet Bahçeli’nin bu reform sürecine nasıl yaklaştığı ile ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.

Açıkçası AKP-MHP ittifakının şöyle bir oyun planı olduğu kanaatindeyim: Toplumda reform beklentisi yükseltilerek, kararsız seçmenin yeniden desteği alınacak. Bu arada Batılı müttefiklere, “Yahu reform dediğiniz öyle bir günde olmuyor, zaman tanıyın” denilerek yüzeysel bazı adımlarla ekonomi toparlanmaya çalışılacak. Bu arada seçimde kazanabilme ihtimali yeniden belirince, hemen bir erken seçime giderek iktidar yenilenecek ve statüko devam etmiş olacak.

Peki, toplum bu reform beklentisini satın alır mı?

Metropoll’ün çalışmalarına göre, seçmende kararsızların oranı Ekim ayında yüzde 25’i aşmış durumda. Ve bu kararsız seçmenin yaklaşık 3’te 1’i daha önce AKP’ye oy verenlerden.

Yüzde 10’luk eski MHP seçmeniyle birleştirdiğinizde ve protesto oy vereceğini söyleyen yüzde 29’luk kitleden ikna edilmeye açık olanları da hesaba kattığınızda, bu süreçte nereye çalışılacağı açık.

Yani aslında bakarsanız, AKP’nin toplumun bütün kesimlerini ikna etmek gibi bir “mecburiyeti” yok. Eğer AKP-MHP ittifakı, bir miktar dindar Kürt seçmenden, biraz da beyaz yakalı, orta sınıf, eğitimli ve şehirli seçmenden oy koparmayı başarabilirse, yüzde 50’yi aşmaları işten bile değil.

Tabi bu arada, seçim sistemi değişiklikleri veya parlamenter sisteme dönüş gibi oyun planları da kenarda tutulacaktır.

Bu, iktidar için iyimser olan plan. Batı ittifakıyla yakınlaşmanın, dış politika yansımalarının ne olacağını kestirmek güç. Ekonominin kısa vadede toparlanması ise kesin değil.

Kıssadan hisse: Osmanlı’dan beri reform ve istibdat arasında gidip gelen bir devlet sarkacının ortasındayız. Reform deyince de, aklınıza vatandaşın ihtiyacını gözeten bir değişim, dönüşüm gayreti gelmesin. Öncelik, devletimizin ihtiyaçlarıdır. O devlet denilen de, “başımızdan eksik olmasın” diyeceğiniz, “dosta güven, düşmana korku salan” bir gardiyan değildir. İdarede kim varsa, onların ihtiyaçlarıdır her daim esas olan.

Çünkü esaslı bir reform, önce sorunları adam akıllı tespit etmeyi gerektirir. Bunun için de her kesimle kafa kafaya verip düşünmek lazımdır. Ve bir değişim olacaksa, bu değişimi yeni yüzler, yeni fikirler ve yeni akıllarla taşımalısınız. Eğer idarecinin kendine saygısı varsa, zaten yanlış yaptığını kabullenip kenara çekilmesini bilmelidir.

Yoksa reform dediğimiz şey, devletin azıcık silkelenmesinden, üzerindeki tozu toprağı atıp yoluna devam etmesinden öteye geçmez. Bu da olsa olsa bir makyajdır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Çok güzel yazmışsınız; teşekkürler.

    Reform sözü bile, AKP ve MHP’den uzaklaşmış seçmenin -en azından bir kısmının- geri dönmesini sağlayacaktır. “Geri dönmeyip ne yapalım; gidecek başka kapı mı var?” yaklaşımıyla, diğer muhalefet partilerinin yaptıklarına bakmaları bu kararlarını pekiştirici rol oynayacaktır çok defa.

  2. Bizim “tek adam” dediğimiz “şah görünümlü ETÖ başpiyonu” ve düşünce arkadaşları vezirleri, kaleleri, filleri, atlarının denilenleri anlama ve gerçekleştirme olanakları ne kadar acaba?
    “Onları orada tutan iradenin” böyle bir karar alma olasılığı nedir?

  3. Şark toplumuyuz biz…
    Sevdikmi “adam gibi” sever, nefret ettikmi “ölesiye nefret” ederiz.
    Düşüncelerimiz kolay kolay değişmez.
    Uyanmak zaman alır.

    Yalpazenin her iki tarafında, en uclarından merkeze kadar benzer bazı özelliklerimiz var.
    AKP’llisi de, MHP’lisi de, CHP, HDP, İP… Hangisini düşünürseniz düşünün. Hepsinde üç ayağı beş yukarı benzer bir lider, lider çevresi, il örgütlenmeleri, seçmenleri vardır. Farklı saiklerle karar veren ama partisinin ve liderinin verdiği kararları -neredeyse- her zaman doğru kabul eden insanlar. Eleştirdiği anda kardeşleri tarafından dışlanan insanlar…

    Devletle kıyaslandığında “minnacık” sosyal gruplarda bile yöneticilerin değişmesi/değiştirilmesi kolay olmaz.

    “Keşke benim yerimde daha liyakatliler olsa” diyenler de, “kim olsa benden daha iyi yapar” diyenler de, iş uygulamaya gelince makamlardan vazgeçemeyebilirler kolay kolay.

    “Kimse görev almak istemiyor ki!”, “iş yapmaya gelince, herkes bir tarafa sıvışıyor!”, “kim yapacaksa gelsin yapsın ama yok işte!” gibi psikolojik savunma bariyerleri oluşturulur.
    Varolan düzeni sürdürmek, sayılan bariyerleri aşmak için çaba göstermekten daha kolaydır çok defa…

    Seçimle işbaşı,
    Seçici kurulun netliği,
    Seçildiği sürenin belli olması,
    Görevin içeriğinin yazılı olması,
    Denetim kurul ve kurallarının netliği
    gibi unsurlar
    “Yapılan işlerin hassasiyeti gereğine” kurban edilebilir.

    “Mini-minnacık” sosyal hareketlerde bu böyleyken, devlet mekanizması gibi “devasa-muazzam” ve kompleks yapılarda bu sorunların çözümü için daha çoook yol alınması lazım…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin