Osmanlı Devleti’nin kutsal topraklarda kolerayla mücadelesi 

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Birçok dinde mevcut olan hac ibadeti, İslamiyet’in temel şartlarından birisi olarak zengin Müslümanlara farz kılınmış ve bu durum Hicaz bölgesinin tarih boyunca önemli bir konumda kalmasını sağlamıştır. Hicaz’a egemen olan devletler de haccın huzur içinde yapılması için büyük bir gayret göstermişlerdir. 

Yavuz Sultan Selim’in 1517’de gerçekleştirdiği Mısır seferiyle Memluk devletine son verildiği gibi Hicaz da Osmanlı Devleti’ne bağlandı. Osmanlı padişahlarının isimleri bundan sonra hutbelerde “Hadimü’l Harameyn” olarak okunmaya başladı. Ancak Osmanlı hükümdarları Hicaz’ın yönetimine yüzyıllar boyunca doğrudan müdahale etmediler. 

Hicaz politikasının özünde haccın güvenli bir şekilde organize edilmesi vardı. Bunun için bölgenin ihtiyaçları karşılanmakta, Mekke ve Medine’de imar faaliyetlerine ağırlık verilmekteydi. 

Bu dönemlerde hac için ağırlıklı olarak Şam üzerinden Hicaz’a ulaşan yol kullanılıyordu. Osmanlı Devleti aldığı tedbirlerle hacıları “urban” denilen bedevilerin saldırılarından korumaya ve yol boyunca diğer ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu.

19. Yüzyıl: Kolera Yüzyılı

19. yüzyılda buharlı gemilerin yaygınlaşmasıyla hacca gelen Müslümanların sayısı da arttı. Özellikle Hindistan’dan ve Afrika’dan gelen fakir hacılar, geceleri sokaklarda konaklıyor ve bu durum salgın hastalıklara davetiye çıkarıyordu.

Salgınların diğer nedeni Mekke ve Medine’de hijyenik bir ortam sağlanamaması ve kesilen binlerce kurbanın orada bırakılmasıydı. Bütün bunlar Hicaz’ı salgınlar için önemli bir merkez haline getirmekteydi. 

Hicaz bir süre sonra salgın hastalıklar nedeniyle bütün dünyanın dikkatini çekti. 19. yüzyıl boyunca kutsal topraklara gelen hacı sayısını tespit etmek zor olsa da 70.000-90.000 civarında tahmin edilmektedir. Batılılara göre hacılar, dönüşlerinde salgın hastalıkları da geçtikleri yerlere ve yaşadıkları topraklara taşıyorlardı.

19. yüzyıl koleranın dünyanın birçok bölgesini etkilediği bir dönem olduğundan “kolera yüzyılı” olarak adlandırılmıştı. “Asya kolerası” denilen kolera, Hindistan’da doğmuş ve özellikle 1817, 1829, 1852, 1881 ve 1899 pandemileri çok geniş alanlara ulaşmıştı.

Kolera İran ve Rusya’dan sonra Osmanlı coğrafyasına ve 1831’de İstanbul’a, 1832’de de Paris’e ulaşmış ve daha sonra Amerika’yı da etkilemiştir. Pandeminin bugünle mukayese edildiğinde yavaş yayılmasının nedeni ulaşım vasıtalarıyla ilgilidir.  

1831 salgınında İstanbul’da günlük ölü sayısı iki yüz civarında olmuş, toplamda da altı bin kişi hayatını kaybetmiştir. Bu süreç Osmanlı Devleti’nde “karantina teşkilatının” kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 

1865 yılında ise alınan tedbirlere rağmen koleranın kutsal topraklara ulaştığı ve çok ağır kayıplara neden olduğu görülmektedir. Osmanlı kaynakları ölü sayısını 15.000 olarak verirken Batılı kaynaklara göre bu sayı 30.000 civarındadır. 

Mart ayına rastlayan 1865 haccı “hacc-ı ekber” olduğundan hacıların toplamı 150.000’e ulaşmıştı. Osmanlı kaynakları ölümlerin çoğunun izdiham ve sıcaktan olduğunu ileri sürseler de kayıpların büyük bir bölümünün kolera kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. 

Sonrasında bir kaptanın gemisinde koleradan ölenler olduğu halde, bunu beyan etmek yerine yalan söyleyip, temiz sağlık belgesi (praktika) alarak Süveyş’e demirlemesiyle salgın Mısır’a ulaşmış ve sadece Kahire’de altmış binden fazla kişi koleradan vefat etmiştir. 

Salgın üzerine Avrupalıların Mısır’ı terk ederek ülkelerine dönmeleriyle de pandemi Avrupa’nın bütün limanlarına taşınmış hatta İstanbul’da otuz bin kişi bu salgından hayatını kaybetmiştir. 

Sömürgeci devletler 1865 kolera salgınının yayılmasında haccın etkili olduğu sonucuna ulaştılar ve bir sağlık kongresinin toplanmasını istediler. Hicaz’ın hâkimi olan Osmanlı Devleti bu talebi, kongrenin İstanbul’da toplanması şartıyla kabul etti. 

İlginç Bir Teklif: Haccı İptal Edelim

Konferans, 1866’da on yedi ülkenin katılımıyla Galatasaray’da toplandı. Konferansta Osmanlı Devleti haricinde Müslüman ülke olarak İran da yer aldı. 

Osmanlı literatüründe “Milletlerarası Sıhhiye Konferansı” denilen toplantının açılışını dönemin Hariciye Nazırı Âli Paşa yaptı. Kongrede her ülkeden bir diplomatın yanında hekimler de yer alıyordu. Konferansta koleranın nedenleri, hastalığın yayılışı ve temel başlangıç noktalarının belirlenmesi, başlıca tartışma konularını oluşturdu. 

Toplantıda İngiliz delegelerin karşı çıkmalarına rağmen salgının Hindistan’dan başladığı fikri kabul gördü. Ayrıca koleranın Hicaz’dan dönen hacılar vasıtasıyla dünyaya yayıldığı düşüncesinin öne çıkmasıyla bu bölgede sağlık şartlarının iyileştirilmesine yönelik tedbirler alınması kararlaştırıldı. 

İran delegesi Mirza Malkom (Melkum) Han ise koleranın yayılmasını temelden çözecek “garantili” bir çözüm önerisi getireceğini belirtmiş ve haccın tamamen yasaklanmasını teklif etmiştir. Ona göre “hac” feda edilerek binlerce kişinin hayatı kurtulabilirdi. 

Malkom’un bu teklifi nedense Orhan Koloğlu hariç konu üzerinde çalışma yapan araştırmacıların dikkatini çekmemiş veya görmezden gelinmiştir. Koloğlu Malkom’un teklifini, İran’ın konferansın aldığı kararları uygulamada zorluklarla karşılaşacağı ve Avrupalı devletlerin müdahalesine zemin hazırlanacağı düşüncesiyle açıklamaktadır. Tahmin edileceği gibi Müslüman halkların tepki göstereceği endişesiyle bu teklif kabul görmemiştir. 

İlginç bir kişilik olan Mirza Malkom’un ailesi Ermeni’ydi.  Babası Karabağ’dan İran’a göç etmiş, Malkom’un doğmasından kısa bir süre önce de Müslüman olmuştu. Genel kanaat din değiştirmiş olsalar da baba oğulun dinî yaşantılarının olmadığı hatta Malkom’un, Auguste Comte’un ortaya attığı “insanlık dinine” inandığı şeklindedir. İran’da ilk mason locası Ferâmuşhâne’yi de kuran kişi olan Malkom, İran’da dinin rolünün farkındadır ve hayatı boyunca söylemlerinin İslamiyet’le çelişmemesine özen göstermiştir. 

Kolerayla Mücadele 

Osmanlı Devleti kongre kararları çerçevesinde hac vasıtasıyla koleranın yayılmasını engellemek için çeşitli yükümlülükler üstlendi. Bu amaçla karantina istasyonları kurulacak, Hicaz’da sağlık şartlarını iyileştirecek tedbirler alınacaktı. Bulunan çözümlerden birisi de Güney Asya’dan gelen hacı adaylarının Hicaz’a gelişlerinde, hasta hacıların da Hicaz’dan dönüşlerinde karantinaya alınmalarıydı. 

Bunların yapılabilmesi içinse para gerekliydi. Osmanlı Devleti Avrupa devletlerinden destek bulamayınca savaş gemileri istisna olmak üzere diğer yabancı gemilerden Osmanlı sularına girdiklerinde ödeyecekleri vergiyi artırarak karantinahaneler için kaynak oluşturdu.  

Alınan tedbirlere rağmen “hacc-ı ekber” olan 1893’de Hicaz’da çok şiddetli bir kolera salgını daha yaşandı ve yaklaşık otuz bin kişi hayatını kaybetti. Bu durum karşısında Avrupalı devletler, yeterli önlemlerin alınmadığı gerekçesiyle Paris’te yeni bir sağlık kongresi topladılar. 

Osmanlı heyeti kongrede çok sert bir üslup sergilenmesi hatta Hicaz’da uluslararası denetim teklif edilmesi üzerine yeni taahhütlerde bulunmak zorunda kaldı. Buna göre hijyen için yeni tedbirler alınacak, iki yeni hastane inşa edilecek ve su yolları tamir edilecekti. 

Hicaz’ın kendisine mahsus idari yapısı, yapılacak işlerin çokluğu ve mali zorluklar gerekli düzenlemelerin istenilen ölçüde yapılamamasına neden olsa da Osmanlı Devleti, hastaneler, eczaneler ve fakir hacılar için misafirhaneler açarak, su imkanlarını artırarak, kurbanlarla ilgili düzenlemeler yaparak Mekke ve Medine’de temiz bir ortam sağlamaya çalıştı.

Yine de çalışmaların yetersiz kalması ve siyasi nedenler, Avrupalı devletlerin her fırsatta “hac ve kolerayı” gündeme getirmelerine yol açtı. 1911’de Hicaz’da 2.078 kişinin koleradan vefat etmesi de çalışmaların istenilen düzeyde olmadığının bir kanıtıdır.  

2020 Haccı İptal Edilebilir

 1866 İstanbul Sıhhî Kongresi’nde haccın iptali gündeme gelse de Hicaz’ın hâkimi Osmanlı Devleti buna destek vermemişti. Bu durum Müslüman halkın tepkisinden çekinilmesi ve Müslümanların hacda ölümü kutsallaştırmış olmalarıyla açıklanabilir. Yine milyonlarca Müslümanı idaresinde bulunduran İngiltere, Fransa ve Hollanda da benzer düşüncelerle bu teklife karşı çıkmışlardı. 

Elbette Osmanlı delegeleri Peygamberimizin hadisine ve Hz. Ömer’in uygulamalarına rağmen birçok yerde halkın karantinaya tepki gösterdiğini biliyorlar ve yeni bir tepkiyle karşılaşmak istemiyorlardı.  

Bugünse Korona virüsünün yayılmasıyla birlikte Kâbe tavafa kapatıldığı gibi camilerde namaz kılınması da yasaklandı. Türkiye’de bazı yerlerde gördüğümüz tepkiler ve DİB’in sembolik Cuma namazı kıldırması dışında diğer Müslüman ülkelerden herhangi bir tepki medyada yer almadı. 

Özellikle umreden dönen binlerce kişinin Korona virüsünün yayılmasındaki rolü göz önüne alındığında Kurban Bayramı’nda milyonlarca kişinin “hac” için Hicaz’da toplanmasının sonuçları rahatlıkla tahmin edilebilir. 

Bundan hareketle virüsün yayılmasının önüne geçilemediği taktirde 2020 yılı haccının iptal edilmesinin gündeme gelmesi ihtimal dahilindedir. Eğer bu gerçekleşirse 1866’da koleranın yayılması için yapılan “haccın iptali teklifi”, yüz elli yıl sonra hayata geçmiş olacak ve İslam tarihinde “bir ilk” yaşanacaktır. 

Kaynaklar

O. Koloğlu, “Osmanlı Basınında 1865 Kolera Salgını, İstanbul Sağlık Konferansı ve Mirza Malkom Han”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, VI/2, 2005; H. Algar, “Mirza Melkum Han”, TDV İA, C. 30; G. Sarıyıldız, “XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Kolera Salgınları”, Tarih Boyunca Anadolu’da Doğal Afetler ve Deprem Semineri, İstanbul, 2000; Hicaz Karantina Teşkilatı, İÜ SBE Doktora Tezi, İstanbul, 1989; O. Şevki Uludağ, “Son Kapitülasyonlardan Biri: Karantina”, Belleten, S. 7-8, 1938; S. Kuneralp, “Hicaz’da Hac ve Kolera”, (Çev. M. Atalar), OTAM, S. 7, 1996, A. Özaydın, “Hac”, TDV İA, C. 14.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin