Osmanlı Devleti’nde rüşvet var mıydı?

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

17 Aralık 2013’de Reza Zarrab olayı ile ortaya çıkan rüşvetin boyutları hepimizi büyük bir şaşkınlığa uğrattı. Bakan çocuklarının evinde bulunan para kasaları, bir banka yöneticisinin evinde ayakkabı kutusu içine ve banyo liflerine saklanmış paraların miktarı kamuoyunda büyük bir infial meydana getirdi. Hele dönemin hükümetinin dört bakanının da rüşvet çarkının içinde yer aldığının ortaya çıkması şaşkınlığı daha da artırdı.

Hükümet, bu paraların önce İmam Hatip yaptırmak sonra da Balkanlar’daki bir üniversiteye yardım amacıyla toplanan paralar olduğunu söylese de hiç kimse bu savunmayı inandırıcı bulmadı. Ancak AKP, “suçsuz” olduğunu söylediği bakanları “aklanmaları için” Yüce Divan’a göndermeye de cesaret edemedi.

Halk ise başlangıçta rüşvet çarkını yadırgasa da bir süre sonra yüzyıllardır geçerli olan söylemlerle rüşvetin çok da önemli olan bir şey olmadığını ifade etmeye başladı. Zaten, “Bal tutan parmağını yalar” diye bir atasözümüz yok muydu? Hatta “Devletin malı deniz, yemeyen domuz!” değil miydi? Bir süre sonra da muhtemelen yüz yıl sonra atasözü olacak bir ifade herkesin diline pelesenk oldu: “Çalıyorlar, ama çalışıyorlar!”. 

Refah Partisi, 1994 yerel seçimlerinde kazandığı 0belediyelerin kapısına “Rüşvet alan da veren de melundur!” hadisini astırmışken ne olmuştu da yirmi yıl sonra bu partinin devamı olduğunu söyleyen bir parti, böyle bir rüşvet bataklığına saplanmıştı?

Birçok kişinin aklına da şu sorular geldi:

Acaba rüşvet geçmişte de çok yaygın mıydı? Mesela Osmanlı’da rüşvet var mıydı? Padişahların rüşvete tepkisi nasıl olmuştu?

OSMANLI KURULUŞ VE YÜKSELME DEVRİNDE RÜŞVET

Genel olarak rüşvet, bir makam veya yetki sahibine, başka birisi tarafından hukuka aykırı bir şekilde menfaat sağlanarak arzu edilen işin yaptırılması şeklinde tanımlanabilir. Aslında rüşvet, ilkçağlardan bu yana bütün toplumlarda az veya çok görülen bir yozlaşma olarak karşımıza çıkıyor.

Osmanlılarda daha kuruluş devrinde devlet adamlarının rüşvet aldığına dair örnekler bulunuyor. Neşri’ye göre “yaya” ordusu kurulurken dönemin Bursa kadısı Çandarlı Halil, rüşvet veren kişileri orduya almıştı. Osmanlıların dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezid devrinde rüşvet daha da artmış, hatta Padişah, kadılar arasında rüşvetin yaygınlaşması karşısında rüşvet alan kadıları yaktırmak bile istemişti.

Rüşvet, Osmanlı Devleti’nin “Muhteşem” yüzyılında da devam etmiş, Fuzuli yaşadıklarını dönemin padişahı Kanuni’ye “Selam verdim, rüşvet değildir deyü almadılar” sözleriyle şikâyet etmişti. 

Tarihçi Peçevi’ye göre mensubu bulunduğu Candaroğulları’nın intikamını almak isteyen Kızıl Ahmet hanedanından Şemsi Paşa, dönemin Padişahı III. Murat’a 40.000 altın rüşvet vermiş ve böylece devletin en üst katına kadar rüşveti bulaştırmıştı. 

Şemsi Paşa bundan sonra da Padişaha verilen dilekçeleri yüklü miktarda rüşvetler karşılığında almış, hatta aldığı rüşvetlerin bir bölümünü de Padişahla paylaşmıştı. Selanikî, III. Murat devrinde rüşvetin açıktan alınıp verilmeye başladığını, “hediye” adı altında rüşvet verildiğini ve ülkenin bu nedenle harap bir duruma düştüğünü belirtmekteydi.

SİYASETNAMELER VE RÜŞVET

Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyılda içine düştüğü idari, sosyal ve ekonomik bunalım, rüşvetin daha da yaygınlaşmasına neden oldu. Birçok makam rüşvetle satılmaya başladı. Kadı, subaşı ve sipahi gibi görevliler rüşvetsiz iş görmez oldular. 

Padişahlar da halkın şikâyetleri karşısında çıkardıkları adaletnamelerle rüşveti engellemeye çalıştılar. Rüşvetin, özellikle adaleti temsil eden kadılar arasında çok yaygın olması ilginç bir durumdu.

Osmanlı mahkemelerinde rüşvet suçu tespit edildiğinde “rüşvet alan kişinin malını müsadere etme”, görevden el çektirme, ikinci defa işlendiğinde ise kal’a bend ve ömür boyu kamu hizmetinden men cezaları verilmekteydi. 

Rüşvetin Osmanlı toplumunda çok fazla yaygınlaşması, siyasetname yazarlarının da eserlerinde rüşvete yer vermelerine ve özellikle “hediye adıyla masumlaştırılmasına” karşı çıkmalarına neden oldu. 

Lütfi Paşa; rüşvetle ehil olmayan kişilerin hak etmedikleri görevlere geldiklerini, rüşvetin devlet adamları için devası bulunmayan bir hastalık olduğunu, özellikle “haramzade ve suçluların” “hediye” adı altında rüşvet vererek suçlarından kurtulmak istediklerini belirtmişti. 

Koçi Bey daha da ileri giderek devlet yönetimindeki bozulmayı; “lâşe ve şeytan” dediği rüşvete bağlamaktaydı. Hatta “rüşvet şeytanının” karışıklıklara, fitne fesada, reayanın ve ülkenin harap olmasına, hazinelerin ve malların azalmasına neden olduğunu yazmaktaydı. Koçi Bey’e göre, devletin yaşadığı sıkıntılar rüşvetin önlenmesiyle bitecek ve böylece devlet görevlerine ehil kişiler gelebilecekti. 

Defterdar Sarı Mehmet Paşa da rüşvetle hediyenin ayrılması gerektiğini ve rüşvetin büyük bir günah olduğunu yazmış, rüşvet ortadan kalktığı takdirde kadıların daha adil olacaklarını ileri sürmüştü.

RÜŞVET DEFTERİ VE İDAM 

Osmanlı tarihinde bazı sadrazamların rüşvet nedeniyle idam edildiği de bilinmektedir. Bunlardan birisi de III. Mehmet zamanında kısa bir süre vezir-i azamlık yapan Hadım Hasan Paşa’dır. 

Hasan Paşa, Mısır Beylerbeyliği görevindeyken hakkındaki rüşvet iddiaları nedeniyle görevden alınıp hapse atılmasına ve malları müsadere edilmesine rağmen, Nurbanu Sultan’a yakınlığı ve sunduğu hediyeler sayesinde kurtularak “iltimasla (adam kayırma)” vezir-i azamlığa kadar yükselmişti. 

Etrafında “mürtekip (rüşvetçi)” olarak tanınan Paşa, her hafta Valide Sultan’a “hediye” adıyla rüşvetler veriyordu. En sonunda; aldığı ve verdiği rüşvetleri kaydettiği defter, muhaliflerinin eline geçince yakalanarak idam edildi. Hasan Paşa “hayır yapmayı da ihmal etmemiş”, Cağaloğlu’nda kendi adına mescit, sebil ve medreseden oluşan bir külliye inşa ettirmişti.

TANZİMAT VE RÜŞVET 

Birinci Abdülhamit ve Üçüncü Selim’in çok ağır beddualarına rağmen rüşvetin önü alınamayınca II. Mahmut devrinde memurlara maaş uygulamasına geçilmesi sonrasında yeni düzenlemeler yapıldı. Böylece nelerin rüşvet, nelerin hediye sayılacağı belirlendi. 

Buna göre devlet adamları ve memurların hiçbir şekilde kıymetli hediyeler alamayacağı hükme bağlanarak sadece akraba ve dostlarından “muhabbeti artırmak” maksadıyla at, koyun, kuzu, yağ ve bal alınabileceği belirtildi. 

Tanzimat Fermanı’nda da rüşvetin yasak olduğuna dair hüküm yer aldı. 1840’ta kabul edilen Ceza Kanunu’nda rüşvet ve rüşvetten sayılan hediyeleri almanın suç olduğu belirtilerek bu durumlarda verilecek cezalar tanımlandı. 

Ancak eski alışkanlıklardan vazgeçilemediğinden “hediye kılıfıyla rüşvet alma” devam etti. Bu nedenle Sadrazam Hüsrev Paşa gibi yargılanan kişiler oldu. 1850 yılında ise memurların hediye almaları tamamen yasaklandı. Buna rağmen devletin yıkılışına kadar rüşvet, “iflah olmaz bir hastalık” olarak devam etti.

CUMHURİYETE MİRAS

Cumhuriyet döneminde de rüşvet ilk dönemlerden görüldü. Atatürk devrinde Bahriye Vekili Topçu İhsan (Eryavuz), Yavuz zırhlısının tamiri işinde rüşvet almakla suçlandı. Bunun üzerine yargılandı ve “Cumhuriyet devrinin rüşvetten mahkûm olan ilk bakanı” oldu. 

Yakın tarihli rüşvet olaylarından birisi de Turgut Özal’ın başbakanlığının ilk yıllarında yaşandı. Dönemin Devlet Bakanı İsmail Özdağlar, bir armatörden rüşvet almakla suçlanınca Özal’ın yönlendirmesiyle Cumhurbaşkanı Evren tarafından görevinden azledildi. Daha sonra da Yüce Divan’a sevk edilerek yargılandı ve mahkûm oldu.

ÇÖZÜM NE OLABİLİR?

Rüşvetin Osmanlı’dan günümüze kadar yaygın bir şekilde devam etmesi bu sorunun, sadece ahlaki nedenlerden kaynaklanmadığını, aynı zamanda bir sistem sorunu olduğunu gösteriyor. 

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de siyasetçilerin ve bürokrasinin, “görev ve makamlarını” bir sınıf atlama aracı olarak görmeleri, yozlaşmaya neden olmakta ve karşımıza en yaygın belirti olarak rüşvet olgusunu çıkarmaktadır.  

Rüşvetin önlenmesinin temel çaresi, bürokrat ve siyasetçilerin kendilerini “muktedir” değil, halkın emrinde birer “hizmetkâr” olarak kabul ederek konumlarını bir zenginleşme vasıtası yapmaktan vazgeçmeleridir. 

Rüşvetin alenileştiği bir dönemde yaşayan Sümbülzade Vehbi, “Balık baştan kokar, fesadın başı malumdur” dedikten sonra şöyle demişti:

Hep rüşvet ile eylediler devleti ber-bad,

Bak şu ulemaya, vükelâ-yı vüzeraya.

Kaynaklar: Y. Çelik, “Tanzimat Devrinde Rüşvet-Hediye İkilemi”, Türk Kültürü İncelemeleri, S. 15, 2006; K. Daşçıoğlu, “Osmanlı Döneminde Rüşvet ve Sahtekârlık Suçları”, Sayıştay Dergisi, S. 59, 2005; Ö. Düzbakar, “İslam-Osmanlı Ceza Hukukunda Rüşvet”, NWSA, S. 3, 2008.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin