Mustafa Akkad’ın bilinmeyen günlüğü

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Diktatörler genellikle dünya görüşleriyle çelişmediği sürece sinemaya meraklıdırlar. 

Bu da her zaman kötü bir şey değildir.”

Faust 

9 Kasım 2005’te bir düğün için Ürdün’e giden Mustafa Akkad, henüz 31 yaşındaki kızı Rima ile beraber Grand Hyatt Oteli’nin lobisinde beklerken El-Kaide’nin bombalı saldırısına uğradı. Rima Akkad çöken lobinin altında kalarak hayatını kaybederken büyük usta, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Bir süre yaşam mücadelesi verdikten sonra maalesef hayata veda etti. 

19 yaşında elinde Kur’an-ı Kerim, cebinde 200 dolar ve annesine verdiği söz olan “İslam’a hizmet etme” şartıyla başlayan yolculuk, sözüm ona yine “İslam Adına” (!) yapılan bir terör saldırısıyla, hastaneye kaldırıldıktan 2 gün sonra son bulmuştu. 

Merhumun büyük oğlu Malik, bir süre olayın şokunu atlatamadı. Aradan bir süre geçtikten sonra babasının ofisini temizlerken enteresan bir şey gördü. O güne kadar varlığından haberdar olmadığı bir günlük. 

Merhum Akkad, 1968 ila 1977 arasında yani Çağrı filminin yapım aşaması boyunca günlük tutmuştu!

İşte biz filmin çekim serüvenini bu günlük vasıtasıyla ayrıntılarıyla öğrenmiş olduk. 

Malik Akkad kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle demişti: 

“Babamın gençlikten itibaren hayali film eğitimi almak ve kendisine rol model olarak [Arabistanlı Lawrence yönetmeni] David Lean gibi olmaktı. Çok kozmopolitti, üç dil konuşuyordu ve Los Angeles’a geldiğinde insanların İslam’ın veya Ortadoğu’nun farkında bile olmadığını fark etmiş ve büyük bir şok yaşamıştı. Bu sebeple kısa sürede hoşgörü ve yanlış anlama boşluğu arasında bir köprü inşa etmek için çalışmalara başlamıştı. ”

Yıllardan beri zihninde kurguladığı ve öncelikle TV kanalında yapacağı belgesel programlarla tanıtmayı düşündüğü gerçek İslam için bir film çekmeyi 1968 yılında artık pratiğe dökme kararı almıştı. 

Oğlu Malik, “Televizyondan, dünyada yapılabilecek en zor işlerden biri olan İslam’ın hikayesini ele alarak büyük çaplı bir filme geçmek çok büyük bir adımdı” diyor.

Malik şöyle devam ediyor; “ Böyle büyük bir proje için tüm unsurları bir araya getirmek, yüksek bütçe bulmak onun 4 yılını aldı. Daha sonra üç yıl daha, tüm dini otoritelerin onayını almak için mücadele ettiği senaryoyu yazdı. Yazdığı her bölümü ilmine güvendiği insanlara okutuyor öyle devam ediyordu. Hatta bazı düzeltmeleri film çekimi esnasında gelse bile, seti tekrar kuruyor, gelen uyarılara göre düzelterek çekiyordu.”

Malik Akkad’ın bulduğu günlüğe merhum büyük usta şu soru ile başlamıştı: Nasıl bir film çekmeliyim? 

Ardındaki sayfalarda bu sorunun cevabına dair fikir jimnastiği yer alıyordu: 

“Her şeyden önce çekeceğim film kimin için olmalı? Batılı bir izleyici akılda tutarak İngilizce bir film yapmalı mı, onlara genellikle en iyi aşina olmadıklarına ve en kötü ihtimalle kaba ve tehlikeli şekilde yanlış bilgilendirildiklerine olan inancını öğretmeli mi? Yoksa Müslüman inancına sahiplerine bildikleri öyküyü yeni bir şekilde görebilmelerini sağlayan Arapça bir film mi yapmalı?”

Meselenin zorluğunu görüyorsunuz değil mi?

Bu soruya bulduğu cevap ise enteresan: 

“Neden ikisi de olmasın?”

Anlıyoruz ki, Çağrı ve Er Risale fikri buradan ortaya çıkıyor. Oysa biz düne kadar bu fikrin para yardımı yapmayı vaat eden (gelecek kısımlarda anlatacağız) Kaddafi’nin olduğunu zannediyorduk. 

Tek senaryo, iki farklı oyuncu kadrosu, iki farklı dil, tek ekip ve iki film. 

O güne kadar Hollywood değil, dünya sinemasında görülmemiş bir deneme…

Akkad günlüğüne şu enteresan anekdotu yazdı: Eskiden kitlenizi ve ne istediklerini bilmeniz gerekirdi.  Bu film için, bunu iki dilde yapmak zorunda olmamızın sebebi, batıya da bu işin doğru kaynaklarını gösterebilmek. Ancak aynı anda özellikle Arap-İslam dünyasına da kalıcı bir eser bırakmak. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’in orijinal dilini kullanmak durumundayım.”

 “Şüphesiz bu dahiyane ancak aynı derecede imkansız bir fikirdi ”diyor Malik.

Açıkçası Çağrı filminin o aşamadan itibaren yaşadığı macera Malik Akkad’ın çok da haksız olmadığını gösteriyor. 

Mustafa Akkad bir yandan prodüksiyon ile ilgilenip, diğer yandan teknik ekip ve cast oluştururken, yaptığı çalışma bazı Arap ülke liderlerinin kulağına gitmişti. Fas Kralı bu çalışmayı samimi bulup, Akkad’a randevu verdi. Ancak Suudi Arabistan yöneticileri projeye pek sıcak bakmıyordu!

Usta yönetmen bıkmadan usanmadan filminin İslam dinine hiçbir aykırı yönü bulunmadığını söylüyordu. Gerek batı medyasında, gerekse Arap basınına verdiği birbiri peşi sıra röportajlarla herkesi ikna etmeye çabalıyordu. 

En çok tartışılan konu ise Hz. Muhammed (ASM)’i gösterip göstermeyeceğiydi. Gayet açık şekilde şu açıklamayı yaptı: ““Eğer İslam izin verseydi bile peygamberi göstermezdim. Sadece bizim peygamberimizi değil, hiçbir peygamberin gösterilmesi taraftarı değilim. Onların ulvi kişiliklerine zedeleriz diye endişelerim hep var olmuştur.”  

Mustafa Akkad’ın başlarda niyeti Hz. Bilal Habeşi rolünü Muhammed Ali’nin canlandırmasıydı. Ancak ünlü boksör bu teklifi net bir dille reddetmişti. Akkad, bu reddin gerekçesi olan “O mübarek zatın hatırasına saygısızlık ve altından kalkamayacağım bir vebal olur”u kabul etmişti ama batı medyasında Ali’nin filmdeki rolün gerçek kişiliğinin önüne geçmesinden çekindiği için teklifi reddettiğini yazacaktı. 

Uzun süren yazım macerasında öncelikle ünlü Waterloo filminin senaristi H.A.L Craig’den profesyonel destek aldı usta yönetmen. Ancak her işinde olduğu gibi farklı bir bakış açısı da olsun itiyordu ve bu sebeple o zamanlar 77 yaşında olan Mısırlı usta yazar Tewfik El-Hakim de hem danışman hem de diyalog yazarı olarak katkıda istedi. 

Proje şekillendiğinde ve Fas Kralı tamamen ikna edildiğinde 1976 yılının sonlarına gelinmişti bile. Artık çekim aşamasına geçmenin zamanı gelmişti. 

Arzu ederseniz sonra devam edelim. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Teşekkürler, çok güzel bir yazı dizisini kaleme alıyorsunuz. Nezih üslubunuzla yazıya ayrı bir güzellik katmış. Keşke tanışma imkanımız olsa.

  2. Yazılarınızı büyük bir dikkatle takip ediyoruz. Özellikle bu seriyi. İlginç gerçeklerle yüzleşmemizi sağladığınızı ve de farklı ufuklara doğru bizleri götürdüğünüzü rahatlıkla söyleyebilirim. Daha önce yaptığınız okumaların ve de o geniş ve derin kültür birikiminizin bir yansıması sanki bu seri. Lütfen devam ediniz. Çok ciddi fayda sağladığınız aşikar. Teşekkürler…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin