Kaftancıoğlu kararı ve CHP

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Canan Kaftancıoğlu kararı Türkiye’nin gündemine damga vururken, “aslan” sosyal demokratların birçoğu haklı olarak yapılan “hukuksuzluğu” eleştirdi. Karara “demokrasi ve hukuk devleti nerede” gibi tepkiler verenleri gerçekten anlamakta büyük zorluk çekiyorum. Sanki Türkiye’de anayasal demokratik hukuk devleti normal işleyişini sürdürüyormuş gibi bir yaklaşım içindeler. Bazen bunu bilinçli yaptıklarını, bazense gerçekten Türk siyasetinde anayasal hukuk devleti hakkında ciddi bir bilgi eksikliği olduğunu düşünüyorum. Rejimi görmeyen veya görmek istemeyen kitle, rejimin ucu kendilerine dokununca feryat ediyor. İyi de sormazlar mı, “kardeşim başkalarına bu muameleler yapılırken aklınız neredeydi” diye? Eğer bunu görüyor da salt kendi mahallenizden birilerine zarar gelince bu bir demokrasi sorunu oluyorsa, çıkartın ağzınızdaki baklayı: “bizim derdimiz demokrasi değil!” deyin. Öyle ya, sadece kendi hakkını savunan, ama başka dünya görüşü, ideoloji ve kanaatlere sahip insanları vatandaş kabul etmeyen yaklaşım, demokratlıkla bağdaşmaz. Sosyal demokrat olmak için her iki kelimenin de anlamına önem vermeniz gerekiyor. Diğer taraftan, eğer bu olanı biteni cidden tartamıyor ve anlamıyorsanız, yani cidden Türkiye’de hukuk devleti kıyısından da olsa hala işliyor diye düşünüyorsanız, kusura bakmayın, ciddi bir zekâ soruyla malulsünüz demektir.

Elbette CHP İl Başkanı Sayın Canan Kaftancıoğlu’nun başına gelen durum çok üzücüdür. Dahası ilerisi için Türkiye’deki tablonun düzeleceğini uman toplumsal güçler bakımından son derece olumsuzdur ve büyük bir hayal kırıklığıdır. Gerçekten de Türkiye’nin geçici bir ara dönem yaşadığına inanmak isteyen insanlar az değil. Yaşanan tüm sosyal soykırıma ve devletteki tahribata rağmen insanlar çıkmayan candan ümit kesilmez ilkesiyle hareket ediyor. Ancak bu çok yüzeysel ve fazla iyi niyetli bir yaklaşım! Her şeyden önce demokrasinin geri gelmesi için devletin anayasal düzeninin yeniden uygulanmaya başlaması lazım. Bu düzen, güçler ayrılığını ve temel insan hak ve özgürlüklerinin anayasa güvencesiyle yeniden geçerli olmasını gerektirir. Şimdi kritik soru şudur: Türkiye’de bunu talep eden toplumsal dinamikler nerede? Bunların oranı nedir? Muhalefet partileri bunu talep ediyor mu mesela? Ben Türkiye’de CHP ve İYİ Parti’nin de, HDP ve Saadet’in de böyle bir talebine rastlamadım. Bireysel inisiyatif ve duyarlılıkla hareket eden ve hak-özgürlükleri savunan ilkeli bazı milletvekilleri var. Ancak partilerinin politikası gereği olarak bu tutum içinde değiller. Bunlar daha çok bireysel tercih şeklinde gerçekleşen inisiyatifler. Örneğin CHP güneydoğuda Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu illerde çok büyük yüzdelerle halk iradesinin yansıması olarak seçilmiş bulunan Kürt belediye başkanlarının görevden alınmasına sıkı bir muhalefetle tepki göstermedi. Oysa bu kayyum atamaları tümüyle anayasaya aykırı ve fabrikasyon gerekçe üreterek yapılan, hukuken yok hükmünde ceberutluklardır. Başka bir ülkede böyle bir uygulamanın olması tahayyül edilebilir mi? Tabi Türkiye’yi Rusya-İran-Çin ligine mahkûm ettikleri için belki “canım dünyada da oluyor böyle şeyler neticede!” diyenler vardır, bilemem. Fakat “çağdaş” dünyada, gelişmiş ülkelerde bu uygulamaları göremezsiniz.

CHP bu durumla hiç ilgili görünmüyor. Aksine, jakoben köklerinde zaten bu tür uygulamalar olduğu için, CHP tabanı “bölücülük” ve “takunyacılık” söz konusu olduğunda İstiklal Mahkemesi hakimi gibi bir tutum alıyor. Daha geçenlerde “sol” kökenli Türkiye Barolar Birliği başkanı, hukuk profesörü biri çıkıp “mesele vatansa gerisi teferruattır” demedi mi? Şimdi AKP “mesele vatandır” diyor. CHP genleri ciddi bir aidiyet krizi yaratıyor! CHP içindeki ulusalcı yapılar, Kürtleri adamdan saymayan, onu-bunu ezen, halkı aşağılayan, tepeden inmeci devrimleri demokrasiye tercih eden, insan temel hak ve özgürlükleriyle fazla ilgisi olmayan güçlü bir tabanın yansımasıdır. Kusura bakmayın ama, erken dönem Atatürk cumhuriyeti, bugünkü çağdaş demokratik temel hak ve özgürlüklerin en fazla tekamül ettiği bir ortamı hiçbir zaman sağlayamadı. Daha ileri gitmemek için “hiç böyle bir amacı da olmadı zaten!” demek istemiyorum. Ve anakronizm yapmadan dönemi o günün koşullarıyla değerlendirmek istiyorum.

CHP içindeki sosyal demokrat eğilimdeki azınlık da bu konuya böyle yaklaşıyor. Elbette Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak ve yaptığı birçok reformla mutlaka saygıyı hak ediyor. Ancak şurası bir gerçek ki, bugünkü birçok hukuksuzluğun sebebi olanlar, erken dönem cumhuriyet dönemindeki uygulamaları, bugünkü politikalarını haklı çıkartmak için kullanıyor. Atatürk, tarihsel bir dönemin kurucu lideri olarak değil, sanki teokratik bir devletin tanrısal kültü gibi kabul görüyor. CHP’deki ulusalcıların bu tutumuna, sosyal demokrat değerlere inanan sayıca daha az CHP’liler, partilerini gerçek bir demokratik sol harekete evirmek istemekteler. İşte Kaftancıoğlu’nun başına gelenleri, CHP’deki bu ayrım hattında okumak ve analiz etmek bu nedenle önem arz etmekte.

Kaftancıoğlu, rejimin ana söylemlerine dokunmasa da, en azından Kürtlerle iletişime geçerek ortak bir muhalefet tabanı oluşturma stratejisini güttü. İstanbul’da CHP’nin başkaca bir şansı da yoktu zaten. Dolayısıyla, Kürtlerin oyunu alamayan bir İmamoğlu’nun sayısal çoğunluk elde etmesi imkânsızdı. Kaftancıoğlu bunu doğru okudu ve olması gerekeni yaptı. Bu sol bir tutumdur. Ama CHP bu durumu absorbe etmekte zorlandı. İstanbul’un kazanılması ulusalcıların çenesini bir süre kapatsa da, Kürtlerle – Kürt siyasetiyle – ittifak, PKK ile işbirliğidir şeklinde düşünen ulusalcıları rahatsız etti. Bu bağlamda ulusalcı CHP tabanıyla MHP’liler arasında çok fark var mı? Bunu sizin takdirinize bırakıyorum. Elbette bazı sosyal demokrat tandanslı şehirli CHP’liler Demirtaş’a oy verecek kadar sol bilince sahip hareket edebiliyor. Ama bunların oranı nedir? Ben CHP tabanını çok iyi bilen biri olarak, hak talep eden Kürtlere “oturun oturduğunuz yerde, rahat mı battı?” diyen CHP’li oranının çok yüksek olduğunu görüyorum.

Rejim böylece CHP’ye iyi bir ders verdi. CHP, Yenikapı Ruhu sonrası rejim diskurunu neden kabul etti? Çünkü Erdoğan ve adamlarının işbirliği yaptığı Avrasyacı yapı, CHP’nin ulusalcı tabanıyla aynı dünya görüşüne sahip! 15 Temmuz sonrası CHP’li hiç kimse “bu darbenin arkasında cidden Gülen Cemaati mi var” diye düşünme gereği duymadı. Bu onların gündeminde yok zaten. Bilakis, “yesinler birbirlerini” diyerek, AKP’nin Gülen Cemaati’ni “FETÖ” ilan etmesi sürecini ellerini ovuşturarak izlediler. Avrasyacıların-Ergenekoncuların fişleme listeleri onların meselesi olmadı. Ulusalcı kesim, her zaman savunduğum gibi, din dışı alanlarda MHP’li milliyetçi-ülkücü kesimle aynı nasyonalist “hassasiyetlere” sahip. Uzatmayayım lafı ve sadede geleyim: ikisi de faşist bir ideolojik tutum içindeler. Bu yapılar, AKP’yi de 17 Aralık sonrasında dönüştürdüler ve onu istedikleri “çizgiye” getirdiler. AKP 2002’deki tüm ajandasını terk ederek, içeride nasyonalist-pro-faşist, dışarıda Batı’yla köprüleri atan ve her alanda anti-Kürt ve anti Gülen Hareketi bir pozisyona geldi. Erdoğan ve İslamcılar da pragmatik hareket ettiler. Böylece bugünkü rejimin dengeleri oluştu. CHP’deki bu ana akımdan hazzetmeyen figürler zamanla elimine olacak. Kaftancıoğlu kararı bunun başlangıcıdır.

Bu arada içişleri zabiti SS İmamoğlu’nun yerine kayyum atanıp atanmayacağıyla alakalı olarak Pazar günü bir açıklama yapacağını kamuoyuna duyurdu. Burada mesele İmamoğlu’nun görevden alınmasından ziyade, bir oldu-bittiyle görevden alınabilmesinin mümkün olması, yani rejimin hukuksal prosedürden bağımsız olarak keyfi uygulamada bulunabilmesinin toplumca kanıksanması, hatta meşru kabul edilmesidir. Buna tepki gösteren CHP’liler bile yapılan uygulamanın prosedürel olarak anayasaya aykırılığından ziyade, İmamoğlu’nun görevden “alınmasını gerektirecek” bir suç durumunun mevcut olmadığı yönünde açıklamalar yapmaktalar. Yani “bu bir otoriter rejimdir” demek yerine, “ne oldu ki görevden alıyorsunuz!” türü bir yaklaşım var! Bu büyük bir acizliktir, aynı zamanda öngörüsüzlük ve siyasi strateji körlüğüdür.

Bu rejimin yukarıdaki analizler çerçevesinde giderek seçimsel süreçlerin prosedürelleştirildiği Kazakistan-Azerbaycan türü bir rejime evrileceğini düşünüyorum. Bunun için daha “uslu” bir muhalefet gerekiyor. HDP ve CHP’nin sol-sosyal demokrat kesimi gibi bazen rejimle çelişen fraksiyonların “elden geçirilmesi” süreci başlamış görünüyor. Gözdağı uygulamaları devam eder. Değişenler kalır, değişmeyip “yaramazlığa” devam edenler hapsi boylar. Ya da çoluk çocuklarını hapiste ziyaret etmemek için susmayı öğrenirler.

Bu, rejimin esnekliğini daha da yitirmesi ve sertleşmesi durumunu hızlandıracaktır. Olsun. Sertleşmesi iyidir. Bir yerden mutlaka kırılacak sonunda.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sayin Hocam,
    Sie Türk solundan cok sey bekliyorsunuz. Bu bekleyis sonunda hayal kirikligina dönüsüyor sizde. Bu dogal birsey. Beklenti ve hayak kirikligi birliktedir genellikte.Bu hareketi Almanya ve Avrupa hareketi ile mukayese ederseniz zaten iyice isi karistirirsiniz. Ve böylede yapiyorsunuz cogu kez. Türk solunun tarihi hicte ic acici degil bence. Onun icin hesey güzel olacak sözüne hic inanmadim. Inanmamda.
    Saygilarimla

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin