Kabul olunacak bir duamız da mı yok?

YORUM | FATMA BETÜL MERİÇ

“Dert; Allah’ı anmana vesile olacaksa tüm dünya malından yeğdir.

Dertsiz dua soğuktur. Dertli dua gönülden, aşktan gelir.”

(Mesnevi, Cilt 3)

İçimizin mevsimleri bir kıştan öbürüne geçedursun, işte ilk cemre havaya düştü bile. Bundan böyle kışlarımızın bahara, hazan vurmuş yapraklarımızın tomurcuğa durması yakındır.

Yakındır, yurdundan yuvasından ayrı düşmüşlerin visali.

Kara kışın bavulunu toplayıp yollara düşmesi.

Bunca ayrılığı bir gözyaşı kristaline dönüştürüp, göğsünde gururla taşıyanların bekleyişlerinin sona ermesi yakındır.

Yakındır, iç içe gurbet yaşamışların kurbeti.

Sıcacık bir çorba, ayak basılan bir halıya duyulan özlemleri taşıyan cümlelerin sonlarına bir nokta   eklenmesi.

Kısacık  telefon görüşlerinde,  şimşek hızında geçen ziyaret günlerinde boynu bükük geçen dakikaların bitivermesi.

Yakındır, bahtına,  günleri haftaları değil; ayları yılları sayarak beklemek düşen sabır kahramanlarının takviminden, ayrılık vaktinin silinmesi.

“Pervane olanlar, narda(ateş) belli olur” der bir divan şiirinde.

Yakındır, uğruna yandıkları, uğrunda döndükleri mumun alevinin pervanelerini yakmaması.

Aşkın bir sarmaşık gibi aşığın bağrında kök salması. Büyümesi sonra.

Nihayetinde aşıktan geriye hiçbir şeyin kalmaması.

Yakındır, ömür pazarında payına Züleyha olmak düşmüş bahtlıların, bıçak kesiği olmuş ellerindeki yaraların sağalması. Kalplerinde güllerin açması yakındır.

Yakındır, köle olup pazara, ölsün denilip kuyuya, iftira edilip zindana atılan Yusufların; kendi iklimlerinin Mısır’ına aziz olmaları.

Affetmeleri kendini kuyuya atan kardeşlerini ve ne ki çektikleri çileleri unutmaları yakındır.

****

İKRAM-I İLAHİ

Ülke yoğun bir şekilde gözaltı ve cezaevi gibi kavramları gündemine henüz almamışken, malum mel’un darbe girişimi henüz olmamışken cezaevi ile tanışanlardanım.

Henüz adı bile konmamış bir örgütün üyesi olduğum iddiasıyla tutuklanmıştım.Tanımadığım iki insanla aynı koğuşu paylaşıyordum. F tipi cezaevinde kaderdaş olmuş, kardeş olmuştuk birbirimizle.

Üçümüz de yabancısıydık bu dünyanın. Bizi terör örgütlerinin konulduğu bloğa yerleştirmişlerdi. Akşam olduğunda atılan sloganları anlamaya çalışırdık. O zamanlar avlunun üzerine şimdilerde çekilen çift katlı tel örgü olmadığından, yan koğuştan atılıp bizim diğer yanımızdaki koğuşa göndermemizi istedikleri notlar, avlumuza düşerdi. Ne yapacağımızı bilemezdik. “Not size ait değil, yan koğuşunuzun, oraya atın” derlerdi. Ne garip bir trafiğin içinde kalmıştık. İlk haftalar, “Ha şimdi çıktık, ha çıkıyoruz” ümidi ile geçmişti. Sonraki haftalar da ilk hafta olduğu gibi..

Arkadaşlarımızdan yaşça büyük olanı, akşamları yaptığımız çay saatlerindeki ikram alışverişini üstlenmek istemişti. Ne kadar ısrar ettiysek de ikna edememiştik. “Olmaz arkadaşlar” diyordu.” Siz, ben yokken koğuşa birtakım ihtiyaçlar almışsınız hem de bendeki para bitmeden kimseye bir şey ödettirmem, ısrar etmeyin.”

Buradan iki türlü çıkabiliyordum. Biri namazımdı. Beni benden alıyordu. Diğeri ise akşamları çay saatlerimizdi. Çay saatlerinde –maalesef- ikram sponsorumuz sadece çiğdem yazıyordu bir de bisküvi. Çay eşliğindeki bu muhabbetin tadına doyum olmuyordu.

İkramlarımızı alan arkadaş, ellerini pencerenin demir parmaklıklarından dışarı uzatır:

“Ne olur Ya Rabbi! Hanım garip kaldı. Dört çocuk, üstüne anlayışsız ev sahibi de evden çıkın, diyor. Beni buradan çıkarsan ne olur Ya Rabbi, eşimin ve çocuklarımın bana ihtiyaçları var!” diye dualar ederdi.

Garibime gitmişti. Avluda volta atarken, koluna girip sordum. Abi, dedim. Allah, (cc)  alimdir, ne diye demir parmaklıklardan ellerini uzatarak dua ediyorsun? Evet dedi. Allah (cc) alimdir, aynı zamanda halimdir. Demir parmaklıklardan uzatıyorum ki ellerimi, merhameti celbedeyim, dedi.

Zaman geçti. Ne ki ben diyemedim “Abi, şu çerezi çeşitlendirsek mi diye? Bizim canımız çiğdem dışında leblebi fıstık da çekiyor.”

Günler, haftaları; haftalar ayları kovaladı. Diğer arkadaşımızla organize olmuştuk. Artık söyleyecektik. Zira çiğdem yemekten dudaklarımız zenci dudağı gibi olmuştu.

Yine daldık çayın demine, sohbetin hasına. Dayanamayıp “Abi” dedim.  Tüm çerez alışverişini sen yapıyorsun. Biz yazalım diyoruz, yok, diyorsun. Şu çerezi çeşitlendirsek mi, bizim canımız leblebi, fıstık da çekiyor. Onları da mı yazsak?

Gözleri dolmuştu. Gençler, dedi. biliyordum. Farkına vardım ama geç olmuştu. Sizlere de kantin gününden önce söyleyip canınızı çektirmek istememiştim. Getirin şu kantin fişlerini. Yarın kantin günü zaten, ne istiyorsanız yazalım.

Diğer arkadaşımız “Abi” dedi, tuzlu fıstık olsa ne iyi olur.”

Artık perdeyi yırtmıştık. Mütevazı isteklerimizi sunmuştuk ama yanlış kapıya.

O abimiz de ben nasıl düşünemedim diye,  çok mahcup olmuştu.

“Olan oldu, kalan son çiğdem paketini de yiyelim madem” diyerek kalktı genç arkadaşımız.

Gazete serili battaniye üzerinde oturuyor, öğrenci usulü gazeteye ikramları döküyorduk.  Son paketi de açtık gazete kağıdına.

“Siz benim kulumsunuz, benim emrimle girdiniz, kalbinizden geçeni de bilirim, canınızın çektiğini de” demişti adeta Rabbimiz.

Gözlerimize inanamıyorduk. Hepimiz donup kalmıştık.  Önümüzde çiğdem paketinden çıkan leblebi, tuzlu fıstık ve çiğdem karışımına bakıyorduk.

Yine başlamıştı abimiz ellerini açıp duaya. “Ya Rab! Burada çerezin çeşidin, bilirsin, canımızın çektiğini verirsin; hiç dört evladım ile hanımımı gözetmez olur musun? Affet Ya Rabbi Affet!”

Ağlaştık bir zaman. Sakladım o güzelim hediyeleri gönderenin hürmetine, bir mendil içinde.

Ta ki, “İkram edileni yeseydiniz, ayıp olur ikram sahibine.  Hem şifadır.” diyene kadar bir dost.

 

“Öyle bir dildare dil ver ki eyleye dilşad seni

Öyle bir dameni tut ki, ede ber-murad seni”

Alvarlı Efe Hz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Merhaba,
    Çok güzel ve içten bir yazı olmuş. Hissederek okudum. Yaşanılan şeyleri bizlere hissetirip bir nebze de olsa kardeşlerimizin çektiği dertleri bizlere de hissetriğiniz için çok teşekkür ederim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin