Kabir provası

Önce küçük, daracık bir odaya aldılar. Oturacak bir şey bile yok. “Elbiseler çıkarılacak” denildi. İki askı, asıyorsun her şeyini. 

Sonra “Üzerinde hiçbir şey kalmasın” dedi görevli. Yanıma alabileceğim bir şey kalmadı. 

Para, pul, kredi, banka kartı vesaire. Hepsini bırakmak zorundasın. 

Sonra loş mu loş ve buz gibi bir oda. Devasa bir metal tabut gibi bir şey. 

Uzanıyorsunuz. 

“Üşüyorum” dedim ama demez olaydım. Bembeyaz bir örtü serdiler mi üzerime?

Kefeni de giymiş olduk böylece. 

Uzanmışken elinde sorularla dolu bir kâğıtla biri belirdi. 

Ne anam kaldı ne babam. Tüm ailenin hastalığından sağlığına, alerjisinden kötü alışkanlıklarına kadar her şeyi teker teker sormaya başladı. 

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

İçki, kumar sigara..

Galiba kumarı sormamış olabilir, artık net hatırlamıyorum. 

Hepsini teker teker not aldı. 

Sonra avcunda tuttuğu iki küçük parça modern, silikondan pamuğu uzattı. 

“Biz mi tıkayalım, sen mi tıkayacaksın kulaklarını” diye sordular. Silikonları kulaklarıma yerleştirdim. Artık sesleri daha boğuk duyuyordum. 

Uzandım, uzandığım vinleks yüzeyin serinliği insanın içini ürpertecek cinsten. 

Çenemi de bağladılar başımla beraber sabitlediler. Artık sadece nefes alabiliyorsunuz… Upuzun, bir meyyit gibi…

“Ne kadar sürecek?” diye soracak oldum, “O belli olmaz durumuna bakacağız” dedi sanırım. Tam olarak duyamadım. 

Son anda sağ avcuma bir tansiyon aleti pompasına benzer bir şey iliştirdiler. “Panik butonu” dedi görevli… 

Bir nebze olsun rahatlatmak için sanırım. 

Ve metalik bir gürültü ile fırına giren upuzun tepsi gibi, ya da morg çekmesine yerleştirilen ölü… 

Harala gürele ilerlemeye başladım daracık metal kabinde. 

Kabin ve kabir…

Bu kadar birbirini çağrıştıracaklarını asla tahmin edemezdim. 

İnsan yaşamadan hakkalyakîn bilemiyor elbette. 

Hafif bir şiddetli çarpma ile mekanizma durdu. 

Son anda, “Gözlerimi açayım mı, kapatayım mı?” diye sormuştum da “Fark etmez” demişlerdi. 

Göçümü açtım… Her şey dümdüz. Hiçbir hayat emaresi yok. Nerede olmadığım bir hoparlörden oldukça soğuk ve boğuk bir ses duydum. 

“Artık kımıldamayacaksanız. İkinci bir komuta kadar…

Şehirlerarası lokantaların anonsuna benzettim komik bir şekilde. 

Ağzımı bile kımıldatmadım tedirginlikten. 

Ve dünyada hiçbir sese benzemeyen tuhaf sesler gelmeye başladı. Kah transistörlü bir radyodan yükselen uzun dalga arayışındaki frekans gürültüsü, kah devasa bir iş asansörünün zincir sesine benzer desem yanlış olmaz. 

Işın mı, ışık mı, ses mi, umut mu bilemedim. 

MR cihazı mıydı yoksa tabut mu?

Yarım saate yakın o sesler eşliğinde sadece nefes alarak durmak kadar ölümü düşündüğüm bir başka an olmamıştı sanırım. 

Artık bulunduğum yeri kabullenmiştim ki, hareket etti metalik tepsi ve beni bu postmodern kabirden dışarı çıkardı… 

Galiba cihaza giren kişi ile çıkan kişi aynı olmuyor artık. 

Aklıma Bediüzzaman’ın o enfes flash-forward metaforu geldi. 

Hani Onyedinci Lem’a’da anlatıyor ya:

“İşte, kabrime girdim, kefenime sarıldım. 

Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, Senden başka melce ve mence yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşî şeklinden ve o mekânın darlığından, bütün kuvvetimle nidâ edip diyorum:

“El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum.

“Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor.

Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder.

Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin.

Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin.”

Belki bir lütuf idi tam olarak bilemiyorum. 

Kabre girmeden provasını yapmak bir ödüldü belki de. 

Kabirde elime panik butonu iliştirmeyecekler zira!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin