İslamofobia neden yükseliyor?

Yorum | Mahmut Akpınar

Batı dünyasında yeniden aşırı sağın, faşizan eğilimlerin yükselişine şahit oluyoruz. Hitler ve Mussolini’yi çıkaran, ırkçılık düşüncesini doğuran ve dünyaya yayan Avrupa/Batı yeniden eski kodlarına mı dönüyor?

1.Dünya Savaşı’ndan sonra bir daha aynı yıkımı, tahribatı ve kanlı olayları yaşamamak için batılı devletlerin kendi aralarında kurdukları insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, eşitlik ve adalete dayalı düzen devam edecek mi, yoksa bundan geri dönüş mü başlayacak?

Bir süredir hemen bütün batılı ülkelerde aşırı sağ partilerin oylarında dikkate değer yükseliş var. Irkçı söylemler ve yabancıları-göçmenleri dışlayıcı dil batı toplumlarında endişeye sebep olacak oranda kabul görüyor. Bunun toplumda bir karşılığı olduğunu gören siyasetçiler popülist nedenlerle bu dili kullanma eğilimine girebiliyorlar. Öyle ki bazı liberal partiler dahi seçmenin bir kısmını sağ partilere kaptırmamak için milliyetçi söylemlere yönelebiliyor; üslubunu sertleştirebiliyor.

Peki Batı coğrafyasında yabancı düşmanlığı, özellikle de Müslüman göçmen düşmanlığı, İslamofobia neden yükseliyor?

SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın yıkılmasından sonra NATO ve Batı paktı düşmansız kaldı ve yeni bir düşmana ihtiyaç duydu. 11 Eylül ve sonrası gelişmeler Batı için ihtiyaç duyulan düşmanın “İslam” ve “Müslümanlar” olduğunu gösterdi. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması isimli kitabında ve buna kaynaklık eden tezlerinde İslam ve Müslümanlar batı medeniyeti ile işbirliği kuramayacak, entegre olamayacak özellikte ve “batı medeniyetine engel”, “düşman” olarak tanımlandı. Pek çok soru işaretini, izaha muhtaç noktayı içinde barındıran 11 Eylül saldırılarıyla birlikte yeni düşman netleştirildi ve bu yeni düşmana göre yeni stratejiler devreye sokuldu. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinde adeta batının egosu konuşturuluyordu. En büyük hasmı Komünizm tehlikesi ve onu temsil eden devlet yıkılmıştı. Artık batı medeniyeti kendini rakipsiz ve mükemmele erişmiş, sonsuza kadar sürecek bir güç olarak görüyordu. Düne kadar SSCB’ye karşı kullanılan eski müttefikler -Afganistan, Pakistan ve Suud temelli gruplar- yeni düşmana evrildi. Eğer bir tarih vermek gerekirse 11 Eylül çağdaş İslama-fobianın miladı olarak kabul edilebilir

11 Eylül sonrası Londra’da, Madrid’te, Paris’te ve diğer batı kentlerinde yaşanan ve İslamcı radikal gruplara mal edilen terör saldırıları sonrası toplumda zirve yapan güvensizlik sıradan insanların İslam’dan ve Müslümanlardan korkmasına, endişe duymasına neden oldu. Batı toplumuna sürekli yükleme yapılan “İslami terör” kaygısı batılı devletlerin Ortadoğu’daki işgalleri kamuoyları nezdinde meşrulaştırmalarına gerekçe oluşturdu. Bunda epeyce başarılı oldular. Ancak işgaller ve bu işgallerde yaşanan ölümler, acılar bu defa toprakları işgal edilen, göçler yaşayan, düzenini kaybeden Ortadoğu toplumlarında genç nesillerin radikalizme yönelmesine neden oldu. Bazı siyasetçilerin ve din adamlarının da kışkırtmasıyla Müslüman gençlerde batıya karşı nefret, tepki, öfke patlama yaptı. Bu öfke ekstremist gruplara insan kaynağı ve silahlı militan olarak döndü. Batının işgalleri ve bunun sonucu oluşan nefret İslamcı radikalizmin yükselişine neden oldu. İşgaller terörü, terör ise Batı toplumlarında İslamfobiayı doğurdu. Bu iki faktör negatif bir sarmal (fasit daire) oluşturarak birbirini besledi.

Bu kısır döngünün Batı toplumları açısından İslamofobianın yükselişi, Müslümanlar açısından radikalizmin ve ekstremizmin destek bulması gibi iki görünür sonucu var.

Öte yandan İslama-fobianın yükselişinde batı medyası başat rol oynamıştır, oynamaktadır. Diğer dinlerden insanların karıştığı organize olaylar dahi bireyselleştirilip din ve kültürle, inançlarla birlikte verilmezken, sıradan Müslümanların katıldığı bireysel suçlar-eylemler “İslam”la, “cihat”la, “din”le içiçe verilerek batılı insanların zihninde ısrarla “İslam ve terör” kavramları yanyana anılmaya ve insanların zihin dünyası şekillendirilmeye çalışılmaktadır.

II. Dünya Savaşı sonrası etkisini yitiren, 2000’li yıllara kadar marjinal olan ve toplumda karşılık bulmayan aşırı sağ ve ırkçı eğilimli partiler-liderler 11 Eylül sonrası oluşan atmosferi çok iyi kullandılar. Aşırı sağ partiler İslam düşmanlığı, terör mağduriyetleri üzerinden seçmenini konsolide etti, her terör saldırısıyla tesir alanlarını daha bir genişlettiler.

Avrupa ülkelerinin ve Batının nisbi olarak ekonomik gücünü yitirmesi, refah düzeyindeki düşüş ve işssizlikteki artışlar, ekonomik etkenler batı toplumlarında, özelliklede orta-alt sınıf batılılarda genelde yabancı düşmanlığına, özelde ise Müslüman göçmenlere düşmanlığa evrildi. İşini kaybeden, konforunu yitiren bazı batılı vatandaşlar bunun sorumlusu olarak göçmenleri görmeye başladılar. Terör olayları ve yaşanan can kayıpları, acılar Müslüman göçmenlere karşı önyargıyı iyice pekiştirdi.

İslam ve İslamofobia, ötekileştirme gerekçesi oldu!

Bütün büyük güçlerin yıkılışından sonra halklarında görülen travmatik davranışlar Avrupa ve Amerika toplumlarında da görülmektedir. Halkın eski ihtişamlı günlere olan özlemi, siyasetçilerin politik çıkarlarıyla birleşince yabancı korkusuna ve İslam düşmanlığına dayalı söylemler, politikalar alıcı bulmaya başladı. Türkiye’de Erdoğan’ın Osmanlı döneminin güçlü halini topluma hedef olarak sunması ve Neo-Osmanlıcı politikalar uygulaması gibi (mehter marşındaki “alalım düşmandan eski yerleri”) Trump: “make Amarica great again” söylemiyle seçim kazanmıştır. Üzerinde güneş batmayan eski imparatorluk özlemi İngilizlere Brexit dedirtmiştir. Bütün bu çöküşlerde suç, vebal ve sorumluluk konjonktürel değişime veya yönetimdeki başarısızlıklara vs. değil “öteki”ne, göçmenlere, yabancılara yıkılmaktadır. İslamcı politikacılar için öteki “Batı”, “Avrupa”, “gavur”, “haçlı” olurken, batıdaki politikacılar için göçmenler, İslam ve İslamofobia ötekileştirme gerekçesi olmuştur. Eğer aydınlar, entelektüeller bu popülist söylemler ve tehlikeleriyle ilgili halkları aydınlatmaz ve siyasetçilerin siyasi hırsları adına topluma düşmanlık pompalamasına engel olmazlarsa problemler hep “öteki”ne yüklenir ve dünya daha yaşanmaz bir hal alır.

İslamofobiayı ve ektremizmi besleyen en önemli sebeplerden birisi ise İslama mal edilen terör ve şiddet eylemleri karşısında Müslüman toplumların ve aydınların sergilediği, belirsiz, kararsız tutumdur. İslamda insan öldürme, hele sivil insanları öldürme en büyük günah olduğu ve reddedildiği halde, savaşta bile insan öldürme katı ve net kurallara bağlandığı halde, maalesef Müslüman kanaat önderlerinden, toplumun itibar ettiği din alimlerinden, aydınlardan güçlü ve net reddiyeler, kınamalar göremedik. Parça parça, münferit kınamalar dışında, İslama mal edilen terör saldırılarına karşı gür sesle ve kitlesel eylemler olmadı. Aksine Yusuf El Kardavi gibi tanınan ulema sınıfından bazı kişiler İslam’da asla yer bulamayacak intihar eylemlerini “mecburiyet”, “başka yol bulamama” gibi geçersiz gerekçelerle meşrulaştırmaya çalıştı. Güçlü bir red ve yalanlama olmadığı için veya reddiyeler yeterince medyaya yansımadığı, bazen yok sayıldığı ve şiddet eğilimli sözler öne çıkarıldığı için “terör ve İslam” yanyana anılır oldu, İslamofobia batıda çok güçlendi.

Siyasal İslamcı yaklaşımların son 1 asırda Müslüman toplumlarda baskın bir role sahip olması nedeniyle Müslümanlar aksiyoner ve yapıcı, uzlaşıcı olmaktan öte reaksiyoner, dışlayıcı, ötekileştirici davranıyorlar. Oysa İslam reasiyoner değil aksiyonerdir; hedefi ötekini yıkmak değildir. Kendine ait tezleri, medeniyet kriterleri, değerler sistemi vardır. Müslümanlar bunları inşa etmeye çalışmak, değerleri için diğer insanları ikna etmek, onlara güven vermek yerine genelde tepkisel, sert ve uzlaşmaya kapalı tutumlar sergilediler. Her nekadar diyaloglar geliştirme, uzlaşma ve ortak doğruları, değerleri öne çıkarma, birlikte ve barış içinde yaşama yönünde çabalar olduysa da bunlar siyasal İslamcı söylemler, propagandalar karşısında etkisiz kaldı. Ayrıca siyasal İslamcı aydınlar ve ulema bu tür çabaları dışladı ve şeytanlaştırdı, zaman zaman tekfir ettiler.

Müslümanlar yeterli duyarlılık sergilemiyor

Öte yandan batıda yaşayan diğer din ve inançlarla iç içe olan Müslümanlar İslamafobik kaygıları gideremedi, komşularını, çevresini ikna edemedi. Bu doğrultuda yeterli çalışma ve çaba olmadı. Olanlar ise zayıf ve güdük kaldı. Çevresinde gördüğü, tanıdığı, dokunduğu Müslümanların entegrasyon problemlerine, çalışma hayatındaki ve iş ahlakındaki zaaflara, eğitim seviyesindeki düşüklüğe şahit olan batılılar İslamafobik söylemlere hak vermeye başladılar; en azından karşı çıkmakta isteksiz davrandılar. Müslümanların temsildeki zafiyetine ve medyanın, siyasetçilerin İslamafobiyi körüklemesine rağmen batı kamuoyunda (Trump’ın Müslümanlara karşı aldığı bazı kararlarda gösterilen duruş gibi) insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde Müslümanların haklarına etkili şekilde sahip çıkıldığını, insiyatif alındığını ve bunların eyleme döküldüğünü söyleyebiliriz. Ancak İslam ülkelerinde böylesi bir demokratik tepki kültürü gelişmediği için Müslümanlar hem gayrı Müslimlerin, hem de dindaşlarının haklarına sahip çıkmada yeterli duyarlılık sergilemiyorlar.

Batıda yerleşik Müslümanların nesillerdir hala ciddi entegrasyon problemleri yaşamaları, İslamı yaşamada sergilenen olumsuz örnekler, Müslümanlarda görülen ahlaki zaafiyetler, cehalet ve gettolaşma, yeni nesillerin kimlik bunalımları yaşaması İslamofobiayı besleyen unsurlar arasında sayılabilir. Batıda yaşayan Müslümanlar arasında suç oranlarındaki yükseklik, Müslümanların terör ve suç şebekelerine kolayca malzeme olmaları, batıda yetişmiş pek çok gencin İŞİD, Boko Haram gibi örgütlerde militan olarak savaşmaları ve bunun batı medyasında bolca yer alması demokrasi ve insan haklarıyla ilgili temel değerler oturmuş olmasına ve yasalarla sıkı şekilde korunmasına rağmen İslamofobianın batıda zemin bulmasına neden olmaktadır.

Müslümanların çalıştıkları, doydukları, hatta vatandaşı oldukları ülkelere değil, anavatanlarına bağlı ve bağımlı olmaları, yaşadıkları ülkeye aidiyet duymamaları ve bunu göstermeleri Müslüman gençlerde kimlik bunalımına neden olurken, batılı toplumlarda İslamafobiyayı tetiklemektedir. Son dönemde Erdoğan’ın siyasetinde görüldüğü üzere Müslümanlar/Türkler Batıda çözümün değil sorunun parçası olmaktadırlar. Anavatanın siyasetiyle çok fazla ilgilenmekte, anavatandaki siyasetçiler tarafından kolayca mobilize ve maniple edilebilmektedirler. Müslümanlar demokrasinin bütün nimetlerinden, hak ve özgürlüklerden yararlanırken kendilerini demokratik batı toplumunun bir parçası gibi görmemektedirler. Pek çok Müslüman toplumda görülen bu tür tutumlar Müslümanların demokratik değerlere ve batılı ülkelere entegre olabilecekleri noktasında umutların yitmesine, İslamofobianın artmasına neden olmaktadır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. “1.Dünya Savaşı’ndan sonra bir daha aynı yıkımı,…” cümlesi
    AB süreci kastedilerek 2. Dünya Savaşından sonra olacaktı.
    Hitleri Musssoliniyi doğuran şartlar zaten birinci dünya savaşı sonrası şartlardır.
    Avrupada böyle bir konsensus 2. Dünya savaşı sonrası oluşmuştur.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin