HABER-ANALİZ | YAVUZ ALTUN
Son birkaç haftada haberlere şöyle bir göz gezdirdiyseniz, maatteessüf illa ki bir intihar haberine rastlamışsınızdır. Daha dün, özel bir okulda matematik öğretmeni olan İnan Avşar, yayınladığı YouTube videosunda “bu dünyanın adaleti yok” açıklamasını yaptıktan sonra, intihar etti.
Birkaç gün önce, üniversite 4. sınıf öğrencisi Hakan Taşdemir geçim sıkıntısı sebebiyle kendi canına kıydı. Konya’da bir kamyon şoförü, Mevlüt Çankaya, belli ki maddi ve ailevi gerekçelerle, hayatına son vermeyi tercih etti. Geçen ay, KHK ile işinden ihraç edilmiş bir üsteğmen, Adem Gürbüz, camide kendini astı. Buna ek olarak, ülkenin farklı yerlerinde geçim sıkıntısını nazara vererek kendini yakma girişimleri oldu.
Dünyada intiharlar, en önde gelen ölüm sebeplerinden biri. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, istatistikî olarak 2020’de yaklaşık 1.5 milyon insanın intihar etmesi bekleniyor. 2016’da intiharların yüzde 79’u düşük ya da orta gelirli ülkelerde gerçekleşti. Türkiye’deki oranlar muadillerine göre düşük olsa da, son intiharlar herkesin dilinde.
Muhalifler bu intiharların ülkenin içine düştüğü ekonomik ve toplumsal krizin bir yansıması olduğundan emin. İktidara yakın kimselerse, bu intiharların ekonomik gerekçelerle ilgisi olmadığını kanıtlama ve buradan iktidara vurmanın “yanlışlığını” vurgulama peşinde.
Birazcık konuya ilgiliyseniz, intiharların yekpâre bir sebebe indirgenemeyecek kadar karmaşık meseleler olduğunu biliyorsunuzdur. Medya olayların peşini kısa süre sonra bırakacak yahut piyasadaki en popüler soruya (“intiharın sebebi ekonomik miydi?”) cevap bulmaktan başka bir şey yapmayacaktır.
Ancak eğer ölenlerin hikâyelerini dinleme şansımız olsaydı, her birinin arkasında iç içe geçmiş sebepler olduğunu görecektik.
Elbette bunlar yalnızca bireysel, psikolojik sebepler değil. Toplumbiliminin (sosyoloji) babası Emile Durkheim’ın intihar teorisine atıf yapanları okumuşsunuzdur. Durkheim, bireyin toplumla ilişkisindeki bir çeşit uyumsuzluğa bağlıyor intiharları (en azından önemli bir kısmını). Bu, yaygın gelenek ve inançlara aykırı bir hayat tarzına sahip olmaktan veya herhangi bir sebepten sosyal baskıya maruz kalmaktan tutun, kimseyle derinlikli bir ilişki kuramayıp tamamen yalnızlaşmanın getirdiği bir depresyondan da kaynaklanabilir.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel Ünli’nin sene başındaki intiharı, klasik anlamda Durkheim’cı bir durumu işaret ediyordu mesela. Hem maddi sorunlar sebebiyle bir yetersizlik ve çaresizlik hissiyle boğuşuyordu muhtemelen, hem de görünüşü ve hayat tarzı onu çevresiyle uyumsuz kılıyor ve sosyal baskıya karşı savunmasız bırakıyordu.
2006’da yayınlanan Alman filmi Das Leben Der Anderen’de (“Başkalarının Hayatları”), intiharlarla Doğu Almanya’daki otoriter rejim arasında bir bağ kurulmuştu hatırlarsanız. Sosyalizme romantik olarak hâlâ bağlı fakat mevcut rejimin uygulamalarından son derece rahatsız yazar Georg Dreyman, sanatçı bir arkadaşının devlet sansürünün ardından gelen intiharı üzerine Batı Almanya’da yayınlanan bir dergiye bir yazı yazmış, burada 1977’den sonra devletin intihar rakamlarının istatistiğini tutmayı bile bıraktığını söylemişti.
Film, dramatik etkiyi arttırmak için bir takım gerçekleri basite indirgemiş olabilir. Konuya hâkim bir tarihçiye göre, devlet istatistikleri tutmayı bırakmamıştı fakat gerçekten de baskıcı rejimlerde görülebileceği üzere intiharlarla ilgili rakamları paylaşmayı reddediyordu. Doğu Almanya’daki yönetimin ülkeyi kısa sürede depresif bir atmosfere mahkûm ettiği doğruydu.
Fakat intiharlar, sadece bu politik sebeplere bağlanamaz. Tarihçiye göre intiharlar, bazı istisnaları dışarıda bırakırsak, daha ziyade bireyin gündelik hayatında içinde bulunduğu ortamla ilgiliydi.
Burada beklenmedik bir durum yok. Medyada anlatılan büyük hikâye ne olursa olsun, insanlar gündelik hayatlarında onun “kişiselleşmiş” versiyonlarını yaşarlar. Hâliyle toplumsallığı da, bu göreceli filtreden geçirerek algılarız. Bu sebeple dayanışma ağları, büyük resimdeki trajediye rağmen işe yarayabilir ve küçük toplulukların hayatlarını bir nebze yukarı taşıyabilir. Sadece maddi yardımlar değil, manevi ya da psikolojik destek de intihara meyilli bireylerin daha uzun süre hayata tutunabilmelerine yardımcı olabilir.
Geçen yıl yayınlanan bir psikolojik çalışma, gençlerde depresyon ve buna bağlı olarak intihar oranlarının ciddi şekilde arttığını ortaya koydu. Araştırmalar, bu artışın tek bir sebebi olduğu konusunda henüz net önermelere sahip değil fakat araştırmacılar teknoloji ve sosyal medyanın başat etken olabileceğini düşünüyor.
Mesele yalnızca gençlerin dijital ortamda daha çok vakit geçirip “gerçek hayata” adaptasyon sorunu yaşaması değil. Belki bu da etkili fakat asıl sorun, insan zihninin kaldırabileceğinden çok daha fazla bilgi ve duyguyla etkileşime girmek. Hepsini bir anda zihinde anlamlı bir yere oturtmak pek mümkün görünmüyor. Bu da, hissizleşmeye yahut bilinçdışı travmatik etkilere kapı aralıyor.
2009’da canına kıyan sosyal bilimci akademisyen Dicle Koğacıoğlu’nun ailesine bıraktığı notu hatırlayın: “Çok acı var dayanamıyorum. Lütfen beni affedin ve kendinizi üzmeyin, siz elinizden geleni yaptınız. Çok özür dilerim. Çok çaresizim. Özür dilerim.” Birçok dostu, onun intiharını, yaptığı çalışmaların etrafındaki trajedilerle kurduğu derin empatiye bağlamıştı.
Sosyal medya çağında, tabiri caizse, bireyler “büyük toplumsal hikâyeye” normalden çok daha fazla bağımlı hâle geliyor. Hele ki Türkiye gibi hemen her gün ayrı bir trajedinin koptuğu, otoriter rejimin sosyal baskılamayı iktidarının mecburiyeti olarak gördüğü, bunun neticesinde karamsarlığın da giderek arttığı bir yerde, mevcut siyasî atmosferin de, en az gündelik hayat dertleri kadar etkiye sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim İnan Avşar’ın intiharına her ne kadar kişisel, çevresel etkiler sebep olmuşsa da, YouTube’a koyduğu intihar notunda bahsettiği “adaletsizlik” hemen her gün yeniden üretilen baskıcı rejim dinamiklerinin ve onun doğurduğu depresif ulusal anlatının net bir tezahürü.
Bu yüzden belki de, karanlık zamanlarda umut üflemek, “yandık, bittik, kül olduk” demek yerine çözüm ve dayanışma önerileri sunmak, hem zor hem de son derece lüzumlu.