İhlâs: Her başarının olmazsa olmazı!

YORUM | CEMİL TOKPINAR

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, son Bamteli sohbetinde Cenab-ı Hakkın rızasını kazanma ve cemalini görmekle şereflenmeyi anlattıktan sonra sözü şöyle bağlıyor:

“Şimdi bunlar kazanılmış ise, kazanılacak bir şey kalmamış demektir. Konumlandırma, o istikamette… Öyle konumlandıran Zât’a (celle celâluhu) canlarımız fedâ olsun, kurban olsun!.. O mevzudaki Rehberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), yanıltmayan bir rehber. Bu çağda, onun (sallallâhu aleyhi ve sellem) tercümanı, -esasen- çağın sözcüsü de milimi milimine hep onu izleyen bir zat idi. O da Cenâb-ı Hakk’ın Firdevs’i ile -inşaallah- sevinsin öbür tarafta. Onun eli omuzlarımızda bizim, arkamızda inşaallah; onun yolunda yürüyorsak, İhlas Risaleleri, Uhuvvet Risalesi, İ’lâ-i Kelimetullah mülahazaları ile. Allah’ın izni ve inayeti ile… Bu kadar güçlü eller tarafından garanti altında bulunuyorsanız, artık denecek/edecek şey kalmamıştır.” (www.ozgurherkul.org, 10.11.2019 tarihli Bamteli)

Bu cümlelerde İhlâs ve Uhuvvet Risalelerini okumaya ve müzakere etmeye önemli bir teşvik hissettik. Risale-i Nur’u okumaya ve anlamaya gönül vermiş yaklaşık 40 kardeşimizle İhlâs Risalelerinden 21. Lem’ay’ı müzakere ederek okumaya karar verdik. Dün ikindi namazını kılıp başladık ve akşam ezanına kadar kelime kelime anlamaya çalıştık.

Tabiî ki Risaleler bir okyanus, Üstadın her bir cümlesi vecize gibi kapsamlı, derin ve kuşatıcı. Ancak giriş kısmını müzakere edebildik. Karşılıklı müzakereyle ortaya çıkan mananın bir özetini sizlerle paylaşmak istiyorum.

İhlâs nedir?

İhlâs, bütün amelleri, ibadetleri, hizmetleri sadece Allah emrettiği için yapmak ve karşılığında Onun rızasından başka bir şey beklememektir. Üstad konuyla ilgili şöyle der:

“Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı Hak’tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir.” (Lem’a’lar, 17. Lem’a, 13. Nota)

“İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.” (İşaratü’l-İ’caz)

Demek ki yapılan amellerde şahsî ve dünyevî maksatlar ve menfaatler hedeflenirse ihlâs kaybolur. Eğer ibadet ve hizmet karşılığında maddî menfaat, şan, şöhret, makam, yetki, insanların teveccühü beklenirse amel boşa gitmiş olur. Bundan dolayı enaniyet, riya, fahr, hodfuruşluk, rekabet, ucb gibi kötü hasletler ihlâsa aykırıdır.

İhlâsın dokuz özelliği

Amellerde, bilhassa iman ve Kur’an hizmetinde ihlâslı olmayı çok önemseyen Bediüzzaman Hazretleri, 21. Lem’a’nın girişinde ihlâsın dokuz özelliğini sayar:

“Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde; en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinat, en kısa bir tarik-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıt, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet ihlâstır.”

Bizlere sorulsa, bir hizmeti gerçekleştirebilmek için gerekli olan bir dizi maddî sebep sayarız.  Oysa en evvel, en mühim ve en vazgeçilmez ihtiyaç, ihlâstır. İhlâs varsa Allah’ın izniyle her şey var olur; o yoksa hiçbir şey yapılamaz, yapılsa da faydası olmaz.

Belki de birçoğumuzun ezberinde olan bu paragrafın kısa bir tahlilini yaparak, “bilhassa uhrevî hizmetlerde” önemli olan ihlâsın mahiyetini bir kere daha düşünmüş olalım:

En mühim bir esas: Bir hizmeti yapmak için birçok prensip gerekebilir.  Dikkat, teenni, ihtiyat, uhuvvet, irtibat, tesanüt gibi… Ama bu prenesipler içinde en mühim esas, ihlâstır.  Birincilik makamı onundur.

En büyük bir kuvvet: Uhrevî hizmetlerin gerçekleşmesi için çok çeşitli güçlere ihtiyaç vardır.  Para, mal, eleman, ilân gibi güçler içinde en büyük ve en başta gelen kuvvet, ihlâstır.  O, tıpkı bir mıknatıs gibi bütün güçleri cezp ve celp edebilir. İhlâs, her şeyin besmelesi, ruhu hükmündedir.

En makbul bir şefaatçi: Ahirete müteveccih bir hizmetin muvaffakiyetini herkes ister.  Tevfiki verecek ise Cenab-ı Hak’tır. Biz manen çok zayıf ve günahkâr olduğumuz için bir şefaatçi lâzımdır ki bize yardım etsin, Rabbimize bizim adımıza dilekte bulunsun.  İşte bu şefaatçiler arasında Rabbimiz tarafından en makbul olanı, ihlâstır.

En metin bir nokta-i istinat: Bir mefkûre uğrunda çalışıp didinen kimselerin en çok ihtiyaç duyduğu şey, bir dayanak noktasıdır.  Ayağını sağlam bir zemine basmalı, sırtını güçlü bir mevkiye dayamalıdır ki sarsılmasın. Oysa sağlam bildiğimiz nice dayanak, en küçük bir fırtınada yok olup gidebilir.  İşte dayanak noktaları içinde en sağlamı, ihlâstır. Ona dayanan, hiçbir zaman sarsılmadan hizmetini sürdürür.

En kısa bir tarik-ı hakikat: İnsanları hakikate ulaştıracak yollar çoktur.  Bizim zamanımız kısa, vazifemiz çok olduğu için, en kısa ve selâmetli bir yola ihtiyacımız vardır.  İşte bu yol, ihlâstır. Muhlis kimse, maksadına en kısa yoldan vasıl olur.

En makbul bir dua-yı manevî: Âciz insanın başarılı hizmet yapabilmesi için inayet-i İlâhiye gerekiyor.  Onun celbi için de en büyük silâhı duadır. Duanın en makbulü ise ihlâstır. Çünkü halis olmak, manevî bir duadır.

En kerametli bir vesile-i makasıt: Bizleri maksadımıza ulaştıracak vesileler lâzımdır.  Ancak ne kadar güçlü ve büyük vesilelere sahip olursak olalım, işimiz çok, gücümüz az, düşmanımız kuvvetlidir.  Bu durumda mutlaka birtakım kerametlere, ikramlara, tevafuklara, olağanüstülüklere mazhar olmalıyız ki, hadsiz engelleri aşıp sayısız düşmanlarımıza galip gelebilelim.  İşte ihlâs, maksada götüren en kerametli bir vesiledir. Bunun için, ihlâsla hareket eden, hiç ummadığı yardımlara, kolaylıklara, başarılara mazhar olur. Allah, muhlis adamın davasına insanları hizmetkâr, kalpleri musahhar eder.

En yüksek bir haslet: İman ve Kur’an davası için say ü gayret ederken çok çeşitli hasletlere ihtiyacımız vardır.  Cesaret, kerem, hilm, tevazu gibi kıymetli ve faydalı hasletler arasında en yükseği, en vazgeçilmezi, “onsuz” diğerlerinin olamadığı haslet, ihlâstır.  Çünkü ihlâs, korkağı cesur, cimriyi kerim, sert huyluyu hilm sahibi, mağruru mütevazı yapar.

En safi bir ubudiyet: Rabbimize takdim edeceğimiz ubudiyet tavır ve vaziyetleri içinde en safisi, en temizi, en ârisi, ihlâstır.  O, her türlü ibadetin ruhu, elektriği, nuru hükmündedir. Onsuz hiçbir ubudiyet makbul değildir.

Hakkıyla anlatamadığımız bu dokuz özelliği taşıyan ihlâs, uhrevî hizmetler içinde en vazgeçilmezidir.  Hayırlı işlerin muzır mânilerini aşmak için dayanılması gereken en büyük kuvvet, ihlâstır.

İhlâs olmadan hiçbir şey olmaz

Binaenaleyh bir hizmete girişirken, bir ideale koşarken kuşanılacak ilk silâh, ihlâstır.  Bir başarısızlık neticesinde üzerinde durulacak, yoklanacak, sorgulanacak ilk husus da ihlâs olmalıdır; çünkü ihlâs olmadan hiçbir şey olmaz! Üstad Hazretleri, ihlâslı olmak konusunda azamî gayret ve dikkat gösterdiği halde bütün olumsuzluklarda önce nefsini sorgulamıştır. Bu hususta “Konuşan Yalnız Hakikattir” başlıklı mektubu birçok yönden şaheserdir.

İşte böylesine mühim olan ihlâsın 21. Lem’a’da sayılan altı düsturu şunlardır:

  1. Amelde rıza-yı İlâhîyi esas almak.
  2. Hizmet-i Kur’aniyede bulunan kardeşleri tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemek.
  3. Bütün kuvveti ihlâsta ve hakta bilmek.
  4. Kardeşlerin meziyetlerini şahıslarımızda ve faziletlerini kendimizde tasavvur edip, onların meziyetleriyle şakirane iftihar etmek.
  5. İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek için rabıta-i mevt yapmak.
  6. İman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sanii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemeat ile huzur kazanıp Allah’ın rızasından başka beklentiye girmemek.

Buradaki ilk dört düstur madde olarak sayılıyor, son ikisi ise dördüncü düsturun içinde zikrediliyor.  Gerçekten de ölümü çok düşünmek ve masnuat üzerinde imanî tefekkür, Risale-i Nur’un ısrarla üzerinde durduğu ve çok sık vurguladığı iki önemli esastır.

Düsturlar yaşanmak için vardır

Burada zikrettiğimiz altı düsturun her birisi üzerinde uzun uzun müzakereler yapmak, kendi yaşayışımızla mukayese etmek; tam bir nefis muhasebesine girişmek demektir.

İlim başkadır, irfan başkadır.  Bir meseleyi aklî olarak bilmek yeterli değildir.  Zaten Risale-i Nur, kişinin aklen, kalben, ruhen ve sair duyguları itibarıyla inkişaf ve terakkisini hedef alır.

İhlâs düsturlarını bir ilim olarak bilmek kişiye fazla bir şey kazandırmaz; çünkü bu düsturlar yaşanmak için vardır.  Aksi takdirde, “Ey mü’minler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?” mealindeki ayette geçen sorgulamaya maruz kalırız.

Risaleyi düz okumayı bir cihaz bizden daha güzel yapabilir; asıl olan, onu yaşamaktır.  Bu yüzden ihlâs düsturlarını bir hâl ve meleke olarak hayatımıza yerleştirmek zorundayız.

İşte o zaman hakikî ittihat etmiş ihlâslı dört kişinin 1111 kuvvetinde olduğu anlaşılır.  Eğer bırakın dört kişiyi, 44 kişi bile 1111 kuvvetini gösteremiyorsa, hakikî ittifakın olmadığı ve tam ihlâsın uygulanmadığı gerçeğiyle yüz yüze geliriz.

Bir nefis muhasebesi

Bu risalenin başında “en az 15 günde bir kez okunması gerektiği” hatırlatılırken önemli bir mesaj verilir.  Maksat sadece öğrenmek olsaydı bir yılda en az 25 kere okuyan bir kimse bu risaleyi fevkalâde öğrenmiş olurdu.  Ama maksat, bilinen bir gerçeği sık sık hatırlatıp, uygulayıp uygulamadığımızı kontrol etmek üzere bir nefis muhasebesi yaptırmaktır.

Hepimiz kendimizi özeleştiriye tâbi tutmalıyız.  Manzara olumluysa devamına dua ve gayret etmekten başka yapılacak bir şey yok.  Ama nefsimizde kusur ve eksiklik varsa, ihlâs düsturlarını yaşama konusunda terakki etmemiz gerekir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin