Hazreti Âişe ve Hazreti Ali 

YORUM | REŞİT HAYLAMAZ

Bazılarının takıntısı var:

Neymiş, “ifk” hadisesinde Hazreti Ali de Hazreti Âişe’nin aleyhinde konuşmuşmuş!

Hatta Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ), ömür boyu bunu unutamışmış!

Son günlerinde Resûlullah’ın Mescid’e çıkışını anlatırken, bu esnada koluna giren Hazreti Ali’nin adını bile zikretmemiş, O’nu ifade ederken “adam” demiş!

Hatta, Cemel’in sebebi de bu imiş!

Alakası yok!

Ne Hazreti Ali Hazreti Âişe’nin aleyhinde konuşmuş, ne de Hazreti Âişe, Hazreti Ali’ye karşı kan davası gütmüş!

Şer ve şirret mekanizma Hazreti Ali için de devreye girmiş ve neler söylememişler ki?

Neymiş? Hazreti Ebû Bekir başta olmak üzere kendisinden önceki üç halifeye karşı kırgın, hatta dargınmış! Halbuki O (radıyallahu anh), üç oğlunun adını, “Ebû Bekir”, “Ömer” ve “Osmân” koyarak bu iddiaları fiilen tekzip etmiş.

Hayatıyla mertliğin kitabını yazan Hazreti Ali (radıyallahu anh), üç günlük dünya menfaati için -velev ki Hulefâ-i Selâse olsun- başkasına boyun eğecek yapının insanı değildir!

Ama dil bu; kemiği yok ve söyleyen söyleyene!

Kur’ân’ın nüzûlüne şahit olan ve Allah Resûlü’nün rahle-i tedrisinde şekillenen Sahâbe’yi kendi sığlığımıza çeker, kendimiz gibi konuşturursak haktan sapmış oluruz.

Sebebi ne olursa olsun, bunu yapmışız!

Üstelik, siyasete malzeme olan nice hakikatin, çığırından çıkışına, heva ve heveslere kurban edilişine bugün de şahit olmuyor muyuz?

Öncelikle, hastalık günlerinde, son 14 gününde Efendimiz’in Mescid’e çıkışından başlayalım:

Hadisenin en az beş defa gerçekleştiği anlaşılmaktadır; bunların her birisinde bir kolunda Hazreti Abbâs varken diğer konulan giren insan sayısı, Üsâme, Fadl İbn-i Abbâs, Büreyre, Nûbe ve ismi zikredilmeyen bir köle gibi en az beş kişidir ve bunlardan birisi de Hazreti Ali’dir. Anlaşılmaktadır ki Annemiz, hadisede rol alan beş kişiyi tek tek sayma yerine, Resûlullah’ın bir koluna giren sabit ismi (ki bu Hazreti Abbâs’tır) zikretmekte, diğer kolundaki değişikliği ifade sadedinde “her defasında bir adam vardı” manasında kestirmeden “adam” olarak ifade etmektedir. Daha başka bir ifadeyle burada Hazreti Âişe’nin, ismini zikretmediği sadece Hazreti Ali değildir; Efendimiz’in bir diğer amca oğlu Fadl ve göz bebeği Hazreti Üsâme dahil değişken beş kişidir ki onların hiçbirisi hakkında böyle bir iddia söz konusu edilmemektedir. Demek ki iş, hakikati ifadeden daha ziyade siyasidir!

İkinci olarak “ifk” hadisesi münasebetiyle Hazreti Ali’nin söylediği ifade edilen sözler, sıhhat açısından zayıftır ve kırgınlık ifade eden başka bir haber de yoktur. Öyleyse, böylesine önemli bir konunun, İslâm’ın genel prensipleri ile o günlerden bize intikal eden başka bilgilerle açıkça çelişen ve rivayet normları açısından zayıf bir temel üzerine inşası düşünülemez.

Haberin doğru olduğunu farz ettiğimizde ise Hazreti Ali’nin o günkü duruşu, Resûlullah’ı üzüntüden kurtarmaya matuf bir hamledir; Âişe Validemiz’e bakan yönüyle en küçük bir olumsuzluğu söz konusu değildir. Üstelik, O’nu en iyi tanıyan birisine (Hazreti Berîre) yönlendirmiş ve Annemiz hakkında beraat ifade eden beyanlarının gün yüzüne çıkmasına Hazreti Ali vesile olmuştur.

“Kızım Fâtıma da…” diyen bir Peygamberimiz var! Farz-ı muhal, konuşulanların etkisinde kalarak şayet Hazreti Ali o gün böyle bir algıya sahip olsaydı, şüphesiz Resûlullah’ı müdafaa eden şair Hassân İbn-i Sâbit, halasının kızı ve aynı zamanda baldızı Hamne Bint-i Cahş ve Hazreti Ebû Bekir gibi en yakınındaki bir ismin teyze oğlu Mistah İbn-i Üsâse’ye uygulanan ceza o gün ona da tatbik edilirdi!

Onlar, iradeleriyle duygularını terbiye etmiş, benliklerini sıfırlayarak kullukta zirvelerin insanı olduklarını tescil ettirmiş kimselerdir. Habîb-i Kibriyâ Hazretleri’nin intikam duygusuyla hareket etmediğini bize intikal ettiren birisi olarak Hazreti Âişe’nin (radıyallahu anhâ), “ifk” hadisesi sonrasındaki duruşu ortadadır; kendisine uygulanan müeyyide tescil olunan Hassân İbn-i Sâbit’e sahip çıkmış ve aleyhinde konuşmak isteyen birisinin sözünü ağzına tıkayarak onu, konuştuğuna bin pişman etmiştir!

Hazreti Ali ile Hazreti Ammâr’ı şikayete gelen birisine karşı takındığı tavır da aynıdır; adamı konuşturmamış, bilakis şikayet etmek için geldiği kimselerin faziletlerinden bahsetmek suretiyle muhatabını, bir daha konuşamaz hale getirmiştir.

Hazreti Ali’ye karşı isyan bayrağı açan hâricî zihniyete karşı duruşu da nettir; Hazreti Ali’yi müdafaa adına, “Hâlbuki onlar, Nebiy-yi Ekrem’in arkadaşları için istiğfar ile emrolundular; tutmuş şimdi onlar hakkında ağza alınmayacak kötü beyanlarda bulunuyorlar!” diyen de yine O’dur.

Hazreti Ali’nin kuyusunu kazma niyetiyle bir araya gelen fitne yuvası Hârûrâ’ya karşı duruşu nettir!

Başlarında Hazreti Ali’nin bulunduğu “Ehl-i Beyt” ile ilgili rivayetlerin neredeyse bütününü bize intikal ettiren Âişe Validemiz’dir.

Hazreti Ali taraftarı oldukları gerekçesiyle 7 arkadaşıyla birlikte hedef haline getirilen Hucr İbn-i Adiyy’i kurtarabilmek için Halife’ye mektup yazmış, bu esnada onların öldürüldükleri haberini alınca çok üzülmüş ve bundan, o günkü Halife’yi sorumlu tutarak sigaya çektiği Hazreti Muâviye’yi bin pişman etmiştir.

Hazreti Osman’ın şehadetinden sonra hilafet makamını ancak Hazreti Ali’nin doldurabileceğini ifade etmiş ve bu kanaatini açıkça paylaşmaktan çekinmemiştir.

Hakperestlik başka bir şeydir!

Ya Hazreti Ali?

Cemel günü Hazreti Âişe’yi, açık hedef olmaktan kurtaran Hazreti Ali’dir; hatta ok yağmurunun hedefindeki Hazreti Âişe’yi  kurtarabilmek için kendini riske atmış ve O’nu daha güvenli bir bölgeye taşımıştır. Sonrasında, yanına kattığı 40 kadınla birlikte emniyet ve güven içinde Annemiz’i hane-i saadetine ulaştıran O’dur ki O’nun, o günkü bu hassasiyetine mukabil Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ), “Allah Ali’yi, mükâfaatın en hayırlısıyla mükâfatlandırsın; O’nun mükâfaatı Cennet olsun!” şeklinde dua etmiştir.

O günlerde yaşanan kargaşada, muhalif gibi gözüken tarafta yer alan hiç kimsenin aleyhinde olmamalarını yanındakilere tembihleyen Hazreti Ali’nin, Cemel günü karşı safta ölenlerin namazını kıldırdığı da tarihî bir gerçektir.

Beri tarafta Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ), hayatı boyunca hiç unutmayacağı Cemel için, “Keşke yaratılıp da hiç vücut bulmasaydım; keşke kendi diliyle tesbih edip vazifesini yerine getiren bir ağaç, keşke taş veya bir kerpiç olsaydım! Keşke yirmi yıl önce ölmüş olsaydım!” muhasebesini yapmaktadır.

Çözemediği bir konu söz konusu olduğunda Hazreti Ali’nin Âişe validemiz’in kapısını aşındırdığı, tereddüt ettiği bir konuyla karşılaşınca Hazreti Âişe’nin de Haydar-ı Kerrar’a müracaat ettiği, tarihî bir gerçektir.

Hilafet yıllarında Annemiz’i ziyarete geldiği bir gün “Nasılsın ey anneciğim?” diye soran Hazreti Ali’ye “Elhamdülillah; hayır üzereyim!” cevabını vermiş, buna mukabil O da “Allah’ın mağfireti seninle olsun!” şeklinde mukabelede bulunmuştur.

Yine hilafet yıllarında iki kişinin Hazreti Âişe hakkında ileri geri sözler sarfettiklerini öğrenince Ka’kaa İbn-i Amr’ı görevlendirmiş ve bu iki kişinin, yüzer sopa ile cezalandırılmasını istemiştir.

İki farklı cepheyi temsil ediyor gibi gözükseler de yaşanan hadiselerin şokuyla oldu bittiye gelen ve fırsat bekleyenlerin köpürttükleri Cemel sonrası vedalaşırken aralarında geçen konuşma ne kadar manidardır; insanlarla vedalaşırken Hazreti Âişe şunları söylemiştir:

“Evlatlarım!

Ne yazık ki bazımız bazımızın canını yaktı; üzücü hâdiseler yaşadık ve bir hayli de yorgun düştük!

Bu yaşananlardan dolayı ve bundan sonra da başkalarının taşıdığı yalan yanlış beyanlar sebebiyle kimse bir diğerine kem gözle bakıp da taşkınlık yapmasın, gıybetini etmesin!

Allah’a yemin olsun ki Ali ile benim aramda, dünden kalma bir problem yoktur; olan, bir kadın ile kayınbiraderi arasındaki meseleden daha büyük bir mesele değildir!

Belli başlı sıkıntı yaşasam da benim katımda O, iyilik ve güzelliğini istediğim en hayırlı insandır!”

Buna karşılık o gün Hazreti Ali’nin mukabelesi de şöyledir:

“Doğruyu söylüyor ve vallahi ne güzel söylüyor! O’nunla benim aramda sadece bu kadarcık bir mesele vardır!

Şüphe yok ki O, dünya ve âhirette Nebî’nizin en kerîm zevcesidir!”

Görüldüğü gibi iş kendi mecraından çıkınca insanlar nasıl da savruluyor?

Ufkuna ulaşamayacağımız başyüceler hakkında ne rahat konuşuyoruz?

Keşke, “ezbere konuştuğumuz kadar Kur’ân ezberleseydik, hafız olurduk!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Selam
    Verdiğiniz söz ve beyanlara kaynak yazarsanız iyi olur.
    Ayrıca kınadığınız hususları söyleyenler kaynak belirterek yazıyor.
    O zaman topluma olan kötü olmaması gereken olaylar ile ilgili mantıklı bir açıklama yapmanız gerekiyor.
    Neden bir insan olarak sahabe de olsa o insanların insani yönlerinden kaynaklanan siyasi toplumsal hatalarına hata demeye cesaretiniz yok.
    Sahabe nin iman ve amel noktasında büyüklüğüne kimsenin bir şey dediği yok.
    Ne Cemel i ne sıffin i ne de başka olayları bu yazınızda ki bakış açısı ile izah edemezsiniz

  2. Keşke çoğu kimsenin haberinin dahi olmadığı böyle fitne fücur bir mevzuyu gündem yapmak yerine Hz. Ali efendimizin zorluklar karşısındaki duruşunu anlatan bir yazı yazsaymış diye içimden geçti.

    • Yazarı ve siteyi takip edenlerin çoğu bu hadiseden haberdar olsa da nasıl nericelendiginden ve devamını bilmediğinden maalesef yanlış yorumlar yanlış çıkarımlara sebep oluyor dolayısıyla doğru bir bakış açısı ile mutedil değerlendirme isabetli olmuş.

  3. Bir müslüman olarak keşke böyle olmuş olsaydı deyip içinizden geçenleri dile getirmişsiniz Reşit bey )) Kaynak yok, delil yok, ispat yok….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin